Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


10 sonuçtan 1 ile 10 arası
  1. #1

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    27 Mayıs'ın en büyük özelliği, alt kademe subayların bir hareketi olmasıydı. Tevfik Subaşı, darbenin İstanbul ayağında görev aldı. İstanbul'u kontrol eden 3. Zırhlı Tugay'da yüzbaşıydı, daha sonra binbaşı oldu.27 Mayıs'ta, yine çoğunlukla alt kademe subayların...

    Başbakan Menderes'in idamı...






    27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin üzerinden tam 40 yıl geçti. Bu müdahalede görev almış subaylardan ve dönemin siyasetçilerinden birçok ismin bugüne kadar anıları yayınlandı.
    Alparslan Türkeş, Sezai Okan, Haydar Tunçkanat gibi subaylar yaşadıklarını anılarında anlattılar. 27 Mayıs'tan sonra iki kez darbe teşebbüsünde bulunan Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir'in de, idamından önce cezaevinde yazdığı anıları çok önce yayınlandı.
    27 Mayıs'ın fiilen muhatabı olan Demokrat Partili politikacıların bazıları da o günlerde yaşadıklarını yazdılar. Dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın Yassıada'dan sonra nakledildiği Kayseri Cezaevi'nde tuttuğu notlar da kısa süre önce yayınlandı.
    27 Mayıs'ın en büyük özelliği, alt kademe subayların bir hareketi olmasıydı. Tevfik Subaşı, darbenin İstanbul ayağında görev aldı. İstanbul'u kontrol eden 3. Zırhlı Tugay'da yüzbaşıydı, daha sonra binbaşı oldu.
    27 Mayıs'ta, yine çoğunlukla alt kademe subayların oluşturduğu Milli Birlik Komitesi etrafında süren iktidar mücadelesi ve Silahlı Kuvvetler'deki çalkantı, "ihtilaller evlatlarını da yer" kuralını doğru çıkardı.
    Binbaşı Tevfik Subaşı, 1961 seçimlerinden az önce ordudan istifa etti.
    Subaşı'nın anıları, 1960'lar Türkiye'sinde bir subayın zihin dünyasını, olaylara bakışını ve o çalkantılı dönemin bir subay gözüyle fotoğrafını yansıttığı için önem taşıyor.
    Elbette, darbeyi yapan ekibin içindeki bir kişi olarak o günün Türkiye'sine kendi penceresinden bakıyor. Dolayısıyla anlatımları ve dile getirdiği yargılar kendi görüşleridir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43159
    Ancak, Tevfik Subaşı'nın on gün sürecek anılar demeti, tıpkı öncekiler gibi herkes için dersler çıkarılacak nitelikler taşıyor. FARUK MERCAN
    Birinci Bölüm: Menderes'e ilk tepkiler
    1946 yılında, daha evvel yapılan girişimler sonuç vermiş ve çok partili hayata başlamıştık. Anadolu, yeni bir umut ve sadece elinin dört parmağı bitişik, başparmak yana açık, "Yeter, söz milletindir!" işaret ve sloganı ile kurulan Demokrat Parti'yi coşku ve umut ile kucaklıyordu.
    Gelişmekte olan yeni akım, nesil farkı gözetmeksizin bazı ordu mensuplarında memnunluk meydana getirmekle kalmıyordu. CHP döneminde mağdur olmuş, liyakatsizliği belirlenmiş, ilmi ve mesleki yetersizlikten dolayı imkanlarını ve ordu mensubiyeti durumunu kaybedenler yeni partinin gizli taraftarı olmuşlardı. Bunlarla birlikte, makam ve mevki bekleyenler ile askerin yönetiminde söz sahibi olmak isteyen hevesliler de yavaş yavaş yeni cephenin içinde yer kapma girişimini tereddütsüz götürüyorlardı.
    Devlet, yüksekti. Oraya uygun görülenler çıkartılırdı. Uygun görenler ise erişilmesi zor olanlardı.
    1946 ve onu takip eden yıllar şaşkınlık içinde geçti. Köylü, bir türlü "milletin efendisi" olamadı.
    1950 yılı ilginç gelişmelerle geçti. 14 Mayıs 1950'de, "Yeter söz milletindir!" diyenler iktidar oldular. Büyük bir çoğunluk, TBMM'de boy göstermişti. Hükümet DP'nin, cumhurbaşkanlığı yine aynı partinin kurucu liderinindi.
    İnönü'nün sözleri
    "Siz isterseniz, hilafeti bile getirirsiniz, orduyu yedek subaylarla idare ederim." gibi devlet adamlığına yakıştıramadığımız sözlere karşılık, DP'den evvel iktidar olan, tarihi kişiliğe sahip İnönü'nün, "Çareler tükenince ihtilal mubah olur. Sizi ben bile kurtaramam." şeklindeki kışkırtıcı mahiyetteki sözleri, düşünen ve gören, ekseriyetle CHP sempatizanı olan genç subaylar arasında, önce gizli sonra aleni tartışılır hale gelmişti.
    İktidar sıtmasına tutulmuş, kaybettiklerini yeniden kazanma hevesi ile çırpınan; çağın gerisinde kalmış eskiler ile, 1950'den sonraki iktidarın kazandırdıklarının, ele geçirdiklerini kaybetmemeleri için karşılıklı verdikleri, siyasi savaş, tüm acımasızlığı ile, sonuçlarını bugün bile gördüğümüz şekilde devam ediyordu. Ordu, bunun dışında kalamadı.
    27 Mayıs'ta kışlasından çıkanlar da dahil, ihtilal veya darbecilerin hepsi Atatürk ve inkılaplarını, eylemlerine destek yaptılar. Hareketlerine güç kazandırmak için, görünürde başka da yol yoktu. Kanaatimce, Atatürk'ü böylesine bayrak yapanların, Atatürk ile fikri ilişkileri, savundukları düzeyde değildi.
    Öğrenim hayatımızda, çağdaşımız veya evveli dönemlerin askerlerinin Atatürkçülük hakkında tek ve en iyi bildikleri, Çanakkale Savaşları'nda yıldızı parlamaya başlayan, genç bir komutanın askeri dehası idi. Taktik alanda, güçlü kuvvetlere karşı zayıf donanımlı birliklerini maharet ile yönetmesi, tarih boyunca az komutana nasip olmuştu.
    Atatürkçülük parolası ile yola çıkanların, ölümünden sonra geçen zaman içinde onu, "hangi izinden" takibe koyulacaklarının bilinci içinde olduklarını hiç sanmıyorum.
    Atatürkçülük, bir perdeleme kaynağıdır. Daha çok uzun yıllar da böyle gideceğinden şüphe etmiyorum.
    Davutpaşa Kışlası ihtilalin İstanbul mekanı
    İstanbul'da ve hatta 26 Mayıs 1960 öğleden sonraki saatlere kadar, ihtilal hareketini yapacak tek ve bölünmeyen silahlı gücün, 3. Zırhlı Tugay birliklerinin olduğunu belirtmek isterim. Bu birlik tarihi Davutpaşa Kışlası'nda konuşlanmıştı. Zırhlı tugaydan ihtilali gerçekleştiren birlikler şunlardı:
    3. Tank Taburu Komutanı Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı ve taburun bütün bölükleri ve komutanları, subay ve astsubayları.
    3. Zırhlı Piyade Taburu Komutanı Kurmay Binbaşı Şükran Özkaya ve yardımcısı Piyade Yüzbaşı Ferruh Güven ile birlikte, taburun bütün bölükleri ve komutanları, subay ve astsubayları.
    3. Zırhlı Keşif Birliği Komutanı Tank Kıdemli Yüzbaşı Tevfik Subaşı ve yardımcısı Tank Üsteğmen Orhan İren, diğer takım komutanları ve astsubayları, tugayın bu birlikleri yanında ve birlikleri ile koordineli olarak hareket eden tugaya bağlı birlikleri.
    Tugay kuruluşunda olan diğer birlikler, sıkı yönetimin gerektirdiği şekilde kullanılmak üzere alarm durumda bekleyecekler. Ayrıca, Sahra Hizmet Taburu da tutuklanarak kışlaya getirilecek şahısların muhafazası için önlemlerini alacaktı.
    İşte böyle bir birliğin bulunduğu Davutpaşa Kışlası ilginç tarihi bir yapıdır. 27 Mayıs'ta çeşmelerinden su akmamaktadır. Stabilize bir yolla bağlandığı Londra Asfaltı ve civar köyler ile ilişkisi ulaşımı zor sağlamaktadır. Mayıs ayında ağaçlar sararır, temmuz ayında ise ortalık sahraya benzerdi. Bina U şeklinde olup, taştan duvarları tarih ile yarışırcasına eski idi.
    6-7 Eylül olayları
    Davutpaşa Kışlası'nın nöbetçi amiri, alışılagelmiş alarm emirlerinin ötesinde konuşmaya başladığında, kışlanın nöbetçi subay kadrosu birbirinin yüzüne baktı.
    Beklenmedik bir tebliğ idi bu. Tugay tümü ile harekete hazırlanacak ve şehre uzanan yol üzerinde hazır bekleyecekti.
    Şehirde, günlerce hazırlığı yapılmış ve duyurulması devlete dayalı yöntemlerle afişlenmiş Kıbrıs mitinginden haberdardık. Ancak, mitingin yön değiştirmesini düşünemezdik.
    Alarm ile beraber öğrendiğimiz, şehirdeki sivil ayaklanma haberi beklenmedik bir olaydı:
    "Acaba, bu bilginin dışında bizden gizlenen gerçekler var mıydı?" sorusu aklımıza takıldı. Biz genç subaylar, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, İstanbul'un ortasında ayaklanan sivil halk ile karşı karşıya gelecek ve aldığımız emir gereği namlularımızı onlara çevirecektik.
    Hava karardıktan sonra bu heyecan ve soru yığınlarının kargaşalığı ile yorulmuş fikir yapısı içinde yola koyulduk.

    28 Mayıs 2000, Subayların halkla ilk teması
    6-7 Eylül olayları
    Bayar ve Menderes'in yoksul ve işsiz büyük halk yığınlarına mutluluk vaat eden bir umut ışığı olmaları, bu partinin iktidara gelişinin önde gelen nedeni idi. Demokrat Partililerin halkla bağdaş kurup, soğanı kırarak yemeleri halkımızı peşlerinden sürükledi.
    Hazırlayan: Faruk Mercan Kumandasını üstlendiğim ve Atatürk Köprüsü'nden geçen tanklar, Şişhane yokuşunu izleyerek Tünel yönünden İstiklal Caddesi'ne girdiğinde patinaj yapmaya başlamıştı. Paletlere takılan ipekli kumaşlar yürüyüşümüzü engelliyor, Beyoğlu mağaza vitrinlerinden caddeye atılan tüm eşyaların paletler altında çıkardığı sesler tankların homurdayan sesleri ile karışıyordu.
    Gördüğümüz manzara dehşet verici idi: Un çuvalları gibi yığınak halindeki pudralardan, yanık gaz ve benzin kokularını bastıran parfüm kokuları, yıllardır bildiğimiz Beyoğlu'nun havasından görünümüne dek öyle bir değişiklik yaratmıştı ki, ürpermemek elde değildi.
    Tankın kulesinin yanına tırmanmış gerçek isteklerinin ne olduğu belli olmayan vatandaşlar çoğunlukta idi. Hemen hemen her kesimden halk. Kadınlar da az sayılmazdı. Askerlerin müdahalesi ile durgunlaşan olaylar gece yarısından sonra sakinleşti. Tutuklanan yağmacı halk yığınları Rami, Maltepe ve Davutpaşa kışlalarına götürülüyordu. Davutpaşa Kışlası'ndaki tutukluların büyük çoğunluğunu gecekondu bölgelerinden gelmiş halk kesiminin oluşturduğu dikkati çekiyordu. Bunlar ifadelerinde "Kıbrıs için kalabalığa katıldıklarını" söylüyorlardı. Ayrı ayrı bölgelerden gelen, aynı sosyal yapı içindeki halk yığınları, İstiklal Caddesi'nde aynı anda nasıl buluşmuşlardı?

