Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


4 sonuçtan 1 ile 4 arası
  1. #1

    Üyelik tarihi
    24 Şubat 2007
    Mesajlar
    527
    Tecrübe Puanı
    29

    Son Peygamber 1

    HZ.MUHAMMED (SAV)
    SON PEYGAMBER


    Tüm insanlığa örnek model olarak gönderilen bir insanı, bir peygamberi anlatmak ve tarif etmek, en az O’nun risâletinin kuşatıcılığını kavrayabilmek kadar zordur. İnsanlık tarihinde O’nu müstesna bir yere oturtan “âlemlere rahmet” olarak gönderilme keyfiyeti, zihin dünyamızdaki sıradan biçimlendirme ve anlamlandırma çabalarını geçersiz kılmakta ve idrak örgümüzde yeni algı biçimleri oluşturmaktadır. Bu yüzden Hz. Muhammed aleyhisselam’ı anlatmanın zorluğu, İslam ilim geleneğinde “Şemail” ve “Hilye” adıyla yepyeni biçimlerin gelişmesine ve bu alanda zengin bir literatürün doğmasına vesile olmuştur. Hz. Muhammed (sav)’in fiziksel özelliklerinden, bütün vasıflarını şekillendiren ahlâkına kadar her alanda O’nu tanımlayan bu özel formlar nesilden nesile aktarılmıştır. Böylece farklı zaman ve mekânlarda yaşayan her mü’min, kendi duygu ve düşünce dünyasının zenginlikleriyle harmanladığı bir Peygamber algısına sahip olmuştur. Hz. Peygamber’in fiziksel özelliklerinin şekilci bir anlayışla tekdüze bir forma sokulmaması, O’nun çağlarüstü örnekliğini tüm zaman ve mekânlarda hep taze tutmuştur. Kimdir sorusu, O’nun temiz nesebinden, isim ve sıfatlarına; vahyin inşa ettiği kişiliğinden giyim-kuşam ve yeme – içme tarzına kadar maddî ve manevî yaşamının her yönünü ortaya çıkaracak ve insanlığın hayatına yön verecek güçlü bir cevap içermektedir.


    ŞEMAİL VE HİLYE

    HZ. PEYGAMBER'İN ŞEMAİLİ

    Prof.Dr. Ali Yardım

    Şemâil, kelime yapısı bakımından şimâl'in çoğuludur. Arapça'da, bu kökten türeyen kelimelerin birbirinden farklı, hatta birbirine zıt değişik manaları vardır. Bu nüanslardan birisi de; huy, tabîat, karakter, hâl ve hareket, tavır ve idavranış anlamıdır. Şimâl'in bu manalarda kullanılan nüansının çoğulu şemâil kalıbı ile kullanılmaktadır.
    İslâm âlimler, kelimeyi bu geniş lügat manalarından alıp, bir şahsın hayat hikâyesini, yâni biyografisini anlatan bir terim hâline getirmişlerdir. Kelime zamanla daha da özelleştirilerek, sadece "Hz Peygamber'in beşerî yönünü, yaşama uslûbunu ve şahsî hayatını anlatan" bir terim hüviyetine büründürülmüştür.
    Şemâil'in müstakil bir dal olarak ortaya çıkışı, hicrî III. asrın ikinci yarısı (m. IX.asır) sonlarına doğrudur. Şemâil kelimesini ilk def'a kullanan ve onu sistemleştirip muhtevâsını tâyin eden İslâm âliminin Tirmizî olduğu bilinmektedir. Nitekim gerek ondan önceki dönemde, gerek çağdaşı muhaddis ve tarihçiler arasında bu tâbiri kullanan bir başka isme rastlanmamaktadır.
    Tirmizî'nin "Kitâb'üş-Şemâil" adlı eseri, 55 bölüm (bâb) ve bir hâtime'den oluşmaktadır. Tirmizî'nin Şemâil'i, üzerinde en çok şerh, hâşiye, ta'lik ve tercüme çalışması yapılan klâsik eserlerin ilk sıralarında yer almaktadır. Şemâil nev'ine Tirmizî ile başlayan katkılar, ondan sonraki İslâm âlimlerince de devâm ettirilmiştir.

