Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


8 sonuçtan 1 ile 8 arası
  1. #1
    soleil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Mesajlar
    4,856
    Tecrübe Puanı
    110

    Halk Türküsünün Ortaya Çıkış Hikayesi

    Yozgat Sürmelisi Türküsü - Yozgat yöresi

    Yozgat şehri 1760 yılı başlarında Bozok Yaylasının, yeşillik, etrafı ormanlarla çevrili içinde binbir çeşit kuşun ötüştüğü bir sahada kurulurken; Yozgat halkı o zaman yarı göçebe ve sürülerini besleyerek hayvancılıkla uğraşır, hayatlarını bu yoldan sağlarlardı.

    Bozok yaylasında otlayan bu sürülerin birini de Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü otlatırdı. Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı, sırtında sazı Yozgat'tan Akdağmadeni'ne uzanan ormanların içinde sürüsünün içinde dolaşırdı. Bazen bir çamın dibine rastlanır. Sazının tellerini konuşturur bazen bir derenin kenarında kavalını çalar, aşık olduğu gönlünün sevgilisini düşünürdü.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/49356-halk-turkusunun-ortaya-cikis-hikayesi.html#post100117

    O sevgili ki güzelliği Bozok yayla'sına yayılmış, ahu gözlü, sürmeli kaşlı, ayyüzlü bir dilberdi. Babası bir Türkmen beyi idi ve çok sert bir adamdı. Sürmeli Bey, ailesini salarak, babasından sevdiğini istetir, mağrur adam, kızını bir çobana vermeye yanaşmaz. Araya beyler, ağalar girer ama boşuna, bir türlü gönlü olmaz kızın babasının ve iki sevgili birleşemezler.

    Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beş çamlar mevkiinde kendine bir dergah kurar. Aşkını, yanık türküleriyle dağlara ağaçlara anlatır. Küser otağına, obasına ve Akdağlar'a kadar uzanan çamların arkasında onu bir daha gören olmaz. Dertli kavalına üflediğ, işli sazına söylettiği nameler kalır geriye. O gün bu gündür dillerde yankılanır Sürmeli Bey'in türküleri.

    SÜRMELİ KIZIN ÖYKÜSÜ

    Sürmeli Yozgat'ta yaşanmış Türk Halk Edebiyatının en güzel örneklerinden birisidir. Yozgat Sürmelilerinin ortaya çıkışı 19. yy. sonlarında İkinci Cihan Harbinin sona erdiği dönemdir. Hepsi 96 beyittir.

    Sürmeli güzel gözlü sevgiliye bir hitaptır. Eskiden genç kızlar dışarıya çıkarken gözlerine sürme çekerlerdi ve gözleri daha alımlı olurdu. Bol feracelerinin içinde sadece gözleri görünürdü kızların.

    Yozgat Sürmelileri yaşanmış öykülerin getirdiği birer sevda, hatta karasevda türküleridir. Bu bir anlık sürmeli gözlere bakış, yüreklerde büyük aşklara kara sevdalara başlanmış olur kor düşen yürekler sessiz sessiz yanar, ateşini genişletir ve ağızlardan sürmelinin sözleri olarak dökülür. Söylenen sözlerde acı vardır, hasret vardır, gurbet vardır. Sürmelileri dinlerken bu kadar duygulanmamızın sebebi bu sürmeli öykülerinde yakaladığımız duyguların kendimizde de bir yeri, bir acısının olmasındandır. Kısaca kendi aşklarımızı, hasretimizi buluruz Yozgat Sürmelilerinde.

  2. #2
    soleil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Mesajlar
    4,856
    Tecrübe Puanı
    110

    --->: Halk Türküsünün Ortaya Çıkış Hikayesi

    ÇANAKKALE TÜRKÜSÜNÜN ÖYKÜSÜ
    Sanatı “yansıtma kuramı” açısından yorumlayanlara göre edebiyat, dünyaya tutulmuş bir aynadır. Bu anlayışa bazı itirazlar yapılabilir; ancak “ayıklamasız ve billurlaştırmasız bir yansıtma manasına almamak kaydıyla” edebiyatı, hayatın bir gölgesi, aynası olarak kabul edebiliriz.

    Edebiyat aynasına akseden konular arasında hiç şüphesiz, insanı derinden etkileyen, onun duygu, düşünce ve hayal dünyasında büyük yankılar uyandıran olaylar başt agelir. Bu bağlamda; büyük depremler, göçler, yangınlar ve savaşlar ilk sırada yer alır. Harplerin bunlar arasında ayrı bir yeri vardır. Çünkü savaşlar, edebiyatta, diğerlerine göre daha geniş ve kalıcı bir yer işgal eder.

    Bütün ulusların, başlangıçtan itibaren edebi eserlerine bakıldığında yaptıkları savaşların akisleri görülebilir. Bu durum Türk edebiyatı için de geçerlidir. Savaşlarda kahramanlık olaylarını, başarılarını, toplamun ortak duygularını şiirle ifade etme geleneği eski Türk topluluklarına kadar uzanır. Yazılı ilk edebi metinlerimiz olan Göktürk Kitabelerinden bugüne zengin Türk edebiyatı bünyesinde üç kıtada at koşturan Türk ulusunun yaptığı savaşları işleyen eserleri bulmak mümkündür. Örnek kolarak; Gazavatnameler, Zafernameler, savaş destanları, asker türküleri gösterilebilir. Ağırlıklı olarak “savaşı okun edinen” bu tür eserlere harp edebiyatı denilmektedir.

    Türk edebiyatında harp edebiyatı vadisine dahil edebileceğimiz eserlerin sayısında özellikler 1860 tarihinden itibaren büyük artış olmuştur. Bunda bu tarihden sonra Osmanlı devletinde gazete ve derginin yaygınlaşmasının büyük etkisi vardır. 1860 sonrası Türk basınına bakıldığında; 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi, 1897 Osmanlı-Yunan Harbi, 1911 de İtalya’nın Trablus’u işgali, arkasından Girit’in elden çıkması, Balkan Muharebeleri ve nihayet Birinci Dünya Harbi ile ilgili başta şiir olmak üzere değişik türlerde kaleme alınmış pek çok eser bulunabilir. Bunlara müstakil kitap halinde basılan ürünler de dahil edildiğinde sayı daha da artar.

    İsmini verdiğimiz bu savaşlar serisi içinde edebiyatımızı en çok etkileyen 1. Dünya savaşı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın hem uzun sürmesi hem de etkisinin derin ve geniş olması bunun en önemli nedenidir. Tabii, bu savaşta Çanakkale cephesinde meydana gelen muharebelerin ayrı bir yeri ve önemi vardır. İstanbul’un kapısının kilidi olarak değerlendirilen Çanakkale Boğazının İngiliz ve Fransızlarca zorlanması İstanbulda büyük bir infiale sebep olmuş; kilidi kurcalayanlara engel olma, hatta uzanan elleri kırma şuurunu uyandırmıştır. O sebeple üniversiteli hatta liseli binlerce genç, defterlerini kalemlerini sıralarının üzerinde bırakarak Çanakkale cephesine koşmuşlardır. Çanakkale savaşı Anadolu’da da büyük bir heyecan yaratmış yurdun dört bir yanından gönüllü askerler akın akın Çanakkale’ye sevk edilmiştir.

