Soru:

Bildiğiniz gibi bir yandan dünyanın gittikçe küçülmesi, bir yandan da bazen maddi bazen de manevi sıkıntılar yüzünden, özellikle ülkemizden dışarılara göç eden (etmek zorunda kalan) pek çok kardeşimiz var. Bu yeni sosyolojik olgu bir çok yeni problemlerle tanışmamıza sebep oluyor. Son programınızda aile hukuku ile ilgili meseleleri ele aldığınız için gündemimizde olan bir konudaki değerlendirmenizi öğrenmek istiyoruz.
Şöyle ki; Üniversite mezunu, çalışan ve müslüman bir genç hanım kardeşimiz, iş vesilesi ile tanışmış olduğu hristiyan bir genç ile evlenmek arzusunda. Muhtelif kaynaklardan yola çıkarak (bildiğim kadarıyla, mesela Y. N. Öztürk'ün bir kitabında geniş olarak ve T.D.Vakfı'nın yayınladığı İslam ve Toplum isimli ilmihalde kısmen de olsa) bu nikahın olabileceği hakkında bir kanaate sahip olmuş durumda. Bugüne kadarki genel bilgimiz, Müslüman erkeklerin, hristiyan veya yahudi hanımlarla evlenmesinin caiz olduğu, fakat müslüman hanımların hristiyan veya yahudi erkeklerle evlenemeyeceği şeklinde idi. Biraz araştırınca, çoğu kitapta delillerin tahliline girilmeden bu hükmün yer almış olduğunu gördük. Öğrenmek istediklerimiz;
1- Müslüman bir hanım'ın Hristiyan bir erkek ile evlenmesi mümkün müdür? Bu konuda mezhebler arası farklı hükümler var mıdır?
2- Erkeğin kendi dinine bağlılığının derecesi ya da inançlarındaki bazı farklılıklar hükmü değiştirir mi (Bahsi geçen erkeğin kendini hristiyan olarak tanımladığın ancak teslisi reddeden bir inanç olduğunu biliyoruz. Yani Hz. İsa'nn ve Hz. Meryem'in birer kul olduklarına inanıyor ve onlara uluhiyet izafe edilmesinin yanlış olduğunu söylüyor. Bu inanç nikah ile ilgili hükmü etkiler mi)?
3- Eğer bu nikah meşru değil ise ve bu nikah gerçekleşirse bu hanımın durumu nasıl değerlendirilir? Zaniye hükmünde midir?
4- Eğer bu nikah meşru değilse ve bu hanım nikahda ısrar ederse, hanımın anne-babasının bu durumda ne yapması gerekir Sadece nasihat mi, küsmek, ilişkiyi kesmek ya da cebir ile engellemeye çalışmak ya da benzeri başka fiillerde bulunmaları mı gerekecektir?
Konuyla ilgili aklımıza takılan başka bazı konular da var;
1- Bildiğimiz kadarıyla, Kur'an-ı Kerim'de kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın müşriklerle evlenmek men edilmiştir. Ancak müslüman erkeklerin ehl-i kitab'dan hanımlar ile nikahlanabileceği belirtiliyor. Ancak hanımların gayr-i müslimler ile evlenmesine dair bir hüküm yok. Bazı kimseler ehl-i kitabın müşrik olduğunu bu yüzden aslolanın ehl-i kitab ile evlenilemeyeceği şeklinde olduğunu, ancak müslüman erkeklere istisnai bir izin verildiğini düşünüyorlar. Bu yaklaşım doğru ise Kur'an'da ve Hadis'de ehl-i kitab ile müşrikler çoğunlukla ayrı ayrı zikrediliyorlar. Bütün bu ayırımları istisnaların belirtilmesi şeklinde mi algılamamız gerekiyor
2- İslam tarihi boyunca ehl-i kitabtan bir erkek ile evlenen müslüman bir hanıma dair bir bilgimiz olmadı. Böyle bir örnek var mı bilmiyoruz. Acaba, bu bir gelenek midir? Acaba bu bir siyasi tavır mıdır? Acaba tarih boyunca aile hukukunda her zaman ata-erkil bir anlayışın hakim olması, dolaysı ile kadının ve çocukların erkeğe tabi olmalarından kaynaklanan ve bu illete binaen verilen bir hüküm müdür? Eğer bugüne kadar konuyla ilgili verilen hükümlerde illete dayanılmış ise, günümüzde özellikle batı dünyasında hatta belki artık Türkiye'de de resmi (ya da cari) aile hukukunun artık kadına ve erkeğe eşit haklar verdiği, çocukların üzerinde eşit haklara sahip olduklar göz önüne alındığında konu yeniden gözden geçirilip farklı hükümler verilebilir mi?
