Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


4 sonuçtan 1 ile 4 arası
  1. #1

    Üyelik tarihi
    24 Şubat 2007
    Mesajlar
    527
    Tecrübe Puanı
    29

    Üstad Ali Ulvi Kurucu



    Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, Türkiyemizde ve Müslüman ülkelerde milyonların tanıdığı bir zat... Sevimli çehresi, Muhammedî güzel ahlâkı, ruhlara hitap eden millî, dinî şiirleri ve insanı manevî âlemlere alıp götüren gönül sohbetleri ile bir illim ve irfan önderi... Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, bir Anadolu çocuğu... İlk feyzini doğduğu muhitten aldıktan sonra yüksek tahsilini Kahire`de yapmış; son elli altı senesini Medîne-i Münevvere`de yaşamış ve orada vefat ederek, sahâbîlerin yanına uzanmış mes`ud bir insan...

    İslâm dünyasının manevî ve siyâsî binbir hâdise ile sarsıldığı yakın tarihi bizzat yaşamış; önemli olay ve şahsiyetlerle tanışmış; bir Müslüman aydının, aydın bakışı ile bunları değerlendirmiş, bir fikir ve mânâ büyüğü... Onun hatıraları, bizler için, bir ilim, irfan ve maneviyat kaynağı olduğu kadar, yakın tarihimiz için de bir "şifre çözücü" ve geleceğimizi tâyinde bir yol gösterici olacak...


    ONU YAKINDAN TANIMAK İÇİN GELİN AŞAĞIDAKİ HABERİDE OKUYALIM :)

    ÜSTAD ALİ ULVİ KURUCU İLE RAMAZAN-I ŞERİF'İ KONUŞTUK:

    'Aşk irade olursa, önünde durulmaz'

    Ali Ulvi Kurucu Hoca ile, geçen yıl konuşmayı planlamış, ancak Medine'ye seyahati yüzünden bunu gerçekleştirememiştim. "Unutma evlat, Allah ömür verir ve nasib eder de gelirsek, önümüzdeki yıl konuşuruz" diye söz vermiş ve gitmişti. Allah bizlere ömür verdi ve bu konuşmayı da nasib etti. Ali Ulvi Kurucu, baharla birlikte zirvelerinde eriyen kar suları ile nehirleri doldurup coşturan, toprağı sulayıp verimini artıran yüce bir dağ gibi. İlmi ve irfanıyla, şiirleriyle, hizmetleriyle, yetiştirdiği sayısız genç ile bu vasfını isbat ediyor, üstad Ali Ulvi Kurucu. Kendisiyle konuşulacak, kendisinden öğrenilecek çok şey var. Ben, sadece içinde bulunduğumuz mübarek Ramazan-ı Şerif'i konuşmaya çalıştım.

    Ramazan'ın rahmet ve bereketi inananlar ve inanmayanlar üzerinde nasıl tecelli ediyor ?

    Şair, "Her eser, güttüğü davadan alır kıymetini" der. Ramazan ve oruç hakkında Kur'an-ı Kerim'de; "Ey inananlar. Oruç sadece size değil, sizden önceki kavimlere de farz olunmuştur. Ki oruç sayesinde arınasınız, korunasınız" buyurulur. Oruçtan maksat aynı zamanda bir arınma, temizlenme, terbiye ve yükselmedir. Oruç ile ruh arınıyor, kalp temizleniyor, sevgiler ideal oluyor, idealler aşk oluyor, aşklar Allah'a yol açıyor... kemal içinde kemal, cemal içinde cemal, celal içinde celal oluyor. Kirlenen vücudumuz, eşyamız için Cenab-ı Allah temizleyici maddeler halk etmiş. Bunlar dış dünyamızı temizleyen maddelerdir. Ama bir de iç dünyamız var... gönül dünyamız var...

    Bunlar nasıl temizlenecek ?

    Evvela iman, sonra da imanın icabı olan amellerle temizlenecek. İman var, inanç var. Bu inanç, imanın icab ve iktiza ettiği amelleri - ki, Kur'an-ı Kerim bunlara "salih ameller" diyor- icab ettiriyor. Yani işe yarayan amel, insanı kurtaran amel, dünyasını ve ahiretini cennet yapan amel. Kainatı uyandıran mevsimler vardır, ilkbahar gibi. Bazı ilahi mevsimler de, -Ramazan gibi, Hac gibi- insanın gönül alemini, vicdan ve ruh alemini temizleyen, uyandırıcı baharlardır. Tabiatın baharı nasıl tabiatı uyandırıyorsa; Ramazan'ın gelmesiyle de ruhumuz, ahlakımız ve vicdanımız canlanmaktadır.

