On dokuz yıl evveldi.
Stockholm'e gitmiştim.
Bir otele indim. Geceydi.
Sabahleyin, traş olmak için lavaboya
gittiğimde,
aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
> >Lütfen diyordu, trastan sonra jiletinizi çöpe
atmayın.
Yanda bir kutu var,oraya bırakın.
Bir tek jiletle dahi olsa,
İsveç çelik sanayisine yardımcı
olun.
> >Doğrusu hayretler içinde
kaldım.
Çocukluğumdan beri çelik eşya
> >denince akla İsveç çeliği gelir.
Birçok
eşya üzerinde
"İsveç çeliğinden yapılmıştır" diye yazardı.
> >İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin
bile
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=4485
çöpe gitmesini istemiyor,
ona sahip çıkıyor,
gelen turistlere rica yollu uyarıda
bulunuyordu.
> >İsviçre'de zaman zaman,
belli periyotlarda,
radyolar, televizyonlar, bir haberi
duyurur.
Şu tarihte, su saatte, adamlarımız
gelecek.
Siz lütfen hazırlığınızı yapın.
>Okumadığınız,ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar
kitap,dergi, gazete varsa,
kâğıt, ambalaj,kutu
varsa,
velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi
olsa,
kapının önüne
koyun.
İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı
olun.
Fazla ağaç ziyanına engel olun.
> >Beş yaşında idim.
Babaannem rahmetli,
pirinç ayıklıyordu.
Bir tane yere düştü.
Babaannem eğildi,aramaya başladı.
Sağa bakıyor, sola bakıyor,
bulmaya
çalışıyor.
Çocukluk iste,
"aman babaanne dedim.
Bir pirinç tanesi için
bu kadar caba harcamaya,yorulmaya değer mi?"
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı,
öfkeyle
doğruldu.
"Sen
> >oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun,"dedi.
> >"Hiç pirinç üretilirken gördün mü?
İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar.
Bir pirinç tanesinde kaç
insanin göz nuru,
alın teri, emeği,çilesi var biliyor musun?"
> >Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.
> >Aradan yıllar geçti.
Hukuk Fakültesinde
öğrenciyim.
> >Alain'in proposlarini okuyorum.
Birden irkildim.
> >Babaannemi hatırladım.
Alain,
bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip
almazsa,
bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur
diyordu.
İlave
ediyordu.
Bir iğnenin üretiminde binlerce
insanin alın teri, göz nuru, el emeği
vardır diyordu.
> >Japonlar son derece sade,
basit,yalın mütevazı yasayan
insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar
Japonlara göre ruhen tekamül edememiş ,
hayatın manasını anlayamamış , zavallı
kimselerdir.
Böyleleriyle,
zavallı, evini mezat salonuna çevirmiş diye
eğlenirler.
> >Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne
kadar
acıdır.
Vaktiyle Japon ekonomisi bir
darboğazdan geçiyor.
İç borçlar,dış borçlar
gırtlağı aşıyor.
Zamanın başbakanı meclisi
toplar.
Kürsüye
çıkar.
Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri
ile anlatır
ve su andan itibaren der,
Allah şahidim olsun ki,
Japonların iç ve dış borçları
son kuruşuna kadar ödenmeden,
pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.

Su üstümdeki elbiseden
başka elbise giymeyeceğim.
Dediklerini yapar,
en üstten en alta bir israftan kaçınma
kampanyası açılır.
Japonya bütün borçlarını öder.Bu durumun
toplumun bütün
kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye
gerek yok.
> >Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm.
> >Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı,
ne kadar gösterişten uzak...
> >Gerekmediği halde elektriği
yakmakla,
Suyu kapamadan bos yere akıtmakta,
Gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden
yatmakla,
Yemek yediğimiz kapları yıkamadan
bırakmakla
biz de zalimler sınıfına geçmiyor
muyuz?
> >Hayat çok ince,
akil almaz incelikte
ipliklerle örülmüştür.
Her şey o kadar
birbirine bağlıdır ki,
İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç
unutmadım.
> >Bir mıh bir nal kaybettirir.
Bir nal bir atı,
bir at bir orduya savası kaybettirir
diyordu.
>
>Maddi durumumuz ne olursa olsun,
ister zengin olalım, ister
fakir,
hepimiz çok dikkatli olmak
zorundayız.
> >Bunda parayı da, maddiyatı da
aşan
büyük bir edep ve incelik
vardır.