ALGILAMA VE ÖĞRENME



ALGILAMA

Kavram olarak algılamayı açıklarsak, duyumları yorumlama, onları anlamlı hale getirme süreci olarak ifade edebiliriz.

Algılarımız duyumlar üzerine kuruludur; bu durumda duyumlar algıya temel oluşturmaktadır. Algılama sadece duyulara bağlı fizyolojik bir süreç değildir. Uyarıcılara bağlı olarak yapılan yorumlar, bunlara verilen önem, kişinin eğitim düzeyi ve beklentileri, geçmişte yaşadığı deneyimler ve öğrenme süreci burada önem arz etmektedir.

Algılamanın gerçekleşmesi için kişi genel uyarılmışlık halinde ve dikkatini çevreye yöneltmiş olmalıdır. Ancak bu durumda dahi aynı uyaranın farklı kişiler üzerinde farklı algılama şekillerine dönüştüğü görülebilmektedir. Bunun nedeni ise kişiler arasındaki görüş ve ilgi alanlarında farklılıkların olmasıdır. Bunun yanında algılamanın temelinde kişinin doğuştan getirdiği yetenekler ve çevresiyle etkileşim sonucu öğrenilen beceriler yatmaktadır.

Algılamanın sürecini seçici dikkat ve gruplama oluşturmaktadır.

Seçici dikkat sürecinde dış dünyada olup bitenler uyarıcılar aracılığı ile algılanır. Ancak bu uyarıcıların özelliklerine göre dikkat çekmesi ve algılanması farklıdır. Uyarıcının renkli, hareketli veya ışıklı olması hemen dikkatimizi çeker, örneğin ışıltılı reklam panoları, yüksek volümlü müzikler buna örnek gösterebilir. Ayrıca kişinin ilgi alanı da algıda seçicilik oluşturmaktadır ( aç olan birisinin yemek kokusunu algılaması gibi ).

Gruplamada uyarıcılar duyular tarafından derlenip gruplandırılır. Gruplama burada kendi içinde 5’e ayrılır:

1. Şekil-zemin algısı: Şekil, arka yüzeyi oluşturan zemin içinde bir anlam kazanır. ( Tiyatro oyunlarında oyuncular ve konu şekili, dekor ise zemini oluşturur ).

2. Tamamlama algısı: Burada duyu organlarının tümü uyarılmaktadır. Bir nesnenin parça parça görülmesi duyu organlarımız tarafından tamamlayarak algılanır.

3. Yakınlık algısı: Birbirine yakın olan nesneler gruplandırılır, örneğin tiyatro oyununda oyunu sergileyen oyuncular bir grup olarak algılanır, tek tek olarak algılanmazlar.

4. Devamlılık algısı: Algısal alanımızda bulunan ve aynı yöne giden birimler birbiriyle ilişkili görünürler (Çizgiler).

5. Benzerlik algısı: Birbirine benzer birimler algısal bir bütünlük kazanır ( Bir toplumu veya halkı oluşturan kişiler: çinliler veya üniversite öğrencileri, bir kalabalık içindeki birbirine benzeyen kadınlar).

Kortex, gelen duyusal verileri sürekli işler ve son derece karmaşık süreçler sonunda bir algısal ürüne ulaşır.


Algının özelliklerini algı alanı, şekil ve zemin ilişkisi, hareket algısı ve derinlik algısı oluşturmaktadır.

1. Algı alanı: Belli bir zaman süresi içinde kişinin çevresine bakıp gördüğü veya o anda duydukları kişinin algı alanını oluşturmaktadır.

2. Şekil ve zaman ilişkisi: Bütün algılamalarda bir şekil ve bir zemin vardır. İlk algılanan öğe şekil olup bu öğenin arkasında duran ve hemen dikkat edilmeyen uyarıcılar ise zemindirler.