    Şehirlerde yaşayanlar Çanakkale harbine ilişkin gelişmeleri basından takip ederken anadolu köylerinde ise halk şiirleri gündemi türkülerle dile getirmiştir. Gaziantep yöresinden derlenen bir türküdeki şu dörtlük, Anadolu’nun gözü ve kulağının Çanakkale’de olduğunu göstermektedir:

    “Kamışlı boğazından yürüdü asker
    Çanakkale’den de alında haber
    Oynayarak yollandı yavuklu nefer
    Koca bir hap oluyormuş bu sene”

    Çanakkale cephesinden alınan haberler başta İstanbul olmak üzere yurt çapında büyük yangı uyandırmış Türk askerinin orada veridiği eşsiz mücadeleyi dile getiren birçok şiir yazılmış ve türküler yakılmıştır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki Çanakkale Harbi ile ilgili o yıllarda yazılan şiirler ve söylenen türküler içinde unutulmaktan kurtulanı oldukça azdır. Bunlardan biri M. Akif’in Çanakkale Şehitlerine adlı şiiri; diğeri ise bugün Çanakkale türküsü adıyla bilinen meşhur türküdür. Akif’in şiiri ile ilgili bir kısım ilmi araştırma ve incelemeler yapılmış olmasına karşın Çanakkale türküsü hakkındaki araştırmalar maalesef yeterli değildir. İşte bu eksiklik bizi böyle bir tebliğ hazırlamaya yöneltti. Çanakkale öyküsünü kronolojik bir takiple doğuşu ve yayılışı çerçevesinde araştırmaya çalıştık.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/49356-halk-turkusunun-ortaya-cikis-hikayesi.html#post100118

    A. “Çanakkale Türküsü” nün Doğuşu veya Yakılışı


    Öncelikle türkü yakmak ne demektir? Bir türkü niçin yakılır veya doğar? Bu soruların cevabını verelim. Çünkü genel olarak bir türkünün yakılış gerekçesi Çanakkale Türküsünün de meydana gelme nedenini bünyesinde barındırmaktadır.Şairlik iddiası olmayan kimselerin, şahısları veya toplulukları duygulandıran çeşitli olayları terennüm etmek üzere türkü meydana getirmeleri işine “türkü yakmak” meydana gelene de “yakım” denilmektedir. Pek çok olay türkü yakılmasına sebep olabilir. Bu olaylar bütün bir milleti ilgilendirecek kadar büyük nitelikler taşıyabileceği gibi, dar çevrelerde meydana gelen cinsten de olabilir. Aşk, gurbet, ölüm, seferberlik, tabi afetler, oymak kavgaları, eşkıya baskınları, bir kalenin düşmesi, vatanın bir parçasının elden çıkması gibi sosyal olaylar; sevda, talihe kızma, şansa küsme gibi duygular türkülerin doğuş şartlarını hazırlayan sebeplerin başında gelir. Kısaca, hayatın çeşitli safhalarında, teker teker kşahıslar vey abelli bir muhit yahut bütün bir millet üzerinde derin tesirler bırakmış vakalara ait türküler meydana getirilebilir.

    Özetle, toplumu yakından ilgilendiren bir takım olayları yaşamış veya gönlünde duymuş bir sanatçı ( ruhu sanatçı olan kişi, aşık, halktan biri) hafızasındaki şiir ve ezgilerinde yardımıyla yeni bir türkü yaratır. Böylece türkü yakılmış olur. Yakılan türkü ağızdan ağza geçerek zamanla bazı değişikliğe uğrar. Bu sırada çocu türkülerde olduğu gibi türküyü ilk yakanın kim olduğu unutulur gider.

    Çanakkale türküsünün yakılışı da bahsettiğimiz şartlardan farklı değildir. Bu türkü Türk insanının hafızasında derin izler bırakmış bir olayın, yani büyük bir savaşın atmosferinde meydana gelmiştir. Dolayısıyla bu türkünün bir doğuş zamanı vardı8r. Ancak Çanakkale türküsünün doğuş zamanına ilişkin bilgiler şu soruları sormamıza neden olmaktadır.

    Çanakkale türküsü ne zaman doğmuştur? Yani bu türkü Çanakkale savaşları başlamadan önce mi yoksa harp sırasında mı yakılmıştır? Aslında bize bu soruları sorduran elimizdeki bir mektuptur. Söz konusu mektup Emrullah Nutku’nun “Çanakkale Şanlı Tarihine bir Bakış” adlı eserinde yer elmaktadır. Mektupu yazan Emrullah Nutku’nun kardeşi Seyfullah’tır. 1903 doğumlu olan Seyfullah savaşın arifesinde Çanakkale Sultanisi (lisesi) 1. sınıf öğrencisidir. Seyfullah, Çanakkale’den gönderdiği ve üzerinde 29 Eylül 1914 tarihi yazılı olan muktubunda şöyle der:

    Sevgili Anneciğim,

    Canımıza tak diyen iki yıllık gurbet hayatından artık kurtuluyoruz. Sana ve aileme kavuşacağım için seviniyorum.

    Mektebimizi alıyorlar., hastane olacakmış, bizi de İstanbuldaki mekteplere dağıtacaklarmış. Hocalarımızın çoğu da askerlik hizmetine gidiyorlar, büyük sınıflar da gönüllü yazılacaklarmış. Bugün Türkçe hocamız sınıfa geldi, ama çok kalmadı, bize veda etti. Bize; “Zamanı gelince cephede yapılacak vatan hizmetinin mektepte yapılan hizmetten kutsi olduğunu” söyledi.

    Birkaç günden beri Çanakkale sokaklarından askerler geçiyor. “Çanakkale içinde Aynalıçarşı, Anne ben gidiyorum düşmana karşı” şarkısını söylüyorlar. At üstünde zabitler, top arabaları, mekkare ve deve kervanları sokağımızı doldurdu. Harp olacakmış. İngiliz ve Fransız harp filoları boğazın dışında dolaşıyormuş. Buraları bombardıman edeceklermiş. Bu bombardımanı görmek isterdim, ama yakında Çanakkaleden ayrılacağız. Ama size kavuşacağım ben.

    Beybabamın, sizin ellerinizi öper kardeşlerime selam ederim.

    Oğlunuz Seyfullah.

    Mektuptan öğrendiğimize göre henüz Çanakkale savaşı başlamadan önce Çanakkale’de harbe hazırlanan askerler tarafından Çanakkale Türküsü söylenmektedir. Bu da bize türkünün doğuş zamanını harp öncesine götürmemiz gerektiğini haber vermektedir. Türk müzik tarihi ve halk türküleri üzerine önemli çalışmaları bulunan Mahmut Ragıp Kösemibal!in görüşleri de bu belgeyi destekler mahiyettedir. Kösemihal, Musiki Mecmuası’nda bu türkünün Çanakkale savaşları sırasında yeniden hazırlanmış ve zamana uygun mısralar araya katılmış bir türkü olduğunu, asıl türkünün “ilk iki kıtadan anlaşıldığı gibi” (Çanakkael içinde vurdular beni/Nişanlımın çevresiyle sardılar beni; Çanakkale içinde aynalı çarşı/Ana ben gidiyorum düşmana karşı) daha eski olup Çanakkale’de öldürülen bir delikanlının ağzından yakılmış bir ağıt olduğunu hatta Bay Vahit Lütfi’nin bu türkünün 1. Dünya Savaşı’ndan çok önce söylendiğini kendisine anlattığını bildirir.