  2. #2

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    İnönü'yü izliyorduk
    CHP'nin iktidarda uygulamalarının aksine, İnönü'nün kişisel muhalefetini yakından izlemeye başlamıştık. İnönü, gerçekçi ve toplumsal açıdan geçerli bir muhalefet yapıyordu. CHP'nin kongrelerini, hatta konuşmacılarını okuma özlemine kaptırmıştık kendimizi. Okuma imkanı bulamayanlar, birbirine anlatımdan faydalanıyorlardı.
    Bizden büyük rütbedeki üstlerimiz ve kendi akranlarımız arkadaşlar ile yaptığımız sohbetlerde, harp kahramanı ihtiyar askerin 1950 düşüşünü sık sık eleştirirdik. Bu düşüşün en önemli nedenleri, halkın tek kişiye olan bezginliği, şeker fiyatlarına zam, köy yollarının yapımındaki imece usulü, savaş yıllarındaki gaz ve bez sıkıntısı gibi sorunların oluşturduğu karamsarlık ve isteksizlikten doğduğu kanaatini taşıyorduk. Bir de, varlık vergisi ucubesi müslim, gayrimüslim bütün vatandaşları ciddi manada tedirgin etmişti.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43160
    Öte yanda, yeni kurulan Demokrat Parti'nin özellikle iki başı olan Bayar ve Menderes'in yoksul ve işsiz büyük halk yığınlarına mutluluk vaat eden bir umut ışığı olmaları, bu partinin iktidara gelişinin önde gelen nedeni idi. Demokrat Parti milletvekilleri ve yöneticilerinin halkın içinden geldiklerini söylemeleri, onlarla bağdaş kurup, soğanı kırarak yemeleri halkımızı peşlerinden sürükleyen nedenler olmuştur.
    Gaz, bez ve karne sorunları ile yıpranmış ihtiyar asker ise, çözümlenemeyen sorunların yanında devlet adamlığı ve iktidar sürdüğü devrin tecrübeleri ile DP'nin, özellikle başlarına yüklendikçe yükleniyordu. Dozunu artırdığı, yıpratıcı sözleri ile her gün çözümlenemeyecek konuları ortaya döküyordu.
    NATO'nun ve ABD'nin askeri yetkililerinin biri gelip biri gidiyordu, kışlamızdan. ABD yardımlarını organize eden sivil Amerikan yönetim elemanları, onların sistemine uymayan bizleri fazlası ile rahatsız ediyordu. Ordu donatım ve levazım ikmali görevlerinin bizdeki uygulamaları ile onların istedikleri arasında doğal olarak sistem uyuşmazlığı çekişmelere sebep oluyordu. Bunlarla kalmayan gösteriler, Güney Kore askeri heyetine, İran, Irak ve Pakistan gibi komşularımız heyetleri için sık sık tekrarlanıyordu.
    NATO'ya, sistemler de dahil olmak üzere her şeyi ile uyum sağlamakta zorluk çeken ordumuz, kurslarla oryante edilme çabasında idi. Bunların sonunda, 2. Dünya Savaşı içinde ve savaş bittikten sonra ortaya çıkan silah, mühimmat ve bunlara intibakı sağlayan eğitim sistemlerinin uygulanması, ordumuza itibar sağlamasının yanında, siyasi kadrolarımıza da yeni yeni oluşumların getirdiklerini bahşediyordu.
    ABD'nin şartlı yardımlarına, bir bakıma, memnun oluyorduk. 1945 yılı sonunda, çeşitli kullanım amaçlı doksan iki çeşit araç çeşitli ikmal kaynaklarına dayalı idi. Şimdi ise savaşta denenmiş, standart hale getirilmiş çok amaçlı kullanılabilen araçlar ordumuzun yüzünü güldürmeye başlamıştı. Yeni tanklar, arazi vitesli araçlar, kademeler arası haberleşmeyi sağlayan değişik güçteki telsizler, hava ve deniz sınıfları için yeni savaş araçları bizleri memnun ediyordu.
    Irak'taki askeri müdahale
    1953 yılında Trakya'da yapılan NATO'nun Well Fast manevralarının son günü Fenertepe'de büyük çadırlar kurulmuştu. Füze taburlarının ilk atış gösterileri yapıldıktan sonra Türk kumandanları ve yabancı askeri misyon şeflerinin katıldığı resepsiyonda, İstanbul Orduevi'nden getirilen kristallerin süslediği ziyafet sofrasını, alıştığımız törenlerin dışında şaşkınlıkla karşılamıştık. Ziyafet masasında sunulan yemekler, Türk askerinin karavanasına büyük ölçüde ters düşüyordu.
    Siyah bir bere, golf pantolon ile resmi kabule gelen Celal Bayar'ı o gün daha yakından izleme imkanı bulmuştuk. Bayar, Cumhurbaşkanlığı arabası ile ayrılacağı sırada, hareketsiz kalan otosunu değiştirmek zorunda kaldı ve Genelkurmay başkanının arabasına binerek gitti. Belki kendisinin ve birçok taraftarının bilmediği gerçek, arabasındaki benzine, benim dışımda bir üsteğmen tarafından su katıldığı idi.
    Başlangıçta kamuoyunun görmediği yanlışlar dizisi orduda sürüp gidiyordu. Komşu ve dost ülke olan Irak'ta yapılan darbenin, DP iktidarınca, Türk ordusuna yansıtılması da hatalar zincirine yeni bir halka eklemişti. Osmanlı devri Harbiye'sinden yetişen Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa'nın Kral Faysal ile birlikte öldürülmesi, duygusal olan Başbakan Menderes'i çok etkilemiş olmalı idi. Bu etkiyledir ki, olay Türk ordusuna yansıtılmıştır.
    14 Temmuz 1958 günü, Başbakan Menderes İstanbul'a gelmişti. Öğleye doğru Irak kral ve başbakanı ile yine aynı saatlerde İran şahının geleceği bildirilmişti. Başbakan Menderes, Ankara'dan gelmiş şeref salonunda konukların gelmesini bekliyordu. Menderes ve beraberindekiler, meraklı bir bekleyiş içinde iken Yeşilköy Havaalanı'na, Irak Hava Kuvvetleri'ne ait bir nakliye uçağı indi. Uçaktan kralın birkaç hizmetkarı çıktı. Krala özel bazı eşyalarla deniz motorunun uçakta bulunduğu öğrenildi. Uçaktaki personelin, kralın gecikmesi ile ilgili bir bilgiye sahip olmadıkları anlaşılmıştı. Daha sonra alana inen İngiliz Hava Yolları'na ait bir uçağın yolcu ve mürettebatının ifadelerinden, Irak'ta askeri bir harekatın olduğu ve Bağdat Havaalanı'na inme olanağı bulamadıkları öğrenildi. Ancak, olayın gerçek yönü tam bir açıklığa kavuşmamıştı. Menderes ve beraberindekiler, Çınar Oteli'ne gitmeyi ve olayları orada izlemeyi yeğ tutmuşlardı.
    Menderes'in isteği
    Öğleye doğru İran Şahı Rıza Pehlevi'yi getiren özel uçağı Yeşilköy Havaalanı'na indi. Karşılama töreni pek sade bir biçimde yapıldı ve Şah, Menderes tarafından karşılanmaksızın araba ile Çınar Oteli'ne hareket etti.
    Öğle ajansları, Bağdat şehrinde kanlı darbeyi bildirirken,Yeşilköy'ün uluslararası telsiz çevrimi de Orta Doğu havaalanları ile ilişki kurarak net sonuçları Başbakan'a ulaştırmaya çalışıyordu. Nuri Sait Paşa'nın sağ olduğu söylentileri, karışık biçimdeki havadislerle her ağızda şekil değiştiriyordu.
    Tüm bu söz kargaşalığı içinde Başbakan Menderes ve İran Şahı, Ankara ve Tahran doğrultusunda Yeşilköy'den uçaklarla ayrılıyorlardı.
    Konuk ve karşılayıcıların ayrılmasından sonra hiçbir emir almadan kışlaya döndüğümüzde yeni bir şaşırtıcı olay ile karşı karşıya kalmıştık. Tugay, sefer görev emrini almış ve sefer görev yerine intikal etme hazırlıkları içindeydi. Bu arada daha ilginç haberler alıyorduk. Ankara ve civarındaki birliklerden bazıları güneye doğru kaydırılıyordu. Güney ve Güneydoğu'daki zırhlı ve mekanize birlikler Irak hududuna doğru hareket halinde idiler.
    Türkiye'nin Irak'taki darbeye karşı bir girişimde bulunma eğilim ve arzusunun güneye akış hareketinin nedeni olduğu öğrenilmişti.

    Menderes'in güzel konuşması, cümleler arasına serpiştirdiği zengin sayılan kelime dizileri, son derece zarif edası ve terbiyeli davranışları yanında, devlet adamlarında az görülen alçakgönüllü bir görünümü vardı.
    Böylesine bir görüntü içinde Menderes, çevresine ve bizlere olumlu bir etki yapma avantajına sahipti. Ancak, önemli olan; görüntüdeki zarafet ve hoşgörü ile söz söylemedeki usta sanatın, doğru karar ve uygulamalarla bağdaşmasıydı. Londra'dan milli bir kahraman havası içindeki dönüşünde, bu kahramanlığı alkışlayanlar arasında biz ve bizim gibi inanmayan pek çoklarının bulunduğundan, haberi olmadı bile.
    Uçaktan inerek arabasına yerleşen İnönü, büyük bir karşılayıcı kitlesinin gösterisi ile yola koyulmuştu. Havaalanına akan, CHP amblemli karşılayıcıların bazıları arandığında silahları bulunduğu saptanmıştı. Anlaşılan, bazı haber kaynaklarının değerlendirmesini yapan CHP'liler Paşa'nın gelişi dolayısı ile hükümetin bazı olayların tertipçisi olduğuna inanmışlardı. Daha önceki deneylerinden, polise güvenleri kalmamıştı. Paşa'yı koruma görevini kendileri üstlenmişler ve liderlerini sağlıkla şehre getirmenin hazırlığını yapmışlardı. Herhangi bir olay yaratmamak ve haklı olarak yitirdikleri güveni, Türk ordusu adına zedelememek için bu kontrollerde silahları görmezlikten geldik.
    Hiçbir direniş göstermeyen, askeri barikatlarımızdan geçerek konvoyu durduran kalabalık, İsmet Paşa'yı görmek ve onun birkaç kelime söylemesini istiyordu. Bu insan selinden koro halinde yükselen "İsmet Paşa, çok yaşa" sesleri dalga dalga etrafa yayılıyordu. İsmet Paşa da 1950'de kınanan Milli Şef'ti. O sıfatın, 2. Dünya Savaşı uygulamalarının kefaretini ödeyerek iktidarı kaybetmişti.
    Davutpaşa'da toplanmamız zaman almıştı. Tugayın diğer birlikleri de alarm halinde idi. İsmet Paşa'nın İstanbul'a gelişi nedeni ile alınan önlemlerin olağanüstü oluşu, halkta olduğu kadar Silahlı Kuvvetler'de de belirgin bir heyecan yaratmıştı. Tugay komutanı heyecan ile birliğimin yanına geldi. "Topkapı'da kanlı olayların olduğu bildirildi. İlk kademe olarak, birliğiniz ile müdahale amacı ile hareket ediniz. Silah kullanmamaya dikkat edin. Serinkanlı olmanız hem birliğinizin, hem de ülkenin yararınadır." dedi. Hareket halinde iken araçlarımızın etrafına yaklaşan halktan, "İsmet Paşa'nın öldürüldüğü" yolunda duyulan söylentiler yoğunlaşmaya başlamıştı. Bu yaygın söylenti askerin heyecanını doruğa ulaştırmıştı.
    General Elektrik ampul fabrikasının önünde, yol dönemecinden sonra Topkapı'nın Millet Caddesi olarak adlandırılan yeni giriş yeri ve eski Topkapı girişi civarları insan yığınları ile dopdolu idi.
    Bu insan topluluğunun karşılıklı gruplaştığı ve kıyasıya sopalar ve taşlarla vuruştuğu görülüyordu. Gruplar arasında çeşitli motorlu araçlar sıkışıp kalmış görünümündeydi.
    Dövüşmekte olan kalabalığa yaklaştıkça işin ciddiyeti ve önemi kolayca kavranabiliyordu. Kaçışan halk yığınlarının ardında koca meydanda yüzlerce taş ve sopa kalmıştı. Belli bir örgütün organizasyonu olmadan, böylesine yığınları taşlı ve sopalı olarak toplama imkanı yoktu. Bu da iktidarda olan DP'nin sık sık başvurduğu yöntemlerden bir yenisinin daha, muhalefeti ürkütmek için sahnelediği bir oyun yargısını yaratıyordu.

  3. #3

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    Genç subaylar kuşku altında
    1960 yılının Ramazan ayında yoğun siyasal olaylar birbirini izlerken bir gün Celal Bayar, Davutpaşa Kışlası'na çıkageldi.
    Bu gelişten bir gün önce, Tugay Komutanı Tuğgeneral Refik Tulga kıta komutanlarını odasında topladı. Cumhurbaşkanı'nın ertesi günü biz askerler ile iftar edeceğini bildirdi. Bunun için gerekli talimatları, yemek hazırlıkları konusunda levazım müdürlüğüne verdiğini bildirerek, bize de askeri merasim hazırlıklarının tamamlanmasını emretti. Bunun yanında verilen ikinci emir, askeri açıdan çok ilginçti. Emir "cephane yüklü tankların boşaltılması ve küçük çaplı silahlara ait cephanelerin kilit altına alınması" sonucunu da rapor halinde bildirilmesini içeriyordu. Odada bulunanlardan Tank Tabur Komutanı Binbaşı Orhan Erkanlı, ben ve diğer arkadaşlarım şaşkınlığımızı gizleyemez olmuştuk. Demek düzenlenen askeri tören gereğince, topları birbirine çevrili karşılıklı iki sıra halindeki tanklar arasından geçmesi gerekli Cumhurbaşkanı'nın güvenliği, ordunun denetlenmesi sırasında bile güvencede sayılmıyordu.
    Ertesi günü denetime hazır olan Tugay'da Celal Bayar ile karşılaştık. İftar vaktine yakın gelen Bayar, cephane dolu tankların arasından geçerek Piyade Yüzbaşı Ferruh Güven komutasındaki merasim bölüğünün önüne geldi. Cumhurbaşkanı askere "Merhaba" dedikten sonra yanında bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, sinirli biçimde Yüzbaşı Güven'in yanına gelerek, esas duruşta olan sol yumruğunu bir saldırı havası içinde tutup kaldırdı ve avucuna baktı. Güven, ise aynı sinirli hava içinde sol eli ile havada bir yarım daire çizerek öfkeli bir biçimde elini tekrar yerine getirdi.
    Diş fırçalayacak su yoktu
    Bu davranışın, yüzbaşının elinde herhangi bir şey var mı, kuşkusu ile yapılan denetim olduğunu anlamakta gecikmedik. Aslında, o günlerde esas durum biçiminde, sol el, yumruk yapılarak yanda tutuluyordu. Yaşadığımız o günkü olay dizisi içinde, birlik komutanları olarak biz, Cumhurbaşkanı'nın iftar sofrasına, çağrılara karşın katılmadık.
    İstanbul surlarına 4-5 kilometre bir uzaklığı olan kışladaki asker yaşantısı, anlatımı zor da olsa, bence parmak basılması gereken bir noktadır. Kışla, 1. Dünya Savaşı'ndan başlayarak küçük, zorunlu onarımlar ile yetinilmenin acısını çekiyordu. Özellikle, moralimiz bozuk olduğu zaman veya kentteki medeniyet sembolü binalardan dönünce burası, harabeden farksız gelirdi bizlere.
    Kışlanın şehir suyu yoktu. Tankerlerle taşınan sular yetmediğinde bir bakıma lüks bir hayat yaşardık. Çünkü bir diş yıkamak için, bir gazoz şişesi açmak gerekirdi.
    Asker olarak mali sorunlarımız da bu şartlara büyük bir pay katıyordu. İyi bir lokanta ve gazinoda bir subayın görünmesi garipsenirdi. Bazıları bize "gazozcu" adını takmışlardı. Bunun anlamı, ancak gazoz içebileceğimizi simgeliyordu.
    Ne olacak memleketin hali?
    Başbakan Menderes, her mahallede bir milyoner oluşturmak çabasında olduğunu her fırsatta açıklıyordu. Onun döneminde, her mahallede milyoner oluştu mu bilmiyorum. Ama, halkın deva bulmayan sıkıntılarının sürdüğünü, bugüne kadar, unutmadım. Kaç kez, eğri bir çizgi gibi uzayan kuyruk sırasında bekleyenlerin, alabildikleri malları anında fahiş karla sattıklarının tanığı olmuşumdur.
    Eğitim alanlarında birliklerimizi, olduğunca yan yana getiriyor ve "Ne olacak, nasıl olacak?" tartışmalarında yoğrulup gidiyorduk. Ekonomik terimler ve anlamlarını harf harf öğrenmeye çalışıyor, bilimselliğinin getireceği artı değerleri kavramaya gayret gösteriyorduk. Yetiştiğimiz tek parti döneminin kuralları içinde CHP ve İnönü'nün, iktidarı eleştirilerini çok dikkat ile analiz etmeye çalışıyorduk. Çift meclis, basın özgürlüğü, üniversite bağımsızlığı, yatırımların bir devlet kurumunca planlanması ve denetiminde gerçekleştirilmesi, seçim kanunu, partiler kanunu ve benzeri halkın yararına, devletin selametine ve uluslararası alanlardaki ilişkilerde gelişmelerin yeni bir statüye bağlanması tekliflerini etkili ve cazip buluyorduk. Tek sorumuz şuydu: "Madem bu konular önemli ve devletin bekası açısından mühimdi, CHP iktidarda tek parti iken niye gerçekleştirmedi?"