3. Hareket algısı: Hareketin varlığı, yokluğu, yönü, miktarı uyarıcının retinadaki (görme sinirinin gözyuvarı içinde dağılmasından oluşan, ağa benzeyen, ışığa duyarlı zar) görüntüsünün hareket özellikleri ile gözlerinin hareketinin birlikte işlenmesinden doğmaktadır.(Sinema filmlerinde bir arabanın içinden çekilen seyir halinde olması görüntüleri, arka planda oluşturulan dekor veya manzaranın hızla hareket edilmesiyle arabanın hareket halinde olması algısı verilmektedir).
4. Derinlik algısı:Nesnelerin gözlemciye olan uzaklığına ilişkin algıya derinlik algısı adı verilir. Görsel algılamamız üç boyutludur, örneğin bir kutuya baktığımızda sol ve sağ gözümüzün algılama açıları farklıdır. Beynimiz görüntüdeki bu farklılığı derinliği değerlendirmede kullanır, böylece oluşan iki farklı boyutlu görüntüyü birleştirir ve üç boyutlu bir kutu algılamasına dönüştürür.


Algıda değişmezlik sürekli değişen duyusal girdilere rağmen nesneleri değişmeden algılamamıza denir.

1. Büyüklük değişmezliği: Bizden uzaklaşan nesneleri hep aynı büyüklükte görmeye devam ederiz. Nesnenin bize olan uzaklığının bilinmesi büyüklük değişmezliğinin korunmasını sağlar.

2. Şekil değişmezliği: Daha önceden şeklini bildiğimiz bir nesneye hangi açıdan bakarsak bakalım hep aynı şekilde görürüz.

3. Parlaklık değişmezliği: Parlaklık değişmezliği, nesnenin üzerine düşen ışık miktarından bağımsızdır. Örneğin bir kömür parçası, ay ışığında da, parlak güneş ışığında da siyah olarak algılanır.


Algısal beklentilerde içinde yaşadığımız toplumun örf ve adetleri, kültürümüz ve geçmiş deneyimlerimiz algısal beklentilerimizi etkiler.

Örneğin yemek kokusunu alan aç bir kişi o kokuya doğru yönelirken, tok olan kişi de uzaklaşmaya ya da aynı duygularla o kokuyu almamaya yönelir.


Algıyı etkileyen olaylar dikkat, hazırlayıcı kurulum, öğrenme, duyusal yoksunluk, güdü ve duyum ötesi algıdır.

1. Dikkat: İnsanların neyi algıladıklarında önemli olan etken dikkattir. Dikkati etkileyen faktörler; şiddet ve büyüklük, kontras durumlar, uyarıcının tekrarı ve hareket eden nesnelerdir.

2. Hazırlayıcı Kurulum: Bir kişinin birden fazla uyarıcı karşısında sadece bir uyarıcı çeşidini algılaması durumuna denir.

3. Öğrenme: Önceki öğrenmelerimiz şimdiki algılarımızı etkiler. Tabanca; öldürülenin yakını ve buna merakı olan bir kişi tarafından farklı olarak algılanır.

4. Duyusal Yoksunluk: Algıda değişiklik, kişileri normal duyusal yaşantıdan yosun bırakarak meydana getirilir.

5. Güdü: Bir kişiye inanmak istiyorsak, onun kötü veya yanlış taraflarını görmezden gelebiliriz. Bu şekilde algılarımız güdülerimizden etkilenmektedir.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-felsefe-dersi/24771-algilama-ve-ogrenme.html#post47066

6. Duyum Ötesi Algı: Olayların bizzat duyu organlarımızdan geçmemesi durumunda bu olayları yorumlamamızın birçok yolu bulunmaktadır.


Algı yanılması, algıladığımız durum ile gerçekleşen durum arasındaki farklılığa verilen addır.

Bir şekli ya da nesneyi gerçekten olduğundan farklı olarak algılamamız, o şeklin içinde bulunduğu algısal ortamla yakın ilişkilidir. Bunu yanında alışkanlıklar, korkular ve istekler gibi bir çok etken duyu organlarımızın yanılmalarına ve algıların hatalı olmasına yol açarlar.

Algı yanılmaları fiziksel olayların yanı sıra sosyal durumları, insan davranışlarını da içermektedir. Dıştan gelen bir uyarının yanlış algılanması veya bir ifadeyi gerçek amacından saptırarak yorumlamak algı yanılmalarına bir örnek teşkil edebilir.

(Halüsinasyon ise bireyin akıl sağlığında bir dengesizliği işaret eder. Burada algılamayı meydana getirecek hiçbir uyarıcı yoktur ve hayal ürünüdür).

