Eskişehir'in Tarihi



Ateşin bulunmasından önce, Sakarya Irmağı'ndan, Porsuk Irmağı'na kadar uzanan bölgede verimli ve ıssız topraklar vardı. Ateşin bulunmasından sonra insanlar, bu verimli ve zengin minerallerle dolu topraklara gelip yerleştiler. Yaşam, ilk önce mağaralarda, daha sonra mermerden yapılan evlerle oluşturulan kasabalarda sürdü.
Geçen zaman içinde, insanlar sulak araziyi işleyerek, yaşanacak şekilde düzenlediler ve burada çoğaldılar. Ancak bereketsiz topraklarda yaşayan diğer kavimler, yöreye doğru göç etmeye başladılar. Amaçları Sakarya'dan, Porsuk'a uzanan bu verimli topraklara ortak olacak bir yaşam kurmaktı. Bölgede barış içinde yaşayan insanlar, ilk defa saldırganlık ve savaşla tanıştılar. Yüzlerce, binlerce yıl savaştılar...

Zamanla hem dünya, hem de insanlık değişti ve bölgede savaş sona erdi. Gelecek için barış sağlandı. Ancak göç edenlerin sadece toprak ve su kullanmalarına izin verildi. Bu varlık mücadelesinde yeni olanaklar yaratıldı, keşifler yapıldı. Zengin maden kaynakları, atölyeler ve küçük fabrikalar kuruldu, kasabalar, köyler oluşturuldu. İlk insanların, günümüzden çok önce, bu bölgeye gelerek toprakların verimliliğinden ve zengin kaynaklardan yararlanmaları sonucunda, kısa sürede gelişerek şehirleşmesinden dolayı bu bölge, ESKİŞEHİR adını almıştır.

Eskişehir'in çevresindeki geniş alanı dolaşacak olursanız, insanlığın ilk çağlarına ait bazı eserlerle karşılaşırsınız. Eskişehir toprakları, Taş Devri' nden günümüze kadar binlerce kültürü yaşatmıştır. M.Ö.4000 yıllarında Eskişehir, nüfusun en yoğun olduğu bölge olarak kabul edilmiştir. Yapılan araştırmalarda, kasaba ve şehirler bulunmuştur. Ayrıca Asurlu tüccarların ticaret hayatını canlandırdıkları bir merkez olmuştur.

Eskişehir, Frigya'nın batı sınırı içindedir. Bu nedenle Frig Çağı, Eskişehir'in tarihinde önemli bir yer tutar.

Tüm çağların en zengin Kralı

Hititler, M.Ö. 14. yüzyılda Eskişehir merkezli büyük bir devlet kurmuşlardır. M.Ö. 12. yüzyılda Frigya Kralı, 600 yıl süren hükümdarlığını ilan etmiştir.

Tüm çağların en zengin kralı kimdir?

Frigya Kralı Midas... Bugün Eskişehir'in merkezi olarak bilinen yerin kralı, Midas'tı. Midas'ın tarihte ilk görünüşü, M.Ö. 700'lü yıllarda Delhi Mabet'ine hükümdarlık yapmasıyla başlar. Midas, Yunan Kralı Agamemnon'un kızıyla evlenir. Ardından uzak bölgelerdeki ticareti yönlendirmekle görevlendirilir. Böylece güçlenmeye ve zenginleşmeye başlar. Silenus'un (Baküs'ün üvey babası) ganimetlerini ele geçirir. Bunun üzerine tanrılar tarafından "dokunduğu her şeyin altına dönüşmesiyle" cezalandırılır. Önceleri Midas çok mutludur, ancak mutluluğu uzun sürmez. İlk olarak açlıkla karşı karşıya kalır, çünkü dokunduğu her şey altına dönüşmektedir. Ama en büyük üzüntüyü, çok sevdiği kızına sarıldığında, onun güzel bir altın külçesine dönüşmesiyle yaşar. Bu olay, onun içinde bulunduğu dehşet verici durumu daha iyi anlamasını sağlar. Büyük bir pişmanlıkla tanrılardan yardım diler. Onun bu yalvarışlarını duyan tanrılardan Dionysus, Midas'ı bu lanetten kurtarmak için kendisine ait olan Pantolus Irmağı'nda yüzmesine ve güneşlenmesine izin verir. O andan itibaren Pantolus Irmağı'nın alüvyonları altın olur. Fakat Midas'ın bu ırmağın neresinde yıkandığı bilinmemektedir. Burası henüz keşfedilmemiştir. Ancak Kral Midas tüm zamanların en zengin kralı olarak tarihteki yerini alır...