    ŞECERE

    Hz. Muhammed (sav), Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’e nisbetle İsmailîler diye de anılan ve iki büyük Arap topluluğundan birini teşkil eden Adnanîler’e mensuptur. Soy kütüğünün yirmi birinci göbekten atası olan Adnan’a kadar uzanan kısmı güvenilir bulunarak zikredilmiş, ondan sonrası Hz. Peygamber’in de işaretiyle yaygınlık kazanmamıştır. Bizzat kendisi tarafından kabul edilip bütün İslâm kaynaklarınca zikredilen soy kütüğü şöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Kâ’b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Mead b. Adnân



    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/hz-muhammed-sav/18388-son-peygamber-1-a.html#post35690




  2. #2

    Üyelik tarihi
    24 Şubat 2007
    Mesajlar
    527
    Tecrübe Puanı
    29

    Standart --->: Son Peygamber 1

    HZ. PEYGAMBER'İN İSİM VE SIFATLARI

    Prof.Dr. Emine Yeniterzi

    Bütünüyle dinî kültürle içice olan klasik edebiyatımızda mevlid, sîre, hilye, mi'râc-nâme, Hicretü'n Nebi, şefâatnâme, kırk hadis, yüz hadis gibi Hz. Peygamber’le ilgili zengin türlerden biri de "Esmâ-i Nebî"dir. Cenâb-ı Hâkk'ın isimlerinin topluca verildiği Esmâ-i Hüsnâ tarzındaki manzumelere benzer şekilde; hem Allah'ın, hem de bütün müslümanların ortak sevgilisi olan Hz. Peygamber'in dînî kültürde yer alan isimlerinin manzum veya mensur, müstakil eserler halinde toplanılması da bir gelenek olmuştur.
    İnancın yanında, bizzat Hz. Peygamber'in bir hadisi, şâirleri Esmâ-i Nebî konusunda yazmaya teşvik etmiştir. Bir hadiste; Hz. Peygamber'in isim ve sıfatlarını yazan, okuyan ve asan kimsenin evine belâ, hastalık, dert, illet, göz değmesi, haset, büyü, yangın ve yıkıntı gibi şeylerin yaklaşmayacağı gibi; ismi şeriflerinin orada bulunduğu sürece ev halkına fakirlik, zehirlenmek, gam gibi sıkıntıların da gelmeyeceği belirtilir. Bu hadis dolayısiyle Hilye-i Şerifler yanında Esmâ-i Nebî levhaları da asırlarca müslüman evlerinin birer süsü olmuştur.
    Hz. Peygamber'in; Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerde belirtilen isimleri ile İslâmî kültürde yer alan isim, sıfat, künye ve lakapları pek çok mensur esere konu olmuştur. Bu eserlerden en çok şöhret bulanı Süleyman Cezûlî'ye aittir. Hz. Peygamber'in iki yüz bir ismini ele alarak açıklayan bu eseri on altıncı asırda Kara Dâvud İzmitî Türkçe olarak şerhetmiştir. 'Tevfiku Muvakkıfu'l-Hayrat Li-Neyli'l-Berekât Fî-Hidmeti Menbai's-Saâdet(7)" adlı şerh halk arasında kısaca Delâil-i Hayrat Şerhi veya Kara Davut adıyla bilinir. Burada Hz. Peygamber'in en meşhur iki yüz bir adının verilmesine mukabil, bazı eserlerde O'nun bin veya iki bin yirmi ismi olduğu görüşleri de mevcuttur. Zîrâ; isimlerin çokluğu ismi alan kişinin şerefine işaret eder düşüncesiyle, Hz. Peygamber'de mevcut olan bütün sıfatlardan O'nu medheder mâhiyette isimler türetilmiştir.
    Yüce Peygamber'in bu türden ve sayısı bini geçen isimlerinin bir kısmı Kur'ân-ı Kerîm'de, hadislerde, kendisinden önce gelen mukaddes kitap ve sayfalarda belirtilmiş; bir kısmı Esmâ-i Hüsnâ veya diğer peygamberlerin isimleriyle ortak olmuş, diğerleri de dînî ve edebî kültürümüzde yalnızca O'na has özel adlar olarak kullanılmıştır. Buna göre Hz. Peygamber'in isimlerini aşağıdaki tasnif içinde değerlendirmek mümkündür:

