Hz. Muhammed'i diğer peygamberlerden ayıran 5 sıfatı vardır. Bunları,
bütün Müslümanların bilmesi gerekir: 1- Hatemül Enbiya'dır 2-
İnsanlara, cinlere ve aleme gönderilmiştir. 3- Yaratılmışların en
efdalidir. 4- Şeriatı diğer peygamberlerin şeriatlarının hükmünü
kaldırmıştır. 5-İnsanın din ve dünya saadeti için, her zaman ve
mekanda kafidir.

Bu sıfatların ilki, onun Hatemül Enbiya olmasıdır. Bu sıfat hiç
kimsede yoktur ve olamaz da. Ve o, Resul'dur. Bu akideye inanmayan,
Müslüman sayılmaz, peygambere inanmış sayılmaz. Çünkü ayet, hadis,
icma ve kıyas ile sabit olan bir hükümdür. Herkesin buna inanması
gerekir. Bunun dışındaki itikatlar, küfürdür.

İkincisi, Hz. Muhammed'in (S.A.V.) insanlara, cinlere ve bütün
mahlukata peygamber olarak gönderilmesidir. O, bütün aleme
gönderilmiştir. Bu da, Peygamberimize has bir özelliktir. Hiçbir
peygambere bu görev verilmemiştir. Diğer peygamberler bir kavme
gönderildi.

Çoğu zaman bir asırda 3-4 peygamber olurdu. Mesela İbrahim
Halilurrahman (a.s) ile Lut (a.s) aynı dönemde yaşadılar. Musa A.S,
ile Harun (a.s) ve Şuayip (a.s) da aynı devirde yaşadılar. Her birisi
bir kavme gönderiliyordu. Bazılarına bir iki kişi iman ediyordu.
Bazılarına ise hiç kimse iman etmiyordu. Her kim ki, Hz. Muhammed
(s.a.v.) peygamberdir, ama Araplara gönderilmiştir derse Müslüman
sayılmaz. Hz. Muhammed devrinde Yahudiler (Evet Muhammed peygamberdir
ama Beni İsrail'e değil müşriklere gönderilmiştir) diye itiraf
etmişlerdir. Ama bu itiraf, onları Müslüman yapmamıştır. O, bütün
alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

Yaradılanların en efdali

Üçüncüsü ise, Hz. Muhammed'in bütün mahlukatın efdali (Erdemli, tercih
edilen) olmasıdır. Buna inanmayan Müslüman olmaz. Nuh, İsa, Musa gibi
bazı peygamberlerin daha efdal olduğunu söylemek yanlıştır. O, Allahın
Sevgilisidir. Onun efdal olmasına delil ise, Kur'an-ı Kerim'de (Siz
bütün milletlerin, ümmetlerin en hayırlısısınız, emri bil maruf nehyi
anil münkeri dersiniz. Allah'a iman etmişsiniz) mealindeki ayeti
kerimedir. Kur'an-ı Kerim'de de belirtildiği gibi, bu ümmetin efdal
olmasının sebebi, Peygamber Efendimiz sayesindedir. O mahlukatın
efdali olduğundan dolayı O'nun ümmeti de ümmetlerin en efdali
olmuştur.

Kıyamet gününde bu ümmet, diğer peygamberlere sahiplik yapacaktır.
Bütün peygamberler bizim peygamberimizin sancağı altında haşr
olacaktır. Çünkü bütün ehli iman, Adem'e, İbrahim'e, Nuh'a, İsa'ya ve
Musa'ya şefaat için gittikleri zaman herkes Hz. Muhammed'e (s.a.v.)
gönderecektir. Zaten cennet de, kapısını Peygamber Efendimizden
başkasına açmaz. Kapı çalındığı zaman bu kapıdan Hz. Muhammed'den
(s.a.v.) önce başka peygamber girmeyecek, ümmetler içinde de, önce
O'nun ümmeti girecektir diyecek. Cenabı Allah, daha yeri-göğü
yaratmadan evvel peygamberlerin ervahlarından (ruhlar) Hz. Muhammed'e
(S.A.V.) yetiştikleri zaman O'na iman edip yardım edecekleri konusunda
ahd almıştır.