    Eylem hazırlıklarının kuvveden fiile dönüşmesi safhasında öğrenildi ki, CHP, askeri kullanabilmenin davranışları, hazırlıkları içerisindedir. İktidarın zafiyetinin üzerine giderken, ordunun Atatürk'e ve onun ilkelerine olan bağlılığından istifade etmenin zamanı geldiği kanaatleri pekişmişti. Asker, el koyacak ve devrimlerin sadık bekçisi CHP'ye "Buyurun" diyecek. Çoğumuz şoke olmuştuk.
    İhtilalin beklenmedik bir şekilde direnişsiz gerçekleşmesi ve iktidarın alelacele kurulan bir komite ile yürütülme sorumluluğunun üstlenilmesi, bu sefer de iktidar bekleyen CHP'de şoka sebep olmuştu. Devlet yönetimini bilmeyen gençleri, zamanla etki altına alıp yönlendirmenin kolay olduğunu tahmin ediyorlardı. Gerçekten CHP sempatizanı veya taraftarı olan bazı komite üyelerinin, zaaflarından da istifade pekala mümkün görünmekteydi.
    İhtilalin zemini: 28 Nisan olayları
    3. Zırhlı Tugay'ın 28 Nisan 1960 sabahı görünümü şöyle idi: Tugay Komutanı Tuğgeneral Refik Tulga, oryantasyon kursu için Ankara'da bulunuyordu. Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay Şevket Ozan, kuruluşunda bulunduğumuz tümen merkezi Hadımköy'e gitmişti. Kışlada bulunan en kıdemli subay, Kurmay Binbaşı Şükran Özkaya idi.
    Sabah kışlaya gelenler, şehirde gergin ve kargaşa havasının izlendiğini, İstanbul Üniversitesi'nde ise öğrenci hareketlerinin olduğunu bizlere anlatmışlardı.
    Saat 10.30'da Binbaşı Nurettin Özsancak, en kıdemli subay sıfatı ile Şükran Özkaya'ya gelerek ordu komutanlığından, asayiş sağlama amacı ile alarm emri verildiğini bildirir. Bunun nedeni olarak, İstanbul Üniversitesi'nde olayların çıktığını, vilayete yürüyüşün başladığını söyler. Acele olarak bir bölüğün vilayete gitmesini ve ordu komutanı Fahri Özdilek'in de vilayette beklediğini tebliğ etti.
    O sırada yanında bulunduğum Şükran Özkaya, "Tugay kumandan vekili Hadımköy'de. Orası, garnizon içidir. Ordu komutanının emrinin ona tebliğ edilmesi gerekir." dedi. Binbaşı Özsancak, bilinen mizacına uygun, heyecanla tugay santraline gitmek üzere yanımızdan ayrıldı. Yalnız kalınca rahatlamıştık. Özkaya tebessümle cevapladı: "Biz vilayete varmadan, üniversite öğrencilerinin oraya varması gerekli. Zamanı iyi hesaplamalıyız." Askeri telefonlardan Hadımköy' deki tümen karargahını bulup, albay ile görüşmek zaman alacaktı.
    Emredilen birliğin vilayete doğru hareket edip etmediği valilikte bulunan ordu komutanı tarafından telefonla soruluyordu. Özsancak sorunun telaşına kendini kaptırmış olarak, daha fazla bir heyecanla ikinci kez geldi. Özkaya'ya: "Arkadaşım, en kıdemli subay sizsiniz, ordu komutanının emrinin gereği sorumluluğunuzdadır." dedi.
    İkinci görüşmedeki direnme de, zaman kazanma için yapılmıştır. On beş, yirmi dakika, öğrencilerin Cağaloğlu'ndaki valilik binasına varmalarını sağlayacak süre idi. Ama, ne olursa olsun Özkaya'nın alarm emrini uygulaması şarttı. Tugay alarma geçirildi.
    En hızlı ihtilalci: Erkanlı
    Arkadan gelmekte olan, tabur komutanı Özkaya yönetimindeki birlik, Fındıkzade'ye geldiğinde, Aksaray Meydanı'nı doldurmakta olan öğrenci topluluğunu görmüştü. Kalabalığı dağıtma gücünde olmasına rağmen, Özkaya, Saraçhane yönüne dönmekte olan topluluğa müdahalede bulunmamış, Aksaray Meydanı boşaldıktan sonra, Beyazıt üzerinden vilayete varmayı yeğlemişti.
    Olaylar, bir yerde bitiyor, az zaman sonra olmadık yerde yeniden patlak veriyordu. Hükümetin, almakta olduğu önlemler ile, acze düştüğü ve yatışmayan olaylara engel olmak amacı ile ilan ettiği "örfi idare" (sıkıyönetim) serian her tarafa tebliğ edilip, duyuruldu.
    Orhan Erkanlı'nın kendi bölük komutanlarına "İhtilale var mısınız?" sorusunun, arkadaşlar üzerinde, fevkalade büyük bir heyecan yarattığını, on beş dakika sonra ben de öğrendim.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43161
    Laleli Camii altında restore edilmekte olan vakıf dükkanlarında, Orhan Erkanlı tarafından yapılan davet üzerine toplandık. Ortada portatif bir masa ve iki sandalye bulunuyordu. Sandalyelerin birisinde Erkanlı, diğerinde de Özkaya oturuyordu.
    Erkanlı, birdenbire ve hiç beklenmedik bir biçimde: "Görüyorsunuz. Ortam hazır. Tasarladıklarımız kendiliğinden oluştu. Yönetime el koymamız için her şey tamam." dedi. Özkaya'ya dönerek, "Şükran, üniversite bahçesinden boşaltılmak istenen öğrencileri orada toplu halde tutmak üzere, benim vereceğim tank bölüğünü takviye alarak üniversiteyi çevir. Ben de ordu karargahına el koyarak, Silahlı Kuvvetler adına radyodan tebliğ yayınlatacağım." diye ilave etti.
    O sırada gözüm, karşımda iskemlede oturan Şükran Özkaya'ya ilişti. O da her zamanki sakin halini korumak ister bir havada. Ama, hayretini gizleyemez durumdaydı. Bunu fark edince, iki tabur komutanı arasında bir anlaşma olmadığını sezdim. Biraz rahatlamıştım. Bu rahatlıkla, olayları, serinkanlı izlemeye koyuldum. Ortalıkta derin bir sessizlik vardı. Bir süre sonra bu sessizliği bozan Yüzbaşı Mustafa Terzi, "Ben hazırım." dedi. Gözümü Özkaya'dan ayırmıyordum. O, gözlüklerinin altından şeytanca bir bakışla, Erkanlı'nın bölük komutanlarını bir bir süzüyordu. Sonra döndü, Yüzbaşı Ferruh Güven'in yüzüne baktı. Gene, bana, çok uzun gibi gelen bir sessizlik vardı ortalıkta. Bu kez sessizliği ben bozdum. Belki de sessizlik sinirime dokunmuştu. Fazla soğukkanlı olma çabasına girmeden, biraz da sert bir sesle: "Bu da nereden çıktı?" deyiverdim. Sonra : "Bizim plan ve hesaplarımızda böyle bir müdahale şekli yoktu." diye ekledim.

  4. #4

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    Ankara yoksa biz kurarız
    Benim, bu sözüm üzerine benden bile kuşkulanan Özkaya yavaş ve ağır konuşmaya başladı: "Orhan, hangi ilişkilerin seni bu noktaya itti? Bu konuda Ankara hazır mı? Hükümet merkezinde yönetime el konulmayan bir müdahaleden başarı bekliyor musun? Hazırlıksız bir müdahalenin sonuçlarını düşündün mü?" deyince, Erkanlı kıpkırmızı kesildi. Fakat, oldukça kararlı ifadelerle şunları söyledi: "Ankara'nın hazır olup olmaması önemli değil. Müdahaleye katılmazlarsa, biz de, diğer arkadaşlarımız ile birlikte İstanbul hükümetini kurarız."
    Bu sözler, orada bulunan arkadaşlarımızı sanki yerine mıhlamıştı. Herkesin şaşkın bir ifade ile Orhan Erkanlı'ya baktığını gördüm. "İstanbul hükümetini kurarız." sözleri felaket habercisi idi. Bir insanın, bunu söyleyebilmesi için, melekelerinin, dengesinin kaybolmuş olması gerektiğini düşündüm. Bulunanlardan, kimsenin bu öneriye sıcak baktığını zannetmiyordum. Özkaya, hiç alışkın olmadığımız bir tarzda konuştu: "Orhan, arkadaşım sen delirdin mi? Biz, Türkiye'nin bu idareden kurtulması çabasındayız. Senin dediğin, vatanı kesin böler. Kan gövdeyi götürür. Akacak kanların içine, kimlerinki katılır kestiremeyiz. Ankara demek iktidar demektir. Böyle bir saçmalığı hemen yok eder. Bizimle müşterek hareket edecek grup ve gücü daima bulmak zorundayız. Böyle bir işte ben yokum."
    Öylesine rahatlamıştım ki. Orhan'ın, beklenmedik bir saçmalığına, her zaman mani olabileceğimize emindim. O sırada Özkaya bana döndü: "Yürü gidelim." dedi. İlerledik, toplantıda bulunan subaylar da, kaçarcasına, bölüklerine gittiler.

    Adım adım yaklaşmakta olan ihtilal, lider sorununu da beraberinde getirmekte gecikmedi. İhtilal birliklerini kontrol altında tutabilecek kimsenin içimizde olması lazımdı.
    1960 yılının Mayıs'ına doğru, İsmet Paşa'yı, ihtilalin lideri olarak görmek özlemini duyanlar pek çoktu. Birçok arkadaşımız, İsmet Paşa ile CHP'yi ayırıyordu. Bize göre, o dönem demokratik hayatımızın üç müessesesi vardı. Bunlar İsmet Paşa, CHP ve DP idi.
    28 Nisan olayları üzerine alınan sert önlemleri Celal Bayar ve Adnan Menderes ikilisinin İstanbul' a gelişine bağlarım. 28 Nisan olaylarının en yoğun bir gecesinde, Celal Bayar'ın beraberinde Adnan Menderes olduğu halde Yeşilköy Havaalanı'ndan vilayete geldiğini öğrendik. Ordu komutanı ve vali ile yapılan brifing sonucunun, onlarda yarattığı kuşku büyük olmuştu.
    İktidar, şiddete karşı şiddet yolunu seçmişti. Bunun sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kurulan "Tahkikat Komisyonu"nda kendini gösterdi. TBMM tahkikat komisyonu, 28/29 Nisan olayları ile ilgili sivil-asker ayırmaksızın soruşturma yapma kararı aldı. Bu karar uygulama safhasına geçti. Bir kısım tahkikatçılar, İstanbul Vilayet binasını, soruşturma karargahı yaptılar.
    Akşam boşalan Davutpaşa Hapishaneleri, sabahleyin yeniden dolduruluyordu.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43162
    Bizim Davutpaşa'daki demokrasiye sadık yöntemimiz, hükümet ilgililerince izleniyordu. Bu nedenle kışlanın biraz ötesindeki askeri fırının önünde beş on polis, örfi idareye karşın devamlı nöbetteydi. Kanun himayesinde salıverilen tutukluları, yeniden toplayan polisler, aslında kendi iktidarlarının işlerini güçleştiriyorlardı.
    Polisin bu tavrını haber aldığımız için, biz de salıverilen tutukluları, ya arka yollardan gönderiyor veya askeri araçlarla şehre gitmelerini sağlıyorduk. Ayrıca polise karşı, yeni bir yöntemi de uygulamaya başlamıştık. Kışlaya girmeden önce sekiz yüz metre ötedeki inzibat karakoluna, tabanca vesair silahını bırakmayan polis kışla bölgesine alınmıyordu. Aslında girişi tek yol halinde bırakarak, tüm yollardan geçişi yasaklamıştık. Bunu, öncelikle, kendi güvenliğimiz için öngörmüştük.
    Birinci Ordu Askeri Mahkemesi'nin, bazı subayları tutuklayacağı yolundaki haberler de bize ulaşmaya başlamıştı. Ahmet Yıldız, Mehmet Özgüneş ve Numan Esin görev yaptıkları İstanbul Örfi İdare Karargahı'ndan, bu haberleri bize aralıksız olarak iletiyorlardı. Davutpaşa Kışlası'ndan yapılacak herhangi bir tutuklamaya karşı, ortak sorumluluk altında hareket planı hazırlandı.
    Etimesgut komutanı
    Ancak, Ankara'daki durum, ciddiyetini koruyordu. Hareketle birlikte, beş on tabancalı subayın yalnız başlarına müdahale, emniyet ve sonuç aldıktan sonra da, vaziyetlerini yalnız başlarına muhafaza etmeleri, hayaldi. İşte bu sebeple, henüz silahlı bir birliğin sağlanamaması en mühim müşkildi. 29 Nisan 1960'ta Ankara'daki olaylara ordu birliklerinin müdahalesinde patlayan silahlar, soruları cevaplamıyordu. Bilakis, endişelerin devamına sebep oluyordu. Bu sebeplerle Ankara'dan, saat başı özel kanal ile haber alınması devam ediyordu. 555K şifresi ile (beşinci ayın beşinci günü saat beşte Kızılay'da) hazırlanan miting, Harp Okulu'nun beklenmedik zamanda şehirdeki yürüyüşü, toplumda gün geçtikçe endişenin artmasına sebep oluyordu. Bizim açımızdan, bu gelişmeler, bir manada yakında, aranılan silahlı gücün var olacağının habercisi olacağı ümidini doğuruyordu.
    Etimesgut'ta yerleşik, Zırhlı Tugay'ın vurucu gücü yardımı sağlanabilme ihtimaline rağmen, Tugay Komutanı Tuğgeneral Yusuf Demirdağ'ın Menderes ile kişisel ve duygusal bağları vardı.
    DP'liler iktidara gelişlerini kutlamak amacı ile Ankara ve İstanbul'da düzenlemek istedikleri törenleri, gerçekleştirme imkanından mahrum olduklarını anladıkları için, İzmir'e yöneldiler. 14 Mayıs günü için, İzmir'de bulunmak ve buluşmak üzere, Menderes'in deniz yolu ile gideceğini öğrendik.
    Adım adım yaklaşmakta olan ihtilal, lider sorununu da beraberinde getirmekte gecikmedi. İhtilal birliklerini kontrol altında tutabilecek kimsenin içimizde olması lazımdı.
    3. Zırhlı Tugay'da komuta kademesinde bulunan yüksek rütbeliler, daha başlangıçta dışlanmış vaziyette kalmışlardı. Tugayın, vurucu gücünü Tank ve Zırhlı Piyade taburları teşkil ediyordu. Zırhlı Keşif Birliği bu gücün daima, savaş durumuna göre önünde veya gerisinde görev yapacak durumdaydı. Diğer birlikler, destek birlikleri idi. Birliklerin teşekkülü, yönetenlerin rütbe ve ihtilal ile ilişkileri, komuta olayında da önem kazanıyordu. Davutpaşa'da üç ana tim oluştu. Zırhlı Piyade Timi (bir tank bölüğü takviyeli), Tank Tabur Timi (bir zırhlı piyade bölüğü takviyeli) ve Zırhlı Keşif Birliği.
    Liderlik konusunda Özkaya; birinci fikri savunuyor ve lider belirgin olmadıkça işi ağırlaştırıyordu. Bunun için bazı gerekçeler öne sürüyordu. "İhtilalin amacının yalnız devlete el koymak olmadığını, ortamın hazır olduğu her dönemde silah gücü olan çok kişinin bu işi başarabileceğini söylüyordu. Önemli olan, el koyduktan sonra, devlet statüsünün işlerliğiydi. Hiçbir ülkenin, dünyaya kapılarını kapayamayacağı bir gerçekti. Dünya devletlerinin, ihtilal sonrası Türkiye'deki yeni hükümeti tanımaları bir mecburiyetti. İhtilal sonrası Türkiye, dünya içerisinde kendine bir yer bulamazsa, komşu olan veya olmayan ülkelerin hasmı haline gelebilir, bu da Türk halkını çileden çıkararak, ihtilalcilere hain damgasını vurabilirdi.
    Orhan Erkanlı ise, ikinci fikri destekliyordu. Ona göre, ihtilalde lidere gerek yoktu. İhtilal, bu ihtilale katılanlar içinden liderini çıkarırdı. Dış dünya, silah gücü ile herkese kendini kabul ettiren bir lideri saymak zorundaydı. Sevmese de, beğenmese de bunu belli edemezdi.
    Bunların dışında çok önemli olan bir sorun, İsmet Paşa, faktörüydü. Ordunun büyük kesimi, İsmet Paşa'nın konuşmalarını adeta ezberliyordu.
    Akis dergisi, orduda elden ele dolaşan en itibarlı dergiydi. Çeşitli basın yasaklamaları ve oyunlarına karşın, gerçekleri Akis'ten öğreneceğimiz kanısındaydık.
    Muhalifleri, gözümüzde dev bir komutan olan İsmet Paşa'nın iktidar hırsını, önceleri sömürü tezgahı olarak kullanmışlardı. 1954 sonraları, bu varsayım geçerliliğini yitirmişti. İktidarı bırakıp gitmesi, köylü ve kentlinin arasına girmesi ona saygınlık kazandırmıştı. 1960 yılının Mayıs'ına doğru, İsmet Paşa'yı, ihtilalin lideri olarak görmek özlemini duyanlar pek çoktu. Birçok arkadaşımız, İsmet Paşa ile CHP'yi ayırıyordu. Bize göre, o dönem demokratik hayatımızın üç müessesesi vardı. Bunlar İsmet Paşa, CHP ve DP idi. Aslında CHP, İsmet Paşa'dan dolayı itibar kazanıyordu. İktidarının partisine kaybettirdiği puanları, İsmet Paşa tek başına topluyordu.