    O zaman bu bilgiler ışığında şimdilik şöyle bir ara tespitte bulunabiliriz; Çanakkale türküsünün meydana gelmesi savaş öncesine kadar uzanır. İlk iki kıtadaki sözler de bu kanaatimizi doğrulayan işaretlerdir.

    Araştırmalarımız sırasında bulduğumuz başka belge ve bilgiler ise bu türkünün savaş başladıktan sonra meydana geldiği yönündedir. Şimdi de sırayla bunlara bakalım.

    Şamlı Selim tarafından 1915 yılında yayımlanan ve üzerinde Risale-i Musikiyye yahut Musiki Gazetesi yazan eserin on üç numaralı nüshasında şu ifadeyi okuyoruz. Çanakkale Marşı bestekarı Kemani Kevser Hanım .

    Kevser Hanım tarafından bestelendiği belirtilen ve ikişer mısralı on iki bentten oluşan marşın sözleri şöyledir:

    Çanakkale Kahramanlarının Hatırası

    Atar çavuş atar vururlar seni
    Ölmeden mezara koyarlar seni
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içini duman bürür
    Kırk altıncı fırkanın namı yürür
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde dolu bir testi
    Analar babalar ümidi kesti
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde sıra serviler
    Altında yatıyor aslan şehitler
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale boğazı dardır geçilmez
    Kan olmuş suları bir tas içilmez
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde bir sarı yılan
    Osmanlının tayyaresi durdurur divan
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale sende vurdular beni
    Nişanlımın mendiline sardılar beni
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale sende yatar bir selvi
    Kimimiz nişanlı kimimiz evli
    Of gençliğim eyvah

    Atar ingiliz atar pişman olursun
    Kan alıcı fırkaya kurban olursun
    Of gençliğim eyvah

    İstanbul’dan çıktım başım selamet
    Çanakkale’ye varmadan koptu kıyamet
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale seni duman bürüdü
    Ali Kemal Bey’in namı yürüdü
    Of gençliğim eyvah

    Tayyare ile uçarız, dağlar aşarız
    Bize tayyareci derler, düşmanları yıkarız
    Of gençliğim eyvah.


    Sözlerin üstünde yazan “ Çanakkale Kahramanlarının Hatırası” ibaresi, bize bu marşın Çanakkale’deki askerlerimizin kahramanlıklarının hatırasını yaşatmak amacıyla bestelenmiş olduğnu düşündürmektedir. Zira Çanakkale Harbi sırasında Harbiye Nezareti’nin teşvik ettiği “harp edebiyatı” kapsamında kimi şiirlerin marş olarak besteletildiğini biliyoruz.

    Harbiye Nezareti bu kampanya dahilinde Çanakkale’deki askerlerimizin kahramanlık ve fedakarlıklarını anlatan eserlerin yazılmasını teşvik etmiş hatta bu maksatla Temmuz 1915’de edebiyatçı, müzisyen ve ressamlardan oluşan bir heyeti Çanakkale harp sahasına götürmüştür.

    İşte bu kampanya dahilinde yazıldığını düşündümüğümüz ve yine bugünkü Çanakkale Türküsünün sözlerini hazırlatan bir diğer şiir Destancı Mustafa’ya aittir. Destancı Mustafa’nın tek sahife halinde bastırıp “30 Para’dan sattığı “Çanakkale Şarkısı’ biraz daha uzun olup ondört kıtadan oluşmaktadır. Bu şiirden de birkaç mısra okuyalım:

    Çanakkale Şarkısı

    Çanakkale’sine vardım selamet
    Anafartalar’da koptu kıyamet,
    Nakarat
    Anafartalar’da oldu kıyamet
    Çanakkale’sinde büyük çarşı
    İşte ben gidiyorum düşmana karşı
    Nakarat
    Borular çalıyor ileri arşı
    Çanakkale’sinde bir uzun servi
    Kimimiz taşralı kimimiz yerli
    Nakarat
    Askerde rahatla geçirdik devri
    Çanakkale’sinde bir yeşil direk
    Ölen düşmanlar asevinmek gerek
    Nakarat
    Harbin dehşetine dayanmaz yürek
    Çanakkale’sinde yapılır testi
    Düşmanlar çekilip ümidi kesti
    Nakarat
    Kahraman askerin yorulmaz desti
    Çanakkale’sinde sıra serviler
    Sanki yağmur gibi iner mermiler
    Nakarat
    Düşmanın üstüne düşer mermiler
    Çanakkale’sinde elektirikler
    Kumanda ediyor liva ferikler
    Nakarat
    Düşman cesediyle doldu tarikler
    Çanakkale’sinde büyük çınar
    Duymasın anam ölürsem yanar
    Nakarat
    Sağ kalır isem her daim anar
    Çanakkale’sinde sıra söğütler
    Zabitler bir yandan asker öğütler
    Nakarat
    Vadesi gelerek ölen yiğitler
    Çanakkale’sinde akıyor dere
    Hesapsız düşmanlar döküldü yere
    Nakarat
    Bomba yarasıyla açıldı bere
    Çanakkale’sinin çoktur furunu
    Osmanlı askeri arslan torunu
    Nakarat
    Asla unutulmaz Arıburnu
    Çanakkale’sinde toplar inliyor
    Topların sesini herkes dinliyor
    Nakarat
    Topçular düşmanı görüp mimliyor
    Çanakkale’sinde yanar löküsler
    Kahraman askerler durmaz göğüsler
    Nakarat
    Korkarak kaçar hemen öküsler
    Çanakkale’sinde kurulur Pazar
    Aslan askerlere değmesin nazar
    Nakarat
    Ecel geldi ise kısmetimde yazar.

  3. #3
    soleil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Mesajlar
    4,856
    Tecrübe Puanı
    110

    --->: Halk Türküsünün Ortaya Çıkış Hikayesi

    Destancı Eyüblü Mustafa Şükrü Efendi’nin şiiri ile Kevser Hanım’ın bestelediği sözler arasında da kimi benzerliklerin olduğu görülmektedir. Özellikle şu dizeler arasındaki yakınlık oldukça dikkat çekicidir:

    Çanakkale’sine vardım selamet
    Anafartalar’da toptu kıyamet
    (Destancı Mustafa)

    İstanbul’dan çıktım başım selamet
    Çanakkale’ye varmadan koptu kıyamet
    (Kevser Hanım Bestesi)

    Çanakkale’sinde yapılır testi
    Düşmanlar çekilip ümidi kesti
    (Destancı Mustafa)

    Çanakkale içinde dolu bir testi
    Analar babalar ümidi kesti
    (Kevser Hanım Bestesi)

    Çanakkale’sinde bir uzun servi
    Kimimiz taşralı kimimiz yerli
    (Destancı Mustafa)

    Çanakkale sende yeter bir selvi
    Kimimiz nişanlı kimimiz evli
    (Kevser Hanım Bestesi)

    Aslında bu benzerlikler geleneğin ortak olarak kullandığı ve pek çok halk şiirinde de rastlayabileceğimiz söz kalıplarından kaynaklanmaktadır. Çünkü halk şiiri ve türküleri meydana getirilirken daha önce bilinenlerden ‘söz kalıpları’ alınır adeta yenilere monte edilir. Bu yüzden yeni türkülerde mevcut ses ve söz kalıplarından sıkça faydalanıldığı görülür. Değişik türkülerden aldığımız şu örnekler bune birer kanıttır:

    1897 Türk-Yunan Harbi ile ilgili bir türkünün şu dizelerinin daha sonra da kullanıldığı anlaşılmaktadır:
    (….)
    Yunan’ın içinde bir sıra selvi
    Kimimiz nişanlı kimimiz evli
    Sılada bıraktım saçları telli

    ‘Köy Halk Türküleri’ adlı kitaptaki türkülerin birinde restladığım şu dizeler bir hayli tanıdık geliyor.