    İbadet, zikr ve hayır-hasenat ile mi olur arayış?

    Evet, aynen öyle. Bu arama zikir demek, unutmamak demektir. "Yerlerin, göklerin, kainatın yaratılmasında akl-ı selim sahipleri için ayetler var, ibretler var" buyurulur Kur'an-ı Kerim'de. Kimdir bu akıl sahipleri? "Onlar gerek otururken, gerek yatarken ve gerekse ayakta Allah'ı zikreden, unutmayan kimselerdir" diyerek Kur'an, bu akl-ı selim sahiplerini tarif ediyor. Zikr demek, unutmamak, hatırdan çıkarmamak demek. Cenab-ı Hak, bizi sadece Ramazan'da değil, her zaman görüyor. Büyük bir kontrol altındayız. Şunu anlamamız lazım: İlahi emirler ve yasaklar birer dizgindir, frendir, gemdir. Ali Fuat Başgil Hoca'nın çok güzel bir sözü var. "Dizginlenmeyen emeller, istekler ve arzular, azgın bir at gibi sahibini çiğner" diyor Başgil Hoca. Dinler, insanların bu emellerini, arzularını önlemek için bir dizgin olarak gönderilmiştir. Bugün bir arabanın freninin olmadığını, patladığını düşünün. Akıbeti, şiddetli kazalar yapmak, hem sürücüsünün hem de diğer insanların hayatına malolacak sonuçlar doğurmaktır. Yani freni olmayan bir araba, herkes için tehlikelidir. Dizginlenmeyen arzular da bugün, freni patlayan araba gibidir. Ramazan'dan sonra da mümin, o güzel halini devam ettirmeli. Bir kere Ramazan'da o ilahi neş'eyi tattı, rahmetin ne olduğunu anladı, imanın ne olduğunu anladı. O halini Ramazan'dan sonra da devam ettirebilmelidir, ettirmelidir mümin kimse. Ramazan insana öyle bir hal kazandırıyor ki, ruh iradeye dayanarak hamle yapmaktadır.

    Ruhun iradeye dayanarak hamle yapması ne anlama gelmektedir?


    Ruhun istediğinin olması anlamına gelmektedir. Nefsi yönlendirmiyor insanı bu durumda. Ruhu yönlendiriyor, aklı yönlendiriyor, vicdanı yönlendiriyor, imanı yönlendiriyor, onların emri ve kontrolü altına giriyor kişi. "İmanla geçen her gece, gündüz gibi aydın / Bir taze bahar her anı hayatın". Hayatın her anı bahar oluyor, geceler gündüz oluyor ve Allah seninle. O manevi aleme girdin, imanın güç kazandı. Ruhun iradeye dayanarak hamle yapması işte bu.

    Hocam, konuşmamızın başında bir şiir okumuş ve ideallerin aşk olmasından bahsetmiştiniz. Aşk nedir sizin için? İdeallerin aşk olması, hele aşkın ideal olması, önünde durulması zor, coşkulu bir nehir gibi değil midir? Herkes durabilir mi bu coşkulu akıntının önünde?

    Elbette bu coşkulu akıntının önünde durabilmek, herkesin harcı, herkesin işi değildir. Aşk ehli olmak gerekir bu akıntıya dayanabilmek için. İdealin aşk olması, aşkın ideal olması... aşk demek, insanı sürükleyen güç demek. İnsan, onun peşinden gider. İrade ideal olur, ideal irade olursa bunlar aynı şeydir. İrade aşk olursa, önüne geçilmez. Ama aşk irade olursa da, önünde durulmaz.

    Gençlerin camileri doldurduklarını görüyoruz. Bu yöneliş hakkında ne düşünüyorsunuz ?

    Bendeniz Konyalıyım. Konya'da 1930 ile 39 arasında biz Kur'an-ı Kerim okur idik. O günlerde Konya'nın en büyük camiine liseden üç tane hafız getirdik. O üç hafız, lise talebesiydi. Konyalı, fetih ordusunu karşılar gibi o üç tane liseli talebeyi ayağa kalkarak karşılardı ve "Hem lisede okuyorlar, hem de camiye geliyorlar" derlerdi. Camiye gelmek, bir nevi, kültürün dışı gibi bir şeydi. Bugün hamdolsun, gençler hem üniversitede okuyorlar, hem Allah yoluna yöneliyorlar. Bu ne güzel bir şey.

    Bu gençler, bu feyzi nereden alıyorlar ?