Midas hakkında halk arasında oldukça yaygın ikinci bir söylence bulunmaktadır: Buna göre Midas'a, Tanrı Apollo ve Satyr Marsyas (Silenus) arasında düzenlenecek müzik yarışmasında jüri üyesi olması teklif edilir. Midas, Satyr ve Apollo tarafından sürekli tehdit edilir. Yarışma sonunda Midas, kararını adaletli bir krala yakışır şekilde verir. Sonuçta Apollo yarışmayı kaybeder, çok öfkelenir ve Midas'ın kulaklarını "eşek kulağına" çevirir. Midas, kulaklarını bir şapkanın altında herkesten gizler. Fakat sonunda berberi görür ve Midas'ın isteği üzerine bu sırrı saklayacağına yemin eder. Ancak bir süre sonra berber bu sırrı içinde tutamaz ve sazlıklara haykırır. Rüzgarda sallanan sazlıklardan "Midas'ın kulakları eşek kulağıdır", sesleri duyulur. Böylece herkes Midas'ın sırrını öğrenir. Bu trajedi, Apollo'nun Midas'ı affetmesiyle son bulur. Apollo Midas'a eski kulaklarını geri verir. Böylece Midas, tarihin en popüler kralı olur.

Çağdaş Türk piyesi yazarlarından Güngör Dilmen, bu hikayeyi "Midas'ın Kulakları" adı altında oyun haline getirmiştir. Ayrıca, Ferit Tuzun tarafından aynı konuda "Kral Midas Operası" bestelenmiştir. Kral Midas, Eskişehir yöresinde ve Türkiye'de olduğu kadar, diğer ülkelerde de çok ünlüdür.

Arkeolojik araştırmalar, yöredeki ilk yerleşimin M.Ö. 3500 yıllarında, Şarhöyük çevresinde yoğunlaştığını göstermektedir. Kalkolitik ve Bakır Çağlarında (M.Ö. 3500-2500) nüfusun en yoğun olduğu bölgeler Porsuk-Seydi Su ve Sarısu Çaylarının kenarları olarak belirlenmiştir. Demirci Höyük'teki buluntular Eskişehir çevresinde tarih öncesi yerleşimin ve kültürün Erken Kalkolitik (M.Ö. 5500) Çağı'nda başladığını göstermektedir. Pek çok Anadolu Efsanesi Frigya'yı madenciliğin beşiği olarak gösteren kanıtlardır. Ayrıca Midas Şehri'nde (Yazılıkaya) yapılan diğer Kazılarda, yüzlerce yeni höyük tespit edilerek, bölgenin ilk çağlardan bu yana yaygın bir kültüre sahip olduğu saptanmıştır.

Yazılıkaya'da yapılan kazılarda tespit edilen höyüklerin büyük bir kısmında Hitit Çağına ait kültür belgeleri bulunmuştur. M.Ö. 1200 yıllarında, Anadolu'daki Hitit egemenliğine son vererek, geniş bir alana yayılan Frigler, Eskişehir Ovası, Sakarya Plehri kolları ile Ankara'nın doğu ve batı bölümlerini kapsayan bir krallık kurmuşlardır. Merkezi, Polatlı yakınındaki Gordion olan bu krallığın, güçlü bir siyasi yapısı olduğu görülmektedir. Bu tarihlerde kurulan Pessinus (Ballıhisar), Midaeum (Karahöyük), Dorylaeum (Eskişehir), Yazılıkaya (Midas) şehri gibi Frig şehirleri de Eskişehir'in il sınırları içindedir. Frigya tarihinin en bilinen kralları, Gordion ve Midas'tır. Kral Midas, Frigya İmparatorluğu'nu kurmuş ancak bu imparatorluk kısa ömürlü olmuştur. (M.Ö. 725-675)

