BEKLENEN ŞAFAK
Işığa hâmile kapkaranlık bir dünya.. ve Nebînin zuhuruna az bir zaman kala müjde ve muştu dolu akisler var ufukta.. vicdanlarda tesiri o kadar fazla ki, birçok Mekkeli gelecek son Nebîyi anlatmakta.. tavsiyeler ve tavsiyeler: Zuhur eder-etmez hemen koşun O’na! Ve bütünleşin O’nun ruhuyla.!11
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=32906
Bütün bir beşeriyet canı dudağında ve herkesin umudu gelecek son kurtarıcıda. Ana-babalar bu kurtarıcının kendi nesillerinden olmasını istiyor.. ve birçoğu yeni doğan çocuğuna “Muhammed” ismini veriyor...12
Fakat O, Hz. İbrahim’den İsmail’e intikalle gelen ve Abdulmuttalip’ten Abdullah’a geçen bir altın silsileden gelecekti; ve gönüller de bu kanaldan gelecek nuru bekliyordu.
Hâdiseler O’nun geleceğini haber veriyor; karanlığın koyulaşması, sökün edecek şafağın yaklaştığını söylüyordu.
O günkü insanlık, hayatı hayat yapacak olan gâye ve idealden mahrumdu. İnsanların bütün yaptıkları işler, “Issız çöllerde serab kovalamak gibiydi. Susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında herhangi bir şey bulamaz.” (Nur, 24/39).
Duygu, düşünce ve davranışlar da bundan pek farklı değildi. “Engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibi ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut.. birbiri üstüne karanlıklar.. insan elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez” (Nur, 24/40).
Bu devrin adı “Cahiliye”dir. Ancak ilmin zıddı olan bir cehalet değil, îman ve inancın karşılığı olan küfrün mürâdifi cahiliyet...
O devre ait çirkinlikleri kapkara bir tablo halinde arzedip geçici de olsa ruhlarınıza karanlık bir perde germek istemem. Bâtılı şöyle-böyle tasvir, zihinleri idlâl eder. Ve bence buna sebebiyet de bir cürümdür. Fakat yine de o devri anlatabilmek için az da olsa, o günün örf ve âdetlerinden bazılarına ve sadece bir işaret çerçevesinde temasda yarar görüyoruz; tâ ki Allah Resûlü’nün, nasıl bütün kâinata bir rahmet olarak gönderildiği ve bu rahmetin gönderilişinin nasıl bir ilâhî lütuf olduğu daha iyi idrak edilmiş olsun!.
O’nun gelişi herkes için Cenâb-ı Hakk’ın en büyük lütfu ve en engin ihsanıdır. Bunun böyle olduğunu bizzat Rabb’imiz anlatmaktadır:
“İçlerinden,kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan (kötülüklerden, münkerden) onları temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur ” (Âl-i İmran, 3/164).
Allah (cc)’ın lütuf, ihsan ve keremine bakın ki, insanlara kendi içlerinden, özlerinden, onlarla aynı duygu ve aynı düşünceyi paylaşan; Hakk’a giden yolda onların rehber ve pişdârı olan; imama ihtiyaçları olduğunda önlerine geçebilen; hatibe ihtiyaçları olduğunda minbere çıkabilen; emire ihtiyaçları olduğunda, tuğra basıp sikke kesen; kumandaya ihtiyaç duyduklarında, onları en mükemmel erkân-ı harplerden daha mükemmel idare eden bir nebî, bir elçi gönderdi.