    Yıllar önce İstanbul'a gelen bir Mısırlı yazar, anlatıyor: "İstanbul nasıl bir şehir ki, hayran oldum bu şehre. Her caddesi, her sokağı bana Allah'ı hatırlatıyor... önüme bir cami çıkıveriyor hiç beklenmedik bir yerde. İstanbul bir İslam ve iman şehri ki, nereye gitsem bunu yaşıyorum. Karşıma bir cami çıkıyor ve beni 'dikkat et, burası bir İslam şehri, müslüman şehri' diyerek uyarıyor, uyandırıyor. Sultanahmet'te namaz kılmak istedim, yarım saat şadırvanda bekledim ki, abdest almak için kuyrukta bekleşen o pırıl pırıl gençler abdestlerini alsınlar da namazlarına yetişsinler". Bu gençler, işte bu feyzi, bu iman aşkını buralardan alıyorlar... Gençliğin bu coşkusunu, bu heyecanını gördükçe de diyorum ki, "Ey gençler, siz benim kabul olan dualarımsınız".

    Gençler, neden sizin kabul olan dualarınızdır ?

    Bunun bir mazisi var tabii ki. Okuyucularımız belki, "Hoca bu sözü çok söylüyor" diyecekler ama; şair, "Bülbül sesi ile gül kokusundan geçilmiyor" diyor. "Çok gül kokladım, yeter bıktım artık" diyemiyorsunuz... Bazı güzel hadiseler vardır ki, bunları anlatmaya doyamıyorsunuz. Mısır'da, El-Ezher'de okuduğum yıllarda, uzun bir kış gecesi, derslerimi tamamladım, yatmak üzereyim. Er-Risale isimli dergide Muhammed Sadık er-Rafii adlı bir yazarın yazısı gözüme ilişti. Üstadın yazısını okuyayım da, onun şevki, zevk ve feyzi ile uyuyayım dedim. Makalenin başlığı " Alevler içinde, fakat yanmıyor" idi. Bu başlık, beni çok etkiledi.

    Hz. İbrahim'i hatırlattığı için mi ?

    Doğrusu, "Acaba bu madde nedir?" diye düşünerek ve merak ederek okudum. Şöyle anlatıyor er-Rafii: "Geçenlerde üniversite gençlerinden bir grup geldi. Çok mühim sorular soruyorlardı. İçimden bir feryad koptu; 'Allahım, bu çocuklara feyz verecek halde değilim. Ama beni bu çocuklara güzel göstermişsin, utandırma' diye dua ettim. Önemli bir ahlaki çöküşün tam ortasında yaşıyorlardı. Bunlara rağmen temiz kalmışlar. Allah'a şükrettim. 'Allahım, sen öyle bir kudret sahibisin ki, alev alev yanan ateşler içinde Hz. İbrahim'i, balığın karnında Hz. Yunus'u, Firavun'un sarayında Hz. Musa'yı, mağarada Hz. Muhammed'i saklayan sen değil misin... kudretine hayranım Yarabbi" dedim." Bu makaleyi okuduktan sonra, abdest alıp namaz kıldım. Secdede ağlayarak; "Yarabbi, benim memleketim Türkiye'de de alevler içinde olduğu halde yanmayacak, aşkına, idealine, irfanına, imanına sahip çıkacak bir genç nesil yetişmeyecek mi ve ben de bu nesli görmeden mi öleceğim Allahım" diye dua ettim. 60 senedir aynı duayı ederim. Allah dualarımı kabul etti. Bugün, çok güzel bir gençlik var. Onlara diyorum ki; "Ey gençler, sizler benim kabul olan dualarımsınız, gerçekleşen rüyalarımsınız. Allah'tan sizi istedim, Allah da sizi lutfetti.

    GÜL YETİŞTİRMEK KOLAY DEĞİL


    Ne kadar çok dua etmişsiniz ve Allah da dualarınızı ne kadar çok kabul buyurmuş...