  5. #5

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    İsmet Paşa olmayınca Cemal Gürsel
    Lider isteyenlerin ağır bastığı gözükmeye başlamıştı. Cemal Gürsel'in adı böylece ortaya çıktı. Bu isim, tutmuştu. Orduda Aga Cemal adı ile anılan Gürsel Paşa, dürüst ve tok sözlü bir askerdi. Akis dergisi de onu kapak yapmıştı. Böylece lider sorunu, tartışmaların dışında kalmaya başlamıştı.
    Bu arada Orhan Erkanlı, Örfi İdare Karargahı ile yaptığı görüşmeleri teke indirmişti. Yalnız yapmayı daima yeğ tuttuğu, bu görüşmeleri yine bize tekli olarak iletmeye başlamıştı.
    Erkanlı, bir akşam kendi tabur komutanlığı odasında beni yemeğe çağırdı. İhtilal konusu koyulaştıkça, söz lider konusuna gelmişti. Erkanlı: "İçimizden bir lider çıkmasına, sen niçin karşı koyuyorsun?" dedi. "Türk halkının desteği ile yapacağımız bir ihtilalde, halka güvence veren bir liderin bulunmasına inanıyorum. Hem de içtenlikle." dedim. Birden, tepeden inme: "İsmet Paşa'yı mı istiyorsun?" diye sordu. Beklenmedik bu soru karşısında çok şaşırdım. Tanınmış bir lidere karşı olan alerjisi beni epeyce düşündürdü. Ben, gülerek "İsmet Paşa kabul etmez ki..." dedim. Ancak, onun, imzasız onayının bulunmasının zorunluluğuna işaret ettim. O zaman bana "Ona soran kim? Onu Heybeliada'ya gönderir, dış dünya ile ilişkisini keser ve kapıya da saygı nöbetçisini koyarız." dedi.

    Ertesi sabah erkenden, Özkaya' nın odasına gittim. Erkanlı konusunda ihtilal sonrası dikkat edilmesi gerektiğini, ihtilale kadar da ikili görüşmelerinin izlenmesini söyledim. Özkaya, kılını bile kıpırdatmadan "İstanbul'da vurucu güç biziz, Ankara'da da Cemal Aga var. Gerisi önemli değil." dedi.
    Ancak, hemen o günlerde Cemal Gürsel'in, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan istifa ederek İzmir'e gitmesi, ortaya yeni bir sorun çıkarmıştı. Bir kısım arkadaşlarımız yeni bir liderin bulunması ve bu süre içinde hareketsiz kalınması görüşündeydi.
    Benim bilebildiğim, Örfi İdare Karargahı'ndaki görevliler ve Ankara'dan gelen irtibatçılar kıta gücüne sahip bulunmadıkları için Gürsel'in gidişi ile yeni bir lider buluncaya kadar, ihtilalin ertelenmesine taraftardılar. Biz ise, harekat planlarını bile hazırlamış bulunuyorduk.
    Ana fikir, birlik komutanlarının tutuklamalara fiilen katılmamasıydı. Tutuklamaları üstlenecekler Harp Akademileri'ndeki kurmay adayı öğrencilerle, irtibat görevindeki subaylar olacaktı. Bunların güvenliğinin sağlanması ise, bölgedeki birlik komutanlarının emrindeki birliklerce yapılacaktı.
    İhtilal tarihi 19 Mayıs'tı
    Aslında ihtilalin tarihi 18-19 Mayıs gecesi olarak tespit edilmişti. Bu tarihin önemli bir nedeni de Atatürk'e ve onun ilkelerine bağlılığın ifadesi olacaktı.
    Harp Akademileri'ne giriş sınavlarının bu tarihe rastlaması ile içimizdeki Harp Akademisi öğretmenlerinin sınavda bulunması zorunluluğu ve kıtada bazı subaylarımızın bu sınavlara katılmaları ile yerlerinin boşalması en önemli sorundu.
    Bu ciddi nedenlerle ihtilal tarihi 24-25 Mayıs gecesine alınmıştı. Ancak olağanüstü bir durum halinde "Dündar'ın oğlu ikmale kaldı" parolası ile uyarılacaktık. Nitekim Ahmet Yıldız'ın Şükran Özkaya'ya telefonla bu parolayı kullandığını haber aldık.
    Özkaya, beni ve ilgili diğer arkadaşları odasında topladı. Orhan Erkanlı bazı ilişkiler nedeni ile kışlada yoktu. Son olarak; 24-25 Mayıs tarihi erteleniyordu. Varılan karar, en geç yirmi dört saat içinde harekatın başlatılmasıydı. Özkaya, "Orhan, kışlaya dönsün, durumu tartışıp sonucu sağlarız." dedi.
    Ertesi sabah, Özkaya ve Erkanlı, Örfi İdare Karargahı'na gittiler. Kışla, yaptığı hazırlıklara gerek gördüğü yenilerini ekliyordu. Aynı gün Muzaffer Yurdakuler, Orhan Erkanlı ile Davutpaşa'ya geldiler. 26/27 Mayıs gecesi Ankara'nın kesin hazır olduğu ve harekatın gece başlayacağı bu ziyaretten sonra kesinlik kazandı.
    Ankara'yı devam eden erteleme kararlarından dolayı kuşku ile izliyorduk. Bu nedenle, zorlayıcı nitelikte bir karar aldırma gereğini duyduk. Bu karar gereğince, Ankara gece yarısı harekata başlayacak ve saat 03.00'te Silahlı Kuvvetler'in sesi Ankara Radyosu'nda konuştuğu an, İstanbul harekatı başlatacaktı.
    26 Mayıs günü
    26 Mayıs günü, tank topları dahil Davutpaşa Kışlası'ndaki tüm silahlar temizlenmiş ve ateşe hazır hale getirilmişti. Daha önceki olayların tersine, erlere bile mermi dağıtımı yapılmıştı. Zaten 24 Mayıs gecesine hazır olan birlikler, son hazırlıklarını da itina ile tamamlıyorlardı.
    Albay rütbesine rağmen "General" diye hitap ederek, komutan yardımcımız Şevket Ozan'a akşam bizimle kalmasını söylediğimizde; başarılar diledikten sonra geleceğini söyledi.
    Saat 16.00'dan sonra gruplar halinde sıraya koyarak, subay ve astsubayları evlerine aileleri ile vedalaşmaya gönderdik.
    Saat 19.00 sularında sıra bana gelmişti. Telsizli cipime atlayarak, Şehremini Yaylak Sokak'taki evime gittim. Koruyucu askerlerimin de bulunduğu ikinci cip beni izliyordu. Erdal ve Eray adlı, altı ve üç yaşlarında iki oğlum bana aceleden sarılıp doğru ciplere koştular. Direksiyonla oynama hevesine kapıldılar.
    Eşimle yalnız kalınca, ona cebimde olan tüm paramı verdim ve "Çok önemli bir görev üstlendim. Amacımız Cumhuriyet'i ve demokrasiyi kurtarmaktır." dedim. Sanki yerinde donup kalmıştı. Tek bir kelime dahi söyleyemedi. "Bir daha görüşemeyebiliriz." diye ekledim. "Bu gece kaderin en kötüsü ile karşılaşabiliriz. Çocuklarımızı sana emanet ediyorum. Böyle bir durumda İzmir'e kardeşlerinin yanına gidersin..."
    Bu sırada eşim gene sessizdi. Fakat gözlerinden yaşlar akıyordu. Daha fazla duracak güçte değildim. Kendisini öperek vedalaştım. Çocuklarımı da cipten kucaklayarak indirdim. Kucakladım, öptüm. Yıllar boyu bana destek olan eşim Kemale'yi rahmet ve minnetle anıyorum.
    Kışlaya dönerken, duygusallığı üzerimden atmaya çabalıyordum. İçimizde duyguya yer yoktu. Bu karar, bir anda verilmiş bir karar değildi.
    Şükran Özkaya ve Orhan Erkanlı'nın üniversite bahçesinde toplantı yapmak üzere gittiklerini öğrendim. Bir süre sonra Özkaya ve Erkanlı sinirli olarak kışlaya döndüler. Merakla durumu sorduğumuzda, "üniversite bahçesinde toplantı yaptıklarını, hatta oradaki subayların yemin etmek isteyecek kadar heyecanlı olduklarını, ancak, Ahmet Yıldız'ın Ankara'nın yeni bir erteleme olasılığı halinde, durumun yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini söylemesi" üzerine, "Biz saat 03.00'te hedeflerdeyiz." dedikten sonra toplantıyı terk ettiklerini öğrendik.
    27 Mayıs gecesi
    Bu konuşmadan sonra, o gece harekatı yapmak üzere plan gereğini uygulamaya koyulduk.
    Kışla içi telefon irtibatı kestirildi. Santralde Topçu Üsteğmen İbrahim Orhan görevlendirildi. Şehir hattının işlerliği onun denetimine bırakılmıştı.
    Saat 22.30'da birlik komutanlarının himayelerinde görevlendirilen, Harp Akademileri öğrencileri üç araç içinde, kalabalık bir grup olarak geldiler.
    Saat 23.00'te, Özkaya'nın odasında toplanıldı. Harekat planını Özkaya anlattı. Gelen grubun görevi tutuklama olduğu için, çalışacakları birlik komutanları ile tanıştırıldı. Bunlara, kontrol edilen ve ikmali yapılan otomatik silahlar dağıtıldı. Saat ayarı yapıldı. Bu arada Orhan Erkanlı da subay ve astsubaylarına ayrıca plan gereği ek talimatlarını vermişti.
    Silah dağıtımında, genç, heyecanlı ve uzun boylu bir üsteğmen silahının Thomson olmasında direniyor ve Bölük Komutanı Yüzbaşı Ferruh Güven'i Şükran Özkaya'ya şikayet ediyordu.
    Bu çok sempatik, atak genç subaya, sonunda, istediği Thomson verildi. Daha sonraları bu heyecanlı üsteğmen; benimle, Muzaffer Özdağ olarak karşılaşacaktı.
    Ben de kendi odamda subaylarım ve yirmi dört astsubaydan meydana gelen grubumu topladım. Gece, ihtilal hareketinin fiilen başladığını, alarmın bu anlamı taşıdığını, piyade ve tank taburlarının İstanbul'u kontrol altına alacağını, birliğimiz emrine giren akademi öğrencilerinin tutuklama ile görevli bulunduklarını, bizim de tutuklama yapacakları korumayı üstlendiğimizi anlattım.
    Topkapı'dan İstanbul'a giriş
    Hafif çiseleyen yağmur altında kışlayı birer birer terk etmeye başladık. Ortalama 500 aracın, Topkapı'dan şehre girişi, fener alayı görünümündeydi. Muntazam aralıklarla yanan farların ışıklandırdığı bomboş caddelerde, uzun süredir böylesine görkemli bir resmi geçit yapılmamıştı.
    Tankların, gecenin sessizliğinde çıkardıkları gürültüden ürkmesi gereken halk, pencerelerini açarak bizim ışıklarımıza, ışıklarını yakarak cevap veriyordu.
    Saatime baktığım zaman 03.00'tü ve ben hedefteydim. Telsiz ile aynı saniyede gelen haberlerden, tüm arkadaşlarımın hedeflerinde olduğunu öğrendiğim zaman duygularımı anlatmakta güçlük çekiyorum. O anda, ihtilalin, olaysız ve kansız bittiğini kestirebilmek güçtü.


    27 Mayıs ihtilalinden sonra oluşturulan 38 kişilik Milli Birlik Komitesi'nde daha ilk günlerden itibaren iktidar mücadelesi başladı. Taraflar birbirlerini tasfiye etmenin hesaplarını yapıyordu. Şükran Özkaya ile görüşen Şefik Soyuyüce, "Komitenin bu şekilde yürümesi mümkün değil. Birliği ile sen, ben, Erkanlı ve bir de Sıtkı Ulay var. Olayın oluşumunu ele alalım ve bir araya gelerek, komite içinde ağırlığımızın hissedileceği hususunda karar alalım." diyor.
    Harbiye Başkomiserliği telefonundan vilayeti aradım. Karşıma Ferruh Güven çıktı. "Az daha postu deldiriyorduk. Odaları ararken, bir polis namluyu göğsüme dayadı. Gerçi askerlerimin onu haklaması işten bile değildi. Ama, adamı ikna ile işi bitirdiğimize memnunum. Şükür namazını bile valinin masasında kıldım." dedi.
    Bu arada İstanbul Radyosu elimize geçmiş ve Muharrem Özdoğan ile Sebahattin Tandaç'ın görevlerinin başarı ile sonuçlandığı anlaşılmıştı. Radyo, Silahlı Kuvvetler Birliği imzalı bildiriyi, halka yayına başlamıştı. Radyonun çaldığı askeri marşlar, açılan pencerelerden sokaklara dökülüyordu. Bir bir uyanan ev halkları pencerelerini bayraklarla süslüyorlardı.
    Ankara'daki sessizlik
    İstanbul'da duruma tamamen hakim olmuştuk. Fakat, radyo yayınlarından Ankara'nın sesi çıkmıyordu. Bu düşüncelerle yorgun Harbiye'ye geldim. Harbiye'nin giriş kapısı, binanın merdivenleri, koridorlar velhasıl her taraf yüzlerce subay ile doluydu. Herkes, yakınlık derecesine göre, bir küme içinde yer almıştı. İhtilalin olduğu, bundan sonraki durumun ne olacağı, olayları ve hazırlığı bilmeyenlerce tartışılıyordu. Veya tam zamanı idi. Kotarılmış bir sonuçtan pay kapmak, hoş olurdu.
    Ahmet Yıldız, Ordu Harekat odasının kapısına iki nöbetçi dikmiş ve içeriye kimseyi aldırmıyordu. Ben bozulmuştum. Yüzbaşı Terzi'nin tepkisi daha da şiddetli oldu. Orhan Erkanlı'yı bulmaya çalışırken, bu gruplara da gözüm takılıyor ve bazı olayların tanığı oluyordum. Eğer Ankara'dan ses çıkmazsa, bizim halimiz ne olacaktı? Akıl satmaya kalkanların, bizi itham etmeyecekleri nereden belli idi? Konu bir yargılamaya dönüşse, kim birlik yürütmüş ise isyancı sayılacak ve hesabı görülecekti.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43163
    Ben yine Erkanlı'yı aramaya koyuldum. Fahri Özdilek'in (dönemin 1. Ordu Komutanı) aynı yerdeki komutan lojmanında olduğunu öğrendim. Kapısı açık, önünde birçok subayın bulunduğu binaya girdiğimde, Özdilek'in yukarıda olduğu yere yöneldim. İlk duyduğum söz, Fahri Paşa'nın, "Bana Eskişehir'i bağlayın." cümleleri oldu.
    Daha sonra, bu sözlerin sık sık tekrarlandığını duyuyordum. Tulga Paşa bizlere iltihak etmiş ve "Paşam, yapılan hareket doğru ve meşrudur. Zaten harekat bitmiş durumdadır." diyerek bir kağıdın imzasında ısrar ediyordu.
    Orhan Erkanlı da "biraz sonra İzmir'e hareket edeceklerini" söyleyerek bu ısrarı tamamlıyordu. Hava ışımıştı ve Ankara Radyosu'ndan bizimkilerin sesi geliyordu. Artık, durum hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açığa çıkmıştı.
    Erkanlı, İzmir'e gitmek için bana veda ederken, "Artık, benden hayır yok, Beyoğlu grubu sana emanet." dedi. Sabah yediye doğru, Refik Tulga Paşa, İstanbul Vali ve Belediye Reisi olarak vilayet merdivenlerinden açık başla çıkıyordu.
    Bu arada, sivil idarenin başlarına tam yetkili subaylar görevlendiriliyordu. Örfi İdare Karargahı göreve devam edecek ve hizmetlerin aksamamasını sağlayacaktı.

  6. #6

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    Menderes efsanesi

    Amerikan Koleji'nde ogrenciyken, 1916 Ekim'inde Harbiye Nezareti, 1315'lileri (1899) askere cagirir. Menderes 18 yasindadir. Istanbul Maltepe'deki yedek subaylik talimgahindayken, nazli ve sevgili torununu takip edip arkasindan gelen babaannesi Fitnat Hanim otel odasinda olur... Menderes, Suriye cephesine sevk edilir..

