6. Ohşayabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
Ohşatmak: Benzetmek
Gubâr: Toz,
Gubârî: Toz gibi ince yazı türü.
Muharrîr: Yazan, yazar.
Hâme: Kalem
(Hattatın gözlerine bakmaktan kalem gibi kara su inse de gubârî yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez.)
Tezat: Bakmak ve gözlerine kara su inmek yani kör olmak arasında tezat sanatı vardır.
Benzetme: Gubarî yazısını sevgilinin yüzündeki tüylere benzetiyor. (Gubarî toz anl***** geliyor. Hatt sanatında çok ince bir yazı.)
Kinaye: 1. Kalemin gözlerinden kara su (mürekkep) inmesi- gerçek anlam
2. Kağıda, yazıya devamlı bakan insanın gözlerinin kızardığının, kanlandığının, karardığının, mecazen zayıfladığı ve kör olmaya yüz tuttuğunun vurgulanması.
Tenasüp: “gubâr-hat; muharrir-hâme-kara su (mürekkep)” kelimeleri arasında.
Bu beyitteki “gubâr” iki anlamdadır. Birinci anlamı çok ince bir yazı;
ikinci anlamı, sevgilinin dudak etrafındaki ayva tüyleri.
Yazı için düşünülürse: Yazar, gubarî yazısını senin yanağındaki tüylere benzetemez. Çünkü yanağındaki tüyler çok daha incedir. Yahut ne kadar ince yazarsa yazsın yazar senin ayva tüylerin kadar ince yazamaz (Gubâr denilen ince yazıyı yazarken at kılından ya da verev kesilmiş kalemlerden yararlanılırmış. Gubâr çok ince, toz kadar ince yazılması gereken bir yazı biçimiymiş.).
Resim için düşünülürse: Ressam onun ayva tüylerini resmedemez. Ayva tüylerinin inceliğinden değil. Onu eşsizliğinden. Ressam ne yaparsa yapsın yaptığı resimde senin hatlarına benzetemez. Nakkaş veya şairin gözlerine kara su inmesi buna yeterli olmaz.
Gubârı yazanlar çok ince iş yaptıkları için gözleri çabuk bozulur yani gözlerine kara su inermiş. Şairin veya ressamın gözlerine kara suyun inmesi peygamberimizin yüzündeki parlaklıktır. Çünkü bir insan sürekli beyaza ya da parlak bir şeye bakarsa gözleri giderek bozulur. Fuzûlî’nin gözlerine kara su inmesinin söylemesinin sebebi peygamberimizin yüzündeki parlaklıktır. Ressam veya yazarın gözleri o parlaklığa bakarken bozulur.
Şaire göre yanak parlaklık, ayva tüyleri de buradaki yazıdır. Yazı ise ya “kader” ya da “Kur’an-ı Kerim’dir”
“Sen kainatın efendisi olduğun için Allah Kur’an-ı Kerim’i senin saf yanağına yazdı. Onun için bir yazar onu hiçbir zaman benzetemez.” (Telmih-Burada kafirlerin ayetler gibi söz söyleyebilecekleri söylediklerinde de ayetler yakın ama ayetler kadar güzel olamayan sözler söylemesi ve bunun üzerine bu olaylarla ilgili bir ayetin gelmesi anlatılıyor.)
7. Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zayi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su
Ârız: Yüzün iki yanı, yanak
Yâd: Hatırlama, anma; hatır, gönül
Nem-nâk: Nemli, ıslak
Müjgân: Kirpikler
Temenna: Dileme, isteme, dilek, istek
Hâr: Diken
(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)
Teşbih: Yanak güle, diken kirpiğe benzetilmiş.
Kinaye: Kirpiklerim nemlense 1. Kirpiklerin nemli olduğu gerçeği 2.Mecazen ağlamak anlamının belirtilmesi
Leff ü neşr: “ârız-gül, “yâd-temennâ”, “nem-nâk-su”, “müjgân-hâr”
Tenasüp: “Ârız-müjgan; gül-hâr-su vir-; hâr-gül; yâd-temennâ” kelimeleri arasında.