    1. Kur'ân-ı Kerîm'deki İsimleri: Ahmed, Emin, Beşîr, Burhan, Hâtem, Dâî, Rauf, Rahim, Resûlu'r-Rahme, Sirâc, Münîr, Sırât-ı Müstakim, Tâ-Hâ, Yâ-Sîn, Hâ-Mîm, Abd, Urvetü'l-Vüskâ, Kademü's-Sıdk, Muhammed, Müddesir, Müzzemmil, Mustafâ, Müctebâ, Nebiyyü'l-Ümmî, Nezîr, Ni'metullâh, Hâdî.
    2. Diğer kitap ve Sayfalardaki İsimleri: İncil'de; Ahmed, Baraklit, (veya Faraklit), Hanbatâ, Rûhu'1-Hâk, Rûhu'1-Kuds, Sâhîbü'l-Kâdîb, Sâhîbü'n-Naleyn. Tevrat'ta; Ahyed, Bidbid, Dahûk, Mütevekkil, Muhtar. Zebur'da; İklîl, Cebbar, Hamyâtâ, Hâthât, Kayyim, Mukîmü's-Sünne. Diğer peygamberlere indirilen suhufta; Ehûnâh, Tâbtâb, Müşeffih, Ecîr, Hâtem, Mâzmâz, Munhaminnâ'.
    3. Hadislerde Belirtilen İsimleri: Ahmed, Ahyed, Emîn, İmâmü'l Muttakîn, Haşir, Habîbullâh, Râkibül-Burak, Resulü'r-Rahme, Resûlü'r-Râhe, Resûlü'l-Melâhim, Seyyidü'l-Mürselîn, Seyyid-i Veled-i Âdem, Sabık, Şeff, Şâfı', Müşeffa', Sâhîbü'l-Hâtem, Tâ-Hâ, Zahir, Âkıb, Abdullah, Kâidü'l Gurri'I-Muhaccelîn, Kuşem, Mâhî, Muhammed, Müddessir, Müzzemmil, Muktefî, Mukaffa, Nebiyyü't-Tevbe, Nebiyyü'r-Rahme, Nebiyyü'l-Melhame, Yâ-Sîn.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/hz-muhammed-sav/18388-son-peygamber-1-a.html#post35692
    4. Esmâ-i Hüsnâ ile Ortak Olan isimleri: Evvel, Âhir, Cebbar, Hâmid, Hamîd, Hâk, Habîr, Ra'ûf, Rahim, Şâhid, Şehîd, Şekûr, Sâdık, Azız, Azîm, Afüvv, Alîm, Fettâh, Kuddûs, Kavı, Zû-Kuvve, Kerim, Ekrem, Mübeşşir, Mübîn, Mahmûd, Mü'min, Müheymin, Nûr, Velî, Mevlâ, Hâdî, Yâ-Sîn.
    5. Hz. Peygamber'in Diğer Peygamber ve Din Büyükleriyle Ortak Olan İsimleri: Yüce Peygamber'in Ahmed, Muhammed, Âkıb, Haşir, Mukaffa, Nebiyyü'l-Melhame gibi isimleri yalnızca kendisine hastır. Ancak Rasûlu'llâh, Nebiyyu'llâh, Abdullah, Şâhid, Mübeşşir, Nezîr, Nebiyyü'r-Rahme, Nebiyyü't-Tevbe gibi isimleri diğer peygamberlere de verilmiştir. Bu arada Hz. Âdem'in Safıyyu'Ilâh, Hz. İbrahim'in Halîlu'llâh, Hz. Musa'nın Kelîmu'llâh, Hz. îsâ'nın Rûhu'l-Kuds, Hz. Alî'nin Murtezâ ve Müctebâ, İmâm Gazzâli'nin Hüccetü'l-İslâm isimleri aynı zamanda Hz. Peygamber'in de ismidir.