    Toprak beyliğinden liderliğe






    Menderes Efsanesi
    Toprak beyliğinden liderliğe
    Menderes ve Kennedy
    Ünlü Amerikalı sinema yonetmeni Oliver Stone, Nixon filmindeki bir sahnede Rechard Nixon'ı oynayan Antony Hopkins'e, Baskan Kennedy'nin Beyaz Saray'daki portresinin onunde soyle dedirtir: "Insanlar bana baktiklarinda ne olduklarini, sana batiklarinda ise ne olmak istediklerini goruyorlar." Cunku, Yassiada'dan idam kararlari ciktigini Ankara'daki Amerikan Buyukelcisi'nden öğrendiginde infazlarin durdurulmasi icin Milli Birlik Komitesi uyeleri ile temas kuran ABD Baskani John Fitzgerald Kennedy Amerikan demokrasisi icin bir semboldur. Menderes de bizim politika hayatimizda bir semboldur. Oyle oldugu icindir ki, 27 Mayis'tan sonra Menderes'in Devlet Su Isleri Muduru Suleyman Demirel, "Onun devamiyiz." sloganiyla iktidari devralmistir. Menderes, Turkiye'sinde burokrasi hayatina baslamis ve onun Turkiye icin duydugu heyecanin yakin tanigi olan Turgut Ozal, daha iktidarinin birinci yilinda, 1984'te Aydin Menderes'i cagirarak Imrali'daki mezarlarin torenle naklini konusmustur. Demirel, 1987'de siyasi yasaklarin kaldirildigi referandumda Anadolu'yu turlarken Aydin Menderes'i hic yanindan ayirmamistir. Necmettin Erbakan da, RP'yi iktidara tasimak icin Aydin Menderes'i yanina alma ihtiyaci hissetmistir.
    Iste bu yazi dizisinde, Turk siyaset tarihinin efsanelesmis bir siyasi liderinin hikayesi yer alacaktir. Menderes efsanesinde, 1940'lardaki geri kalmis Turkiye'nin kabuklarini kiran bir siyasi liderin buyuk kavgasi vardir.
    Buyuk ve Kucuk Menderes havzalarinda genis topraklara sahip Haci Ali Pasa'nin torunu olarak dunyaya gelen Menderes, henuz uc yasindayken annesini ve babasini, ardindan 5-6 yaslarindaki tek kardesi, ablasi Melike'yi kaybetmisti. Menderes'in Drami kitabinin yazari Sevket Sureyya Aydemir, onun cocuklugunda cektigi bu yalnizlik acisini soyle dramatize ediyor: "Ana nedir bilmiyorum; ama sezerdim. Baba nedir bilmiyorum; ama sezerdim. Ablamin hatirasi, kucuk ve beyaz bir duman parcasi gibi icimde titrer... Ama mektep duvarlari icinde bile yapayalniz yasardim. Bayramlarda, tatillerde, evlatlarini, cocuklarini, kardeslerini almaya gelenleri gordugum zaman icim yanar, kendimi zaptedemezdim..."
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43164
    Artik babaannesi Fitnat Hanim'a emanetti.... Izmir'deki ogrencilik yillari bir imparatorlugun cokusune rastladi.
    Yillar sonra siyasi kaderini birlestirecegi Celal Bayar'la, iste bu mektep yillarinda karsilasti. Birinci Dunya Savasi'nin hemen oncesi bu donemde devleti fiilen yoneten Ittihat ve Terakki'nin Bursa subesini kuran Bayar, Izmir'e gecmis ve cemiyetin Izmir sube sekreteri olmustu. Bayar, olayi soyle anlatiyor: "Bir gun, Kizilcullu Amerikan Koleji'nden uc gencin benimle gorusmek istediklerini haber verdiler. Kabul ettim. Hemen hemen ayni yaslarda uc gencti. Temiz giyinmislerdi. 15-16 yaslarinda gorunuyorlardi. Iclerinden biri konusmaya basladi, okuduklari Amerikan Koleji'nde egitim kadrosu icinde misyoner rahipler varmis. Bunlar Musluman ogrenciler uzerinde isliyorlar ve Hiristiyan yapmaya calisiyorlarmis. Bu genclerin sikayeti bu idi... Okullari ile devlet olarak ilgilenilmesini istediler..." Uc gencten Bayar'la konusani Menderes'ti...
    Amerikan Koleji'nde ogrenciyken, 1916 Ekim'inde Harbiye Nezareti, 1315'lileri (1899) askere cagirir. Menderes 18 yasindadir. Istanbul Maltepe'deki yedek subaylik talimgahindayken, nazli ve sevgili torununu takip edip arkasindan gelen babaannesi Fitnat Hanim otel odasinda olur... Menderes, Suriye cephesine sevk edilir; ancak Mondros Mutarekesi imzalanir ve yolculuk Pozanti'da kesilir, burada zehirli sitmaya yakalanir. Mutarekeden sonra okuluna yeniden doner. Bu sirada yakalandigi karahumma yuzunden 40-45 kiloya kadar duser. Yunanlilarin Izmir'e cikmasindan once buradan ayrilarak ata yadigari Aydin'daki Cakirbeyli ciftligine yonelir. Ay-Yildiz cetesini kurarak Milli Mucadele'ye katilir. Bir gonullu suvari birliginde gorev alir, inzibat komutanligi emir subayligi, alay komutanligi yaverligi, ordu komutanligi karargahinda sansur subesi tercumanligi yapar ve gogsunde istiklal madalyasi ile terhis olur...
    MENDERES'I BAGRINA BASAN MUMBIT TOPRAKLAR
    Menderes Vadisi'nin guneyine dusen Cakirbeyli ciftligi, Menderes Nehri kiyisindan baslayan ve nehrin guney yakasini kapsayan 40 bin donumluk bir arazidir. Menderes, politikaya atilmadan onceki 8 yilini gecirdigi Aydin'daki Cakirbeyli ciftliginde topragin bagrina sigindi. Bu ciftlikte toprakla, mumbit Menderes Ovasi'yla tanisti... Artik bir ciftlik beyi, bir toprak adami olmustu. Mukerrem Sarol anlatiyor: "Babaannesinin nasihati var: Adnan, buyukbabandan kalan bu topraklara hiyanet etme. Bu topraklar gercek anlamda senin vatanindir. Senin anandir, babandir. Senin varligindir, oz yurdundur. Bu topraklara ne kadar hizmet edersen, bu topraklar sana bedelini misliyle oderler. Babaannesinin bu sozlerini bir evliya sozu gibi dinlerdi. Adnan Bey.. ve bana anlatirdi. Ben bunlarin bir kismini tuylerim diken diken, gozlerim nemli dinlerdim..."
    TOPRAK BEYI POLITIKAYA GIRIYOR
    O yillarda politikaya ve Cumhuriyet Halk Partisi'ne uzak duran Menderes, Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi'ndan sonra ikinci muhalefet partisi olarak kurulan Serbest Cumhuriyet Firkasi'nin Aydin teskilatini kurdu. Turkiye'de yayilan muhalefet dalgasi uzerine Serbest Cumhuriyet Firkasi kapatilir. Bu olayin gerisini Menderes soyle anlatiyor: "Fethi Bey'in partisi malum sartlar altinda feshedildi. Memlekette derin bir teessur hakim oldu. Halk Partisi kendisini toplamak istedi. Vilayetlere heyetler gonderdi. Bu arada Izmir ve Aydin'a da Celal Bayar baskanliginda bir heyet geldi. Daha sonra da Ataturk seyahate cikti. Aydin'a da ugradi, Aydinlilarla temasi zaruri gordu. Ben gelen heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet Celal Bayar tanidigim ve hurmet ettigim bir zatti. Vasif Cinar, Ittihat ve Terakki mektebinde hocamdi... Bu muhterem zatlarin ihram ve israri uzerine Halk Partisi'ne girerek fikirlerimizi parti icinde mudafaa etmek muvafik olacakti..." Burada dikkatle uzerinde durulacak sey, "Halk Partisi'ne girerek fikirlerimizi parti icinde mudafaa etmek muvafik olacakti." cumlesidir.
    1931'de Aydin'a gelen Cumhurbaskani Ataturk'le aralarinda gecen konusma ise soyle: "Menseimi, mesguliyetimi sordular, o seneki mahsul vaziyeti uzerinde izahat aldi, mevzu dolayisiyla koylu olarak, ziraat meselelerine dair izahlarimi dikkatle dinledi. Dedi ki: 'Butun bu meselelerin halledilebilecegi kanaatiyle mi Serbest Firka'ya girdiniz?..'
    Onunde acik ve samimi olmak sartti: 'Halletme carelerinin daha iyi bulunabilecegi umit ve kanaati ile...' Yuzume uzun uzun bakti, 'Dogrudur, memnun oldum. Butun bu isleri daha bir muddet tek firka ile yurutmek zorundayiz. Sen cocugum, Aydin'da Halk Firkasi Teskilati'nin basina gececeksin..:' dedi.
    Ucuncu Buyuk Millet Meclisi o yil intihaplari yenilemeye karar verdi ve ben dorduncu devrede, Cumhuriyet Halk Firkasi Vilayet Idare Heyeti Reisi olarak hizmette iken Aydin mebusu intihab edildim: Listeye ismimi sahsen koydurmustu."
    Ataturk de cevresindekilere, "Bugun temas ettigim genc elbette bizim parti mutemetlerimizle calisamaz, sayan-i dikkat bir genctir." diyecektir.
    Boylece Menderes, 32 yasinda Aydin Milletvekili olarak TBMM siralarinda oturmaya basladi. 30 yil surecek firtinali siyasi hayati, 1931 yilinda iste boyle basladi... 1946'da siyasi kaderini birlestirecegi Celal Bayar'a gelince... Bayar, ilk Turkiye Buyuk Millet Meclisi'nde Manisa mebusuydu. Cumhuriyet Halk Partisi'nin de kuruculari arasinda yer alan Bayar, 1931 secimlerinden once Is Bankasi Genel Muduru, 1931 secimlerinden sonra Bakanlar Kurulu'nda Iktisat Vekili'dir. Boylece 1946'da muhalefet bayragini acacak iki isim, ilk once CHP catisi altinda bulustu.
    'Basvekil sizsiniz Adnan Bey...'
    14 Mayis'ta Demokrat Parti'nin zaferinden sonra Meclis'te Fuat Koprulu'yle bas basa vererek DP hukumetinin listesini cikaran Menderes, listenin en basina Celal Bayar'i Cumhurbaskani olarak yazmisti. Fuat Koprulu Basvekil, Menderes ise Koprulu'nun yardimcisi olacakti. Gerisini Celal Bayar, "Basvekilim Adnan Menderes"te soyle anlatiyor:
    "Cankaya'daki buyuk salonun bitisigindeki buromda oturuyordum. Menderes'in geldigini haber verdiler. Az sonra kapidan agir adimlarla girdi. Cekingen, mahcup bir hali vardi. Yer gosterdim oturmadi. Karsimda ayakta duruyor, ellerini ovusturuyordu. Bir sey rica etmeye gelmis mahcup insanlarin cekingenligi icindeydi. Tekrar yer gosterdim:
    -Buyurun oturun Adnan Bey.
    Yine oturmadi. O nazik gulumsemesi icinde yumusak bir sesle:
    -Sizden bir ricada bulunmaya geldim beyefendi, dedi; beni mazur gormenizi rica ederim.
    -Buyurun soyleyin oyleyse dedim, sizi dinliyorum.
    -Arkadaslarimizdan birini nasil olsa hukumet kurmaya memur edeceksiniz. Mahzur gormezseniz, Fuat Koprulu arkadasimizi tavsiye edecektim.
    Oturmadi. Ayakta duruyor, ellerini ovusturarak yere bakiyordu. Benden bir karsilik bekledigi belli idi.
    -Basvekil sizsiniz Adnan Bey, dedim.
    Sasirdi, boyle bir sey beklemiyordu. Biraz da sanirim telaslanir gibi oldu.
    -Bendeniz, Fuat Koprulu arkadasim icin ricaya gelmistim.
    Ben sozumu teyit ve tekrar ettim.
    -Basvekil sizsiniz Adnan Bey, Fuat Koprulu arkadasimiz da degerli bir insandir. Bilim adamidir, tecrubelidir, dil bilir. Kendisine kabinenizde uygun bir gorev verebilirsiniz. Disisleri Bakanligi'na uygun bir formasyonu vardir, saniyorum. Tabii, bu sizin bileceginiz bir istir. Kabinede herhangi bir sekilde beraber calisabilirsiniz.
    Hala oturmuyor, ayakta duruyor, yuzume bakip guluyordu. Ne diyecegini kestirememis bir hali vardi.
    -Sizin basvekil olmaniz yetmez, dedim. Parti liderligini de uzerinize alacaksiniz, muvaffakiyetler dilerim.
    Ataturk'ten sonra Celal Bayar da Menderes'i kesfetmisti. Ataturk'un milletvekili yaptigi Menderes'i Bayar, Demokrat Parti lideri yapti. Bayar, miting meydanlarini dalgalandiran Menderes'e DP liderligi koltugunu birakirken, onun CHP'li rakiplerine karsi ortaya koydugu ustun konusma yetenegini dikkate almisti.
    Demokrat Parti'ye gelinceye kadar, CHP doneminde parti baskani ayni zamanda cumhurbaskani oluyordu ve parti baskanligi gorevini de surduruyordu. Demokrat Parti ile birlikte bu gelenege son verildi. Bayar Cumhurbaskani, Menderes Basbakan, Fuat Koprulu Disisleri Bakani olmustu.
    Konu şehzade tarafından (14.Mayıs.2007 Saat 22:19 ) değiştirilmiştir.