    Isparta’dan çıktım başım selamet
    Köy yoluna döndüm koptu kıyamet.

    Hasan Ali Yücel’in “ürk Edebiyatına Toplu Bir Bakış” isimli eserinde gördüğüm bir halk şiirindeki şu mısralar da oldukça dikkat çekicidir:

    Karakoldan çıktım yan basa basa
    Ciğerlerim toptu kan kusa kusa
    (…….)

    Yarin çevresine sardılar beni, Erdoğan Gökçe, “1897 Türk-Yunan Savaşlarında Yakılan Türküler”, Folklör Araştırmaları, Nu:303, Ekim 1974, s. 7119,7121

    Ölmeden toprağa koydular beni,
    Vay koydular beni!.......

    Örnekler daha da çoğaltılabilir. Bu türkülerdeki bazı söz kalıplarının Çanakkale türküsünde kullanıldığı açıktır. Bu noktada yukarıda yaptığımız tespimizie bazı ilaveler yapabiliriz: Çanakkale Harbi sırasında bestelenen “Çanakkale Marşı” yazılan “Çanakkale Şarkısı”, veya yakılan Çanakkale türküsü” tamamen orijinal olmayıp kendinden önceki halk şiiri birikiminden izler taşımaktadır. Bu durum bir eksiklik değil halk şiirlerinin/türkülerin meydana gelme sürecinde gelenekteki devamlılığın tabii bir sonucudur. Dolayısıyla bu bilgiler Çanakkale türküsünün harp öncesi doğmuş olduğu yönündeki düşüncemizi biraz daha kuvvetlendirmektedir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/49356-halk-turkusunun-ortaya-cikis-hikayesi.html#post100119

    Çanakkale türküsüne ilişkin bulduğumuz ve Sabah gazetesinde 1916 yılı başlarında yayınlanan bir diğer metin de Flarinalı Nazım’ım kaleme aldığı “Çanakkale Türküsü” adlı şiirdir. Ancak bu şiirin adının dışında bugünkü türkü ile bir ilgisi yoktur. Şiirin yanına yazılan nottan öğrendiğimize göre bu şiir bestelenmek ümidiyle yazılmıştır.

    Çanakkale türküsünün doğuş zamanına ilişkin belge, bulgu ve tespitimizi belirttikten sonra, türkünün 1915 yılından günümüze doğru geliş veya yayılış öyküsüne bakabiliriz:

    ÇANAKKALE TÜRKÜSÜNÜN YAYILIŞI

    Daha önce ifade ettiğimizi gibi Çanakkale Savaşı sırasında pek çok şiir kaleme alınmış ancak bunların çoğu kısa süre sonra unutulup gitmiştir. Oysa Çanakkale türküsü unutulmamış 1. Dünya Savaşı bittikten sonra bu türkü askerin dilinde Osmanlı Coğrafyasının hemen her yerine yayılmıştır. Falih Rıfkı, 20 Mart 1918 tarihli Dergah dergisinde yayımlanar bir yazısında bu gerçeği şöyle dile getirir:

    “Çanakkale için bu kadar şiir yazıldı, hiç biri hatırımızda yok… Belki yazanların bile!. Çanakkale harbini yapan neferler sılaya dönerken bir türkü tutturdular. Bu türkü İstanbul sokaklarından ta Anadolu içlerine kadar yayıldı.

    Çanakkale içinde vurdular beni
    Ölmeden mezara koydular beni

    Güftesi şu basit mısralar olan bu türkünün yanık sesi önünde şairlerimizin yazdığı Çanakkale şiirlerinin sahteliğini hissettik, onlar kağıttan yapılmış çiçeklere benziyordu. Çünkü bu türküde orada harp edenlerin acıları vardı, memleket hasretleri duyuluyordu.

    Araştırmamız sırasında gördükki Çanakkale türküsü Anadolu sınırlarının da dışına çıkmış hatta Balkanlarda da oldukça çok söylenen meşhur türlüler arasına girmiştir. Çünkü Çanakkale Savaşlarına Türk ordusu içinde Rumeli’de yaşayan halkların da katıldığı bilinmektedir. Dr. İrfan Morina’nın III.Milletler Arası Türk Folklör Kongresi’nede sunduğu bir tebliğden “Çanakkale Türküsünün Arnavutça Söylenişi’nin bile olduğnu öğreniyoruz. Arnavutça söylenişinden bir kıtasını okuyarakÇanakkale Türküsünün 1918 sonrasına ilişkin öyküsüne devam edelim:

    Çanakkale içinde bir sarı çadır
    Türk zabitleri bir araya toplanır
    Of gençliğe vay aman

    1918 tarihi aynı zamanda halk türkülerinin de önemsenmeye başlandığı bir tarihtir. Bu tarihte Yeni Mecmua’nın çıkardığı “Çanakkale Özel Sayısı’nda Musa Süreyya imzalı “Asker Türkülüre” başlıklı yazıda “askere ruhi bir zevk, kırılmaz, bükülmez bir azim veren türkülerin öneminden bahsedilmekte ve milli ruhu ihtiva eden bu türkülerin bir an önce derlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ancak bu ve benzeri düşüncenin sistemli ve programlı bir şekilde hayata geçebilmesi yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile mümkün olabilmiştir. Cumhuriyet’in ilk on yılı içinde: “1926 (İzmir, Ödemiş, Tire, Aydın, Nazilli Sultanhisarı, Denizli, Manise, Kırkağaç, Soma, Bergama, Dikili, Ayvalık, Edremit, Havran, Balıkesir, Bandırma, Bursa, Gemlik ve Mudanya’da). 1927 (Konya, Ereğli, Karaman, Alaşehir, Ödemiş, Aydın, Manisa, şizmir çevrelerinde iki ay kadar), 1929 ( Trabzon, Erzincan, Erzurum çevrelerinde), , 1932 (Balıkesir ve çevresinde) ve daha sonraki tarihlerde, Anadolu’nun pek çok ili gezilerek halk türküleri derlenmiştir. Bu derlemeler neticesinde bir araya getirilen beş yüzden fazla türkü 1930’da Halk Türküleri adı altında yayımlanmıştır. Burada oldukça dikkat çekici bir husus vardır ki derlenen türküler arasında Çanakkale türküsüyer almamaktadır. Bunun sebebinin, o yıllarda l. Dünya Harbi ile ilgili pek çok türkü arasında Çanakkale türküsüne yeterince dikkat edilmemesi olduğunu düşünüyoruz.

    Ancak aradan çok fazla zaman geçmeyecek ve Mahmut Ragıp Gazimihal (Kösemihal) 1936 yılında Çanakkale Türküsünü notasıyla beraber yayımlayacaktır. Sözleri şöyledir:

    Çanakkale içinde vurdular beni
    Nişanlımın çevresile sardılar beni
    Of gençliğim eyvah!

    Çanakkale içinde aynalı çarşı
    Anne, ben gidiyorum düşmana karşı
    Of, gençliğim eyvah!

    Çanakkale içinde kasap olur mu?
    Vurulan, şehitler hesap olur mu?
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde bir dolu testi
    Analar babalar umudu kesti
    Of gençliğim eyvah!