    6. Yalnızca Hz. Peygamber için Kullanılan Tâbirler: Dînî ve edebî metinlerde geçen Fahr-i Kâinat, Fahr-i Âdem, Mefhar-ı Âlem, Ebü'l-Mü'minîn, Hayru'l-Mürselin, Kân-ı Şefaat, Mahbûb-ı Hâk, Muîn-i Beşer, Resûlü's-Sakaleyn, Seyyidü's-Sâdât, Seyyidü'l-Mürselîn, Sultânı Enbiyâ gibi terkipler doğrudan Hz. Peygamber'e işaret eden tâbirlerdir. Bu sebeple kültürümüzde ve edebiyatımızda Yüce Peygamber için kullanılan bu tâbirlerin, sıfat mânâsı dikkate alınmadan birer özel isim olarak telakki edilmeleri ve imlâda da büyük harflerle yazılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
    7. Hz. Peygamber'in Edebî Mâhiyetteki İsimleri: Edebî metinlerde, özellikle na'tlarda Hz. Peygamber için sultan, ay, güneş, deniz, inci, gül, bülbül, servi, çerâğ, tabîb gibi motifler ele alınırken; bu teşbih ve istiarelere bağlı terkipler çoğu zaman birer isim olarak kullanılmıştır. Bunlardan bazıları: Meh-i Burc-i Fezâyil, Bedr-i Dücâ, Mâh-ı Münîr, Sadr-ı Bedr-i Kâinat, Âyîne-i Ezel, Mir'ât-ı Huda, Cevheri Zât, Dürre-i Beyzâ, Dürr-i Yetîm, Şems-i Kevneyn, Şems-i Sübhân, Âfitâb-ı Evc-i Dîn, Neyyir-i A'zam, Sehâb-ı Rahmet, Tabîb-i Marîz-i İsyân, Menba-ı Âb-ı Hayât, Nizâmü'l-Âlemîn, Rûh-i-A'zam, Ser-Çeşme-i Kerem, Serv-i Bostanı Dîn, Şâhenşâh-ı Asfiyâ, Ukde-Güşâ gibi.
    8. Hz. Peygamber'in İsimleriyle İlgili Bütün Bu Tasniflerin Dışında: O'nun değişik zaman, mekân ve topluluklara göre aldığı adlar da ayrı bir kategori teşkil eder. Buna göre Hz. Peygamber'e; Ahmed isminin dünyaya gelmeden önce, Muhammed'in hayatta iken, Mahmûd adının da kendisinden sonra verildiği konu edilir.
    Ayrıca Ka'bu'l-Ahbâr'dan nakledilen bilgilere göre Hz. Peygamber: "ehl-i cennet meyânında ABDÜ'L-KERÎM, ehli berzah indinde ABDÜ'L-CEBBÂR, melâike-i arş lisânında ABDÜ'L-HAMÎD, şâir fıriştegân beyninde ABDÜ'L-MECÎD, peygamberân arasında ABDÜ'L-VEHHÂB, cinniyân içinde ABDÜ'R-RAHİM, şeyâtînde ABDÜ'L-KAHHÂR, cibâlde AB-DÜ'L-HALLÂK, bahrde ABDÜ'L-KÂDÎR, balıklarda ABDÜ'L-KUDDÛS, haşerâtta ABDÜ'L-MUGÎS, vahşilerde ABDÜ'R-REZZÂK, sibâ yani yırtıcı hayvanlarda ABDÜ'S-SELÂM, dört ayaklı hayvanlar indinde ABDÜ'L-MÜ'MİN, kuşlar indinde ABDÜ'L-GAFFAR" isimleriyle bilinmektedir.
    Buraya kadar görülebileceği gibi Hz. Peygamber'in gerek edebî, gerek dînî; O'nun her yönden maddî ve manevî üstünlüğünü, örnek oluşunu, Hâkk'ın ve Müslümanların sevgisini ifâde eden yüzlerce ismi vardır. Bu isim ve sıfatlar ile mâhiyetleri konusunu ele alan mensur eserler yanında, edebiyatımızda yalnızca bu konu üzerinde yazılmış müstakil manzumeler de vardır.