  7. #7

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    Politikanın yeni yıldızı
    1931 secimlerinden sonra Ankara'ya gelen Menderes, ilk once harp yillari sebebiyle yarida biraktigi tahsilini tamamladi. Daha sonra Basbakan olarak Meclis kursusunde Menderes'e "psikopat" diyerek buyuk bir firtinaya sebep olan Recep Peker bir gun kendisine, "Tahsilini niye tamamlamiyorsun Adnan Bey?" deyince, Ankara Hukuk Mektebi'ne yazilir ve buradan diploma alir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43165
    Menderes, Ankara'daki ilk yillarini soyle anlatiyor: "Meclis'e geldikten sonra buyuk bir dikkatle calismaya basladim. Kendimi memleket isine verdim. Hem vazifemi gordum hem de hizmet icin kendimi yetistirdim. Basvekil oluncaya kadar da, kendimi yarin icin ilzam edecek bir harekette bulunmadim... Yirmi sene icinde, herkesin pesinden kostugu Avrupa seyahatlerini bir defa bile dusunmedim. Hicbirisini aklimdan gecirmedim. Halbuki lisan biliyordum. Param vardi, faydali olabilirdim. Bilakis Meclis encumenlerinde calistim. Parti mufettisi olarak, kaza, nahiye, belediye odalarinda sabahlayarak vazife gordum..." (Avrupa seyahatlerini dusunmedim' sozu, Menderes'in o donemde Meclis'teki asil gorevlerini yapmak yonundeki politika anlayisini yansitiyor. Menderes, basbakanligi doneminde 30'a yakin dis seyahat yapmis ve Turkiye'nin aktif bir dis politika uygulamasi icin caba harcamistir. Bunun ilk adimi da Turkiye'nin NATO'ya girmesidir.)
    Meclis encumenlerinde raportor olarak calismak Menderes'e sonrasi icin buyuk bir tecrube kazandirdi. Bu raportorlerin cogu sonralari encumen reisi ve bakanlik kademelerine yukseliyordu. Cunku o donemde encumenin gorevi hukumeti hesaba cekmekti. Raportorler, bakanliklarin iclerine girer, gorevlileri karsilarina alarak hesap sorarlardi. Menderes bu gorevinin yani sira, tasra mufettislikleri, halkevleri ve spor teskilati mufettislikleri gorevlerinde bulundu... (Bu basarili calismalari parti tabaninda ona buyuk bir guven kazandirdi. 1946 secimlerinde Menderes Aydin'dan milletvekili adayligini koymustu. Ancak yurt genelindeki saibeli oy sayimlari Aydin'da da kendini gostermis ve Menderes secilememisti. Buna karsilik Menderes Kutahyali secmenler tarafindan kendiliginden listeye alinmisti, boylece 46 secimlerinde Meclis'e Kutahya milletvekili olarak girdi.).
    Turkiye'nin ziraat sorunlarini en yakindan bilen bir isim olarak Menderes'in ismi bu siralarda Ziraat Vekilligi (Tarim Bakanligi) icin gecti. Ismet Inonu'nun anlattigina gore, Basbakan Rustu Saracoglu, Menderes'i Tarim Bakani olarak dusundugunu soylemis ve "Istifade olunabilecek bir adam." demisti. Menderes, Tarim Bakani olmadi; ama, Meclis'e gelen Toprak Reformu Kanunu bir yildiz gibi politikada dogmasini sagladi.
    CHP yoneticileri, toprak sahibi olmayan ciftcinin topraklandirilmasiyla Turkiye'nin ziraat sorunlarinin asilabilecegini dusunuyordu. Toprak Reformu Kanunu icin Subat 1945'te Meclis'te 32 kisilik bir komisyon belirlenir. Komisyon'un raportoru ise Menderes'tir. Uc ay suren muzakerelerde Menderes bu kanuna sert bir muhalefet yapti. Meclis'teki konusmalarinda soyle diyordu:
    "Turkiye'nin ziraat ve iktisat alaninda bugun icinde bulundugu geri durum, toprak mulkiyet ve isletmesi rejimlerinin elverissizligi degildir... Eger hakikaten boyle olsaydi evvela hukumet kendi hususi mulkiyeti altinda bulunan ve bugun 13 milyon donum raddesinde bulunan topraklari (Hazine arazileri) sonradan hukmi tasarrufu altinda bulunan topraklarla beraber elde tutmaz, dagitirdi... Bu memleketin iktisadi kalkinmasina da destek olacak olan zirai kalkinma davasini bir plan dairesinde ve gerektigi genislik ve hacimde ele alinmadigi gibi hatta bu kalkinmayi kendi tabii seyri icinde dahi geciktirecek yollara gidilmistir."
    Hukumetin 50 donumun uzerindeki butun arazileri kamulastirarak ciftcinin elindeki topraklari parcalamak istedigini belirten Menderes, yuzolcumu yetmis milyon hektari asan bir genislikte; ama nufusu henuz 20 milyonu bulmamis Turkiye'de zannedildigi gibi yaygin bir toprak sikintisi bulunmadigini aciklar. 6 milyon topraksiz koylu iddiasinin Turkiye'yi dunya karsisinda kucuk dusurdugunu anlatan Menderes, Turkiye topraklarini 50'ser, yuzer donumluk parcalara ayirmanin memleket gercekleriyle bagdasmadigini vurgular. Ciftcinin topraklandirilmasina karsi olmadigini belirten Menderes bunun yaninda mevcut uretim duzeninin zarar gormemesi gerektigine isaret eder.
    MENDERES CHP'DEN IHRAC EDILIYOR
    Bu mucadelesine ragmen Ciftciyi Topraklandirma Kanunu, 11 Haziran 1945'te Meclis'te kabul edildi. O tarihten bir gun sonra ise siyasi tarihe "dortlu takrir" olarak gecen ve Demokrat Parti'nin dogmasina onculuk eden gelismeler baslar. Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Koprulu, CHP Meclis Grup Baskanligi'na verdikleri uc sayfalik muhtirada (dortlu takrir) ozetle su goruslere yer verdiler:
    1. Anayasa ile bagdasmayan kanunlar degistirilmelidir.
    2. Secimler hur bir zeminde serbestce yapilmalidir.
    3. Parti tuzugunde gerekli demokratik degisiklikler yapilmali ve parti calismalari yeniden duzenlenmelidir.
    4. Vatandasin siyasi haklarini kullanmalari anayasanin ruhuna uygun olarak genisletilmelidir.
    Onergede imzasi olan isimlerden ikisi, Adnan Menderes ve Fuat Koprulu, CHP'den ihrac edilir. 30 Mart 1951'de hukumet programi gorusulurken, Semsettin Gunaltay'in, "Demokrat Parti'de demokrasiyi seven insanlar yoktur." sozleri uzerine kursuye gelen Basbakan Menderes o gunleri soyle anlatacaktir: "Muhterem arkadaslar, CHP'nin nizamnamesinin demokratik esaslara gore, tekrar ele alinmasini isteyen bir takrir verdik. Bu esnada Birlesmis Milletler Anayasasi Kanunu, bu kursude muzakere ediliyordu. Ben o konunun muzakeresi munasebetiyle sunlari soyledim: Birlesmis Milletler Anayasasi Buyuk Millet Meclisi'mizdedir. Biz bahtiyariz, bazi memleketler anayasalarini tadil etmek mecburiyetinde olabilirler. Bizim anayasamiz antidemokratik degildir. Yeter ki, onun hukumleri tatbike konulmaya baslansin. Bu muahedenin bize tesmil edecegi kulfet, anayasa hukumlerinin tatbike konulmasi gibi bir kulfetten, bir husustan ibarettir, dedim. Vay sen misin bunu diyen? Ertesi gun Basbakan, Allah selamet, sihhat, afiyet ve uzun omur versin. Saracoglu bir matbuat toplantisi yapiyor ve orada diyor ki; isler cok iyi gitti; ama bir catlak ses cikti. O catlak ses benim sesim. Bu catlak ses vasfini bana vermesine sebep olan hadise de, arz ettigimi beyanatim. Fevkalade mueddep, fevkalade terbiye ve usul dairesinde ve bir partinin mensubu olarak adabina tamamen uygun bir yazi ile cevapladim. Ondan sonra beni partilerinden kovdular."
    DP'NIN DOGUSU
    Celal Bayar da once milletvekilliginden, ardindan CHP'den istifa eder. Bu gelismeler, Demokrat Parti'nin dogusunun, Menderes iktidarinin ve demokratik cumhuriyete gecme cabalarinin dogum sancilariydi... Demokrat Parti, Ocak 1946'da kuruldu. Yurt genelindeki DP mitinglerinde, Menderes bir yildiz gibi parladi, Turk politika hayatinin en buyuk "siyasi polemikci"lerinden birisi olacagi daha o gunlerde ortaya cikti. Daha once iki muhalefet partisinin kapatilmis olmasi ve Turkiye'nin icinde bulundugu nazik sartlari dikkate alan Celal Bayar, DP'yi badiresiz bu surecten gecirmek icin Genel Idare Kurulu karariyla Menderes'i "Partinin tek sozcusu" yapti.
    Demokrat Parti'nin 21 Temmuz 1946'da katildigi ilk milletvekili seciminde, resmi sonuclara gore CHP 395, DP ise 62 milletvekili cikarmisti. Oysa Demokrat Parti'nin sandik musahitlerinden aldigi bilgilere gore gercek milletvekili dagilimi suydu: Demokrat Parti: 279, Cumhuriyet Halk Partisi: 186. Aradan dort yil gectikten sonra, 14 Mayis 1950'de ise Demokrat Parti yuzde 53'luk oy oraniyla 487 milletvekilliginden 408'ini kazanarak yeni bir devir acacaktir. Demokrat Parti, 1954 secimlerinde de bir daha hicbir partinin erisemedigi bir secim zaferine imza atti. Yuzde 56.6 oy alan DP, 541 milletvekilliginden 503'unu kazandi. 1957'de de muhalefette CHP disinda partiler de olmasina ragmen, Menderes'in DP'si yuzde 47.7 oyla yeniden iktidara geldi. Ancak CHP, milletvekili sayisini 31'den 178'e cikardi.
    Tegmen Menderes
    Henuz 20 yasinda iken, Milli Mucadele'ye katildi, Firka Kumandani'nin emir subayi olan Menderes, Malta surgunleri arasinda yer alan Ali Ihsan Sabis Pasa'nin Kusadasi'ndan Milli Cephe'ye ulasmasini saglayan isimdir. General Sabis o gunu soyle anlatiyor:
    "Bana refakat eden genc tegmen Adnan Bey'i dikkatle tetkik ediyordum. Yanima cagirip kendi mudafaa ve tarassut tertiplerimiz ve dusman postalari hakkinda tafsilat soruyordum. Genc tegmenin verdigi cevaplarla atesli zekasi ve dinamik karakteri dikkatimi cekmis idi; muvazzaf subay olsaydi, yanima alir ve bir kumandan olarak yetistirmeye calisir idim diye dusunmustum. Bu takdirin verdigi sevk ile kendisine ordumuzun, Yunanlilara karsi nasil tertibat almasi lazim geldigini ve bir gun yapacagimiz taarruzun nasil olabilecegini o zaman kisaca izah etmistim...
    Ben o zamanki genc tegmenin bugunku Adnan Menderes oldugunun farkinda degildim. O zaman soyadi yoktu. 1949'da parti islerini gorusmek uzere Adnan Menderes ile Tesvikiye'deki mutevazi evimin bir odasinda toplanmis idik. Harbe ait resimlere bakilirken Kocarli hatirasindan bahis acildi.
    -O zaman gordugum genc tegmen, narin yapili, atesli ve tig gibi bir delikanli idi. Nihat Pasa'nin kayinbiraderi oldugunu soylemisti. Siz Nihat Pasa'nin kayinbiraderi misiniz? Yoksa benim aklimda mi yanlis kalmis? dedim.
    Adnan Bey:
    -Evet Pasam! Hafizanizin kuvvetine hayranim. 30 sene evvel bir mulazimin soyledigi lakirdi nasil hatirinizda kalmis? Bir ordu kumandani oldugunuz halde, bir mulazimin sozlerine nasil dikkat etmissiniz, cevabini verdi" (Ali Ihsan Sabis, Harp Hatiralarim, 5. cilt.)

