Salavat Getirmek Vefa Borcumuzdur.....

Her fırsatta, Peygamber Efendimiz'e (aleyhissalatü vesselam) salât ü selam getirmemiz O'na karşı vefamızın gereğidir.

Çünkü, salât u selamlarla O'nu her anışımız, hem O'nun peygamberliğini bir tebrik, hem getirdiği saadet-i ebediye müjdesine karşı bir teşekkür ve hem de bildirdiği fermanlara itaatimizi ve biatımızı yenilememiz manasına gelmektedir. Bizler, Efendiler Efendisi'ne salât ü selâm okumakla, O'na olan bağlılığımızı yenilemiş, ümmeti arasına bizi de dahil etmesi isteği ile kendisine müracaat etmiş oluyoruz. "Seni andık, Seni düşündük; Allah Teala'ya Senin kadrini yüceltmesi için dua ve dilekte bulunduk" demiş ve "Dâhilek yâ Resûlallah - Bizi de nurlu halkana al ey Allah'ın Resûlü!.." talebimizi tekrar ederek O'nun engin şefkat ve şefaatine sığınmış oluyoruz. Dolayısıyla, salât ü selama Efendimiz'den daha çok biz muhtaç bulunuyoruz. O'na müracaatımızla mevcudiyetini, büyüklüğünü kabullenmiş ve küçüklüğümüzü, hiçliğimizi ilan etmiş; aczimiz ve fakrımızla beraber, şiddetli ve çok büyük bir günün endişesiyle himayesine girilecek tek sığınak olarak Resul-ü Ekrem'e dehâlet etmiş, halimizi ve ihtiyaçlarımızı arz etmiş oluyoruz.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=67765

Bilindiği gibi, "salât", tebrik, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara gelmektedir. Salât kelimesinin çoğulu "salavât" gelir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Allah ve O'nun melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey mü'minler, siz de O'na salât (ve dua) edin ve samimiyetle selam verin." (Ahzab, 33/56) Bu âyeti kerimede belirtildiği gibi, Peygamberimize salât ve selamlar getirerek hürmetlerini arz etmek her Müslüman'ın yapması gerekli olan bir görevdir. Her Müslüman en azından "Âllâhümme salli alâ Muhammed - Allah'ım rahmet ve bereketin, Efendimiz Hazreti Muhammed üzerine olsun" diyerek salât getirmek mecburiyetindedir.

Resûlü Ekrem Efendimiz, "Yanında benim adım anılıp da bana salât getirmeyen kişinin burnu sürtülsün, hakarete uğrasın." buyurmuştur. Bununla beraber, Peygamberimiz'in ismi her işitildiğinde veya anıldığında salât getirilip getirilmeyeceği hususunda; bazı alimler, bir yerde, Hz. Peygamber'in adı ne kadar anılırsa anılsın bir defa salât edilmesi yeterlidir derken, alimlerin çoğunluğu ise, Efendimiz'in adı her anıldığında salât ü selam getirilmesi gereklidir demiştir. Bazıları, insanın, ömründe bir kere salât ü selam getirmesinin vâcib olduğunu söylerken, İmam Şâfi gibi kimseler de nâm-ı celil-i Muhammedî ne zaman anılırsa anılsın hemen salât ü selamla O'na senâda bulunmak gerektiği kanaatindedirler. Nitekim, hadis ilmiyle uğraşanlar, Hazreti Peygamberimiz'in hadislerini rivayet ederken, O'nun adı ne kadar çok anılırsa anılsın, her anılışında, "Sallallâhu aleyhi ve sellem" diyerek hürmet ve vefalarını ifade etmişlerdir. Hatta, bazı yerlerde, ezanda Efendimiz'in ism-i şerifi de anıldığı, "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah" dendiği için, ezandan sonra da salât u selam okunagelmiştir. Erzurum da bu yerlerden birisidir. Orada da, ezanı müteakip "es-salâtü ve's-selamu aleyke ya Resûlallah, es-salâtü ve's-selamu aleyke ya Habîballah, es-salâtü ve's-selamu aleyke ya hateme'n-nebiyyîne" şeklinde salât okurlar. Aslında, ezan kelimelerinin içinde böyle bir salât ü selam yoktur; fakat bir vefa borcu olarak söylerler.

Evet, salât ü selam meselesine bir vefa borcu nazarıyla bakmak lazım. Biz Efendimiz'e karşı borçluyuz. Allah, bazılarımız için ağır gelebilecek şekilde her an o borcu ödüyor olma şuuru içinde bulunmakla bizi mükellef kılmamış. Hayatımızın her saniyesinde O'nu hatırlıyor olma, O'na hiç durmadan salât ü selam getirme teklifinde bulunmamış. Fakat, biz zaten O'nun getirdiği dinin hükümlerine riayet ettiğimizde bir yönüyle O'na karşı medyuniyetimizi de sürekli ve fasılasız dile getirmiş oluyoruz. Günde beş defa minarelerimizden olduğu gibi gönüllerimizden de yükselen ezanımızı düşünün.. her namaza yürüyüşümüzde,

"Gök nûra gark olur nice yüz bin minareden,

Şehbâl açınca rûh-u revân-ı Muhammedî;

Ervah cümleten görür "Allahu Ekber"i,

Aks eyleyince arşa lisân-ı Muhammedî."

(Yahya Kemâl)

sözlerinin hakikatini seslendiriyor ve önce ezanla vefamızı ilan ediyoruz. Zât-ı Uluhiyet'in yanında Efendimiz'in nâm-ı celîlini de anıyoruz. "Lâ ilahe illallah"ın, "Muhammedün Resûlullah"tan ayrılamayacağını, şehadetin ancak ikisini beraber söylemekle gerçekleşmiş olacağını gösteriyoruz. Bediüzzaman Hazretleri'nin de Mektubât'ta belirttiği gibi, kelime-i şehadetin iki kelâmının birbirinden ayrılamayacağını, onların birbirini tazammun ve ispat ettiğini, biri birisiz olmayacağını ifade ediyoruz. Evet, madem Peygamberimiz (aleyhissalâtü vesselâm) Hâtemü'l-Enbiya'dır, bütün enbiyanın vârisidir; elbette O, bütün vuslat yollarının başındadır. O'nun cadde-i kübrâsının dışında hiçbir kurtuluş yolu yoktur. Marifet erbabı büyük imamlar, Sadi-i Şirazî gibi şöyle derler: "Ey Sâdî! Muhammed'i (sas) örnek almadan bir kimsenin selâmet ve safâ yolunu bulması imkânsızdır."


ÖZETLE
1- Peygamber Efendimiz'e salât u selâm okumakla, O'na olan bağlılığımızı yenilemiş, ümmeti arasına bizi de dahil etmesi isteği ile kendisine müracaat etmiş oluruz.
2- Hadis ilmiyle uğraşanlar, hadis rivayet ederken, O'nun adı ne kadar çok anılırsa anılsın, her anılışında, "sallallahu aleyhi ve sellem" diyerek hürmet ve vefalarını ifade etmişlerdir.
3- Salavât gibi ezanla da, "Lâ ilahe illallah"ın, "Muhammedün Resû-lullah"tan ayrılamayacağını, şehadetin ancak ikisini beraber söylemekle gerçekleşmiş olacağını gösteriyoruz.