    Gazimihal’in yayımladığı Çanakkael türküsü dört kıtadan oluşmaktadır ve bu tarihten sonraki yayınlar için de temel teşkil etmiştir. Çünkü daha sonra Çanakkale türküsü adıyla türkü kitaplarında yer alacak olan metinler büyük ölçüde Gazimihal’in yayımladığına dayanmaktadır. Hemen belirtelim ki Gazimihal’in verdiği sözler de Kevser Hanım’ın bestelediği marşı hatırlatmakta v eher iki eserin sözlerinde önemli benzerlikler olduğu görülmektedir.

    Naki Tezel’in herhangi bir kaynak vermeksizin 1949’da yayımladığı türkünün sözleri ise şöyledir:

    Çanakkale içinde aynalı çarşı
    Ana ben gidiyorum düşmana karşı
    Of gençliğim eyvah..

    Çanakkale içinde bir uzun selvi
    Kimimiz nişanlı kimimiz evli
    Of gençliğim eyvah..

    Çanakkale içinde bir dolu desti
    Analar babalar mektubu kesti
    Of gençliğim eyvah..

    Çanakkale üstünü duman bürüdü
    On üçüncü fırka harbe yürüdü
    Of gençliğim eyvah.

    Bu metnin son beyiti daha önceki metinlerin hiçbirinde yoktur. Fakat Kevser Hanım’ın bestelediği marşta geçen “Çanakkale seni duman bürüdü’Ali Kemal Bey’in namı yürüdü” mısralarıyla yakınlığı ortadadır. Diğer mısralar da öncekilerden pek farklı değildir.

    1950’li yıllarda Çanakkale türküsü birkaç kitapta birden görünmeye başlar. Bunda o tarihlerde yapılan ve ülke çapındaki yardımlarla desdeklenen Çanakkale şehitler Abidesi’nin oluşturduğu havanın katkısı olsa gerektir.

    İşte bunlardan biri halk müsiğine büyük emek vermiş olan Muzaffer Sarısözen’e aittir. Muzaffer Sarıözen’in Yurttan Sesler adlı notalarıyla türkülerden örnekler veridği eserinde ‘Çanakkael’ başlığı altında verilen sözler ile Naki Tezel’in yayınladığı metnin kıtları tamamen aynı olup yalnızca nakaratları farklıdır. Sarıözen’in 1952 yılında yayımladığı söz konusu notada nakaratlar “Of gençliğim eyvah” yerine “Of sağolsun anam” şeklindedir. Bir yıl sonra yayınlanan Cahit Öztelli’nin Halk Türküleri adlı kitabındaki sözler ise bir kıtası hariç Gazimihal’in yayınladığı sözlerle aynı olup nakaratında çok küçük bir değişiklik olduğu anlaşılmaktadır. Burada da “Of gençilğim eyvah” nakaratı “Ah gençilğim eyvah” biçimindedir. Birkaç yıl sonra Ragıp Şevki ise hazırladığı Seçme türküler adlı kitaba Muzaffer Sarıözen’in metnini aynen almıştır.

    1966 yılında ise Çanakkale türküsünün marşların toplandığı bir antolojiye alındığını görüyoruz. Ethem Ruhi Üngör 2Türk Marşları” isimli kitabında “Çanakkale Marşı” adı altında notasıyla beraber şu sözleri verir ve bestecinin Destancı Mustafa olduğunu belirtir. Marşın bestekarı olarak Destancı Mustafa’nın adının geçmesini Ethem Ruhi’nin bir yanılgısı olarak düşünüyoruz. “Çanakkale içinde sıra serviler’Binbaşılar oturmuş asker öğütler’ gibi Destancı Mustafa’nın “Çanakkale Şarkısındaki” kimi dizeleri hatırladan marşın sözleri şöyledir:

    Çanakkale içinde aynalı çarşı
    Anne ben gidiyorum düşmana karşı
    Çanakkale içinde sıra serviler
    Binbaşı oturmuş asker öğütler

    Çanakkale içinde bir kırık testi
    Anneler ve babalar ümidi kesti
    Arıburnu'ndan çıktık yan basa basa
    Hep düşmanlar kaçıyor kan kusa kusa

    1967 yılında çıkarılan Çanakkale il yıllığında yer alan ve 1971'deki il yıllığında da aynısı bulunan "Çanakkale Türküsü’nün sözleri ise buraya kadar verdiğimiz metinlerden bazısının aynen bazısını da kısmen değişiklikle tekrarlayan meralardan oluşmaktadır. "Çanakkale türküsü, bu yıllıkla ilk kez "Çanakkale'de söylenen bir türkü" olarak literatüre girmiştir. Önemine binaen bu metni de buraya almayı uygun buluyoruz.

    Çanakkale içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular beni Of gençliğim eyvah

    Çanakkale köprüsü dardır geçilmez
    Al kan olmuş suları bir tas içilmez
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde aynalı çarşı
    Anne ben gidiyorum düşmana karşı
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde bir dolu testi
    Anneler babalar ümidi kesti
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale'den çıktım yan basa basa
    Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale içinde sıra söğütler
    Altında yatıyor aslan yiğitler
    Of gençliğim eyvah

    Çanakkale'den çıktını hasını selâmet
    Anafarta'ya varmadan koptu kıyamet
    Of gençliğim eyvah'''

  4. #4
    soleil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Mesajlar
    4,856
    Tecrübe Puanı
    110

    --->: Halk Türküsünün Ortaya Çıkış Hikayesi

    1970'li yıllar Çanakkale türküsünün öyküsünde önemli bir dönemin başlangıcı olur. Çünkü türkü, bu yıllardan sonra ülke çapında daha çok bilinme imkanına kavuşur. Artık Çanakkale türküsü halk şiiri ve müziği ile ilgili hemen her kitaba alındığı gibi türküler hakkında bilgi veren araştırmalarda da “bentleri iki, kavuştakları tek dizeli türküler" için verilen örneklerin başında yer alır.

    Ayrıca türkünün daha da meşhur olmasında bu yıllarda radyodan duyulması ve TRT kayıtlarına girmesinin de büyük payı olduğu kanaatindeyiz.

    Çanakkale türküsünün sözleri I973'te notasıyla beraber TRT yayınları arasında şu bilgilerle yerini almıştır:
    Derleyen: Muzaffer Sarısözen Derleme Tarihi: (---) inceleme Tarihi: 22.11.1973 Notaya Alan: Muzaffer Sarısözen Kimden Alındığı:İhsan Ozanoğlu
    Yöresi: Kastamonu

    TRT yayınındaki sözler nakaratları hariç. Muzaffer Sarısözen'in yukarıda bahsettiğimiz ve 1952'de yayınladığı sözlerin aynısıdır. Muzaffer Sarısözen'in kaynak kişi olarak gösterdiği İhsan Ozanoğlu Musiki Mecmuası'ndaki bir yazısında ne zaman olduğuna ilişkin bir tarih vermeden, Sarısözen'in Çanakkale zaferi yıldönümünde günün önemini belirtecek türkü ararken nereye başvurduysa Çanakkale konusu üzerine türkü bulamadığını bunun üzerine telefonla kendisine müracaat ettiğini, kendisinin de hemen notasını yazıp Kastamonu'dan postaladığını. Ankara'ya gittiğinde ise Çanakkale türküsünün hiçbir yerde bilinmediğine göre mutlaka Kastamonu'da yapılmış olması gerektiğini belirtir. Yazının devamında ise Sarısözen'in kendisine "şimdi de bestekarını tespit etmesini rica ettiğini fakat türküyü yakanı kesin olarak tespit edemediğini ifade eder.