Fuzûlî, sevgilinin kirpiklerini şekli ve batıcılığıyla dikene, yanağın şekli ve rengiyle güle benzetmiş. Şair ağladığında kirpikleri ıslanıyor. Bu suretle sevgilini güzel yanağın gözünün önüne geliyor. Gül yetiştirmek için dikene su vermek nasıl boşuna değilse sevgiliyi görme isteğiyle ağlamak boşa değil. Burada sevgilini yüzü güneş gibi parlaktır. Biz nasıl güneşe baktığımızda gözlerimizden yaşlar akarsa aşığın da sevgilinin parlayan yüzüne baktığında gözleri yaşarıyor.
8. Gam güni etme dil-i bîmârdan tîgin dirîğ
Hayrdur vermek karanu gicede bîmare su
Bîmâr: Hasta, aşık
Dil-i bîmâr: Hasta gönül
Dirîğ etmek: esirgemek
Karanu: karanlık
(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)
Leff ü neşr: Gam güni-karabu gice, dil-i bimar-tıg-su
Tenasüp: “Gam güni, dil-i bimar, karanu gice, bîmar, hayr, su” kelimelerinin arasındaki anlam ilgisi göz önünde bulundurularak bir araya getirilmiş.
Açık istiare: Sevgilinin keskin, yaralayıcı bakışları kılıca benzetilmiş. Yalnızca kendisine benzetilen söylenmiş.
İrsal-i mesel: “Geceleyin hastaya su vermek sevaptır” sözü
(Karanlık gecede hastaya su vermek sevaptır.)
Bu beyitte “bîmâr” sözcüğünün seçilmesi buradaki acının manevi bir acı olmasıdır. “Tîg” ise yine kılıç yine keskin bakıştır. “Ey sevgili! O gam günü geldiğinde bu hastadan keskin bakışını (kılıcını) esirgeme, ne olursun! O gün bakışının kılıcı bana gelsin, hasta gönlümle gelsin canından bezen gönlüm ölümle can bulsun. Senin bakışınla hayat bulayım. Beni bakışınla ümmetine kabul et.”
Burada gönül aşk hastası olarak kabul edilmiştir. Gönül her zaman aşk hastasıdır.
Bu beyitteki gam günü ölüm anı; su, kelime-i şahadet; gam günü, kıyamet günü; bimâr, şair; tıg, Hz. Muhammed’in şefaatidir.
Şair ölüm anında su istiyor yani kelime-i şahadeti ve tevhidi kastediyor (Zaten ölüm döşeğindeki insanın başında su bulunur.). Şair Hz. Muhammed’in hastasına su vermesiyle kıyamet gününde “Ümmetimdir.” demesini eşdeğer görüyor. Kıyamet gününde Hz. Muhammed “Ümmetim!” diye çağırırken kendisinin de onun gözüne ilişmesini, onu da karanlık gecede mutlu etmesini istiyor.
Beytin ikinci anlamı da şudur: Karanlık gece rüya olabilir. Onu görmeyi özlüyor ve “Karanlık bir gecede rüyama girsen de seni bir görsem. Şu hastana bir bardak su versen.” diyor.
9. İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrada menüm-çün ara su
Peykân: Okun ucundaki sivri demir.
Hecr: Ayrılma, ayrılık.
Şevk: Gönül meyli, arzu, şiddetli arzu, istek, Keyif, neşe, sevinç.
(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve ayrılığında özlemimi yatıştır; susuzum, bu çölde bir defa da benim için su ara.)
Açık istiare: Kirpik yerine peykan sözcüğü kullanılmış. Kirpik oka benzetilmiş. Kendisine benzetilen ok (peykan) söylenmiştir.
Tezat: Sahra-su
Tevriye: kez (defa, kere) kelimesinin “gez” şeklinde “gezip ara” anlamında okunmasıyla.
Teşhis/ Kapalı istiare: “gönül” şaire su arayan birisi gibi düşünüldüğünden kirpik yerine “peykan” kelimesi kullanılarak.