Hristiyanlıkta yanlış bir akîde vardır. Onlar Hz. İsa’nın, insanlığın ilk günahını affettirmek için Cenâb-ı Hakk tarafından fedâ edildiği inancını taşırlar. Yani onlara göre Rabb, fedakârlıkta bulunmuş ve insanları affetmek için -haşâ!- kendi oğlu olan Mesîh’i fedâ etmiştir. Dolayısıyla da Hz. İsa -onların yanlış itikatlarına göre- çarmıha gerilmiş ve Hz. Âdem’le başlayan, daha sonra da her insanın, daha doğarken, beraberinde getirdiği bu ilk günah böylece affedilmiştir. Bu, bir itikat olarak yanlış ve bazı tevillere açık yanları itibariyle de dalâlettir. Ancak bu yanlış telakkinin anlattığı doğru bir telmih vardır. O da şudur: Cenâb-ı Hakk, insanların günahını bağışlamak; onları sapıklıkta, dalâlette, tuğyanda, azgınlıkta kendi başlarına bırakmamak için, en sevgili kulunu, Hz. Muhammed (sav)’i hem de maruz kalacağı şeyleri bildiği halde peygamber olarak göndermiştir. Tâ ki şaşırıp yollarda kalmasınlar, kalıp da zâyi olmasınlar.. insanlık semâsına çıkıp kâmil birer insan olsunlar.. içlerinde derinleşip her an ruhlarında Allah (cc)’ı duysunlar.. ve İbrahim Hakkı’nın ifadesi ile, Rabb’lerini vicdanlarında kenzen bilsinler:
“Sığmam dedi Hakk arz u semâya
Kenzen bilindi dil madeninden.”
Gönül öyle bir hazineler menbaıdır ki, dünyalara sığmayan Hakk, her an en kıymetli bir cevher gibi orada kendini hissettirir.
Kitaplar, zihinler, düşünceler, felsefeler, beyânlar, semâ, arz ve bütün mükevvenât Allah (cc)’ı ihâta edemez.. ve bunların hiçbirinin, O’nu ifadeye gücü yetmez. Ancak kalbtir ki, kısmen de olsa O’nu ifadeye tercüman olabilir. Evet, kalb öyle bir dildir ki, şimdiye kadar kulaklar, o dilin beyânı kadar parlak bir beyân duymamışlardır.
Öyle ise insan, kalbinde yol almaya, aradığını orada aramaya ve Rabb’e erip O’nda fâni olmaya çalışmalıdır. Zaten Allah (cc) Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı onun için bizim aramıza göndermiştir.
Evet, O, insanlığa Allah (cc)’ın âyetlerini okumak, fasıl fasıl mu’cizelerini gözler önüne sermek ve insana kendi mahiyetini öğretmek için gelmiştir. Evet O’nun sayesinde beşeriyet tabiat kirlerinden arınarak, tertemiz hâle gelecek, bedene ait süflîyattan kurtularak kalb ve ruhun hayat derecesine yükselecekti.. ve yükseldi de. Evet, O, insanlara kitab ve hikmeti tâlim edecek; insanlık da, kitap ve hikmetin ışıktan dünyasında kendini bularak, ukbâlara uyanacak ve ebedîleşme yoluna girecekti; neticede öyle de oldu.
Bizim için çok mühim, bereketli ve feyiz dolu günler vardır. Bunlardan bazıları da mü’minlerin bayramı sayılır. Her hafta, Cuma günü yaşanan bu bayram sevincini daha büyük çapta Kurban ve Ramazan Bayramlarında da yaşarız. Kurban Bayramı Hz. İbrahim’in belli bir buudda fedakârlık yaptığı, müslümanların da bütün samimiyetleriyle günahlarının affına yol aradıkları.. ve bu gâyeye ma’tûf, bazılarının Beytullah’a yüz sürüp, Arafat’ta vakfeye durdukları ve Muhammedî bir ruhla yalvarıp yakardıkları bir gündür. Ramazan ise, bir ay oruçla Rabb’e yaklaşma sevincini, yaşama sevincini paylaşmanın ifadesi zengin, dolgun ve bereketli bir bayramdır. Fakat bir bayram daha vardır ki, o, bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı sayılır; o da Allah Resûlü’nün dünyaya teşrif buyurarak tenezzülen aramıza girip bizi şereflendirdiği gündür.. Velâdet-i Ahmediye’dir13. Yani Cenâb-ı Hakk’ın, tıpkı bir güneş mahiyetinde yarattığı O Nûr’u bir kandil gibi insanlık semâsına astığı gündür. Evet, O Nûr sayesinde bütün cahiliye karanlıkları yırtılmış ve âlem nûra gark olmuştur. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın cin ve ins’e en büyük bir lütfu ve büyük bir ihsanıdır.