    Benim Konya'da Hacı Veyiszade Mustafa Efendi denilen bir amcam vardı. Kendisi büyük alim, büyük arif ve büyük hizmet erbabı bir kimse idi. Onun talebe yetiştirme aşkıyla söylenmiş güzel bir sözü vardı, şöyle derdi amcam: "Bir talebenin yetişmesi uğrunda, bin münafığın kahrını çekerim". Münafık kahrı çekmek kolay bir şey değildir. Biz bugün bırakın münafığı, dostun kahrını çekemiyoruz. Çünkü, "Ben, kendisini taşlayan bir kavme bile hayır dua eden bir peygamberin dinine mensubum" dermiş amcam. Benim peygamberim, taşlandığında bile beddua etmedi. "Bir talebenin yetişmesi için bin münafığın kahrını çekerim" diyen amcam şu beyti okurmuş: "Yar için ağyara minnet ettiğimi ayb eyleme / Bağıban bir gül için bin hare hizmetkar olur". Bahçıvan, bir gül için bin dikenin kahrını çeker. Gül yetiştirmek, öyle kolay bir iş midir sanırsın? Zordur, zahmetlidir. Ellerine gülün dikenleri batar. Ama sonunda yetiştirdiğin gül, öyle güzel bir şeydir ki, bütün o zahmetleri unutur, dikenlerinin açtığı yaraların acısını unutuverirsin. Gül yetiştirirken elleri kan içinde kalan kimseye, "Eliniz neden böyle kan içinde?" diye sormuşlar. "Çünkü ben gül yetiştiriyorum. Gül, ancak diken ağacında yetişiyor. Bir gül için bin dikenin kahrını çektiğim için ellerim kanlı. O dikenler ellerime battığı için kanlı" diye cevap vermiş. Bir değerli insan yetiştirebilmek de çok önemli. Allah, kainatı insan için, insanı da kendisini bilsin diye yarattı. Değerli insanların gayesi budur... yani Allah'ı bilmektir.


    DOYMADIYSANIZ DEVAM :)


    Âşık ma’şûkuna kavuştu
    Üstad Ali Ulvi Kurucu da nöbetini tamamladı. Şimdi Cennet—i Baki’de yatıyor. Yanında 10 bine yakın sahabe; karşısında Allah Resûlü’nün (a) Ravza—i Mübârekeleri. Başında belki taşı yok ama üzerinde Hazreti Peygamber’in (a) müjdesi var

    --------------------------------------------------------------------------------

    “Çiçekler, lâleler, güller sana ilân—ı aşk eyler

    Gönüllerde esen bâd—ı sabâsın Yâ Resûlallah”


    Geçtiğimiz yıl İstanbul’da ziyaretine gittiğimizde, kaleme aldığı şiirler arasında hangisinin kendisini daha fazla etkilediğini sormuştuk; bu beyti okumuş, ricamız üzerine de eliyle yazıp hediye etmişti Üstad Ali Ulvi Kurucu. Yüz ifadesinden, sorumuz üzerine düşünmeden o anda aklına geldiği belli olan bu beyit, aslında bir hakikati ele veriyordu. Bal küpünden bal, sirke küpünden sirke sızdığı gibi üstadın gönlünden de Peygamber (a) aşkı sızıyor; “zamanımızın Mehmed Akif”i şiirleri içinden Peygamber (a) ile ilgili bir ifadeyi arz ediyordu.

    Geçtiğimiz pazar gecesi fenâ libasından soyunup güzellikler yurduna göçen Ali Ulvi Bey şairdi, âlimdi, hizmet adamıydı ama hepsinden önemlisi Peygamber (a) âşığıydı. Öyle ki kendi gönlümüzde o aşkın rüzgârı estiği zamanlarda onun ifadelerini mırıldandık yıllar boyu:

    Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,

    Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.

    Ecrâm ü felek, Levh u Kalem, mest—i nigâhın,

    Dîdârına âşık Ulu Yezdân’dır Efendim.

    Mahşerde nebîler bile senden medet ister,

    Rahmet diyen âlemlere, Rahman’dır Efendim.

    Kıtmîrinim ey Şâh—ı Rusül, koğma kapından,

    Asilere lütfun, yüce fermândır Efendim..

    Ta Arşa çıkar her gece âşıkların âhı,

    Medheyleyen ahlâkını Kur’ân’dır Efendim.

    Aşkınla buhurdan gibi tütmekde bu kalbim,

    Sensiz bana cennet bile hicrandır Efendim...

    Doğ kalbime bir lâhzacık ey nûr—i dilârâ,

    Nûrun ki; gönül derdime dermandır Efendim...

    Ulvî de senin bağrı yanık âşık—ı zârın,

    Feryâdı bütün âteş—i sûzandır Efendim...