Kafkasya üstünden gelen Kimmerler, 7. yüzyılın ilk yarısında, Frigya egemenliğine son vermiştir. Frig Çağı'ndaki bu şehirler, Kimmer istilaları sırasında yakılıp yıkıldıktan sonra, gücünü arttırmış olan Lidya Kralı Kroizos'un egemenliği altına girmiştir. Tarihçilere göre Midas, Kimmer akınına karşı koyamadığı için kendini öldürmüştür (M.Ö. 546-333).

Büyük İskender'in, Anadolu'ya girdikten sonra, Gronikos Savaşı'nda (M.Ö. 334) zafer kazanmasıyla, Frigya bu kez de Büyük İskender'in egemenliği altına girdi. İskender, önce Pessinus ve Gordion'u ele geçirdi. Aynı zamanda Frigya'ya Helenizm Çağı ve kültürü taşınmış oldu. Bu arada Frigya'ya Grekler yerleştiler. Pessinus'ta yapılan kazılarda Frig Tanrıçası Kibele'ye ithaf edilen mabed, tiyatro ve bir çok mimari yapı ortaya çıkartılmıştır. Frigler'in dini, Anadolu'nun çok eski bir tapımı olan Ana Tanrıça Kibele'ye bağlıdır.

Büyük İskender'in ölümünden sonra Frigya, Galatlar'ın sürekli akınlarına uğramıştır. Ardından Romalıların idaresine geçmiştir. En parlak dönemini ise, Romalıların egemenliği altında olduğu yıllarda yaşamıştır.

Eskişehir'in güneybatısına giderseniz, Midas şehrine, bugünkü adıyla YAZILIKAYA'ya ulaşırsınız. Buradaki kalıntılar, ilginizi ve hayranlığınızı eski medeniyetler üzerine toplayacaktır.

Midas Kenti: Yazılıkaya


Yazılıkaya'nın Eskişehir'e uzaklığı 80 km kadardır. Bu köye, Eskişehir'in güneydoğusundaki Çifteler İlçesi'nden gidilebilir. Buradan ayrılan yol Mecidiye, Bardakçı, Karaağaç ve Kayı üzerinden Yazılıkaya'ya ulaşır. Ayrıca Seyitgazi ve Afyonkarahisar ya da Emirdağ üzerinden de Yazılıkaya'ya gidilebilir.

Yüksekliği 1315 metre olan Yazılıkaya Köyü'nün kuzeyinde Eskişehir, batısında Kütahya, güneyinde Afyonkarahisar ve kuzeydoğusunda Seyitgazi bulunmaktadır. Yeri tam olarak "Frigya Yaylası" üzerindedir. Yüksekliği batıda, bazı yerlerde Türkmen Dağı'na ulaşır. Bu yükselti nedeniyle havası oldukça temizdir ve Frigya devrinde "Phrygia Salutaris" ya da "Sağlıklı Frigya" adıyla anılmıştır.

Yazılıkaya Köyü, Akropol'ün eteğinde kurulmuştur. Köyün üstündeki büyük Midas Anıtı, ilk bakışta göze çarpar. Midas Anıtı özellikle Frigya tarihi bakımından oldukça önemlidir. Ancak 19. yüzyıla değin bu anıttan fazla söz edilmemiştir. İlk olarak, 1800'lü yıllarda buradan geçen İngiliz subayı W.M. Leake tarafından keşfedilmiştir. Eskişehir üstünden Seyitgazi'ye, oradan da Hüsrev Paşa'ya ulaştıklarında, Kayaya oyulmuş, üstü yazılı anıtları gördüğünü belirtmektedir. Daha sonra tekrar gelerek anıtların üzerindeki yazıtları inceler ve yazıtlarda "Midas" adını gördüğü için anıta "Midas'ın Mezarı" adını verir. Bu gezi notlarını W. Leake 1824 yılında yayınlar. Onun ardından Charles Texier bölgeye gelerek üç kaya yüzeyini ve yazıtları kopya ederek, bu konudaki ilk gerçeğe uygun bilgileri yayınlar. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Anadolu'daki arkeolojik anıtlar üzerinde yapılan incelemeler artar. 1886 ve 1893 yılları arasında bu bölgeye gelmiş olan arkeolog Radet, Midas anıtının hemen altındaki yere Yazılıkaya Köyü'nün kurulmuş olduğunu bulur.