Sosyal Algılama bir bireyin diğer bireyleri algılayış biçimi olup; yanlış ya da saptırılmış algıların neden olduğu basmakalıp yargı ve hale etkisinden arındırılması anlamındadır. Davranışların nedenini anlamak için bireyin o sosyal durumla ilgili algılaması ve yorumu üzerinde durulur.

1. İnsanın Algılanması: İnsanın sinir sistemi ve duyu organları çevreden aldıkları uyaranları beyne göndeririler; bu uyaranlar beyinde iki yönlü değerlendirilir: birincisi yaşantının kendisinin, ikincisi ise bu yaşantının iyi ya da kötü olarak değerlendirilmesidir. Bilim adamlarına göre insanların hakkındaki kalıcı ilk izlenim, karşılaşma anındaki ilk 30 saniye içinde oluşur ve bu nedenle insanların birbiri hakkındaki değerlendirme için son derece önemlidir.

2. İlk İzlenim: Karşı karşıya gelen iki kişi arasındaki ilk etkileşim, iletişim sürecinin önemli bir belirleyicisidir. Herhangi bir insanla ilk karşılaşmamızda ilk dikkati çeken, karşımızdakinin dış görünüşü, gülümsemesi, mimikleridir. Daha sonra kişinin davranışlarını gözlemlemeye başlarız (Konuşması, ses tonu, hareketleri). Kişi hakkında edindiğimiz algısal bilgiler, onun hakkında bir düşünce oluşmasına neden olur. İlk verilen olumlu ya da olumsuz yargı kişinin diğer özelliklerinin kapsamını veya algılama yönünü belirler.

3. Beden Dili: İnsanlar başkaları ile iletişim kurarken konuşma, konuşmada vurgu ve yüz ifadesi (mimik) ile iletişimi sağlarlar. Araştırmalara göre etkili bir iletişimde vücut hareketleri %55, konuşmadaki ses tonu, vurgu ise % 38, kullanılan kelimelerin ise sadece % 7 oranında etkili olduğu saptanmıştır.

İlk izlenimde kişinin fiziki özelliklerinin yanı sıra bedensel duruşu, mimik, bakışları, baş hareketleri, gözlerinin ve dudaklarının hareketleri, vs. beden dili olarak karşımızdakinin gerçek niyeti hakkında bazı ipuçları verebilir. İlk izlenimin oluşmasında insanla, karşısındakini bir bütün olarak algılarlar, bu esnada her bir bilginin değerlendirilmesini belli bir çerçeve içinde yaparlar. Kişinin karşısındaki hakkında olumlu izlenime sahip olması bu izlenimin kalıcı olduğu anlamına gelmez. Olumlu bir izlenimin olumsuza dönmesi son derece kolaydır. Buna göre olumsuz izlenimler olumlu izlenimlere nazaran daha kalıcı etki yapmaktadır.


Doğru değerlendirme

Algı ve düşünce kişiden kişiye farklılık göstermektedir. İnsanlar gözle görülebilir dış özellikleri oldukça doğru bir şekilde algılayabilirler. Sosyal statü ve bir grup içindeki hiyerarşi; bireyin kendisini içinde algılayışı, grubun yapısı ve insanların toplumsal konularını beden dilleri ile yansıtmalarından anlaşılır. Örneğin bir gencin omuz silkmesi veya el sallaması arkadaşları tarafından ilgisizlik veya isteksizlik olarak algılanabilirken, aynı davranışın ebeveynleri veya öğretmenleri tarafından saygısızlık olarak algılanabilmektedir. Bu yanlış anlamanın nedeni bireylerin sahip oldukları rol ve statülerin farklı olmasıdır.

Başka insanlar hakkındaki yorumlarımızı etkileyen bir diğer unsur ise beklentilerimizdir. Bir kimsenin söz ve hareketlerini yorumlarken o kişi hakkında sahip olduğumuz bilgilere dayanarak bir takım beklentilerimizin etkisi altında kalırız.


Empati Geliştirme, insan ilişkilerinde karşısındaki kişiyi anlamayı ve onunla olumlu bir ilişki geliştirmeyi kolaylaştıran en önemli faktörlerden biridir.

Empati aynı zamanda ‘sosyal duyarlılık’ veya ‘özdeşleşme’ gibi terimlerle de ifade edilmektedir. Başkasının gözleriyle görebilmek, kulaklarıyla duyabilmek ve kalbiyle hissetmek sosyal bir yaşamın varlığı için şarttır. Empatik anlayışa sahip bir kişi, kendini karşısındakinin yerine koyarak onun ne gibi düşüncelere ve duygulara sahip olduğunu hissetmeye ve onu anlamaya çalışır; yani aynalama yapar.