    Ve o, Yüce Peygamber’in (a) komşusu yani mücavir idi. Mücavir... Bu tabiri belki çoğumuz bilmez. Genel olarak, bir şeyin civarında bulunan, komşu demektir. Hususî mânâda ise Allah ve Resûlü’nün aşkı ile yerini yurdunu terk edip Mekke’ye, Medine’ye yerleşenleri, ömrünü Kâbe—i Ulyâ’nın, Kubbe—i Hadrâ’nın gölgesinde geçirenleri ifade eder. Rastgele bir unvan değildir mücavirlik; “Medine’nin sıkıntı ve meşakkatlerine ümmetimden sabır gösteren herkese kıyamet günü şefaatçi ve şahid olacağım” müjde—i peygamberîsine nailiyet vardır sonunda. Ama bir ömür boyu edebi muhafaza ile o huzurda beklemek de her babayiğidin harcı değildir.

    İlim yolu kolay değil

    Ali Ulvi Bey, 1922 yılında Konya’da dünyaya gelmiş. Babası Islah—ı Medaris—i İslâmiye müderrislerinden İbrahim Efendi. Dedesi, elli yıl hiç para almadan Dolav Camii’nin imamlığını yürüten Hacı Veyis Efendi. Amcası ise “Yâr için ağyâre minnet ettiğim ayb eyleme / Bağıbân bir gül içün bin hâre hizmetkâr olur” beytini dilinden düşürmeden hizmete koşturan Konya’nın meşhur âlimi, mürşidi Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu. Sözün özü, kendi tabiriyle ‘ilim evi denecek bir evde’ yetişmiş. Önce babasından Kur’an—ı Kerim hıfzını ikmal etmiş. Sonra Kadirî Şeyhi Hafız Ali Efendi’den kıraat; babasından, amcasından sarf, nahiv okumuş.

    Ama o yıllar Türkiyesinde dinî ilimleri daha derinlemesine öğrenme imkânı yoktur. İbrahim Efendi de oğullarını Mısır’da el—Ezher’de okutmaya karar verir. Lafın gelişi bir karar değildir bu; bir tarlası vardır, satar. Hanımının ziynetlerini satar. “Onlar bitinceye kadar bunları okutacağım. Biterse hamallık yapacağım, sakalık yapacağım, hüccaca su taşıyacağım” demektedir. 1939’da bu niyetle kalkıp Hicaz’a yerleşirler. Ali Ulvi Bey, Hicaz’dan Kahire’ye geçer.

    Kahire’de Osmanlı’nın yetiştirdiği mümtaz bir çevre kucağını açar ona; Yozgatlı İhsan Efendi’nin, Zahid el—Kevseri’nin, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin ve onun oğlu şâir İbrahim Bey’in halka—i tedrislerine, sohbetlerine dahil olur. Bu sohbetlerde Mehmed Akif merhum da gıyaben bulunmaktadır. Çünkü Mısır’dan İstanbul’a dönüşünün ve fani âlemden göçmesinin üzerinden çok zaman geçmemiştir.

    Akif’in, Kahire meclislerinde okunan şiirleri, nakledilen hatıraları gönlünü sarar, ‘rûhunun tercümanı olur’ Ali Ulvi Bey’in. Revakü’l Etrâk’taki odasında teheccüdlere kalkar, geceler boyu dua eder ‘Mehmed Akif gibi şâir, Cenab Şahabeddin gibi nâsir olmak’ için. Bu arada ilk şiir denemelerini kâğıtlara dökmeye başlamıştır bile.

    Altı yıllık yüksek tahsil hayatını tamamlayıp “âlimlik şehadeti”ni alır. Tahsil hayatını daha da ileriye götürmek niyetindedir ama o sırada babası vefat etmiş, annesi ile iki kardeşi Medine—i Münevvere’de kalmıştır. Ali Ulvi Bey, Medine’de ilk olarak Evkaf İdaresi’nin İnşaat ve Sicillât Emini olarak çalışır. Burada “Kedilerine bile vakıf kurup doyurmuş” dediği Osmanlı’dan kalan birçok evrakı inceleme fırsatı bulur. 1953’ten 1975’e kadar Sultan Mahmud Kütüphanesi’nin müdürlüğünde bulunur. Mahmudiye Kütüphanesi çoğu Türkçe beş bin yazma, beş bin kadar da basma eseri bünyesinde muhafaza eden bir II. Mahmud’un yâdigârıdır. 1975’ten 1985’e kadar ise Şeyhülislam Arif Hikmet Kütüphanesi’nde görev yapar ve emekliye ayrılır.

