Cevabı kendi dünyamızda aramayı birkaç dakika erteleyip Kimse Yok mu Derneği'nin gönüllü komisyonlarından sorumlu Dr. Figen Es'e kulak verelim.

37 yaşında bir arkadaşının kanser olduğunu öğrenen Figen Hanım, aynı durumu yaşamamak için hiçbir sebebi olmadığını fark etmiş. Bir gece öldüğünü farz edip hayatını adadığı eşi ve çocuklarının, kullanmaya kıyamadığı eşyalarının ne olacağını düşünmüş: "Eşim evlenirdi büyük ihtimalle. Yıkamaya kıyamayıp sildiğim halılarım, eşyalarım dağıtılırdı. Çeyiz sandığım, bir tanesi kırıldı diye insanların gönlünü kırdığım tabaklarım kim bilir ne olurdu? Okuldan gelince beni evde bulsunlar diye koşturduğum çocuklarım anneanneye, babaanneye gönderilirdi. Velhasıl, Allah'ın huzuruna çıktım, izin ver dünyaya döneyim, dedim. Çocuklarımı kendimden bağımsız yetiştirmeye karar verdim. Bütün tabaklarım kullanılsın, kırılan kırılsın yenisi alınır. Evime misafir rahat gelsin. Çeyiz sandığımı dağıttım. Mülk benim değil. Benim olmayan şeyleri sahiplenip kendim için harcamanın bir de hesabı var. Kimse Yok mu Derneği'nde gönüllü olarak çalışmaya başlamak benim için de bir fırsat oldu. Allah'ın bana verdiğini elimden almadan O'nun yolunda kullanma gayretindeyim."

Dr. Figen Hanım'a göre ihtiyacı olan herkese elinden geldiğince yardım etmenin gereği de üzerindeki nimetlerin hesabını verme ve şükretme anlayışından kaynaklanıyor. Özellikle, yıllarca Batılı ülkelerin sömürüp bütün kaynaklarına el koyduğu, fakir bıraktığı Afrika halklarına karşı herkesin sorumlu olduğunu belirten Figen Hanım şöyle konuşuyor: "Türkiye'de doğmak için, tenimin beyaz olması, akıllı, sağlıklı olmak için dilekçe vermedim. Bunlar bana lütfen imtihan olarak verilmiş, onlara verilmemiş. Ona verilmeyenler benim de imtihanım. Hepimiz kul hakkına dikkat etmeye çalışırız; ama mahşerde, yoksul bir kadın gelip yakama yapışırsa, 'Ya Rabbi benim onda hakkım var, sen mü'mini mü'mine kardeş kılmıştın. O benimle ilgilenmedi, verdiğin nimetlerden bana vermedi, hakkımı istiyorum.' derse ne yaparım? Biz, evine sabah gelen bir şeyin akşama, akşam gelenin sabaha kalmadan ihtiyacı olana dağıtıldığı bir Peygamber'i (sas) önder kabul ediyoruz. Elimizdeki avucumuzdaki her şeyi verelim demiyorum ama, herkesin yapabileceği bir iyilik vardır. Sadece para değil, mesleğini, bilgisini, zamanını, ilgisini vermek en büyük iyiliktir. Resulullah'ın yolunu, yemeğe tuzla başlama, suyu üç yudumda içme gibi kişisel ibadetlerin içine sıkıştırmışız. Oysa Allah Rasulü tamamen sosyal bir hayat yaşamış. Biz dini kişisel bir hayat olarak yaşar, sosyal sorumluluklarımızı üzerimizden atarsak büyük bir veballe ahirete gitmiş oluruz."

Dr. Figen Es kimdir?
1963'te Aydın Nazilli'de üç kız kardeşin ortancası olarak dünyaya geldi. Babası basma fabrikasında işçiydi. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1986'da mezun oldu. İzmit'te mecburi hizmetini yaparken kardiyoloji ihtisası yapan Dr. Mehmet Uğur Es ile evlendi. 1988'de Ömer Faruk, 1996'da Ayşe Hafsa dünyaya geldi. Enfeksiyon hastalıkları uzmanı olarak çeşitli hastanelerde çalıştı. Bir taraftan da hayır işleri ile meşgul oldu. Son üç yıldır Kimse Yok mu Derneği'nin gönüllü koordinasyon sorumluluğunu yürütüyor.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/48792-veren-el-olmanin-letafeti.html#post99101

Hoşgörüsüzlük hayatımı etkiledi

"9 yaşında bir çocukken annemle Antalya'da bir türbe ziyaretine gittik. Eteğim çok kısa sayılmazdı. İçeri girer girmez, yaşlı bir adam 'Bre edepsiz bu kıyafetle bu çocuk buraya nasıl getirilir' diye gürledi. Hemen kaçtım, o da beni kovalamaya başladı. Belki peşimden gelmedi ama ben Elmalı sokaklarını bir uçtan bir uca koştum ve bir daha liseye kadar hiçbir türbeyi ziyaret etmedim. Eleştirilme korkusu yüzünden yıllarca mütedeyyin insanlardan kaçtım. Çünkü, çocukken haftada bir gün annemle camiye vaaz dinlemeye giderdim. İçeri girerken, başımı caminin kapısında örttüğüm için bütün kadınların bana baktığını düşünürdüm. Normalde seri okuyabildiğim halde hâlâ kalabalıkta Kur'an-ı Kerim'i sesli okuyamam. Çünkü, çocukken gittiğim kursta her takıldığım yerde azarlanırdım." Figen Hanım'ın bu sözleri, bütün mü'minlerin İslam'ı güzel yaşama, doğru temsil etme ve farklı yaşam tarzlarını benimseyenlere hoşgörülü yaklaşma sorumluluğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Babası resmî görevli üç kız hesaba çekti
12 Eylül 1980 ihtilalinin hemen ardından başladığı tıp fakültesinde, hocaların ve sınıf arkadaşlarının yaptığı psikolojik baskılara rağmen okulunu başarıyla tamamlayan Figen Hanım, yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor: "Fakültede 1. sınıfta başım örtülü olduğu için sınıfta tecrit edilmiştim. Yanıma kimse oturmazdı. Bir gün sınıftan üç kız beni bir odaya çekti. Üçünün de babası resmî görevliydi. Örtümü öne doğru çekip 'sen bununla şeriat istiyorsun' dediler. Çok fazla dini bilgim de yoktu o zamanlar. Üniversite yılları Allah'ın varlığı dahil çocukluğumdan beri iman hakikatlerine dair zihnimde yer eden şüphelerin bir bir çözüldüğü bir dönem oldu."