  8. #8

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    Hürriyet varsa sefalet olmaz
    Turgut Ozal ile Adnan Menderes'in ayni politik cizgide olmalari yalnizca onlarin siyaset felsefelerindeki benzerlikten kaynaklanmiyor. Ozal ve Menderes'in ekonomik gorusleri de neredeyse birbirinin aynisi... Ozal'in cumhurbaskani secilmesinden sonra Meclis kursusunde yaptigi konusmada, Turk demokrasisinin gelecegini, "fikir, inanc ve tesebbus ozgurlukleri"nde gormesi gibi Menderes de, Turkiye'nin ekonomik kalkinmasinin ancak genis bir ozgurlukler ortaminda mumkun olabilecegini vurgulamistir.
    l3 Nisan 1949'da yapilan DP Aydin Il Kongresi'nde "Uyelerden biri, 'Sefaletin bulundugu yerde hurriyet olamaz' dedi. Ben, aksini soyleyecegim. Hurriyetin oldugu yerde sefalet olamaz." diyen Menderes, CHP iktidarlarinda temel hak ve ozgurluklere getirilen kisitlamalara da karsi cikmistir: "Butun dunyaca meshur olan dort hurriyetin ve siyasi, iktisadi, ictimai butun vecheleriyle yurdumuza yerlesmesinin gaye oldugunu basbakanin lisanindan puruzsuz ifade olundugunu isitmek isterdik. Gonul isterdi ki, siyasi olgunlugun da kimsenin suphe etmesi caiz olmayan Turk milletine karsi demokratik hak ve hurriyetler mevzuunda soylenecek sozler; daha acik ve daha kesin olsun ve kurulmakta olan dunyanin ahengine uymiyacak sesler, memleketimizden isitilmis olmasin..." (Vatan Gazetesi, 14 Eylul 1945)
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43166
    "Vatandasin, soz, fikir ve vicdan hurriyeti, demokrasinin temelini teskil eder. Bir memlekette demokrasi vardir diyebilmek icin de bu hurriyetin her turlu tehditten masun olmasi sarttir. Bu hurriyetlerin tehdit altinda bulunmasi veya bulunabilecegi korkusunun kalplerde hakim olmasi, kanunlarda yazili olanlar ne olursa olsun o memlekette demokrasinin yer bulmamis olmasinin sasmaz delilidir. Halbuki bilhassa son zamanlarda, Halk Partisi adina ve hesabina Millet Meclisi kursusunde, gazete sutunlarinda veyahut da parti ve secim propagandasi olarak yurdun her kosesinde ve bucaginda, vatandas hurriyetlerine karsi acik ve kapali tehditlerle dolu uzun uzun sozler soylenmekte, sutunlar ve sutunlar dolusu yazilar yazilmaktadir." (Demokrasinin temelleri, Vatan Gazetesi, 22 Haziran 1946.)
    MENDERES'IN KALKINMA SEVDASI
    Menderes, basbakanliginin besinci yilinda Meclis kursusunde yaptigi konusmada, 1950'den sonra Turkiye'nin dar kaliplari kirarak giristigi sanayilesme hamlesini su heyecan verici anlatimiyla dile getirmektedir: "Pasa hazretleri (Inonu), dis ticaret acigindan bahsettiler. Bana hangi memleketi gosterebilirler ki, buyuk envestisman devrinde, mali ve iktisadi kalkinma devrinde olsunlar da, dis ticaret acigi vermesinler. Bu eskiden kolaydi. Basit bir politikalari vardi. Sattigimiz kadar alacagimiz... Basit, bundan basiti yok ki... Eger bu demokrasi devrinde biz 'Sattigimiz kadar alacagiz' politikasini bes sene, on sene daha devam ettirmis olsaydik, halimiz nice olurdu? Demokrat Parti, genis bir iktisadi kalkinmanin vaatcisi olarak isbasina gelmistir. Biz baska bir politikanin insanlariyiz. Bizi begenmeyebilirsiniz, sizin dusuncelerinizin uzun senelerin tatbikatinda seklini ve manzarasini almis bulunuyor. 1950 Turkiyesi, onlarin manzarasini temsil etmekte, gostermektedir. Bugunku Turkiye o Turkiye'den baskadir ve baska bir istikamete teveccuh etmistir. Telefona bakiniz, abonesi bes misli artmistir. Yani nesine bakarsaniz bakiniz...
    Bakiniz deste deste fabrikalar ve tesislerin milli ekonomiye katilmalarina, faaliyete gecme devresine geldiginizi ne kadar musahhas olarak gormekteyiz. Bugun isletmeye acilmasini kisa surede bekledigimiz pek muhim eserler vardir. Bunlar beyhude mi? Bunlar zaruri degil mi? Bunlar, yarinin saadetini, yarinin refahini yapacak olan tesislerdir. Bunlar vucuda getirilmedikce, yol yaptirilmadikca, kopru yaptirilmadikca, liman yaptirilmadikca, silo yaptirilmadikca, seker fabrikasi yaptirilmadikca, cimento fabrikasi yaptirilmadikca, pamugunu kendin islemedikce, pamugunu asgari fiyatla disariya satip 5 misli fiyata mamulunu memlekete getirmeye devam ettikce Turkiye denilen memleketin belini dogrultmak icin uzak bir umitle de olsa baglanmaya dahi imkan yoktur...
    Koyunde mektebi, suyu olmayan, Ankara'da hastanelerde hastalar ikiser ucer kisi bir yatakta yatar, veremlilerin dortte ucu sira beklerken olurdu. 1100 verem yatagi vardi Turkiye'de. Simdi kac misline cikti? Umumi yatak sayisi kac misline cikti. Su gelmeyen kac koy kaldi, elektrigi olmayan kac kasaba kaldi? Cimento gibi, demir gibi, boru gibi, seker gibi, yekun teskil eden esas ihtiyac maddelerimizden hangisi kaldi ki, memlekette bunlarin bugun, yarin istihsal edilmesi icin bildigimiz tedbirlere basvurulmustur, yarini umitle beklemek hakkimizdir.
    Siz yillar boyunca koprunuzu, yolunuzu, limaninizi, evlerinizi, mahkemelerinizi, hastanelerinizi yapmayacaksiniz, velhasil bugunku ileri dunyanin vasita ve imkanlarindan mahrum olacaksiniz. Yuz sene, iki yuz sene atalet, rehavet icinde oturacaksiniz, sonra bir gunde bir ayda, bir senede, hatta uc, bes senede refahin ileri kademesine gideceksiniz. Keramet mi var iktidarda? O zaman vaatlerini yerine getirmemislerdir, diyenler o gun soylediklerinden bugun nasil uzuntu duyuyorlarsa, bugun soylenip de zapta gecen sozlerinden yarin daha fazla uzuntu hissedeceklerdir.
    '1945 ILE 1950 TURKIYESI'NI KIYASLAYIN'
    Yeni yol yapmayacaksiniz, kopru yapmayacaksiniz. 50 bin traktor getirmeyeceksiniz. Liman yapmayacaksiniz, baraj yapmayacaksiniz, sulari kurutmayacaksiniz, sulama tesisati yapmayacaksiniz; bunlarin hicbirisini yapmayacaksiniz. Durdugu yerde sizin butceniz, kalkacak 7 milyar olacak, milli geliriniz su seviyeye yukselecek... Biz ne yaptik, ne yapmadik? Lutfen su 1945 Turkiyesi ile 1955 Turkiyesi'ni mukayese ediniz. 1945'te TC Ziraat Bankasi'nin ikrazat yekunu umumisi 130 milyon lira idi. Bugun bu sene 1955 senesinin Ziraat Bankasi brut kari 150 milyon lira olmustur. 10 sene evvelki Turkiye'ye bakin, bir de bugunkune...
    1956-57 seker kampanyasinda 300 bin ton seker uretecegiz. Eger 120 bin ton seker kapasitesi icinde kalsaydik, 180 bin ton seker ithal edilecekti. 30 milyon dolara yakin bir para tutuyor. Bugun uretimde 1950 standartlarinda kalmis olsaydik, sadece bu yatirimlardan dolayi 100150 milyon dolar fazla odemek zorunda kalacaktik...
    Bir memleketin en buyuk serveti nufusudur. Halbuki nufusu biz oteden beri dert diye telakki etmisiz. Cunku memleketin hicbir servetinden istifade edilmemis ve vatandas emeginin kiymetlendirilmesi cihetine gidilmemistir. Bu sebeple de memleketin en buyuk serveti olan nufusu, memleketi idare edenler bir bela seklinde gostermek gibi cok acinacak bir hale dusmuslerdir. Ama o gunler tarihe karismistir." (Aralik 1955, TBMM kursusu)
    Kabuklarini kiran Turkiye
    Menderes, gercekten de fakir bir Turkiye devralmisti. Turkiye'nin 1947 butcesi bir milyar 139 milyondu. 1951 butcesi, 1 milyar 582 milyon, 1952 butcesi bir milyar 668 milyon, 1951 yatirim butcesi 577 milyon, 1952 yatirim butcesi ise 692 milyon lira... Cumhuriyet'in kurulmasindan sonra Ataturk doneminde buyuk eserler verildigini vurgulamakla birlikte, Ataturk'ten sonra Turkiye'nin yerinde saydigini, dunyanin ilerleme hizi karsisinda da "gerileme" surecine girdigini ozenle vurgular:
    "Hic suphe yok ki Cumhuriyet, maddi ve manevi, milletimizin ve yurdumuzun cehresini tamamen degistirecek onemde ve olcude eserler vermistir. Ancak bunlarla yeterlenmeye imkan yoktur. Cunku butun dunyanin ilerleme temposu o kadar hizlanmistir ki asirlarin dunya ile aramiza koydugu mesafeyi muhafaza etmek dahi guclesmistir. Halbuki mesafeyi azaltmak ve yetismek zorundayiz." (21 Mayis 1945, Meclis kursusunden)
    "Iktisadi ve mali goruslerimizin esasi, bir taraftan devlet mudahalelerini asgariye indirmek, diger taraftan iktisadi sahada devlet sektorunu mumkun oldugu kadar daraltmak ve buna emniyet vermek suretiyle hususi tesebbus sahasini mumkun oldugu kadar genisletmek diye ifade olunabilir. Cunku bize gore hususi mulkiyet ve sahsi hurriyete dayanan bir iktisat rejiminde, iktisadi sahanin asil olarak ferde veya sirket halinde hususi tesebbuse ait olmasi lazimdir." (Mayis 1950)
    "Iktisadi cihazlanma suratlendirilecek, memleketteki mevcut sermayenin uretime akmasi kolaylastirilacak... Ticari sahada ic ve dis sartlarin mudahaleyi zorlamadigi hallerde isi serbest ve normal kaidelere birakmak asil olacaktir." (Mayis 1950)
    Turkiye'nin o donemde agirlikli olarak bir tarim toplumu olmasini goz onune alan Menderes, Turk ciftcisine adeta yeni ber ziraat anlayisi sunmustur. "Nufusumuzun yuzde sekseni ziraatla mesgul bulunmakta, Turkiye'de ziraat milli ekonominin, ticaretimizin ana kaynagini teskil etmektedir. Bunun icindir ki, milli gelirin artmis ve her sahada kalkinmanin ana sarti bu temelin kuvvetlenmesi suretiyle mumkun olabilecektir." diyen Menderes, iktidarinin ilk yilindaki bir Bakanlar Kurulu toplantisinda da sunlari soylemektedir:
    "Turkiye'nin yuzde sekseni koylerde yasiyor. Koylerde uretim topraga baglidir. Toprak iyi tohum ister, gubre ister, makine ister, sulama ister... Koylumuz bunlari bir basina yapamaz. Devlet olarak ona elimizi uzatmamiz gerekli. Ziraat Bankasi yolu ile, kooperatifler yolu ile ucuz faizli krediler saglayacagiz. Koylumuz bunlari kullanarak makine alacak. Tohumunu islah edecegiz, onu ekecek. Ucuz gubre saglayacagiz, onu kullanacak. Bunlar da yetmez. Malini pazara goturebilmesi icin yolunu yapacagiz, sagligini koruyabilmesi icin icme suyunu getirecegiz. Saglik memurlarini ayagina kadar goturecegiz. Bu da yetmez. Mahsulunu deger fiyatiyla satmasini temin edecegiz. Topraga dayanan istihsal deyince, buna karayollari politikasi, demiryollari politikasi, buyuk sulama tesisleri, limanlar girer... Butun bunlari yapmak icin paraya ihtiyac vardir. Maliye Bakani arkadasimiz, kesenin agzini acmanin carelerini arayacaktir."

  9. #9

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    Halk ihtilalini nasıl önledi?
    Menderes, 27 Mayis ihtilalinin ardindan, bu ihtilale hukuksal mesruluk kazandirmakla gorevli "hukuk profesorleri"nin telkinleriyle kurulan Yassiada mahkemelerinde 9 ayri davadan yargilandi. Bunlarin belki de en garip olani anayasayi ihlal davasiydi. 1946'da, CHP'ye anayasanin tam uygulanmasi icin muhtira veren ve bu sebeple CHP'den ihrac edilen Menderes, anayasayi ihlalden yargilaniyordu. Peki gercek Menderes kimdi? Bir halk isyanini nasil onlemisti?.. Herkes Yassiada durusmalarinin ilk gununde cikip, "Adil yargilama yapacagina inanmadigim bu ihtilal mahkemesini reddediyorum." demesini beklerken o nasil konusmustu?.. Ihtilalin liderligine getirilen Cemal Gursel'in mektubunda yer alan, "Bayar'in yerine Menderes Cumhurbaskani olmali." sozlerini avukati Burhan Apaydin'a nicin okutmadi? Demokrat Parti destekli bir askeri darbe girisimine nasil engel oldu?..
    1947'de daha muhalefetinin ikinci yilinda Demokrat Parti'de, "kanun yolundan hareketten umidini kesmis ve bir halk isyaniyla iktidari degistirmek isteyenlerin" one surdugu fikirler dalga dalga yayilmaktadir. Partinin temel politikalarini belirlemek icin "Ana Davalar Komisyonu" adiyla bir komisyon kurulur, komisyonun baskani da Menderes'tir. Olayin gerisini DP iktidarlarinin ikinci adami Samet Agaoglu anlatiyor:
    "Sarol (Mukerrem Sarol) ve ben de uye idik. 1946 secimlerinde yapilan haksizliklar, kanunsuzluklar, Halk Partisi iktidarinin uyguladigi otoriter rejim, halkin sefaleti, geriligi uzerine konusuluyor, herkes bir fikir ileri suruyordu. Ben ve Sarol, memleket durumunu Fransiz inkilabindan az onceki manzarada gordugumuzu, gerekirse bir halk ayaklanmasinin bile dusunulebilecegini soyledik. O dakikaya kadar soze karismayan Adnan Bey birden biraz da sert bir tonla, 'Durun efendiler' dedi, 'Biz bu partiyi yalniz ve yalniz kanun yollarindan yurumek, secim kanalindan gecmek sartiyla kurduk. Bunun otesinde bir hareket sekli kabul etmiyoruz, edemeyiz. Hatta boyle bir bahsin konusulmasina bile tahammulumuz yoktur. Aksini dusunenler ayrilir gider, kendilerine gore bir parti kurarlar'..."
    Izmir'de birkac gun hapiste yatan Agaoglu soyle devam ediyor: "Beraat ettik. Adnan Bey netice alinincaya kadar bize 'Sayet kanunsuz hareket ettiginiz sabit olursa kusurumuzu kabul ederek cezamizi cekeriz: Zulum kanunlarini degistirmeye calisacagiz; ama bu oluncaya kadar da emirlere uyacagiz.' telkinini durmadan yapti..." Oyle ki Demokrat Parti'deki bu calkalanma, General Sadik Aldogan ve dort arkadasinin ihracina ve Demokrat Parti Meclis Grubu'ndan 21 kisilik kopmaya yol acmistir.
    1950 SECIMINDEN AZ ONCEKI IHTILAL TEKLIFI
    Menderes hukumetlerinin degismez isimleri arasinda yer alan ve Demokrat Parti'nin de onde gelen kurmaylarindan Samet Agaoglu, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle sonuclanan 14 Mayis secimlerinden az onceki ihtilal teklifini soyle anlatiyor: "1950 secimlerinden az once birkac subayin Halk Partisi ve Inonu'yu iktidardan darbe ile uzaklastirmak teklifini Bayar ve Menderes, 'Bizim icin iktidar ancak secim yoluyla geldigi zaman mesrudur.' diyerek reddetmislerdir. Bu subaylar daha sonra 27 Mayis ihtilaline katilacaklardir."
    1950 secimlerinin az sonrasi ise Demirkirat'ta soyle anlatilmaktadir: "(Gazeteci Orhan Birgit anlatiyor) Gecenin ilerlemis bir saatiydi. Telefon caldi, actim. Santral, Birinci Ordu Komutani Orgeneral Noyan'in parti mufettisi Sadi Irmak'i aradigini soyledi. Orgeneral Noyan, Irmak'a eger Cumhurbaskani Hazretleri yesil isik yakarsa, secimlere komunistlerin hile karistirdigi varsayimiyla mudahale edebileceklerini ve Milli Sef'in emirlerini beklediklerini soyledi..." Demirkirat'ta devamla, "Hatta bazi subaylarin iktidari devretmezse Ismet Pasa'ya karsi bir darbe hazirligi icinde olduklarindan soz ediliyordu." denilmektedir.
    Menderes, hukuk fakultesini bitirmisti, bir kanun adamiydi, mesruiyet adamiydi. Onun bu tavri kendisini Yassiada davalarinda da gosterdi.
    Yassiada'daki durusmalar 14 Ekim 1960'ta basladi. Yuksek Adalet Divani Baskanligi'na getirilen Yargitay Birinci Ceza Dairesi Baskani Salim Basol, yillar sonra soyle diyecektir: "En buyuk korkum Menderes'in kalkip, 'Siz bizi yargilayamazsiniz, sizi tanimiyoruz' demesiydi..." Oysa Menderes'in agzindan bu sozler hic dokulmedi. Sadece tek kisilik hucrede yasadigi istirap dolu gunlere isaret etti: "Sadece usule ait maruzatta bulunacagim. Bir insanin, haklarini butun etrafiyla mudafaa edebilmesi icin, muayyen sartlarin mevcudiyetine luzum vardir kanaatindeyim. Ve maruzatimi takdir buyuracaginizdan eminim... Bendeniz bes aydan beri, tamamiyle tecrit edilmis vaziyette bulunuyorum. Bir tek odanin icinde ve gunun 24 saatinde, her saat degisen bir nobetci subay beyin nezareti altinda, hicbir kelime konusmak imkani olmamak sartiyla yasiyorum. Bu itibarla konusma takatim ve akli melekatim, hakikaten zaafa ugramis bulunuyor... Arzum sudur: Bana imkan verecek, moralimi, asabimi duzeltecek bir rejimin tatbiki. Nobetci subay beyle bir kelime dahi konusmaya mezun degilim. Bes aylik mecmu konusmalarim, on on bes saati gecmez. bir maznun huzurunuza boyle gelecek olursa, haklarini mudafaa etmekte, moralitesinin buyuk bir kismini kaybetmis olduguna emin olmanizi istirham ederim. Bendeniz huzurunuzda kumandan beyefendiye sukranlarimi arz ederim ve yine huzurunuzda, subay beylerin nazik muamelelerine tesekkur ederim. Ancak hicbir kelime konusmadan gunun yirmi dort saatinde karsi karsiya bulunmaktayim..."
    "Reis Beyefendi" diye baslayan ve "Konusma melekemi kaybetmek uzereyim." diyen isim, daha 5 ay once Turkiye Cumhuriyeti'nin basbakani olan Adnan Menderes'ti... Menderes, ihtilal mahkemesine yonelik bu nazik tavrini durusmalar boyunca da surdurdu. Fakat durusmalarin bir sahnesi var ki, Menderes, avukati Burhan Apaydin'i susturmasaydi belki de davalarin seyri butunuyle degisecekti.
    GURSEL: MENDERES CUMHURBASKANI OLSUN
    DP iktidarinin son gunlerinde Kara Kuvvetleri Komutani Orgeneral Cemal Gursel, Milli Savunma Bakani Ethem Menderes'e 3 Mayis 1960'ta bir mektup yazip, Cumhurbaskani Celal Bayar'in istifa etmesi gerektigini, yerine de Menderes'in gecmesi gerektigini vurgulamisti. Yassiada'da aciklanan mektupta bu cumle soyle yer almisti: "Cumhurbaskani istifa etmelidir. Cunku butun fenaliklarin bu zattan geldigi hakkinda memlekette umumi bir kanaat vardir..." Oysa mektubun gercek metninde, Turkes'in ifadeleriyle, "Bayar'in istifa etmesi, yerine Menderes'in cumhurbaskani olmasi iyi olacak. Cunku halen DP'nin hatalarina ragmen buyuk halk kitlesi Menderes'e muhabbet beslemektedir. Ona guvenmektedir. Boyle bir degisiklik memleketi yatistirir." denilmekteydi. Mektubun aslini aciklamak icin Menderes'ten habersiz mahkemeye bir dilekce veren Avukat Burhan Apaydin olayin gerisini Demirkirat'ta soyle anlatiyor: "O arada bir diyeceginiz var mi diyen Salim Basol'un sesini duydum. Duyunca basimi kaldirdim. Adnan Menderes mikrofondaydi. 'Bir maruzatim var' dedi. Birden sasirdim. Cunku Adnan Menderes, mahkeme baskani soz vermeden, gel demeden imkani yok iskemlesinden kalkmaz. Ve cogu defa da soz verilmezdi... Simdi mahkeme baskanindan soz istemeden Adnan Menderes'in kalkip mikrofonun basina gelisi dikkat cekici bir olay. Derhal anladim her seyi. Menderes soze, 'memleketin ve devletin yuksek menfaatlerini korumanin herkes icin gorev oldugunu' belirterek basladi. O arada, 'Devlet baskanliginin isminin bu mukaddes cati altinda gecmesini memleket menfaatlerine uygun bulmuyorum.' dedi. Ve basini hafif cevirerek bana bakarak, 'Sayin avukatimdan talebini geri almasini rica ediyorum.' dedi..." Boylece Gursel'in tarihi itirafi Yassiada gundemine alinmadi, Burhan Apaydin da birkac gun sonra tutuklandi.
    Celal Bayar, Yassiada'daki yargilamalarda bitkin dusen Menderes'in Anayasa'yi ihlal etmekle suclanmasini soyle tasvir ediyor: "Kaderin ne aci bir oyunudur ki, butun hayatinca mesrulugu bu olcude savunmus, kanun icinde kalmak konusunda bu olcude titizlenmis, milletten baska baski kaynagi olamayacagina iman etmis bir devlet adami, anayasayi cignemek iddiasiyla daragacinda can verdi!.. Hicab etsin tabiat, yerde kalmis kabiliyetten!.."
    DP, 1950 SECIMLERINI BOYKOT EDECEKTI
    Celal Bayar, saibeli gecen 1946 secimlerinin Demokrat Parti tabaninda meydana getirdigi infial ve o atmosferde filizlenen "demokrasi disi arayislari" anlatirken Menderes'in DP'yi mesruiyet sinirinda tutma cabalarini butun ayrintilariyla anlatiyor. Basbakan Recep Peker'in, Meclis'in acilmasinin daha ilk gunlerinde kursuden Menderes'e 'Psikopat' demesi uzerine DP milletvekilleri Meclis'i terk etmisti. Bayar, DP'nin bir sure devam eden "Meclis Boykotu"nun Menderes'in israriyla sona erdigini vurgulamaktadir.
    Ancak DP'nin Meclis'e donmesi care olmadi, DP uzerindeki baskilar suruyordu. Bu ortamda 7 Ocak 1946'da Ankara'da toplanan DP kongresi "Hurriyet Andi"ni kabul etti. Kongre, Genel Merkez'e gerekirse "Sine-i Millet"e donme yetkisi verdi. Bu sirada CHP ileri gelenleri gizli bir toplantida "DP'yi kapatma"yi tartisiyor, Recep Peker kapatmaya karsi cikiyordu.
    Cumhurbaskani Ismet Inonu, bu gerginligi bitirmek amaciyla Basbakan Peker ve muhalefet lideri Bayar ile gorustu, ikisini Cankaya Kosku'ne cagirdi. Bu gorusmeden sonra unlu "12 Temmuz Beyannamesi"ni yayinlayan Inonu, "Ihtilalci bir tesekkul degil, bir kanuni siyasi partinin iktidar partisinin sartlari icinde calismasini temin etmek lazimdir. Bu zeminde ben Devlet Reisi olarak kendimi her iki partiye karsi musavi derecede vazifeli goruyorum." dedi. Demokrat Parti Meclis Grubu sert tartismalardan sonra 12 Temmuz Beyannamesi'ni kabul etti; ancak firtina henuz bitmemisti. Sert muhalefet yanlisi General Sadik Aldogan ve dort arkadasi DP'den ihrac edildi. Ardindan partinin dort yonetim kurulu uyesi daha ihrac edildi. Bu ihraclari protesto eden 10 milletvekili daha DP'den kopunca, DP 21 milletvekilini kaybetmis oldu.
    Demokrat Parti o donemde yapilan ara secimleri boykot etti. DP'nin ikinci buyuk kongresi 1950 secimlerinden once boylesine kritik bir ortamda yapildi. Celal Bayar 1950 secimleri oncesini soyle anlatiyor:
    "Hemen butun delegelerin ortak endisesi, 950 secimlerinin 946 secimlerine benzemesi idi. Kongre buna careler arastiriyordu. Birlesmis Milletler Anayasasi'na dayanarak zulum yapan idarelere karsi ihtilalin hak oldugunun hukuki temellerini arastiranlar bile vardi... Bunlara tek tek cevap verdim. Ihtilal partisi degiliz dedim... Iktidar partisi sozculerinin, sonradan 'Milli Husumet Andi' diye gurultusunu kopardiklari Hurriyet Andi, Ana Davalar Komisyonu'nda (DP'de temel siyasi konulari tartisan komisyon) muzakere ediliyordu. Bu komisyona yine Adnan Menderes baskanlik etti. Ana Davalar Komisyonu'nun hazirladigi rapor, kongrede oybirligiyle kabul edildi. Hukumeti, yoneticileri uyariyor, milletin haklarini korumaya kararli oldugunu acikliyor, 1946 secimlerini tekrara niyeti olanlarin millet husumeti ile karsi karsiya kalacaklarini kesin bir dille anlatiyor, eger bu hakli savunmayi alisilageldigi gibi, 'ihtilal cikarmak' yaygarasiyla karsilamaya heves edenler varsa, bunlara da cevabini veriyordu..."
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43167
    CHP iktidari bunun uzerine bir bildiri yayinlayarak, DP'nin kardes kavgasina yol actigini, sartlar devam ederse, yeni kanunlarla yeni tedbirlerin getirilecegini sert bir dille acikladi. CHP Denizli Milletvekili Abidin Ege, "Hukumet ve ordu, partimizin direktifleriyle hareket eder. Ordu ve butun kuvvetler bizde iken hasimlarimiz ne yapabilirler? Bizi iktidardan devirmek isteyenleri bir anda yok ederiz." sozlerini kullandi.
    Bu kargasa ortamina ragmen, Menderes ve arkadaslarinin cabasiyla Turkiye 1950'ye kadar "ihtilalsiz" geldi. Ama ne yazik ki, "ihtilal kabusu", 27 Mayis 1960'ta yine Menderes'in onune cikti ve bu kez onu hedef almisti.

