Üstad Bedîüzzaman Saîd Nursî 1298 h./1876 m. tarihinde Bitlis vilâyetinin Hizan kazâsının Nurs köyünde, dünyaya geldi. Genç yaşta bütün doğu bölgesindeki halk tabakalarının ve ilim çevrelerinin takdir ve muhabbetini kazandı.

Müslümanları fikren, ilmen batı karşısında üstün konuma getirecek kuvvetli bir eğitimi gerçekleştirmek gayesiyle Doğu Anadolu’da “Medresetü’z-Zehrâ” ismini verdiği İslâmî bir üniversitenin kurulması gerektiği fikrini ortaya koydu. Bu düşüncesini tahakkuk ettirmek için İstanbul’a geldi. İstediği neticeyi tam olarak elde edememesine rağmen tekrar memleketine dönmek yerine İstanbul’da kalıp ictimaî mücadeleye atıldı.

31 Mart hâdisesinden sonra Divan-ı Harb-ı Örfî’de muhakeme edildi ve beraat etti. Daha sonra İstanbul’dan ayrıldı. Batum yoluyla Tiflis’e, oradan da Van’a geçti. Aşiretleri dolaşarak içtimaî, medenî, ilmî derslerle onları irşada çalıştı. Sonra Van’dan Şam’a geçti. Şam âlimlerinin ısrarıyla, Câmiü’l-Emevî’de içerisinde yüze yakın âlimin bulunduğu on bin civarındaki kalabalık bir cemaate eşsiz bir hutbe irad etti. Günümüz Islâm dünyasının problemlerini ve çözüm yollarını ortaya koyan bu muhteşem hutbe, “Hutbe-i Şâmiye” adıyla tab edildi.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, talebelerinden teşkil ettiği milis alayın komutanı olarak savaşa iştirak etti. Savaş esnasında tefsir ilminde bir harika ve bir ekol sayılan ‘İşârâtül İ’caz’ isimli eserini telif etti. Bitlis Ruslar tarafından işgal edildiğinde yaralanarak esir düştü ve Sibirya’ya gönderildi. Sibirya’da, iki buçuk sene esir hayatı yaşadı. Nihâyet esaretten firar ile kurtulup Petersburg, Varşova, Viyana tarikiyle (25 haziran 1918) senesinde İstanbul’a geldi.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=127216

İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği o yıllarda işgal kuvvetlerinin aleyhinde faaliyetlerde bulundu. Anadoludaki Kuva-yı Milliye hareketine destek verdi. Ankara hükümetinin, İstanbul’daki faaliyetlerini takdir ederek onu Ankara’ya davet etmesi üzerine Ankara’ya geldi. Oradaki durumdan hoşlanmadığı için Van’a dönmeye karar verdi. Kendisine pek çok cazip teklifler sunuldu ise de kararından dönmedi.

Van’da, Erek Dağı’nda inziva hayatı yaşamaya başladı. Çok geçmeden Şeyh Saîd isyanı patlak verdi. Bu isyanla bir ilişkisi olmadığı halde 1925 senesinde önce İstanbul’a, oradan Burdur’a ve Isparta’ya sürgün edildi. Daha sonrada Isparta’nın küçük bir kasabası olan Barla’ya nakledildi.

Hayatının, Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan kısmı ‘Eski Saîd’ dönemi; esaret yıllarından Van’daki hayatına kadar olan kısmı ‘Eski Saîd’den kurtulup ‘Yeni Saîd’ olmaya çalıştığı dönem; Barla’da Risâlelerin telifiyle başlayan dönem ise onun ‘Yeni Saîd’ dönemidir.

Barla’da çoğunlukla imanî mevzular üzerinde duran Risâle-i Nur Külliyatı’nın dörtte üçünü (Sözler, Mektubât, Lem’alar) telif etti. Bu eserleri bütün Anadolu’ya yaymak için alışılmamış farklı bir yöntem uyguladı. Kendisine talebe olmak isteyenlere Risâleleri Kur’ân harfleriyle yazmayı ve yazdırmayı şart koşuyordu.Barla ve Isparta’da onun etrafında saf tutan Nur Talebeleri, Kur’an’ın her şeyiyle unutturulmaya çalışıldığı o yıllarda hatt-ı Kur’an’ı talim ederek muhafaza ediyor, hem Risâleleri yazarak çoğaltıyor, hem de yazanları artırma, çoğaltma cihetine gidiyordu. Bu yöntemle Risâle-i Nurlar el altından kısa zamanda bütün Anadolu’ya yayıldı.

“Dünya büyük bir manevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâûn felâketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müdhiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çârelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesâimi teksîf etmiş bulunuyorum.”
Bedîüzzaman

1934 yılında Barla’dan Isparta’ya getirildi, bir sene sonra da “Gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimi yıkmaya çalışıyor” ithamıyla 120 talebesiyle beraber tutuklanarak, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandı ve hapse mahkum edildi.

Ardından sırasıyla sekiz sene Kastamonu’da sürgün hayatı (1935-1943), Denizli Mahkemesi ve hapsi (1943), Emirdağı’nda sürgün hayatı (1943-1948), Afyon Mahkemesi ve hapsi (1948-1949), İkinci Emirdağ sürgün hayatı (1950- 1953) yaşadı. Defalarca zehirlendi.

1960 Mart’ında hastalığının ağırlaşması ve devamlı sûrette yapılan polis takibâtı sebebiyle oldukça sıkıntılı geçen yirmi beş saatlik bir seyahatten sonra Urfa’ya ulaştı. 23 Mart 1960, 25 Ramazan 1379 günü sabaha doğru Rahmet-i Rahmân’a vâsıl oldu.

Asrın Üstâdı’nın cenâze namazı 24 Mart 1960 Perşembe günü Ulu Camii’nde muazzam bir kalabalık tarafından kılındıktan sonra, Halîlullah Dergâhı’na getirildi ve burada hazırlanan geçici menziline defnedildi. Vefâtından iki ay sonra, 27 Mayıs’ta askerî darbe gerçekleşti. 12 Temmuz 1960’da Hazret-i Üstâd’ın kabrine ilişildi ve mübârek naaşı buradan alınarak meçhûl bir yere nakledildi. Rahmetullahi Aleyh.

“Bana ızdırab veren, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hâriçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!”
Bedîüzzaman