    Muzaffer Sarısözen bu türkünün sözlerinin aynısını 1952 yılında yayınladığına göre türküyü İhsan Ozanoğlu bu tarihten önce göndermiş olmalıdır. İhsan Ozanoğlu'nun türkünün yöresine ilişkin iddiası bazı kitaplara da geçmiştir. " Yurt Ansiklopedisi'nde "Çanakkale içinde aynalı çarşı" sözleriyle başlayan ezgi. Kastamonu ve Tuna üzerindeki Adakale'den derlenmiştir. Türkünün yalnız sözleri yöreyle ilgilidir" " denilmektedir.

    Bazı kaynaklarda ise türkünün Çanakkale yöresine ait olduğu yazılıdır. Farklı bilgiler haliyle Çanakkale türküsünün hangi yöreye ait olduğuna dair zihinlerde bir soru işaretinin oluşmasına sebep olmaktadır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/49356-halk-turkusunun-ortaya-cikis-hikayesi.html#post100120

    Yukarıda belirtildiği gibi Çanakkale türküsünün hangi yöreye ait olduğuna ilişkin farklı görüşler vardır. Aslında, "türkülerin nerede ve ne zaman ortaya çıktığını bilmek çok kere elden gelmez. Yurdun birçok yerinde söylenmekte olan bir türkü elbette bir tek yerde doğmuştur. Eğer varsa, türküdeki yer ve kişi adları da onun doğuş yerini her zaman göstermez. Çünkü, türkü gittiği yerlerde bazı değişikliklere uğrar. Bu yüzden kimi zaman bir türküye değişik yerlerin halkı sahip çıkar: bu türkü oranın değil: bizimdir, derler." Fakat bunla beraber bazı türkülerin çıkış \erleri bilinir. Bu türküler genellikle tarihi olaylarla dayanan türkülerdir. Dolayısıyla Çanakkale türküsü ile ilgili hu tür bir tartışma yersiz ve ilmî dayanaklardan yoksundur. Şu ana kadar verdiğimiz bilgiler kesin bir şekilde bu türkünün ortaya çıkış yerinin Çanakkale olduğunu kanıtlamaktadır.

    Buraya kadar Çanakkale türküsünün öyküsünü kronolojik bir metotla; "türkünün doğuşu ve yayılışı" ekseninde ele almaya çalıştık. Türkünün şekli, muhtevası ve diline pek temas etmedik. Zira söz konusu türkü bu açılardan da incelemeye muhtaçtır. Biz tebliğimizi şimdilik vardığımız şu sonuçlarla noktalamak istiyoruz:

    Çanakkale türküsü ilkin halk şiiri geleneğine uygun olarak hazır söz kalıplarından da istifade ile askere giderken bir ayrılık türküsü olarak doğmuştur.

    Türkü, Çanakkale Muharebeleri boyunca söylenmiş bu sırada Kevser Hanım’ın bestesi(Çanakkale Marşı) ve Destancı Eyüblü Mustafa Şükrü'nün katkılarıyla daha da zenginleşmiştir.

    Çanakkale türküsü, l. Dünya Savaşı bittikten sonra, memleketlerine dönen askerlerin dilinde başta Anadolu olmak üzere Osmanlı coğrafyasının hemen her tarafına yayılmıştır.

    Aradan geçen yaklaşık doksan yıllık zaman içinde ölmemiş canlılığını mııhafaza etmeyi başarmıştır. Bunu toplumu çok derinden etkileyen bir olaya dayanmasına, ezgisinin dokunaklı oluşuna ve sanat yapısının yüksek olmasına bağlayabiliriz.

    1970'li yıllardan sonra Çanakkale türküsü oldukça meşhur olmuş, hem sözleri hem de ezgisi bakımından ortak bir söyleyişe kavuşarak daha rafine hale gelmiştir.

    Bugün, Çanakkale türküsü Çanakkale Muharebeleri'ni kazanan kahraman askerlerimizin hissiyatına tercüman olan en kıymetli eserlerden biri olarak, türkülerimiz arasında hak ettiği müstesna yerini almıştır.

  5. #5
    soleil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Mesajlar
    4,856
    Tecrübe Puanı
    110

    --->: Halk Türküsünün Ortaya Çıkış Hikayesi

    Zahide

    Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa, 1901 yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde, daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü.

    Arap Mustafa’nın babası düğünlerde, toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan, babayiğit, giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa, Ağasının yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı.

    20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı, deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün’ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır. (1)

    Zahide Kurbanım n'olacak Halim
    Gene bir laf duydum kırıldı belim
    Gelenden gidenden haber sorarım
    Zahidem bu hafta oluyor gelin

    Hezeli de deli gönül hezeli
    Çiçekdağı döktü m'ola gazeli
    Dolaştım alemi gurbet gezeli
    Bulamadım Zahidem'den güzeli

    Ay ile doğar da gün ile aşar,
    Zahide’mi görenin tebdili şaşar
    İyinin kaderi kötüye düşer,
    Diken arasında kalmış gül gibi.

    Zahide’m kurbanım kurtar bu dardan
    Baban anlamadı bizim bu haldan
    Kekiline sürmüş kokulu yağdan,
    Derdin beni del’ediyor Zahide’m.

    Ziyaret’ten çıktım Cender’in özü
    Kum gibi kaynıyor Zahide’m gözü
    Aslını sorarsan esalet yerden
    Hacı Bürolardan Mehmet’in kızı.

    Gurbet ellerinde esinim esir
    Zahide’m kurbanım hep bende kusur
    Eğer baban seni bana verirse
    Nemize yetmiyor el kadar hasır.

    Çiçekdağı’nda da hiç gitmez duman
    Zahide’rn kurbanım hallarım yaman
    Yapamadım şu babayın gönlünü
    Fakir diye bana vermedi baban.

    Anamdan doğalı çok çektim cefa,
    Şu yalan dünyada sürmedim sefa,
    Adımı namımı soran olursa,
    Orta Hacı Ahmetli Arap Mustafa.

    Arapoğlu Mustafa’nın kendisine Mecnun gibi aşık olduğundan etkilenen Zahide, Mustafa için şiirler söylemiştir. Bu şiirin üç kıtasını H. Vahit
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/49356-halk-turkusunun-ortaya-cikis-hikayesi.html#post100121
    Bulut, 1973 yılında Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Zahide’nin yakın arkadaşı ve sırdaşı Fatik’ten derlemiştir.(2) Baştaki iki kıta tarafımızdan derlenmiştir.

    Bu nasıl sevdaymış geldi başıma
    Felek ağu kattı tatlı aşıma
    Sevda çekenlere zor gelir gurbet
    Gece gündüz elim kalkmaz işime.

    Aşağıda sap kağnısı geliyo
    Derdin beni elik elik eliyo
    Kurbanlar olayım gara Mustafam
    Babam beni yad ellere veriyo.

    Arapoğlu derler gayeten atik
    Gözleri kara da, kaşları çatık
    Git nazlı y de bir haber getir
    Bastığın yerlere kurbanım Fatik.

    Ağlayarak yayığımı yayarım
    Yarim gitti günlerini sayarım
    Çıksa Büyüköz’e mendil sallasa
    Islık çalsa ıslığını duyarım.