Peygamber Efendimiz, bir gün Tevrat'ı Ömer'in elinde gördü. Ya Ömer o
nedir, dedi. Ömer dedi ki, Tevrattır, güzel şeyler vardır içinde.
Bunun üzerine Peygamberimizin yüzü tağyir oldu, hoşuna gitmedi. Bunun
üzerine Ebubekir dedi ki, Peygamberin yüzüne bakmıyor musun? O zaman
Ömer elindeki Tevratı indirdi. Peygamber Efendimiz dedi ki, "Bugün
Musa hayatta olsaydı bana tabi olacaktı".

Musa (a.s) bir ümmet gördü ki, hata kastederse yazılmıyor, bir günah
işlediği zaman aynı günah yazılıyor, bir sevap işlediği zaman ise bire
on yazılıyor. Sonra dedi ki; Ya Rabbi, bunu benim ümmeti kıl. Cenabı
Allah, o Hz. Muhammed'in ümmetidir buyurdu. Ondan sonra birçok
ümmetler görüyor. Hepsi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ümmeti çıkıyor. Bunun
üzerine beni de, Muhammed'in (S.A.V.) ümmeti eyle diyor. Cenabı Allah
bu sefer, (Ya Musa, Resul olarak Tevrat'la seni gönderdim. Sen buna
şükür et) diyor.

İslâm, nasih değil mensuhtur

Dördüncüsü her Müslüman bilmelidir ki; Peygamberimizin şeriatı diğer
peygamberlerin şeriatını nash etmiştir, kaldırmıştır. Bütün
peygamberlerin akideleri bakımından, birdir. Adem (a.s)'dan bizim
Peygamberimize kadar gelen bütün peygamberlerin akidelerinde, bir kıl
kadar değişiklik yoktur.

Fakat; şeriat, ahkam, ibadet suretleri zaman zaman değişmiştir.
İnsanların ömürlerine, kuvvetlerine göre değişiklik olmuştur. Daha
önceki bütün ibadet ve taatlari, son din İslâm kaldırmıştır. Onlar
nasih olmuştur. İslâm, nasih değil mensuhtur.

Bir öğretim görevlisine rastladım. Ben İbrahim'in dinini öğrenmek
istiyorum. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de kök oradadır deniyor, ben de onu
arıyorum diyor. Ama, bu çok yanlıştır. Çünkü, Muhammed'in (s.a.v.)
dini, İbrahim'in (a.s)dinini tamamen içine almıştır. Dolayısıyla
Peygamber Efendimizin şeriatı diğerlerinin üzerine hakimdir. Bunu her
Müslüman kabul etmelidir. Şek şüphe kalmamalıdır. Olursa iman
zedelenir.

Bu din bütün insanlığa kafidir

Beşincisi, Hz. Muhammed'in dini kafidir. Bütün insanlara ve dünyaya
saadet getirmek için, her zaman ve her mekanda kafidir. Zaman ne
zaman olursa olsun, mekan hangi mekan olursa olsun fark etmez. Bu
akide olmadığından dolayı bazı kişiler, 14 asır evvelki bir nizam veya
bir kanun bugün nasıl geçerli olabilir diye sorabiliyorlar. Hatta buna
inanan bile çıkabiliyor. Bazı yerlerini değiştirmek veya beşeri
kanunlar çıkarmak gerekiyor diyebiliyorlar. Bütün bunlar, batıl
akidedir. Halbuki, Cenabı Allah bu dini kafi surette göndermiş ve
tamamladım demiştir. Herhangi bir noksanlık kalmamıştır. Eğer
kalsaydı, daha sonra bir Nebinin gelmesi gerekirdi. Dolayısıyla bu
din, kıyamete kadar geçerlidir. Bunun için, Hz. Muhammed (s.a.v)
Hatemül Enbiya oldu. Şeriatı son şeriat oldu.

