AHî EVRAN


Selçuklu Devleti Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu'da güçlü bir devlet ileri bir uygarlık kurmuştu. Ancak Moğol akınları yüzünden devlet XIII. yüzyılın sonlarına doğru zayıflamaya başlamıştı. Bu mirası ayakta tutabilmek için Anadolu'da yerleşen Oğuz Boyları ayrı ayrı bölgelerde kümeleşmeye başlamışlardı. Nitekim XIV yüzyılın başlarında Anadolu'daki Selçuklu egemenliği sona erdiğinde birçok Türk Beylikleri ayrı ayrı devletler kurmuşlardı.



O günlerde (Ahilik) adıyla millî bir dayanışma birliği Anadolu'da sosyal düzenin kurulmasına öncülük etmişti. Hatta bu birlik Osmanlı Devletinin güçlenmesine ve örgütlenmesine yardımcı olmuştu.



Ahilik; kasabalara ve köylere kadar yayılan en küçük örgütünden en büyüğüne kadar millî birlik ve beraberliği karşılıklı saygı ve sevgiyi sosyal dayanışma ve yardımı temel ilkeler sayar. El birliği gönül birliği ve kardeşlik havası içinde din ve ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı köklü sağlam düzenli ve millî bir toplum kurmayı amaç bilen tarikat niteliğinde bir kuruluştur. Bu kuruluşa fütüvvet adı veriliyordu. Kendilerine özgü töreleri ve zaviye adıyla tanınan dernekleri vardı. Üyeleri daha çok meslek sahibi esnaftan kişilerdi. Küçük sanatların gelişip yayılmasında sanat erbabının geleneksel kurallara göre yetiştirilmesinde ve ekonomik hayatını düzenlenmesinde bu birliğin büyük faydaları görülüyordu.



Fütüvvet ve ahiliğin tarihi eski olmakla birlikte Anadolu'da ahiliğin kurulmasında Ahi Evran'ın öncülük ettiği söyleniyor ve Ahi Evran bu örgütün piri sayılıyordu.



Ahi Evran’ın asıl adı Şeyh Mahmud Nasurıddin’dir. Orta Asya’nın Türk bölgesi olan Horasan'dan Anadolu'ya göçmüş XIII. yüzyılın ortalarında Konya'ya gelip yerleşmişti.



Hacı Bektaş-ı Velî hakkındaki deyişleri bir araya toplayan Velâyetnâme adlı esere göre Konya'da bir süre oturan Ahi Evran daha sonra Kayseri' ye gelmişti. Burada dericilik mesleğine girmiş deri atölyelerinde çalışan bir işçi olmuştu. Deri terbiye etmenin ham deriyi türlü emek ve uğraşılardan sonra olgun kullanılır duruma getirmenin onun. kokusuna dayanmanın insanı eğitmek onu olgunlaştırmak kadar güç olduğunu bildiğinden bu mesleği seçmişti.



Ahi Evran çilesini tamamladıktan ve manevî gücünü de ispat ettikten sonra Kırşehir'e gelmiş ahilik örgütünü burada kurmuştu.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-buyukleri/56783-ah%EE-evran.html#post115943



Ahi Evran insan nefsinin bir ejder gücünde olduğuna nefsini yenen kişinin dünya hırslarından kinlerinden maddi isteklerinden arınacağına inanmıştı. İşte bu inanca bağlı olarak Ahi Evran'ın nefis denen benlik yılanını içinden söküp atarak bir kamçı gibi elinde taşıdığı söylenmiş kendisine yılanlı ahi anlamına gelen Ahi Evran denilmişti.



Yine Velâyetnâme adlı esere göre Hacı Bektaş-ı Velî sık sık Kırşehir'e gelir Ahi Evran'la saatlerce sohbet ederdi. Bir keresinde iki büyük insan yine Kırşehir'de buluşmuştu. Kırşehir'in tanınmış bahçeleri olan Özbağlar’da derin bir sohbete başlamışlardı Bu sırada aşağıdaki derede kurbağalar ötüşüyor bu sohbete onlar da katılıyorlardı. Bir ara Hacı Bektaş-ı Velî kurbağalara seslenerek:



­ Susunuz ya mübarekler!. demişti.


0 günden bugüne bu derelerde kurbağalar susmuş bir daha ötmez olmuşlardı.



Ahi Evran'ın Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi'ye ahilik beratı verdiği tahta çıktığı zaman ahi töreleri gereğince beline ahilik kuşağı bağladığı söylenir. Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi'ye de büyük saygı gösterdiği ve ahi alayları kurarak onun fetihlerine yardım ettiği bilinmektedir.



Ahilik tasavvufî inançlar içinde halka “eline beline ve diline sahip olma” ilkesini yani hırsızlık ve haramdan uzak durmayı namuslu olmayı sır saklamayı kötü söz söylememeyi telkin etmiştir. İnsanlar arasında ahlâkî prensipleri yaymıştır. İyiye doğruya ve güzele dönük kardeşçe yaşama ilkeleriyle Osmanlı Devletinin sosyal ve ekonomik düzenini ilk esnaf örgütünü kurmuş devletin yardımcısı olmuştur.



Ahi Evran'ın kaç yıl yaşadığı bilinmemekle birlikte XIV. yüzyılın başlarında Kırşehir'de öldüğü sanılmaktadır. Ahi Evran'ın hayatı Hacı Bektaş-ı Velî’de olduğu gibi yüzyıllardan beri söylenegelen çeşitli efsanelerle süslendiğinden gerçek yaşantısı unutulmuştur. Ancak onun Kırşehir'deki türbesi çağlar içinde Ahi Ocağı olarak yaşamış ve ziyaret edilmiştir. Ahi Evran adına Ankara'da bir cami yaptırılmıştır. Camiin Selçuklu devri ağaç oyma işlemeli kapı ve pencereleri bugün İstanbul'da Amca Hüseyin Paşa Medresesinde saklanmaktadır.



Türk tarihinde birçok ulu kişiler vardır. Bunlar eserleriyle değil fikirleriyle düşüncelerinin toplumlar üzerindeki etkileriyle tanınır ve bilinirler. Ahi Evran da böyledir. Sağlığında yazılı bir eser bırakmamıştır. Yazmışsa da bize kadar ulaşamamış ya da elimize geçmemiştir. Bu ulu kişiler Anadolu'ya doğan zihinleri aydınlatan gönülleri ısıtan toplumları etkileyen onların millî birlik ve dirliğe çağıran güneşler gibidirler. Bundan dolayı unutulmamış dillerde ve gönüllerde yaşatılmıştır.



Ahi Evran bu sözlü kültürün en belirgin örneğidir. Onun yedi yüz yıl önce Anadolu'ya ektiği iyilik ve cömertlik tohumları yeşermiş bir fikir ürünü olarak toplumları doyurmuştur. O Türk Kültür Tarihi'nin ölümsüz bir düşünürü bir mürşidi olarak daima yaşayacaktır.