    Coşkuna da deli gönül coşkuna
    Aşkından Zahide döndü şaşkına
    Sensiz edemiyom nazlı civanım
    N’olur bir yol görün Allah aşkına.

    KAYNAK
    - Doğuş Gazetesi, Sayı, 8,9-18 Ekim 1973.
    - H. Vahit Bulut, Kırşehir Halk Ozanları, Filiz Yay. 1983, S. 109.


    Kaynak:
    Öyküleriyle Kırşehir Tütküleri, Destanları, Ağıtları (sayfa: 206,207,208)
    Baki Yaşa Altınok
    Oba Kitabevi
    Ankara, Mayıs 2003

  6. #6
    soleil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Mesajlar
    4,856
    Tecrübe Puanı
    110

    --->: Halk Türküsünün Ortaya Çıkış Hikayesi

    Sarı Gelin Türküsü - Sarı Gelin Türküsünün Hikayesi

    Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gürsoy Solmaz, Sarı Gelin türküsünün kahramanı olan genç kızın 1130'lu yıllarda yörede hüküm süren Gürcü Penek Kralı'nın kızı olduğunu ileri sürdü. Solmaz, ''Türkünün kahramanı kız ne Türk ne de Ermeni'dir. Sarı Gelin aslında Gürcü kızıdır'' dedi
    .
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/49356-halk-turkusunun-ortaya-cikis-hikayesi.html#post100122

    Sarı gelinin hikayesi
    Abdulkadir Geylani, müritlerini çeşitli yerlere göndererek onlardan İslamiyet'i yaymalarını istemiştir. Müritlerinden Şeyh Senani'ye (Sen de Penek'e gideceksin. Orada İslamiyet'i yayacaksın. Ola ki görevini aksatırsan, umarım ki domuzların ayakları senin omuzlarında olur) diyerek bir anlamda serzenişte bulunmuştur. Şeyh Senani, Penek'e gelir. Fakat buranın hakimi Gürcü Kralı'nın güzel ve sarışın kızına o arada aşık olur. Sık sık görüşürler. Birbirlerine daha yakın olmak için Şeyh Senani, kızın önerisi ile onların domuzlarına çobanlık etmeye başlar. Böylece aradan 7 yıl geçer. Bir gün domuz yavrusunu sırtlayıp getirirken, domuz yavrusunun ayakları Şeyh Senani'nin kulağına ve omzuna değer. Aniden Abdülkadir Geylani'yi hatırlayan Şeyh Senani, onun kendisine, (şayet görevini aksatırsan dilerim ki domuzların ayakları omuzlarının üzerinde olur) sözlerini hatırlar. Şeyh Senani, Penek hakimi Gürcü Kralı'nın sarı saçlı kızına yani sevgilisine durumu anlatır. Ona hak veren ve kendisiyle aynı düşünceyi benimseyen sarı kız onunla gitme kararını bildirir. Durumu öğrenen Penek Kralı, kızını biraz da yaşlı olan Şeyh Senani'ye vermek istemez. Daha sonra Şeyh Senani, birkaç müridi ve sarı kız birlikte kaçarlar. Onların kaçtığı haberini alan Gürcü Kralı ise askerlerini gönderir. 500 Gürcü asker kaçanları Allahuekber dağlarında sıkıştırır, Şeyh Senani ve müritleri ile Sarı Kız askerlere karşı koysalar da sonuçta tümü öldürülür. Dağın alt tarafında müritler, zirvesinde de Şeyh Senani ve sevgilisi Sarı kız öldürülürler. Hatta Şeyh Senani son nefesinde, üç defa (Allahuekber) dediği için bu dağların (Allahuekber) adını aldığı rivayet ediliyor.
    Mezarları ziyaret ediliyor
    Sarı Gelin türküsünün kahramanının Allahuekber Dağı'nda sevdiği Müslüman genç Şehy Saneni ile birlikte mezarlarının bulunduğunu anlatan Solmaz, yörede bulunan onlarca köyde yaşayanların her yıl haziranın ilk haftası bu mezarları ziyaret ettiğini belirtti. Yöre halkının hasatın iyi olması için mezarların ziyaret edilmesi inancını taşıdığını kaydeden Solmaz, ''Aşk isteyen, evlenmek isteyen, hasta olanlar da mezarları ziyaret ederek, dilekte bulunup, adak adıyorlar'' diye konuştu.


    Sarı Gelin

    Erzurum çarşı pazar leylim aman
    İçinde bir kız gezer oy nenen ölsün
    Sarı gelin aman

    Elinde divit kalem leylim aman
    Dertlere derman yazar oy nenen
    Ölsün sarı gelin

    Erzurumda bir kuş var leylim aman
    Kanadında gümüş var oy nenen ölsün sarı gelin
    Yarim gitti gelmedi leylim aman
    Elbet bunda bir iş var oy nenen ölsün sarı gelin

  7. #7
    soleil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Mesajlar
    4,856
    Tecrübe Puanı
    110

    --->: Halk Türküsünün Ortaya Çıkış Hikayesi

    Hekimoğlu

    Hekimoğlu derler benim de aslıma
    Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime
    Konaklar yaptırdım döşetemedim.
    Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim

    Konaklar yaptırdım mermer direkli
    Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli
    Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi
    Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi

    Çiftlice Muhtarı puşttur --------
    Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek
    Hekimoğlu derler bir ufak uşak
    Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek

    Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir.

    Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır.

    İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır.

    Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder.

    Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey,
    kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/49356-halk-turkusunun-ortaya-cikis-hikayesi.html#post100123

    Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu'nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır.

    Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla

    işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle olur orada.

    Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :
    1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor.

    2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya
    kadar geliyor ve burada ölüyor.

    Hekimoğlu, tipik bir örneğidir. Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır.

    Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de dir. Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen in özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor.
    Bu yüzden Hekimoğlu'nun, adı, Hekimoğlu'nun adı le özdeşleşmiştir.



    Kaynak:
    Mehmet Bayrak
    Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri,
    Yorum Yayınları Ankara 1985

  8. #8
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart Yanıt: Halk Türküsünün Ortaya Çıkış Hikayesi

    Ah Bir Ateş Ver
    Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
    Sen salın (sallan) gel ben boyuna bakayım
    Uzun olur gemilerin direği
    Ah çatal olur efelerin yüreği
    Ah vur ataşı gavur sinem ko yansın
    Arkadaşlar uykulardan uyansın
    Uzun olur gemilerin direği
    Ah çatal olur efelerin yüreği
    Çanakkale Boğazı, Nağra Burnu açıkları
    4 Nisan 1953, Saat 02:15
    Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile Çarpıştı. Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece. Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü. Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı. Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı. Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu. Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı. Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, herşey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler. Şamandıradaki telefon hattının öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi.