Bugün de görüleceği gibi Yazılıkaya Köyü'nün hemen üstünde antik şehir Akropol'ün kuzeydoğu cephesinde, püskürük bir kaya üzerinde Midas Anıtı, Akropol'ü çevreleyen sur duvarları, yeraltı merdivenleri, mezarlar, sunaklar, bitmemiş anıt ve çeşme bulunur.

Midas Anıtı tüf üstüne oyulmuş, yaklaşık 400 m2'lik bir alanı kapsayan dikdörtgen şeklinde Frig sanatının özelliklerini taşıyan, geometrik meandr motifleriyle süslü bir yüzeydir.

Anıt, fazla tahrip olmadan günümüze kadar gelmiştir, ancak anıtın alınlık bölümünde yaklaşık 2 m. genişliğinde bir çatlak bulunmaktadır. Anıtın ortasında yüzeyin mihveri üzerinde 5.5 metre genişliğinde ve 1,44 m. derinliğinde bir girinti (niş) yer alır. Anıtın ortasındaki bu girintiden dolayı bir mezar anıtı olduğu düşünülmüştür. Ancak bir mezar olacak büyüklükte de değildir. Midas Anıtı, Frigya'daki diğer kaya anıtları gibi, Kibele (Ana Tanrıça) heykeli koymak amacıyla yapılmıştır. Prof. A. Gabriel burada büyük bir olasılıkla bronz bir heykel bulunduğunu ve bunun yine metal tutturucularla kayaya tespit edilmiş olduğunu ileri sürer. Daha sonraki çağlarda (Hristiyanlık Çağı'nda) bu heykel çalınmış ve şimdiye kadar izine rastlanmamıştır. Anıtın üzerinde henüz çözülmemiş üç yazıt bulunur.

Yazılıkaya üzerindeki Frig yazısı, M.Ö. 6. yüzyılda Örekliler tarafından terk edilen eski Arkaik Grek yazısını andırmaktadır

Küçük Yazılıkaya

Midas Anıtı'nın 210 metre güneybatısında, kaya üzerine işlenmiş ikinci bir anıttır. Anıtın üst kısmı oyulmuş, fakat alt kısmı işlenilmeden bırakılmıştır. Küçük Yazılıkaya Anıtı ile Midas Anıtı arasında oldukça benzer yanlar bulunmaktadır. Anıtın üst kısmındaki alınlık iyi durumdadır. Çam kozalakları ve palmet motifleriyle süslenmiştir. Yüksekliği genişliğinden azdır. Anıtın dip kısmında dikdörtgen şeklinde iki girinti bulunmaktadır. Bu girintilerin üzerinde ancak gün ışığında seçilebilen, hayvan başına benzer figürler göze çarpmaktadır.

Yazısı tam olarak çözümlenemediği için bütün gizini saklayan, Midas Yazılıkayası, bugün Eskişehir merkezine yaklaşık iki saat uzaklıktadır. Güç koşullara karşın buraya gelen araştırmacılar, arkeologlar ve kazı heyetleri; resimler, fotoğraflar, yazılar ile bu ölümsüz anıtları dünyaya tanıtmışlardır. Bu büyük hazineyi benimsemek ve korumak Eskişehirliler'in en kutsal görevlerinden biri olmalıdır.

