Âb-ı hayata kavuşmuş gibi
Bale hocası olan Hanry, 76 yaşına gelmiş ve Dallas'taki çiftliğine çekilip münzevî bir hayat yaşamaya başlamıştı. Hayatın tadı yoktu. İçinde büyük bir sıkıntı ve boşluk mevcuttu. Bir gün yolu New York'a düştü. Bir halıcı dükkanına girip bir halı seçmek istedi.
Orada Keşanlı Veysel ile karşılaştı. Birdenbire bu gence kanı kaynamıştı. Kısa zamanda dost oldular. Tavırlarında, konuşmalarında başka bir hal vardı. Ayrılacağı zaman Veysel ona "Bir ay sonra evleneceğim. Seni düğünüme bekliyorum." diyerek, Türkiye'deki adresini ve telefon numaralarını verdi. Veysel, Türkiye'ye dönmüş, düğün hazırlıklarına başlamıştı. İşin doğrusu, Dallas'ta çiftliğinde inzivaya çekilip kendi halinde yaşayan yaşlı bir Amerikalının düğününe geleceğine pek ihtimal vermiyordu. Zaten 'geleceğim' diye bir telefon da etmemişti... Ama tam düğünün başlayacağı gün telefonu çaldı. İşte karşısında bir Amerikalı vardı ve "Veysel, ben İstanbul Havaalanı'ndan arıyorum. Şimdi uçaktan indim!.." diyordu. Gerçekten hayret etmişti!.. Hanry'yi İstanbul'dan alıp Keşan'a getirdiler. Onunla Veysel'in arkadaşı Ali ilgileniyordu. O, ufak tefek bir delikanlı idi; ama Hanry'ye geleneklerimizi, göreneklerimizi Veysel'in düğünü münasebetiyle öğretiyor, bir yandan da sıcak bir dostluk kuruyordu. Birbirleriyle kısa zamanda kaynaşan bu ahbaplar beraberce Bursa ve İstanbul'u gezdiler. Edirne'de dolaşırken yolları tarihî Selimiye Camii'ne uzandı. Muhteşem ve mübarek mabedin kapısına gelince Hanry'ye bir şeyler oldu. İçinde müthiş bir değişme hissetti. Anadolu'nun gülen yüzü, içinde dolaştığı sıcak ve yumuşak ortam, bilhassa ezanlar onun gönlüne işlemişti... Artık "Ben sizlerden birisi olmak istiyorum. Çok geç kalmışsam da..." diyordu. Kendi kendine de "Neden buralarda doğup büyümedim ki!." diyor ve geçmiş hayatına hayıflanıyordu. Ali'nin de mutlaka Amerika'ya gelmesini arzu ediyordu. Onu bir evlat gibi sevmişti. Bizzat Amerikan büyükelçisine "Bu elli kiloluk Ali'nin nasıl bir yüce ruha sahip olduğunu bilemezsin." meâlinde bir mektup yazarak vize verilmesini talep etti. Ali'ye on senelik vize verdiler. Edirne Selimiye Camii'nde, hayranlık duyduğu Ali'yi kucaklayarak şehadet getiren Hanry için yepyeni bir hayat başlıyordu. Bundan sonra çok dikkatli bir şekilde Ali ve Veysel'in saygı duydukları zâtın İngilizceye çevrilmiş kitaplarını okumaya başladı. Türkiye'ye ziyarete gelmiş bilim adamları ile röportajlar yapılırken, Hanry'ye de sorular soruldu. Orada başından geçenleri anlatıp yorumlarken dedi ki: "Eğer bir gün Fethullah Gülen ile karşılarşırsam ona sarılacağım." Gerçekten bir gün karşılaştılar. O anda dediğini yaptı ve sarılıp sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Her ikisi de ağlıyordu. Hanry'nin dizlerinin bağı çözülmüştü. Akşam yemeğe oturduklarında bir şeyler yemekte zorlanıyordu: "76 senemi israf ettim. Benim için ne düşünürsünüz? Bana ne tavsiye edersiniz? Neler yapmam lazım?" diye soruyordu. Kendisine Allah'ın Gafur ve Rahim olduğu anlatıldı. "Beni bu yaştan sonra da olsa iyi yetiştirin ne olur!" dedi. Öbür gün "Ömrümde böyle güzel bir gece geçirmedim!" dedi. Çiftliğine dönerken sanki, Hızır çeşmesine kavuşmuş gibi gençleşmişti. Bir çift kanat takınarak gidercesine, hafiflemiş bir şevkle heyecan içinde geri gidiyor...
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=25226