    Çarşambayı Sel Aldı
    Çarşamba'yı sel aldı
    Bir yar sevdim el aldı
    Keşke sevmez olaydım
    Elim koynunda kaldı
    Oy ne imiş ne imiş
    Kaderim böyle imiş
    Gizli sevda çekmesi
    Ateşten gömlek imiş
    Çarşamba yollarında
    Kelepçe kollarımda
    Allah canımı alsın
    O yarin kollarında
    Oy ne imiş ne imiş
    Kaderim böyle imiş
    Gizli sevda çekmesi
    Ateşten gömlek imiş
    Çarşamba yazıları
    Körpedir kuzuları
    Allah alnıma yazmış
    Bu kara yazıları
    Oy ne imiş ne imiş
    Kaderim böyle imiş
    Gizli sevda çekmesi
    Ateşten gömlek imiş
    Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısındaki yoksul köylülerden birinin oğluydu. Kara sevdası karşılık bulmuş, Melek ona kalbini açmıştı. Nişanlandılar ve Ahmet askere gitti. Ağa oğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu. Melek, Mehmet Ali'yi reddedince, ağa oğlu ve adamları tarafından dağa kaldırıldı. Kötü haberi alınca firar eden Ahmet, silahını alıp, yollara düştü. Gece gündüz Melek'i aradı. Bir gün yağmur yağdı, Yeşilırmak taştı. Çarşamba bir anda göle döndü. Sel, Canik Dağları'ndan aşağı bir çığ gibi, önüne kattığı herşeyi sürükledi. Selin ardından hayat yeniden normale döndü. Abdal Deresi'nin Yeşilırmak'a döküldüğü yerde ahali toplandı. Derenin nehre bağlandığı yerdeki kayanın üstünde, selin getirdiği iki kişinin cesedi görüldü. Cesetler, Melek ve Ahmet'e aitti. Elele tutuşmuş öylece yatıyorlardı. Rivayete göre büyük kaya parçası, yedi yerinden ayrıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırdı. Ahali dua etti. Dualar, yıllardır can alan, insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü.' Çarşamba'yı sel aldı' türküsü de, o acı mırıltılardan doğdu. Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kuruldu ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anıldı. Ahşap değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı. Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar sürdü.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/49356-halk-turkusunun-ortaya-cikis-hikayesi.html#post118551
    Çökertme Zeybeği ( Halilim )
    Çökertme'den çıktım başım selamet
    Bitez yalısına varmadan koptu kıyamet
    Arkadaşım İbrahim Çavuş Allahıma emanet
    Burası da Aspat değil Bitez yalısı
    Yüreğime ateş saldı kurşun yarası
    Gidelim gidelim Çökertme'ye varalım
    Kolcular görürse nerelere kaçalım
    Teslim olmayalım yaylım ateş saçalım
    Burası da Aspat değil Bitez yalısı
    Yüreğime ateş saldı kurşun yarası
    Güvertede gezer iken kunduram kaydı
    İpek de mendilimi Halilim ürüzgar aldı
    Çakır gözlü Gülsüm'ü Çerkes kaymakam aldı
    Burası da Aspat değil Bitez yalısı
    Yüreğime ateş saldı kurşun yarası
    Bodrum daha Bodrum olmadığı zamanlarda yöre insanı turizmden bihaber iken buralardaki geçim kaynaklarından biri de hemen karşıdaki Yunan adasından illegal ticaret yapmakmış.Türkünün kahramanı Halil'de hayatını bu şekilde kazananlardanmış. Buradan oraya tütün götürür, oradan da mastika rakısı falan getirirmiş.Halil'in yavuklusu da güzelliği Bodrum'da dillere destan olan Gülsüm'müş,ama Bodrum'un Çerkez kaymakamının da gözü Gülsümdeymiş.Bu yüzden kaçakta Halil'i yakalamak için tüm gücünü ortaya koyuyormuş kaymakam.Yine birgün Halil kaçağa çıkmadan dönüşte Bitez Yalısına çıkacakları haberini salmış ki muhbirleri yanıltsın.Aslında arkadaşları Aspat koyunda bekleyeceklermiş. Kaçak dönüşünde Halil ve can arkadaşı İbraham Çavuş yolu şaşırıp karanlıkta Aspat diye Bitez yalısına girince kıyamet kopmuş.Pusudaki kaymakam önderliğindeki kolcular basmışlar kurşunu.Çatışma sırasında bir kolcu tarafından hançerlenerek öldürülmüş Halil.Gülsüm başta olmak üzere tüm Bodrum yasa bürünmüş ve adına bu türkü yakılmış.

    Kırmızı Gül Demet Demet
    Kırmızı gül demet demet
    Sevda değil bir alamet
    Gitti gelmez o muhannet
    Şol revanda balam kaldı
    Kırmızı gül her dem olsa
    Yaralara merhem olsa
    Ol tabipten derman gelse
    Şol revanda balam kaldı
    Kırmızı gülün hazanı
    Ağaçlar döker gazeli
    Kara yağızın güzeli
    Şol revanda balam kaldı
    Ali diye bir oğlan varmış zamanında. Ali anasini cok sever ve her anasinin yanina geldiginde kirmizi bir gul getirirmis..Savaş patlak vermeden evvel gönül vermiş bir güzele, evlenmiş ve evliliğinin daha kırkı çıkmadan askere çağrılıvermiş.Ali sevdiğini anası ile bir başına bırakıvermiş ve askere gitmiş.Ali askere gitmesinden epey bir süre geçmesinden sonra savaşın bittiği haberi gelmiş köye Ali'nin anası ile sevdiği mutluluk sarhoşu olmuşlar.Ali'nin içinde bulunduğu grubun şehre dönüş tarihi belli olmuş bunun üzerine anası ve karısı başlamışlar hazırlığa.Ve o gün geldiğinde anası demiş ki:
    "Kızım ben gidip tren istasyonunda bekleyeyim oğlumu sende hazırlıkları tamamla evde" deyip tren istasyonun yolunu sabahın köründe tutmuş.Anası başlamış beklemeye.Bir tren gelir biri gider ve oğlan gelmezmiş.Anası hava kararıncaya kadar beklemiş ve oğlan gelmemiş.Umudunu kesen ana evin yolunu tutmuş.
    Eve geldiğinde gelinin odasında sesler geldiğini duyup kapıya yanaştığında içerde bir erkek olduğunu anlar.Bizim Anadolu'nun anası namusunu kirli bırakır mı içerden tüfeği kaptığı gibi odaya dalıverir ve yorgana doğru boşaltır mermileri.Ortalık kan gölüne dönmüştür.O arada yorgan sıyrılıverir yatağın üstünden.Birde ne görsün iki yıldır askerde olan oğulcuğu ile ona gözü gibi bakan gelini yatağın içersindedir. Ve aynanin yaninda da bir adet kirmizi gul.. Meğersem anası istasyonda beklerken görememiştir oğlunu, oğlanda koştura koştura eve gitmiş ve sevdiceğini yalnız bulunca dayanamamıştır.Bundan sonra ana az olan aklını da yitirip yollara düşer ağzında bir türkü;
    Kırmızı Gül Demet Demet...


Benzer Konular

  1. Katip Türküsünün Hikayesi
    By Mustafa Uyar in forum Türkülerimiz ve Hikayeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.Kasım.2016, 23:40
  2. Menteşeli Türküsünün Hikayesi
    By Mustafa Uyar in forum Türkülerimiz ve Hikayeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.Kasım.2016, 22:51
  3. Yar Demedin Türküsünün Hikayesi
    By Mustafa Uyar in forum Türkülerimiz ve Hikayeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.Kasım.2016, 20:32
  4. Zahidem Türküsünün Hikayesi
    By Mustafa Uyar in forum Türkülerimiz ve Hikayeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.Kasım.2016, 20:28
  5. Atasözleri ve Deyimlerin Ortaya Çıkış Hikayeleri
    By soleil in forum Atasözleri ve Anlamları
    Cevaplar: 23
    Son Mesaj: 29.Aralık.2014, 19:45

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.