  10. #10

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: 27 Mayıs Askeri Darbesi...Menderes'in idamı...

    Menderes ve ordu
    Adnan Menderes'in 10 yillik basbakanligi suresince ordu ile olan iliskileri, uzerinde en fazla spekulasyon yapilan konularin basinda geliyor. Onun Silahli Kuvvetler icin, "Battal Gazi'nin ordusu gibi..." dedigi bile ileri suruldu. Bu 10 yillik donemin Cumhurbaskani olan Celal Bayar, Menderes'in orduya bakisini soyle anlatiyor: "Menderes'in 'Buyuk ve kuvvetli Turkiye' idealinde ordu en onemli parcalardan biri idi. Bu itibarla, basvekil oldugu gunden baslayarak orduya dusunce ve calismalari icinde buyuk bir yer ayirmistir. Ordu, Devlet Baskani olarak benim de uzerinde titizlikle durdugum bir konu idi. Genelkurmay Baskanligi'ndan ve Milli Savunma Bakanligi'ndan ordumuz uzerindeki gerekli bilgileri topluyordum. Bu munasebetle basvekil Adnan Menderes'le bir gorusme yaptim. O sirada henuz bir aylik Basvekil oldugu halde, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerimiz hakkinda cok ayrintili bilgileri oldugunu memnuniyetle gordum. Bendeki bilgileri dogrulayarak sunlari soyledi: Hukumet olarak, butcenin otesinde bir ilgi ile orduyu ele almak kararindayim. Ordunun pek cok teknik ihtiyaclari var. Bunlari temin etmek gerektir. Ordu personelinin imkanlari sinirlidir. Askeri ataseliklerden ote, dunya ordulari ve halklariyla iliskisi yok gibidir. Egitim ve ates gucumuzun artmasi icin, Ikinci Dunya Savasi tecrubelerinden faydalanmalari, bu savasa katilmis dost memleketlerin ordulariyla iliski kurmalari gereklidir. Yeni silahlara sahip olmak yetmez. Bu silahlari kullanmak icin yeni bir zihniyete de sahip olmak icap ettigini dusunuyorum. Ordunun erine kislasi, subayina meskeni yoktur. Kislasiz, cadirlarda barinan orduya nasil modern ordu diyebiliriz? Milli Savunma Vekili'ne gerekenleri soyledim, hazirlaniyorum.
    Demokrat Parti'nin bir aylik basvekili, ordu icin bunlari soyluyordu. Ordu uzerindeki hukumet calismalarina ben de katildim. 18 Temmuz'da Deniz Kuvvetlerimizin Marmara'da bir tatbikati vardi. Bu tatbikati izlemeye beraberce gittik. Amiral Sadik Altincan'in idaresindeki bu tatbikat gercekten basarili idi. Insan gucunun iyi calistigi apacik gorunuyordu. Buna teknik gucu eklemek gerekti. Kumandanlarla birlikte Yalova'ya gectik. Basvekil, Genelkurmay Baskani, Milli Savunma Vekili, kuvvet komutanlari benim baskanligimda toplandilar. Orduda yapilmasi gerekenleri konustuk. Eldeki imkanlar ihtiyaclara nispetle findik gibi kaliyordu. Fakat asla yilgin degildik. Butun bunlarin sirasiyla orduya saglanacagini temin ettim. Alti saat suren toplanti sona erdikten sonra Basvekil'le yalniz kaldik. Adnan Bey guvenli bir iradenin icinde idi. Guluyordu. Bana, "Yardimlarinizla butun bu ihtiyaclari karsilayacagiz, hatta fazlasini da insaallah saglayacagiz. Bu hizmete susamis mubarek insanlar, adeta elsiz, ayaksiz birakilir mi?" dedi.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22714-27-mayis-askeri-darbesi-menderesin-idami.html#post43168
    Orduda "Dokuz Subay" olayi patlak verdigi zaman, Adnan Menderes buna, basvekil olmaktan ote buyuk olcude uzulmustur. Cunku basvekil, ordunun kendi kumanda zinciri icinde politikanin disinda yasadigini kabul ediyordu. Ataturk ordusunun gunluk politikaya girmeyecegine ve hele millet iradesine dayanan bir hukumete karsi silahli hareketi aklindan gecirmeyecegine inaniyordu. Menderes icin ordu, milletin politika disina cekilmis bir parcasidir... Olayla cok yakindan ilgilendi. Fakat ordunun politikaya girmeyecegi konusunda oyle koklu bir guveni vardi ki, temel arastirmalara bu yuzden gidemedi. Ben 'Dokuz Subay' olayini son derece dikkate deger bulmustum. Basvekil ve kabineyi de bu konuda uyardim. Olaya karisanlarin icinde 1946'larda Demokrat Parti olarak bize hukumet darbesi teklif eden Cemal Yildirim vardi. Cemal Yildirim'i Istanbul'da, Selahattin Guvendiren'in evinde Adnan Menderes ile beraber dinlemis, kendisine beraber nasihat vermistik. Apacik gorunuyor ki, bu hevese tutulmus subay bizim ogutlerimizden de, olaylardan da gerekeni almamis ve tutkusunun icinde yeni maceraya yollanmisti. Basvekil bunlardan hepsini hatirlamisti, bilmekte idi. Fakat oyle iken temel arastirmalara gitmedi. Ben kendisini bu konuda, 'oglunun sucunu tahkik etmek istemeyen mustarip bir babanin hali' icinde gordum. Subaylar beraat ettiler veya ettirildiler. Muhbir subay (Samet Kuscu) mahkum oldu. Basvekil, Milli Savunma Vekaleti'ne yeni bir tayin yapmayi bu konunun kapanmasi icin yeter gordu.
    Ordu icin, surada burada soyledigi iddia olunan yakisiksiz yakistirmalar, aradan yillar gectigi halde hala sahitsizdir, cunku soylenmemislerdir..."
    Dokuz subay olayi nedir?
    Aralik 1957'de Kurmay Binbasi Samet Kuscu, bazi DP yoneticileri ile temas kurarak bazi subaylarin darbe hazirligi icinde olduklarini ihbar etti. Kuscu'nun isimlerini verdigi kurmay albaylar Cemal Yildirim, Naci Askun ve Ilhami Barut, Yarbay Faruk Guventurk, Binbasi Ata Tan, Yuzbasi Kazim Ozfirat ve Yuzbasi Hasan Sabuncu tutuklandilar. Harbiye'de dort ay tutuklu kalan bu subaylar daha sonra genelkurmay baskani olacak olan Cemal Tural baskanligindaki askeri mahkemede yargilanarak beraat ettiler.
    Arapca ezana CHP de oy verdi
    Celal Bayar anlatiyor: "1950 yilinda Demokrat Parti Meclis Grubu'nda bu konu ele alindi ve buyuk cogunlukla, yasagin kalkmasi, dileyen muezzin diledigi dilde ezani okuma serbestligi taninmasi kabul edildi. Gerekcesi de sudur: Mueezzin caminin icinde Allahuekber dedigi zaman suc degil, fakat caminin bir parcasi olan minarede Allahuekber dedigi zaman suc...
    Belli ki, ileriye goturulmesi uygun bulunmamis (Ataturk tarafindan) bir devrimin ilk basamagindan ibarettir. Ne laik devlet anlayisimiz, ne demokratik devlet anlayisimizla bir Islam reformuna gitmeyi dusunemeyecegimize gore, bu tezatli durumu duzeltmekte bir beis gorulmemistir. Nitekim Arapca ezan okumayi yasaklayan kanun maddesini Ceza Kanunumuz'a koyan Cumhuriyet Halk Partisi de Buyuk Millet Meclisi'nde teklifi desteklemis ve parti sozcusu Cemal Resit Eyuboglu kursuye gelerek: 'Arapca ezan meselesinin bir ceza konusu olmaktan cikarilmasina aleyhtar olmayacagiz. Boylece tasari, partilerin musterek mali olarak kabul edilmelidir.' demistir. Bu kanun, butun partilerin ittifaki ile Meclis'ten gecti. Fakat 19 yil sonra hala yazarlarimiz ve bazi aydinlarimiz Demokrat Parti'niin iktidara geldigi ilk gun Arapca ezan yasagini kaldirmakla gericilige taviz verdigini soylemeye ve Demokraat Parti'yi suclamaya devam ediyorlar."(Basvekilim Adnan Menderes)
    Yararlanilan Kaynaklar:
    1. Basvekilim Adnan Menderes, Celal Bayar Anlatiyor, Ismet Bozdag
    2. Yassiada Belgeseli, Yaptirilmayan Savunmalar, Hulusi Turgut.
    3. Bir Demokrasinin Dogusu Demirkirat, M. Ali Birand, C. Dundar, B. Capli.
    4. Demirkirat Aldatmacasi, Ismet Bozdag.
    5. DP'nin Altin Yillari, 1950-54, Metin Toker.
    6. Demokrasi'den Darbe'ye, 1957-60, Metin Toker,
    7. Yassiada ve Oncesi, Prof. Rifki Salim Burcak.
    8. Menderes'in Meclis Konusmalari, Dr. Faruk Sukan.
    9. Benim Gozumde Menderes, N. F. Kisakurek.
    10. Menderes'in Drami, Sevket Sureyya Aydemir.
    11. Bir Devre Adini Veren Basbakan Menderes, O. Cemal Fersoy.
    12. Menderes'le Anilar, Ercument Yavuzalp.
    13. Hizmet Destani (Menderes-Demirel modeli), DYP yayini.
    14. 27 Mayis Yargilaniyor, 2 cilt, Nazli Ilicak.
    15. 27 Mayis Ihtilali, Dr. Umit Ozdag
    16. Rejim ve Asker, Hikmet Ozdemir
    17. Devlet Krizi, Hikmet Ozdemir
    18. 27 Mayis Ihtilali ve Sebepleri, Ali Fuat Basgil
    19. 27 Mayis'tan 12 Mart'a, Kurtul Altug

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01.Mayıs.2009, 22:35
  2. Aydın Menderes
    By Mustafa Uyar in forum Siyaset Adamları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01.Kasım.2008, 20:38
  3. Adnan Menderes
    By Mustafa Uyar in forum Siyaset Adamları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01.Kasım.2008, 20:34
  4. 12 Eylül Askeri Darbesi
    By şehzade in forum Türk Tarihi
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 14.Mayıs.2007, 22:26
  5. menderes'in asılma anı
    By çawuş in forum Türk Tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 26.Şubat.2007, 14:45

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.