    “Kabul olan dualarımsınız”

    Ömrünün son yıllarını altı ay Medine’de, altı ay Türkiye’de kalarak geçiren Ali Ulvi Bey gibi şahsiyetler için klasik mânâda bir emeklilik düşünülemez elbette. İlmi, irfanı, mânevi hayatı, 81 yıllık ömrü boyunca Türkiye’de, Mısır’da, bilhassa İki Cihan Sultanı’nın (a) makamı olmak hasebiyle âlem—i İslâm’ın gözbebeği olan Medine—i Tahire’de tanıştığı şahsiyetlere ait hatıraları, İslâm âleminin meselelerine vukufiyeti ile her cihetten derya olan Ali Ulvi Bey, “Sizler benim gerçekleşen rüyalarım, kabul olan dualarımsınız” dediği gençlere bu birikimini aktarmaya çalıştı yılmadan. Mehib siması, mütevazı, vakur tavırları, uzun yıllar Arabistan’da kalmasına rağmen bozulmayan, dilimizin ihtişamlı devirlerini hatırlatan Türkçesi, şairâne ifadeleri, hatip edası ile sohbetler etti, konuştu, yazdı, şiirler söyledi. “Benim bir gayem var, davam ve idealim var; insan yetiştirmek. Bilhassa cemiyete güneş, lider, mürşid, sahip olacak imanlı irfan gençliğini yetiştirme aşkım var. Bahçıvanı görürsünüz eli kan içinde, dersiniz; ‘Niye?’ Der ki; ‘Yavrum, ben gül yetiştiriyorum” sözleriyle hülasa ediyordu hayatının gayesini.

    Sık sık naklettiği bir de hatırası vardı bu hususta. Mısır’da, El—Ezher’de okuduğu yıllarda, uzun bir kış gecesi er—Risale isimli dergide Muhammed Sadık er—Rafii adlı bir yazarın yazısı gözüne ilişir. Makalenin başlığı “Alevler içinde, fakat yanmıyor”dur. Bu başlık kendisini çok etkiler. “Acaba bu madde nedir?” diye düşünerek ve merak ederek okur makaleyi. Şöyle anlatmaktadır er—Rafii: “Geçenlerde üniversite gençlerinden bir grup geldi. Çok mühim sorular soruyorlardı. İçimden bir feryad koptu; ‘Allahım, bu çocuklara feyz verecek halde değilim. Ama beni bu çocuklara güzel göstermişsin, utandırma’ diye dua ettim. Önemli bir ahlaki çöküşün tam ortasında yaşıyorlardı. Bunlara rağmen temiz kalmışlar. Allah’a şükrettim. ‘Allahım, sen öyle bir kudret sahibisin ki, alev alev yanan ateşler içinde Hz. İbrahim’i, balığın karnında Hz. Yunus’u, Firavun’un sarayında Hz. Musa’yı, mağarada Hz. Muhammed’i saklayan sen değil misin... Kudretine hayranım Yarabbi’ dedim.” Bu makaleyi okuduktan sonra kalkıp abdest alır, namaz kılar. Secdede ağlayarak; “Yarabbi, benim memleketim Türkiye’de de alevler içinde olduğu halde yanmayacak, aşkına, idealine, irfanına, imanına sahip çıkacak bir genç nesil yetişmeyecek mi ve ben de bu nesli görmeden mi öleceğim Allahım” diye dualar eder ve bu dualarını 60 yıl kesintiye uğratmaz. İşte “Sizler benim kabul olan dualarımsınız, gerçekleşen rüyalarımsınız” hitabının arkasında sık sık naklettiği bu hatırası yatmaktaydı.

    Günümüzün Mehmed Akif’i

    Şiir ve nesirde Mehmed Akif ile Cenab Şahabeddin’e benzemek için yaptığı duaları anlatırken “Ne o oldum, ne bu. Demek ki her denen olmuyormuş” dese de “Günümüzün Mehmed Akif’i” ismine lâyık haklı bir şöhrete sahipti Ali Ulvi Kurucu. Onun kalemiyle sanki Akif coşuyordu:

    “Şanlı genç! Saracaksın kanayan her yarayı,

    Boğacaksın, seni iğfal edecek yaygarayı!

    Bir asil at gibi şahlan, vurulan gemleri kır,

    Nerde hakkım diye bir kerrecik olsun haykır!”

    .....

    “Ne gelen var, ne giden var, ne gülümser bir yüz.

    Yolcu yorgun, yük ağır menzil uzaklarda henüz.

    Diye milletçe ümitsizliğe düşmüştük dün,

    Uyanış fecri ufuklarda belirmekte bugün.

    Kararan dünkü ufuklarda güneşler yanıyor

    Her ışık dalgası umman olup çalkanıyor.

    Nurlu bir yüz gibi dünyaya doğarken gündüz,

    Uyanış fecrinin aydınlığıdır gördüğümüz.”

    .....