Bu hükümler, kıyamete kadar kalkmayacaktır. Kalktığı zaman da, kıyamet
kopacaktır. Biz İslâm ile yaşıyoruz. Kıyamete yakın zamanda, Kur'an-ı
Kerim, ehli iman, şeriat hiçbir şey kalmayacaktır. Müslümanlar
kalmayınca, kıyamet ehli kafirin üzerine kopacak. Müslümanlar, bugün
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=61001
buna engel olmaya, ehli kafir ise kaldırmaya çabalıyor.

Kelime-i Tevhid'i tam anlamıyla kabul etmek için bunların tamamını
kabul etmek gerekir. Kalan dört sıfat bütün peygamberlerde vardır.
Bütün Peygamberler, emindir, hıyanet etmemiştir, sözünde sadıktır,
aklîdir ve tebliğcidir.

Allah'ın ipine sımsıkı sarılmalıyız

Müslümanım diyen bir insanın vazifeleri, önce dinini öğrenmek ve sonra
onunla amel etmektir. Bir de takva elbisesi vardır. Bu da, ihlasla
Allah'ın emirlerini tutmak, yasaklarından sakınmaktır. Bunun korkudan
dolayı değil kulluk vazifesinden dolayı yapılmasıdır.

Bugün bazıları, dini bilmiyor. Önce dini öğrenmeli ki, sonra onu
tatbik etsin. Daha Kelime-i Şahadeti bilmeyenler var. Allahü Teala
hakkında vacip olan şeyler, muhal olan şeyler nedir bilmiyorlar.

İslâm nereye gidiyor? Birçokları da dini, sadece Kelime-i Şahadet
getirmek zannediyor. İslâm nedir? Teslim olmak manasındadır. Neyi
teslim edeceğiz? Biz onun Abd'iyiz. Abd demek köle demektir. Köle ise,
satılmış demektir. Cenabı Allah hem bizi yaratmış hem de satın
almıştır. Madem biz Allahın kölesiyiz, o zaman O'nun emirlerine uyup
yasaklarından niçin kaçınmıyoruz? Yap dediğini yapmıyoruz, yapma
dediğini yapıyoruz.

Bugün Müslümanlar dinini bilmiyor, bildiğini de tatbik etmiyor.
Anlatıldığına göre, İstanbul'da bir hocaefendi; evlenecek çiftlerin
nikahını kıyacak. Geline diyor ki, Kelime-i Şahadet getir. Gelin diyor
ki, yeni geldim nerde olduğunu bilmiyorum. Damada dönüyor bu sefer, o
da, ben de bilmiyorum diyor. Cehaletin boyutları işte böyle.

Kalplerimizi temizlemeliyiz

Demek ki, evvela ilim, sonra amel. Üçüncüsü ise ihlas. Ama biz
bildiğimiz ile bile, amel etmiyoruz. İslâm, teslim olmak manasındadır.
Örneğin bir evlat babasının sözünü tutmadıkça, yap dediğini yapıp
yapma dediğini yapmadıkça teslim olmuş olur mu? Aynen İslâm da
böyledir. Teslim olmak emirleri tutup yasaklardan kaçmaktır.

İnsan tamamıyla sünnete ve peygambere ittiba etmek mecburiyetindedir.
Cenabı Allah diyor ki, Siz cidden Allah'ı seviyorsanız, Resul'une
ittiba edin. Taki Allah da, sizi sevsin. Biz Resulullah'a ittiba
etmedikçe, Allahın rızasını kazanamayız. Resulullah'ın sünnetini
bilmeyen nasıl ittiba etsin? Demek ki bir Müslümanda önce, ilim ve
amel olması gerekiyor. Bunlardan birisi olmazsa olmuyor. Ayrıca kalbi
temizlemek gerekiyor.