Şair burada sevgilinin peykanını istiyor, böylece gönlü sükûnete erecek, özlem bitecek. Özlemin bitip artmaması için bir tek bakış istiyor. Ancak o zaman hasreti dinecek. Çünkü “Susuzum, bir kez de bu sahrada benim için su ara.” feryadı içinde kıvranıyor.
Ok ile ayrılık arasında bağ vardır. Ok yaydan çıktığında ayrılık başlar. Okun ucundaki peykan ise okla birliktedir. Burada ayrılık derken şu kastedilir: Oku peykandan, serviyi temrenden, servi boyluyu gözyaşıyla su verilmiş aşıktan ayrılmış olur ve bu zulümdür.
Şair peykanın ayrılığını istiyor. Çünkü susuz. Peykan oktan ayrılırsa gönlüne saplanacak. Böylece şairin susuzluğu giderilecek. Peykandaki su şairin gönlüne ferahlık verecek. Şair o kadar susuzdur ki sevgilinin temresinden bulunan suya bile muhtaçtır. Aslında onun merhametine muhtaç. Aşığa suyu verecek sonuçta. Zaten su da rahmet demektir.
Şair aynı zamanda kez yerine “gez” anlamı da vermiştir. Gez atıcılıkta kullanılan bir terimdir. Okun atıldığı yerdir. Burada şair suya ulaşmasının bir gez kadar yakın olduğunu, aslında Hz. Muhammed’e yaklaşmanın zor olmadığını, bunun imanın bir göstergesi olduğunu söylüyor.
10. Men lebün müştâkıyam zühhâd Kevser talibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su
Leb: Dudak
Müştak: Arzuyla, hararetle, isteyen, özleyen; susamış.
Zühhad: Dünya nimetlerinden el çeken kimse.
Kevser: Çokluk, kalabalık; cenneteki bir ırmak adı.
Hûş: Akıl, can.
Hûş-yâr: Akıllı, canlı, ayık
(Ben dudağını özlüyorum, sofular da Kevser istiyorlar. Nitekim sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir.)
Tezat: Tüm beyte yayılmış. (su-şarap, mest-huş-yar)
Leff ü neşr: Renkleri ve sarhoş ediciliyle leb-mey; helal olmasıyla su, Kevser ilgili sözcüklerdir.
Ben senin dudağını arzuluyorum. Dudağın benim için yaşamdır. Dudağından çıkan birkaç sözle sen insana can veriyorsun. Ben dudağının aşığıyım ama zahitler cennetteki Kevser suyunu istiyorlar. Onlar ibadeti Kevser’e kavuşmak için yapıyorlar. İbadetlerinden beklentileri var. Onlar Kevser’i alsınlar. Ben senin dudağının özlüyorum. Cennet umrumda değil. Dudağın öyle bir şaraptır ki onunla mest olunca zaten cennet kendiliğinden gelir. Dudak şarap gibi kırmızıdır. Su ise beyazdır. Ben şarabı özlüyorum. Sofular ise Kevser’i. Nitekim sarhoşa mey içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir.
Şarap dinen yasaktır. dini emirlere uyanlar şarap istemez. Ama aşık olanlar… Dudak tasavvufa göre şaraptır, birliktir. Ve tutulanın aklını başından alır. Kevser ise pek çok kişi tarafından içileceği için kesrettir, çokluktur. Şair; “Ben (aşık) birliğin peşindeyim, yaptıklarım menfaat için değil. Kevser’in peşinde değilim; ama sofular ibadetlerini karşılık için yaparlar. Aşık ise karşılıksız yapar.
Burada Yunus Emre’nin şu dizeleri akla gelir:
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni.”
Zaten böyle karşılıksız davrandığı için Allah aşığa her şeyi verecektir. Bu yüzden aşık olmak zahit olmaya yeğdir. Çünkü Hz. Muhammed kıyamette “Ümmetim!” diye çağıracaktır. Bunu muhatap olmak her şeye bedeldir.