Dorylaion

Antik Çağ' da, bu bölgede Latince "Dorylaeum" ya da Grekçe "Dorylaion" adıyla ünlenen bir kent bulunmaktaydı. Bugün Eskişehir'de, Antik Dorylaion olabilecek üç ayrı yerin varlığından söz edilir. Bunlardan biri Karacaşehir, diğeri Şarhöyük ve Yukarımahalle, Hamamlar ya da Körübaşı olarak bilinen yerlerdir.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/ic-anadolu-bolgesi/44912-eskisehirin-tarihi.html#post92575

Karacaşehir, Porsuk'un sağ kıyısında, Eskişehir'in 8 km güneybatısında bulunmaktadır. Şarhöyük, Eskişehir'in kuzeyinde Bozdağ' m önündeki bir ovadan 12 m. kadar yüksekliktedir. "Şar" sözcüğünün anlamı ise " şehir " dir.

Üçüncü konum, endüstrileşmeden önceki çıplak Eskişehir olarak adlandırabileceğimiz, Porsuk suyunun iki kıyısında kurulan şehirdir. Bu bölge M.S. 395 yılında Bizanslıların egemenliği altında bulunan ve nüfusun yoğun olduğu merkezlerden oluşan bir şehirdir.

19. yy.'in sonlarında Eskişehir'de yapılan inceleme ve araştırmaların sonucunda M.S.3. yüzyıla yani Augustus Çağı' n-dan Caracalla Çağı' na kadar uzanan ve Dorylaion hakkında bilgi veren bazı yazıtlar bulunmuştur. Bu yazıtlardan, 1893'te Eskişehir'de Hacı Mahmut Bey Han'ında bulunan bir heykel kaidesinin üzerinde şehrin kurucusu "Erythrai'lı Dorylaous" adı geçmektedir. Şarhöyük'te çıkarılan başka bir yazıt ise "Herakles soyundan Akamantıon Dorylaos"a ithaf edilmiştir.

Akamas, Yunan mitolojisinde söz konusu Kral Theseus'un oğludur. Anadolu'da ve özellikle Frigya'da pek çok şehrin kurucusudur. Kahraman olarak adlandırılmaktadır.

Dorylaeum kentindeki yazıtlara göre, kurucu olarak, Akamas ile birlikte Dorylaos'un adı da geçmektedir. Bu isimlerin M.S. 2. y.y'a ait yazıtlarda geçmesi araştırmacıların bu konuda bazı farklı yorumlarda bulunmasına neden olmaktadır. Antonin'ler Çağı'nda, Roma şehirlerinde, eski Helen geleneklerini yaşatmak ve Yunan epik şiirlerinde söz konusu efsanevi kahramanların adlarını, şehir adlarıyla beraber anma özelliği, bu yorumların en önemlilerinden biridir.

Günümüzde olduğu gibi Roma Çağı'nda da terhis tezkeresi üzerinde askerin memleketinin adı yazılıdır. Asker Attikos, "Akamantia Doryeo"Iudur. Yani Anadolu'daki Dorylaion şehrinden... Arkeolojik araştırmaların, nerelerden neler çıkardığını, ülkeler ve çağlar arasında nasıl bağlantılar kurduğunu göstermesi bakımından, bu Dobruca terhis tezkeresi gerçekten ilginç bir belgedir.

1893 yılı araştırma sonuçlarına göre, bu yörede en çok adak adanan ve saygı gösterilen tanrı, Zeus'tur (Göğü gürleten Zeus). Yabancı tanrı ve tanrıçalar olarak "Jüpiter Capitolinus" adına düzenlenen belgeler bulunmuştur. Yine bir adak taşı üzerinde, Suriye'li Ana Tannça'nın adı geçmektedir. En büyük tanrı yazıtının, Yahudi ya da Bizans tapınımlarına ait olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur.

Ayrıca yörede Frigyalılar'ın dinsel kurumları olan Bennos ile ilgili bir takım belgeler de bulunmuştur.

