Marquis De Sade


Sade Markisi Donatien Alphonse François, 2 Haziran 1740’ta Paris’te Condé Malikânesi’nde doğdu, 2 Aralık 1814’te Charenton’da öldü. Annesi, Condé prensesinin akrabası ve nedimesi, babası diplomattı. 1754’de orduya katıldı. 1763’te ailesinin isteği üzerine Paris Parlementosu başkanının kızıyla evlendi. Birkaç ay sonra sık sık gittiği bir genelevde gerçekleştirmeye çalıştığı isteklerinden ötürü, kralın emriyle hapse atıldı. Hapisten karısının yardımıyla kurtuldu ve şatosuna sığındı. Burada, bir rahibe olan baldızıyla ilişki kurması ve neden olduğu birçok olay, 1777’de Vincennes Kalesi’ne hapsedilmesine yol açtı. Kalede düşüncelerini yazıya döktü. 1789 Fransız Devrimi sırasında Charenton Şifayurdu’na gönderildi. Ertesi yıl birçok tutukluyla birlikte serbest bırakıldı.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/yazarlar-ve-sairler/52885-marquis-de-sade-kimdir-biyografisi-marquis-de-sade-hakkinda.html#post108813

Kendisi de bir soylu olmakla birlikte, soylu sınıfının değerlerine karşı olması, Devrim yöneticilerince 1792’de Paris’te bir bölgenin sorgu yargıçlığına getirilmesine neden oldu. Ancak erdem adına insanların giyotine gönderilmesine şiddetle karşı çıkıyor; yargıçlık kurumunu da benimsemiyordu. 1794’te hapisten çıkınca yoksul bir yaşam sürmeye başladı. 1801’de Napoléon’a karşı yazılar yazdığı gerekçesiyle yeniden hapsedildi. 1803’te de Charenton’da bir tımarhaneye yollandı. Burada birkaç yıl boyunca oyunlar sahneledi. Ölümünden sonra adı unutturulmak istendi, ancak yapıtları gizlice okunuyordu. Gene de ülkesinde ilk kez 20.yüzyılda Apollinaire’in çabalarıyla edebiyat alanında ciddi biçimde ele alındı.

Sade, toplumdışılığı seçmiş, bunu savunmuş bir yazardır. Yaşamında ve yapıtlarında gözlenen erotizmin ardında, tanrıtanımaz ve anarşist bir dünya görüşü yatar. Edimlerinin ve fantezilerinin suç sayılması, ona göre yersizdir. Çünkü suç, toplumsal bir değerdir. Bu nedenle, erdemi yüceltmek anlamsızdır. Bugün suç sayılan bir edimin yüceltildiği bir toplum düşlemek ise olanaksızı istemek değildir. Sade’nin Tanrı’sı doğadır. Ona göre tek suç, doğaya karşı işlenen suçtur. İdeal toplum yalnızca doğa yasalarının egemen olduğu toplumdur. Kötülüğün egemen olduğu “doğal durum” insanların kendilerini savunmak için toplumsal bir sözleşme yapmaları, yasalar koymaları, özgürlüklerinden vazgeçmeleri anlamına gelir. Çünkü toplumla bireyin çıkarları birbirine karşıdır. Birey, kendi hakkını kendi arayabilmeli, gerekirse saldırgan ve kötü olarak, “kötü” doğayı karşısına almalıdır. Böylece doğayla uyum sağlamış olur. İnsan, bir kez doğa tarafından yaratıldıktan sonra,onun egemenliğinden kurtulur. Önemli olan, bu özgürlüğün bilincine varabilmektir.

Sade’a göre suç ve kötülük, her türlü zevkin kaynağıdır. Bunun için kutsal değerlere saldırmaktan ve onları erotizmine konu etmekten kaçınmamıştır. Çirkinlik ve bayağılığı da erotizmden ayrı düşünmez. Cinsellik, bir insanı tanımanın en kesin yoludur. Acı, en güçlü duygu olduğundan, Sade cinsel doyumu da bedensel ve psikolojik acı ile birlikte düşünür. Öznenin, nesnesine acı çektirenin kendisi olduğunu bilmesi, onun kötülüğünü ve egemenliğini duyumsayarak doyuma ulaşmasını sağlar. Bu düşünce dizisi, acı çekmekten zevk almanın, Sadizm (Sade’cılık) olarak adlandırılmasına yol açmıştır.

Sade bugün edebiyatta erotizmin en güçlü temsilcilerinden sayılmaktadır. Bunun da ötesinde, onu genel çizgisinin dışında kalmakla birlikte, Aydınlanma Çağı’nın en önemli düşünürlerinden biri olarakdeğerlendirenler ve insan doğasını, her türlü sınırlamadan bağımsız, en yalın biçimde tanıma çabasıyla psikanalizin ve cinsel psikopatalojinin öncüsü olarak görenler de vardır.