Sayın Hocam,
Yukarda yazdıklarımı lütfen ukalalık olarak değerlendirmeyiniz. Haddimi aşmak gibi bir niyetim yoktur. Ancak bir yakınımın kızı ile ilgili olduğu için bir süredir konuyu araştırmaya çalışıyorum. Aklıma takılanların hepsini yazmanın size yardımcı olabileceğini düşündüm. Belki ilk sorulara vereceğiniz cevaplar sonraki sorularımı gereksiz kılacak. Ama bütün bu sorulara da ne yazık ki tatmin olacak kadar bir cevap bulamadım. Bir kaç aydır süren araştırmalarım esnasında konunun bir başka boyutunu da fark ettim. Hristiyan erkekler ile evli olan müslüman hanımların sayısı hiç de az değilmiş. Hatta bu örneklerin çoğunda bu hanımlar genellikle ailelerince dışlanmış ve İslam'dan iyice uzaklaşmışlar. Selam ve saygılarımla, Allah yar ve yardımcınız olsun.

Cevap:

Bakara Sûresi'nin 221. âyeti, kadın erkek farkı gözetmeksizin kesin ve açık olarak müşriklerle müslümanların evlenmelerini yasaklıyor. Müşrik, Allah Teâlâ'ya zatında veya sıfatlarında ortak koşan, başka tanrı veya tanrıların veya tanrının sıfatını taşıyan varlıkların bulunduğuna inanan, bunlara tapan kimsedir. Ehl-i kitaptan maksat ise, İslam dini geldiğinde asıl dinlerinden uzaklaşmış, iman ve ibadette yanlış yollara sapmış, kitaplarının aslını kaybetmiş de olsalar gelip geçmiş bir peygambere ve onun getirdiği dine inanan, İslam'a göre bozulmuş olan bu dini doğru/sahih bilen ve bulan insanlardır. Bakıldığında ehl-i kitabın -en azından bir kısmının- inancı içinde şirk unsurlar da vardır; Allah'a mahsus bazı sıfat ve özellikleri İsâ ve Meryem gibi bazı yaratılmışlarda da var saymakta, bunlara da ibadet etmektedirler. Bu sebepledir ki ehl-i kitabın inancı -şirkten kurtulmadıkları sürece- onları ahirette kurtuluşa erdirmemekte, cehennemlik olmaktan kurtarmamaktadır. Buna rağmen Hristiyan ve Mûsevîler kısmen de olsa vahye dayalı bazı inanç ve uygulamalara sahip bulundukları ve -muhtemelen- hak dine inanma bakımından daha yatkın olduklar için kendilerine bazı imtiyazlar tanınmış, genel olarak kâfirlere mahsus hükümlerin bir kısmından istisna edilmişlerdir. Bu istisnaların konumuzla ilgili olanı, "ehl-i kitap kadınlarla müslüman erkeklerin evlenmelerinin helal olması"dır.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=1860
Mâide Sûresi'nin 5. âyetinde ehl-i kitabın yiyeceklerinin, kadın ve erkek müslümanlara da helal olduğu ifade edildikten sonra "yalnızca ehl-i kitap kadınların" müslüman erkeklere helal olduğu zikrediliyor; yeri geldiği halde müslüman kadınların da ehl-i kitap erkeklere helal olduğu (onlarla evlenebilecekleri) söylenmiyor. Böyle bir açıklama bulunmayınca hükmü (müslüman kadının bir mûsevî veya hristiyan ile evlenmesinin caiz olup olmadığı hükmünü) Hz. Peygamber'in (s.a.) uygulamasından, burada da bir çözüm yoksa kıyastan çıkarmamız gerekir. Kadınlarla erkekler evlenme