Cenabı Allah'ın takdirine rıza göstermiyoruz. Akidelerde çok noksanlık
vardır. Küfürden bahsediyorlar ama, küfrü bilmiyorlar. İmandan
bahsediyor ama imanı bilmiyor. İman nedir dersen bazısı Amentü billahi
diyor. Amentü imanın erkanıdır, tarifi değildir.

Vicdansızlık haddi aşmıştır. Olur olmaz bir şekilde bize aykırı
şeyleri söylüyorlar. Duvara bir çamur atıyorlar. Çamur, düşse de leke
bırakıyor. Ama din aleyhinde söyledikleri, tarihe geçiyor.

Bir zaman böyle Hindistan'da olmuştu. İki taraf da, çarpıştı.
Hıristiyanlık mı İslâm mı hak diye. 7 sene sonra toplandılar ve meydan
savaşı oldu. Müslümanlar, onları mağlup etti. Söz verdiler, ama
tutmadılar. Mağlup olunca komutanları, İslâm'ı kabul etmekten
vazgeçti. Müslümanlar onlara İsa'nın Allah veya Allah'ın oğlu
olmadığını ispat ettiler. Ayrıca, İncil'in değiştiğini de tespit
ettiler. Hz. Muhammed'in de peygamber olduğunu ve Kur'an-ı Kerim'in
Allah kelamı olduğunu da.

Neticede, komutanları biz sizin dininize karışmayacağız, siz de
bizimkine karışmayın, dedi. İncil'de bir yerde İsa Allah'tır, başka
bir yerde Allah'ın oğludur, filan yerde Meryem'in oğludur, başka bir
yerde ise Resul'dür deniyor. Bu Allahın kelamı değil, değişmiştir.
İncil'de diyor ki, İsa'nın merkebi ve yavrusu vardı . Bazen yavruya
bazen merkebe binerdi. Yani bir Allah nasıl merkebe biner? Bunları
tevil etmeye çalışıyorlar. Papazlar buna cevap veremiyor. Milleti
İbrahimi var ama biz bilmiyoruz diyorlar. İyi de, siz bunu
aramıyorsunuz ki. Bizde, istikamet kalmamış. Din yolundan gitmiyoruz.
Eğer biz hakkıyla dinimize dönersek, Cenabı Allah'ın yardımı bize
gelir. Dine tam bağlı olmadığımızdan dolayı; manevi kuvvet
kesilmiştir, maddi kuvvet zaten yoktu. İşte, o zaman rezalet
başlamıştır. Nur Suresi'nin 55. ayetinde, (Dininize dönerseniz biz
sizi yeryüzünde hakim kılarız. Korkulara karşı emin ederiz)
denilmesine rağmen ama biz ne dinimizi biliyor, ne dinimize dönüyor,
ne de beğeniyoruz. İşte başımıza bu musibetler geliyor. Cidden
dinimize dönersek, Cenabı Allahtan yardım gelir, zafer kazanırız. Ama
dönmezsek, bu zilleti çekeceğiz. Peygamberimiz, bunu önceden
söylemiştir. Ölümden korkarsanız, zillet oradan gelir. İslâm davasında
bulunan kişi İslâm'ı yaşamalıdır. Hıristiyan bir kadın gibi. Oğlu
Müslüman oluyor ve vefat ediyor. Vah vah oğlum İsa sana darıldı,
Muhammed seni tanımadan öldü diye feryat ediyor. Bizim ki de böyle.
Manevi kuvvet darılmış, maddi kuvvet de olmayınca artık halimiz nasıl
olacaksa. Ancak ne olursa olsun, Cenab-ı Allah'ın vaadi vardır. Diyor
ki, 'Bu bizim adetimizdir. Ne zaman bir kul kendini beğenir, Bizim
emirlerimizi yerine getirmezse bu zilleti veririz, ne zaman dinine
dönerse yardım ederiz'. Müslümanlar, ölümden korkmayıp dünyayı
sevmedikleri zaman dünyaya her zaman meydan okumuşlardır.