Çocuklar
Hele, O’nun kendi çocuklarına karşı şefkati bütün bütün farklıydı. Çok defa, oğlu İbrahim’in süt emdiği ailenin yanına gelir, onu kucağına alır ve uzun müddet severdi.385
Akra b. Hâbis, Allah Rasûlü’nün, Hz. Hasan ve Hüseyin’i kucağına alıp sevdiğini görünce: “Benim on çocuğum var; daha hiçbirini öpmüş değilim” dedi. Allah Rasûlü şöyle cevap verdi: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”386
Bir başka hadis: “Siz yer-dekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” 387
Diğer bir rivayette ise verdiği cevap şöyledir: “Allah senin kalbinden merhamet duygusunu almışsa, ben sana ne yapabilirim ki?” 388
Allah Rasûlü, akrabalarına karşı olduğu gibi yakın-uzak dostlarına karşı da muhabbet ve rahmet hissiyle dopdoluydu.
Hz. Aişe Validemiz anlatıyor:
Sa’d b. Ubâde hastalanmıştı. Allah Rasûlü, bu vefâlı dostunu ziyarete gitti, yanında bazı sahabiler de vardı. Sa’d b. Ubade’nin hazîn hali öylesine rikkatine dokundu ki hıçkırıklarını tutamadı ve ağladı. Onun ağlaması, orada bulunanları da ağlattı. Bu ağlamanın başka türlü değerlendirilmemesi için de şöyle buyurdu: “Allah asla gözyaşından ve kalb üzüntüsünden dolayı azap etmez. Ancak şundan azap eder, dedi ve dilini gösterdi.” 389
Evet, Allah gözyaşından dolayı azap etmez; aksine bazı gözyaşları sebebiyle azabı kaldırır da. Evet, Allah Rasulü bir başka hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz. Allah korkusundan ağlayan (insanın) gözü, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.” 390
Bu gözlerden biri ruhbâna diğeri de fürsâna aittir. Geceleri bir rahip gibi kendini ibâdete veren ve gözyaşı döken; gündüzleri de birer aslan kesilip küfürle yaka-paça olan insanların gözleri, yani hakiki mü’minin gözleri... Zaten sahabi de bize anlatılırken öyle anlatılmaktadır: Onlar geceleri birer rahip gibi ibadetle meşguldürler; gündüzleri de her biri birer aslan kesilir ve dört bir yanı velveleye verirler.
Osman b. Maz’un vefat edince Allah Rasûlü ona da koşarak gitti. O, Allah Rasulü’nün kendisine kardeş yaptığı şanlı bir sahabiydi. Cenazesinin üzerine o kadar ağladı, o kadar gözyaşı döktü ki, sanki cenaze Allah Rasulü’nün gözyaşıyla yıkanmış gibi oldu. Tam o esnada hanımlarından biri Osman b. Maz’un’u kasdederek: “Kuş oldu, cennete uçtu” dedi. Allah Rasulü hemen kaşlarını çattı ve: “Ben Allah’ın Rasulüyüm, bilmiyorum, sen onun cennete gittiğini nereden biliyorsun!” dedi391. Evet, O, denge insanıydı. Şefkati, ağlaması, asla bir yanlışı düzeltmesine mâni olmuyordu. Hıçkırıklarıyla, kardeşim deyip bağrına bastığı insanı sararken ve gözyaşlarıyla yuyup yıkarken, söylenen mübalağalı bir söz, O’nun uygunsuz bulduğu bu söz sahibini îkazına ma’ni olmuyordu. Vefa başkaydı hak başka; Uhud şehidlerini her hafta ziyaret ediyordu ama, “uçup cennete gittiniz”392 demiyordu. Biz “onlar da cennete gitmeyecekse...” desek bile, bu böyle..
Yetimleri himâye edenlere verdiği pâye, O’nun nasıl bir şefkat âbidesi olduğunu isbâta yetmez mi? Bakın ne buyuruyor: “Ben ve yetimi gözeten cennette şöyleyiz” diyor, sonra parmaklarını yumuyor ve yetimi görüp gözetene, ne kadar yakın olduğuna işaret buyuruyor.393
Sanki Allah Rasûlü, yetimi görüp gözeten ve onu himaye edenle benim arama, cennette kimse giremez, diyordu.
Hayvanlara da Şefkat
O’nun şefkati hayvanları da içine alıyordu. Yukarıda bir kadının bir kedi yüzünden nasıl cehenneme girdiğini; yine ahlâksız bir kadının bir köpeğe su içirmesiyle nasıl cennete “buyur” edildiğini arzetmiştim. Bir başka hâdiseyi de nakledip bu hususu da noktalayalım:
Bir muhârebeden dönülüyordu. Dinlenme vaktinde, sahabeden bazıları bir kuş yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıp sevmeye başlamışlardı. Tam o sırada anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde görünce, orada çırpınıp pervaz etmeye başladı. Allah Rasûlü bu duruma muttalî olunca fevkalâde celallendi ve hemen yavruların yuvaya konulmasını emir buyurdu394. Evet, O’nun rahmeti hayvanları da kuşatıyordu. Zaten Allah, geçmiş peygamberlerden birini karınca yuvası yüzünden itâp etmemiş miydi?