konusunda bazı farklı hükümlere tabi olduklarından biri hakkındaki hükmü diğerine de teşmil etmek (aynı hüküm kapsamına almak) mümkün değildir. Bu yüzden böyle bir kıyasa gidilmemiştir. Esasen kıyastan önce ortada Sünnet (Hz. Peygamber'in ve ashâbın uygulaması) vardır. Âyeti farklı yorumlayan bazı sahâbîler ve müctehidler, Peygamberimizin vefatından sonra, "müslüman erkeklerin ehl-i kitap kadınlarla evlenmelerinin" bile helal olmadığı sonucuna varmışlardır. Müslüman kadının ehl-i kitaptan olan bir erkekle evlenmesine gelince bunu tartışma konusu bile yapmamışlar, Hz. Peygamber zamanında, müslüman kadınların bulundukları yerlerde ehl-i kitap erkekler de bulunmuş, ama böyle bir evlenme olmamış, bu evlenmenin caiz olmadığı hükmünde icma meydana gelmiştir. Bu hükmü benimseyen fıkıhçılar, yukarıda zikredilen delillere ek olarak bir de şu âyete dayanmışlardır: Mümtehine Sûresi'nin 10. âyetinde, inanmayanların ülkesinden müslümanların ülkesine hicret eden kadınlarla ilgili olarak "...eğer mümin olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere iade etmeyin" buyurulmuştur. Başka bazı delillerle de desteklenerek burada geçen "kâfirler" kelimesinin ehl-i kitabı da içine aldığı, müslüman bir kadının Ehl-i kitap'tan bir erkekle de evlenemeyeceği ve evliliğini sürdüremeyeceği sonucuna ulaşılmıştır (bk. Bakara 2/221). Fıkıhçıların çoğu bu hükümde, önceden evli olanlarla yeni evlenecek olanları birbirinden ayırmamış olmakla beraber, özellikle Hz. Peygamber ve Hz. Ömer devirlerine ait uygulamalara dayanan bazı fıkıhçılar, baştan evlenmenin câiz olmadığını, ancak müslüman olmadan önce gayr-i müslim ile evli bulunan tarafın, ihtida yüzünden nikahının bozulmayacağını ileri sürmüşlerdir (İbn Kayyim, Ahkâm-u Ehli'z-Zimme, Dimaşk 1961, 317 vd., 340 vd.). Çağdaş âlimlerden Kardâvî de bu ictihadı benimsemiştir.
Hak dinin yayılmayı, insanlar tarafından benimsenmeyi istemesi tabîîdir. Bu isteğin daha tabîî bir sonucu da mensuplarının ve onlardan gelecek nesillerin dinini, dindarlığını korumaktır. Korumak eğitimle olur, eğitimin en önemli aracı ailedir. Ailede din ikiliğinin bulunması, çocuklar üzerinde etkisini hissettirecek ve onların benimseyecekleri din konusunda önemli bir risk oluşturacaktır. Bu bakımdan ideal olan müslümanların kendi dindaşlarıyla evlenip aile kurmalarıdır. Ortada bir zorlayıcı sebep yoksa müslüman erkeğin de karısı müslüman olmalıdır. Müslüman bir kadının kocasının müslüman olması ise -koruma, eğitim ve etki bakımından- daha önemlidir. Soyun devamı, miras, velayet gibi konularda da -babanın gayr-i müslim olması halinde- bir dizi problem ortaya çıkacaktır. İşte bütün bu sebepler bir araya gelince müslüman kadının gayr-i müslim bir erkek ile evlenmesinin niçin caiz kılınmadığını anlamak bize göre kolaylaşmaktadır.

Profesör Doktor Hayrettin KARAMAN