Bu anlayış, başka bir kişi ile bir tür duygu ortaklığı, insanı doğru algılayarak insan ilişkilerinin olumlu gelişmesinde en temel noktadır. Karşısındakini düşünen bir insan onun duygu ve düşüncelerini, problemlerini anlamak ve paylaşmak ister. Kendini karşısındakinin yerine koyan insan, karşısındakini üzecek, kıracak veya rencide edecek davranışlardan kaçınır. Aynı durum kendi başına geldiğinde ne kadar acı duyup üzüleceğini bilir. İnsanlar empati yaptıkları sürece bulundukları ortamda huzursuzluk ve çatışmalar da ortadan kalkar. Birlik ve beraberlik sonucu bencil davranışlar ve kıskançlıklar azalır, yardımlaşma ve iş birliğinin artması sonucu sempati gelişerek verim artar.

Empati, sempatinin başlangıç yolu olup, bireyler arası ilişkilerin olumlu olması için katkıda bulunur. Sempati, yalnızca özdeşleşmenin kısmi bir ifadesidir.
ÖĞRENME

Öğrenme Kavramında üç önemli öğe bulunmaktadır:

1) Öğrenme davranışta bir değişikliktir.

2) Tekrar ya da yaşantı sonucu meydana gelen bir değişikliktir.

3) Öğrenme adını alabilmesi için değişikliğin oldukça devamlı olması gerekmektedir, yani uzun süre devam etmelidir.


Öğrenme Kuramları, Davranışçı Öğrenme Kuramları, Bilişsel Öğrenme Kuramları ve Sosyal Öğrenme Kuramları diye üçe ayrılır.

Davranışçı Öğrenme Kuramları:

Tepkisel Şartlanma: Öğrenilmiş davranışlar olarak adlandırılan davranışların yanında insanın davranış türlerinden birisi de doğuştan getirdiği refleks adı verilen öğrenilmemiş davranışlardır. Refleks tepkilerinin öğrenme ile değiştirilmesi anlamına gelen tepkisel şartlanma ilk olarak Rus bilim adımı Ivan Pavlow tarafından ele alınmıştır. (Pavlow’un köpeklerle yaptığı deneyinde, köpeğin ağzının sulanmasına sebep olan yiyecek maddelerini şartsız uyarıcı, gıda maddesini gören köpeğin ağız salgılarının artmasını şartsız tepki, deneyde zilin çalmasını şartlı uyarıcı, sadece zil sesini duyan köpeğin salyalarının artmasını ise şartlanmış tepki olarak değerlendirmiştir. Bu deneyde eğer köpeğe yiyecek verilirken zil sesine son verilirse bir müddet sonra sadece zil sesiyle ağzının sulanması kaybolmaktadır. Zil sesi her zaman olmasa da sadece ara sıra yiyecek verilirken tekrarlanırsa, bu sefer her sil sesinde ağız sulanması görülebilmektedir. Zil sesi tek başına salya salgılama refleksini başlatan uyarandır. Buna güçlendirme denir. Köpek sesle salya salgılama tepkisi arasında bağlantı kurmaya şartlandırılmıştır. Bu ise, öğrenmenin yalın biçimidir. Pavlow, şartlı salya tepkisini elde ettikten sonra öğrenmenin hangi koşullarda ve ne kadar süreyle sürdüğüyle ilgilenmiştir. Köpeğe bir süre yiyecek vermeden zil çaldığında, bir süre sonra zil sesine karşılık salya tepkisi azalmaya başlamış ve sonunda hiçbir tepki alınmamıştır.)

Tepkisel şartlanma insan davranışları için son derece önemlidir. Sevmediğimiz bir yiyecek kokusu midemizi bulandırır. Taze ekmek kokusu açlığımızı hatırlatır. Buradaki uyarıcılar davranışımızı kontrol etmemize yol açmaktadır. Ekmek kokusu şartsız uyarıcı, kokuya karşı gösterdiğimiz tepki ise şartsız tepkidir. Kısaca tepkisel şartlanma sonucu davranışlarımız oluşmaktadır.