    “Tarihe şeref tacı büyükler anılırken,

    Yükselmede ruh en yüce âlemlere yerden,

    Bin rayhanın feyzi sarar ruhu derinden,

    Geçmiş gibi cennetteki gül bahçelerinden...”

    .....

    “Allah’a dayan, gâyene tevfikıni versin,

    Kur’ân’a sarılmazsan eğer ye’se düşersin.”
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-buyukleri/36580-ustad-ali-ulvi-kurucu.html#post78425

    .....

    “Nasıl gafil yaşar insan, meleklerden muazzezken

    Ne hüsrandır bu Allahım, hayalim ürperir cidden.”

    .....

    Vicdanları aydınlatamaz sâde düşünce,

    Mehtâbı, o engin gecenin ‘Din’ olur ancak...

    İnsan, bu karanlıkdaki girdâba düşünce:

    İdrâkine yol gösterir, îmandaki sancak!..

    .....

    “Ey ömrünü bir gayeye vakfeyleyen insan

    İnsanlığı aydınlatacak nurla şuurlan

    İmanla geçen her gece, gündüz gibi aydın

    Bir taze bahar âlemi her an hayatın

    Kur’an bize yad ettiriyor bezm—i elesti

    Mümin o tecellinin ezelden beri mesti.”


    Her ne kadar şâirliği ile tanınsa da nesri de mükemmeldi. Bunun bir ispatı 1956’da Bediüzzaman’ın Tarihçe—i Hayat’ına yazdığı önsözdür. “İnşaallah öldükten sonra da rahmetle anılmama vesile olur” dediği 16 sayfalık makaleyi şiirleriyle beraber 24 saat içinde yazar. Bunu bir İltifat—ı Peygamberi olarak kabul eden Bediüzzaman başına “Bu önsöz Medine—i Münevvere’de bulunan mühim bir alim tarafından yazılmıştır” ibaresini koydurur.

    Ali Ulvi Kurucu, büyük kısmını Medine—i Münevvere’de geçirdiği ömrünü 3 Şubat 2002 Pazar gecesi saat 10.00 sıralarında yine Medine’de tamamladı. Cenaze namazı, pazartesi sabahı Mescid—i Nebevi’de, âşığı olduğu, “Derdimendim yâ Rasûlallah, devâ ol derdime / Destgir ol, yâ Habiballah, bu asî mücrime!.. / Sen şefâat kânı varken, yalvarayım ben kime?.. / Ben Rasûl—i Kibriyânın, bülbül—ü nâlânıyım. / Mücrimim gerçi, cemâl—i Mustafâ hayrânıyım..” diyerek yalvardığı Yüce Peygamber’in huzurunda kılındı.

    Bu dünya bir kervansaray. Gelen gidiyor, konan göçüyor. Her kervan göçerken iyi—kötü kendi sermayesini yükleniyor. Ali Ulvi Bey de nöbetini tamamladı, göç kösü çalınınca yola koyuldu. Bir ömür boyu biriktirdiği sermayesini de yanında götürdü. Şimdi Cennet—i Baki’de yatıyor. Yanında 10 bine yakın sahabe; karşısında Allah Resûlü’nün (a) Ravza—i Mübârekeleri. Başında belki taşı yok ama üzerinde Hazreti Peygamber’in (a) müjdesi var; “Medine’de ölmeye muktedir olan orada ölsün. Zira ben, orada ölene şehadet ederim.”


    SİZE BİR DE TAVSİYE :)

    ALİ ULVİ KURUCU 1



    Yayın Evi KAYNAK YAYINLARI
    Yazar M.ERTUĞRUL DÜZDAĞ
    Boyut 13,5 x 21
    ISBN 9944-125-03-2
    Dili TÜRKÇE
    Sayfa Sayısı 393
    Fiyatı 10.00 YTL + KDV

    Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, Türkiyemizde ve Müslüman ülkelerde milyonların tanıdığı bir zat... Sevimli çehresi, Muhammedî güzel ahlâkı, ruhlara hitap eden millî, dinî şiirleri ve insanı manevî âlemlere alıp götüren gönül sohbetleri ile bir illim ve irfan önderi... Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, bir Anadolu çocuğu... İlk feyzini doğduğu muhitten aldıktan sonra yüksek tahsilini Kahire'de yapmış; son elli altı senesini Medîne-i Münevvere'de yaşamış ve orada vefat ederek, sahâbîlerin yanına uzanmış mes'ud bir insan... İslâm dünyasının manevî ve siyâsî binbir hâdise ile sarsıldığı yakın tarihi bizzat yaşamış; önemli olay ve şahsiyetlerle tanışmış; bir Müslüman aydının, aydın bakışı ile bunları değerlendirmiş, bir fikir ve mânâ büyüğü... Onun hatıraları, bizler için, bir ilim, irfan ve maneviyat kaynağı olduğu kadar, yakın tarihimiz için de bir "şifre çözücü" ve geleceğimizi tâyinde bir yol gösterici olacak...