Bu bölge, artık çok sayıdaki ünlü hamamları ve sıcak mineral suları ile insanların günlük streslerinden uzaklaşmalarına yardımcı olan bir dinlence merkezi durumundadır. Eğer siz de, streslerinizden uzaklaşmak ve şifa bulmak istiyorsanız bu sularda biraz dinlenebilir, hatta bir zamanlar bu sularda yıkanan Bizans İmparatoru Justinian'm anılarını da, sıcak su buharıyla birlikte içinize çekebilirsiniz.

Kimler bu sularda yıkanmadı ki?.. 13. yüzyılda küçük bir imparatorluğun başı olan ve daha sonra Eskişehir ve Anadolu'da tarihe yeni bir sayfa açan Osman Bey de bu sularda yıkanan tarihî isimlerden biridir. Özellikle onun döneminde Eskişehir, mineral sulan ve hamamlarıyla tanınan, önemli bir yerleşim merkezi, Anadolu kasabası haline gelmiştir.


Pessinus


Eski çağların ünlü kenti Pessinus'un kalıntıları Sivrihisar yakınında, Ankara-Eskişehir karayolu üzerinde, bugünkü Ballıhisar yöresinde bulunmaktadır. Burası Hititler tarafından Kubebe ya da Kubaba olarak söz edilen "Tanrıların Anası" Kibele'nin, ünlü tapınağının bulunduğu Frigya Devleti'ne aitti. Kibele, Kybele, Kübele ya da Fransızca yazımı Cybele'nin ve Türkçe'de okunuşu Sibel'dir. Diğer isimleri ise; Dindymene, Agdistis veya Magna Mater'dir. Ana Tanrıça'nın heykeli, bir inanışa göre, gökten düşen siyah bir taştır. Bu nedenle "Kara Taş" adıyla da anılır.

Pessinus, zamanın en büyük ticaret merkeziydi. Bu devirde rahipler aynı zamanda hükümdardı. Pessinus, daha sonraki yıllarda ticaret merkezi olarak, varlığını sürdürmesine rağmen rahiplerin yetkileri oldukça azaldı. Tarih dönemleri içinde Pessinus, diğer Frigya kentleri gibi Lidya ve Pers egemenlikleri altında kaldı. Helenizm Çağı'nda bu bölgeyi istila eden Galatlar, Pessinus' u başkentleri konumuna getirdiler.

Bergama Krallığı döneminde, rahipler tarafından yönetilen bağımsız bir prenslik olan Pessinus,Roma ile Kartaca arasında süren Pun savaşları sırasında oldukça zarar gördü.

M.Ö. 205 yılında Roma Senatosu, Pun Savaşları'nın sonucunu öğrenmek için Sibil kehanet kitaplarına başvururdu. Kehanete göre; düşmanı Roma topraklarından çıkarmak için, Ana Tanrıça Kibele'yi Roma'ya getirmek gerekmektedir. Bunun üzerine Roma Senatosu, Bergama Kralı Attolos'a elçiler göndererek Ana Tanrıça'yı Roma'ya getirtir. Ana Tanrıça, Patinus Tepesi'ne yerleştirilir. 12 yıl sonra kendisi için burada özel bir tapınak yaptırılır. Ayrıca her yıl, nisan ayının altıncı günü Frigyalı bir tanrıçayı ve tanrıyı kentte gezdirerek, halktan sadaka toplarlar. 204 yılında Kartacahlar'a karşı büyük zaferler kazanılır ve 203 yılında kesin zaferle savaş noktalanır.

Pessinus,Bergama Krallığı döneminde en parlak devrini yaşamıştır. Ayrıca yine bu dönemde, günümüze kadar ulaşan tapınak ve sanat eserleri oluşturulmuştur.