Bu peygamber farkına vararak veya varmayarak karıncıları yakmış.. arkadan da Allah’tan azar işitmiştir395. Şimdi bu ve emsali vak’aları bize nakleden Allah Resûlü’nün başka şekilde davranması mümkün mü? Sonra, O’nun ümmetinden öyleleri yetişecektir ki, adları “karınca çiğnemez efendi” olacaktır. Çünkü onlar ayaklarına zil takacak ve yolda böyle yürüyeceklerdir. Ta haşereler zilin sesiyle uzaklaşsın ve ayak altında kalıp ezilmesinler... Aman Allahım! Bu ne derin, bu ne cihanşümul bir şefkat ve merhamet örneğidir. Evet O’nun rahmet dairesinden karıncalar dahi istisna edilmemiştir. Karıncayı bile ezmeyen bu insanlar acaba başkalarına zulmedebilirler mi? Hayır, bilerek ve kasıtla onların haksızlık yapmaları mümkün değildir!..
Mina’da bulunduğu bir sırada, taşların arasından bir yılan çıktı. Sahabe Efendilerimiz de hemen yılanın üzerine üşüştü. Ancak yılan kaçmayı başardı. Bu manzarayı uzaktan seyreden Allah Rasûlü: “O sizin, siz de onun şerrinden kurtuldunuz”, buyurdu396. Burada Allah Rasûlü, sahabinin yapmak istediğine de şer diyordu. Zira, öldürülen yılan da olsa, dünya nizamında bir yeri vardır. Böyle dengesiz her ölüm, ekolojik dengeyi bozacak ve telafisi zor bir arıza meydana getirecektir. Esasen ziraat adına haşarata kıyma, onları imhâ etme, ekolojik denge adına bir cinâyettir. İşin daha garibi de, günümüzde bu türlü cinâyetler ilim adına işlenmektedir.
İbn Abbas anlatıyor: “Allah Rasûlüyle bir yere gidiyorduk. Birisi, kesmek üzere bir koyunu bağlamış, koyunun gözü önünde bıçağını biliyordu. Allah Rasûlü bu şahsa: “Onu defalarca mı öldürmek istiyorsun?” 397 buyurdu. Bu; bir bakıma o şahsa itâptı.
Abdullah b. Cafer (ra) anlatıyor: “Allah Rasûlü, yanında birkaç sahâbeyle bir bahçeye girdi. Bahçenin köşesinde zayıf mı zayıf bir deve vardı. Deve Allah Rasûlü’nü görünce sicim gibi gözyaşı dökmeye başladı. İki Cihan Serveri hemen devenin yanına gitti. Bir müddet o devenin yanında kaldı, sonra devenin sahibini çağırtarak, deveye iyi bakması hususunda onu gayet sert îkaz etti.”398
Günümüzdeki hümanistlerin iddia ettikleri sevgi ve şefkatin çok ötesinde merhametle dopdolu olan Allah Rasulü, bu cihanşümul rahmetini de her türlü ifrat ve tefritten korumasını bilmiş ve o her şeye yeten fetaneti sayesinde hiç mi hiç ifrat ve tefride düşmemiştir.
Evet, O, hiçbir zaman hoşgörü adı altında, kötülüklere müsâmaha ile bakmamış, kötülük ve günah seraları kurmamıştır. O, bir caniye ve bir canavar ruhluya, şefkat adına gösterilecek müsâmahanın, binlerce mâsum insanın hukukuna tecâvüz olduğunu çok iyi bilmekteydi. Üzülerek ifade etmeliyim ki, günümüzde işlenen bu türlü haksızlıklar her devirden çoktur. Anarşiste, ecdâd ve mâzi düşmanlarına gösterilen müsâmahanın, memleketi ne hâle getirdiğini yakın tarihimiz itibariyle acı acı gördük ve hâlâ da kısmen görmekteyiz. Sevgi, şefkat, dengeli kullanılamazsa, fert için ve cemiyet için de önü alınamayacak neticeler doğabilir. Halbuki Allah Rasulü için, menfî mânâda böyle tek bir hâdise dahi göstermek mümkün değildir.
Evet O, kendisini telef edecek kadar insanları seviyordu. Yer yer Kur’ân-ı Kerîm’in O’nu ta’dil etmesi bunun delilidir. Kur’ân: “Onlar Kur’ân’a inanmıyorlar diye, nerede ise kendini bitirip tüketeceksin” (Kehf, 18/6) diyordu. Zaten, nübüvvet atmosferi benliğini sarmaya başlayınca, O kendini bir mağaraya hapsetmemiş miydi? Vahiy de ilk defa O’na orada geldi. Demek ki O, insanları seviyordu ve bu yola baş koymuştu.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=32995
Esasen Allah Rasûlü’nün cihad anlayışı da O’nun bu rahmet yanından kaynaklanıyordu. Evet, insanlar cihad sebebiyle belki dünya namına bazı zararlar göreceklerdir; fakat ebedî hayatları adına kazanacakları o kadar çok şey olacaktır ki, onların bu zararlarını hiçe indirecektir! Allah Rasûlü, taşıdığı kılıcının ucuyla cennete giden yolları açıyordu. Bu da O’nun âlemlere rahmet oluşunun ayrı bir buudu...
O’nun Sabrı
O, sabrı da fetanetiyle yerli yerinde ve iç içe kullandı. Bu sayede nice ulaşılmaz zannedilen zirveler, ayaklar altında kaldı, nice aysbergler gibi katı yürekler, buz gibi ruhlar o Sabır Güneşi karşısında eriyip hidâyete erdi. Ebû Süfyan, İkrime ve daha niceleri.. eğer O’ndaki bu denli sabır ve tahammül olmasaydı, bunlar hiç İslâm’a dehalet edebilirler miydi?
Evet, O rahmetenli’l-âlemindir. Rahmetinin dengesi ise fetânetinin bir başka delilidir...