    ALİ ULVİ KURUCU 2



    Yayın Evi KAYNAK YAYINLARI
    Yazar M.ERTUĞRUL DÜZDAĞ
    Boyut 13,5 x 21
    ISBN 9944-125-12-1
    Dili TÜRKÇE
    Sayfa Sayısı 406
    Fiyatı 10.00 YTL + KDV

    Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, Türkiyemizde ve Müslüman ülkelerde milyonların tanıdığı bir zat... Sevimli çehresi, Muhammedî güzel ahlâkı, ruhlara hitap eden millî, dinî şiirleri ve insanı manevî âlemlere alıp götüren gönül sohbetleri ile bir illim ve irfan önderi... Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, bir Anadolu çocuğu... İlk feyzini doğduğu muhitten aldıktan sonra yüksek tahsilini Kahire'de yapmış; son elli altı senesini Medîne-i Münevvere'de yaşamış ve orada vefat ederek, sahâbîlerin yanına uzanmış mes'ud bir insan... İslâm dünyasının manevî ve siyâsî binbir hâdise ile sarsıldığı yakın tarihi bizzat yaşamış; önemli olay ve şahsiyetlerle tanışmış; bir Müslüman aydının, aydın bakışı ile bunları değerlendirmiş, bir fikir ve mânâ büyüğü... Onun hatıraları, bizler için, bir ilim, irfan ve maneviyat kaynağı olduğu kadar, yakın tarihimiz için de bir "şifre çözücü" ve geleceğimizi tâyinde bir yol gösterici olacak...


    ÜSTAD ALİ ULVİ KURUCU HATIRALAR-3



    Yayın Evi KAYNAK YAYINLARI
    Yazar M.ERTUĞRUL DÜZDAĞ
    Boyut 13,5 x 21
    ISBN 978-9944-125-13-0
    Dili TÜRKÇE
    Sayfa Sayısı 408
    Fiyatı 10.00 YTL + KDV

    Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, Türkiyemizde ve Müslüman ülkelerde milyonların tanıdığı bir zat... Sevimli çehresi, Muhammedî güzel ahlâkı, ruhlara hitap eden millî, dinî şiirleri ve insanı manevî âlemlere alıp götüren gönül sohbetleri ile bir illim ve irfan önderi... Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, bir Anadolu çocuğu... İlk feyzini doğduğu muhitten aldıktan sonra yüksek tahsilini Kahire`de yapmış; son elli altı senesini Medîne-i Münevvere`de yaşamış ve orada vefat ederek, sahâbîlerin yanına uzanmış mes`ud bir insan...

    İslâm dünyasının manevî ve siyâsî binbir hâdise ile sarsıldığı yakın tarihi bizzat yaşamış; önemli olay ve şahsiyetlerle tanışmış; bir Müslüman aydının, aydın bakışı ile bunları değerlendirmiş, bir fikir ve mânâ büyüğü... Onun hatıraları, bizler için, bir ilim, irfan ve maneviyat kaynağı olduğu kadar, yakın tarihimiz için de bir "şifre çözücü" ve geleceğimizi tâyinde bir yol gösterici olacak...

  2. #2

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: Üstad Ali Ulvi Kurucu

    Allah gani gani rahmet eylesin...
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-buyukleri/36580-ustad-ali-ulvi-kurucu.html#post78509
    teşekkürler böyle mübarek bir zatı bizlere hatırlattığın için...

  3. #3

    Üyelik tarihi
    24 Şubat 2007
    Mesajlar
    527
    Tecrübe Puanı
    29

    Standart --->: Üstad Ali Ulvi Kurucu

    Ben teşekkür ederim okuğun için hemşerinizde dimi ne güzel :icon_redface:

  4. #4

    Üyelik tarihi
    23 Ekim 2008
    Mesajlar
    3
    Tecrübe Puanı
    16

    Standart Yanıt: Üstad Ali Ulvi Kurucu

    Teşekkürler.Ellerine sağlık çok güzel hazırlamışsın

Benzer Konular

  1. Ulvi Kelimesinin Eşanlamlısı Nedir?
    By Mustafa Uyar in forum Eş Anlamlı Sözcükler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.Ocak.2015, 20:19

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.