Ana Tanrıça Kibele

Ana Tanrıça Kibele, ismini, Kybelon Dağı'ndan almıştır. Ana Tanrıça hakkında pek çok efsane bulunmaktadır. Bunlardan biri de şöyledir:

"Ana Tanrıça, Pessinus yakınlarında koyunlarını otlatan, Ates ya da Attis adındaki bir delikanlıya aşık olur. Attis, Tanrıça uğruna, bir kaya üzerinde erkekliğini kurban eder ve bunun sonucunda ölür. Ancak ilkbaharda Kibele'nin gözyaşlarıyla tekrar dirilir. Bu yeniden dirilişi yaşatmak için, kendileri de hadım olan Pessinus Tapınağı rahipleri Galloslar büyük tören düzenlerler. 22 Mart'ta, Atis'in altında erkekliğini feda ettiği çam ağacından kesilmiş bir dalı, tapınağa getirirler. Bütün dindaşlar ve rahipler, matem içinde göğüslerini döverler, çam kozalakları ile her yerlerini kanatırlar. Bir yandan müzik eşliğinde Galloslar Tapınağın mihrabı çevresinde kendilerini kaybedinceye kadar dönerler. Bazen, vecde gelmiş olan biri, taş bir bıçakla, mihrabın üstünde erkekliğini keser ve Gallos olup Ana Tanrıça ile birleşmiş olur. 25 Mart'ta, Başrahip "Archigallos" birdenbire bütün lambaları yaktırır. Attis tekrar dirilmiştir. Çocuklar ve genç kızlar beyaz elbiseler giyerler. Coşkun bir bayram başlar."

Muhteşem Gordion

Porsuk Irmağı'ndan güneye doğru inildiğinde, Porsuk ve Sakarya Irmakları birleşir ve sonra tekrar birbirlerinden ayrılır.İşte bu noktadaki şehir GORDION'dur.

Gordion, Frigya Devleti'nin başkentidir ve "İmparator Yolu" olarak bilinen kalıntılar üzerindeki en muhteşem duraktır. Bu ünlü şehir, doğuyla batıyı, Persiya ile Mezopotamya'yı birbirine bağlar. Ayrıca Gordion, dünyaca ünlü Büyük Alexander ve Gordion Kralı hakkında sayısız hikayelerin anlatıldığı şehirdir.

Arkeolojik kazılara göre; M.Ö. 3000 yıllarının sonlarında keşfedilen Oordion, zamanın önemli şehirlerinden biridir. Özellikle Frigyalılar'ın egemenliği altındayken, en parlak dönemini yaşamıştır.

Frigya Kralı' nı takip eden 600 yıl boyunca ise kötü bir dönem geçirmiştir. İstilalar ve savaşla, özellikle M.Ö. 18. yy'ın başlarında yoğunlaşmıştır. Sırasıyla Kimmerler, Lidler ve Persler, son olarak da Büyük Alexander'ın egemenliği altında kalmıştır.

Büyük Alexander ve ordusu, 2300 yıl kadar önce Gordion'dan geçerek, Asya yo-unu fethetmiştir. Ayrıca genç kral kılıcını vurarak, Gordion Kralı'na meydan okumuş ve bu şehrin yönetimini kendisine bırakmasını istemiştir.

Büyük Alexander'ın ölümünden sonra Gordion şehri yine büyük savaşlara sahne olmuştur. Bunun nedeni, şehrin konumuyla ilintilidir. Anadolu'yu kontrolleri altında tutmak isteyen pek çok komutan, ordularıyla birlikte Gordion şehrini istila etmeye çalışmıştır. Galatlar, ardından da M.Ö. 189 yılının sonlarında Romalılar bu bölgeyi ele geçirmiştir. Özellikle Romalılar, Gordion şehrini yeniden restore ederek, eski parlak günlerine dönmesini sağlamıştır. Uzun bir süre basit bir köy olarak ayakta kalmayı başaran Gordion, sonunda muhteşem bir şehir haline gelmiştir.

Bugünkü Gordion ise, kalıntılar arasındaki zengin bilgi kaynaklarıyla ışıklar saçan bir Anadolu tarihidir. Şehir merkezinde Frigya Kralları ve kraliyet ailesi üyelerine ait 80 mezar bulunmaktadır. Mezarların 25 tanesinde yapılan kazılarda 53 m. den, 300 m. ye kadar inilmiştir. Bu mezarlardan biri, 140 m.Iik bir tünel içindedir ve Kral Midas'a ait olduğu tahmin edilmektedir.