  3. #3

    Üyelik tarihi
    24 Şubat 2007
    Mesajlar
    527
    Tecrübe Puanı
    29

    Standart --->: Son Peygamber 1

    AHLAK ANLAYIŞI VE İBADET HAYATI

    CAHİLİYE TOPLUMUNUN İDEAL İNSAN TİPİ: MUHAMMED EL-EMİN

    Prof. Dr. Ali Murat Daryal

    Hz. Muhammed (sav) çocukluk devresini geçirerek mensubu bulunduğu cemiyete onun bir üyesi olarak katıldıktan sonra, cemiyet içerisinde bütün olanlara karşı şüpheler duymaya başlamıştır. Bu şüpheler, onun, o günkü cemiyet içerisinde nesilden nesile devredilen hareket ve davranışlar bütününü benimseyip, bunları kendi hayatına tatbik etmesine müsaade etmemiştir. Bu durumda Hz. Muhammed (sav) hayatını kendi akl-ı selimiyle ve sezgileriyle bulduğu doğrular istikametinde tanzim etmek, insanlar arası münasebetlerini yine bu ölçüler içerisinde geliştirmek gibi bir tavrı benimsemiştir. Onun bu hareket ve davranışları İslam’ın resmen vahye istinad etmeyen ilk tebliğleri oluyordu.
    Tabiîdir ki, bu hareket ve davranışların o günkü cemiyette alışılagelmiş hâkim davranış kalıpları üzerine müessir olması beklenemezdi. Fakat, o güne kadar tatbik edilegelmiş bu davranış kalıpları üzerinde tümüyle tesirsiz kaldığını söylemek de gerçeği yansıtmayacaktır.
    Hz. Muhammed (sav)’in gözler önüne serdiği bu davranış kalıpları “hayat, insan, hürriyet, hak, adalet, eşitlik, doğruluk, emek” gibi kavramlara yeni boyutlar getirmiş, buna benzer diğer bazı kavramların da başka türlü anlaşılabileceği, hatta anlaşılması gerektiği hususunda zihinlere yeni düşünceler ilham etmiştir.
    Hz. Muhammed (sav) cemiyete onun bir üyesi olarak katılmıştı. Fakat, o günkü cemiyette insanlar babalarından, dedelerinden devraldıkları hareket ve davranış kalıplarını uygulamakta, onların değerlerini paylaşmakta ve yaşamakta son derece kararlıydılar. Bunların kendilerinden sonra evlatlarına intikali için de tavizsiz bir tutum içindeydiler.
    Bütün bunlara rağmen, bu insanlar kendi hareket ve davranışlarını kabul etmeyen, değerlerini paylaşmayan, aksine cemiyete yeni değerler teklif eden Hz. Muhammed (sav)’i “Emin” sıfatı ile tavsif ediyorlar, ona “Muhammedü’l-Emin” diyorlardı.
    Halbuki, bu insanların, bu vasfı, hareket ve davranışlarındaki taviz tanımaz tutumu, değerlerini paylaşmada ve yaşatmadaki ısrarı, bunların daha sonraki nesillere intikalindeki kararlılığı ile asra yaklaşan ömründe kendilerini en iyi temsil etmiş birine layık görmelerini beklemek hakkımız idi. Bu insanların bu vasfı, kendi değerlerini paylaşan ve onları yaşatmak için ömür tüketen birine değil de, aksine onları reddeden ve cemiyete yeni değerler getiren bir “kimseye” layık görmeleri, üzerinde önemle durulması gereken bir husus olmalıdır.
    Hz. Muhammed (sav) babasından yetim, anasından öksüz kalmıştı. Arkasında hiçbir otorite yoktu. Yine de cemiyet ona “Emin” diyordu.
    Zenginler bu kavramı iktisadî açıdan düşünüyorlardı. Onlar bu kavramla, Hz. Muhammed (sav)’in ticarî ve diğer malî münasebetlerinde son derece güvenilir olduğunu anlıyorlardı. Bu yüzden ona “Emin” diyorlardı.
    Asiller tabii olarak şeref ve haysiyetlerine düşkündüler. Onlar bu kavramdan Hz. Muhammed (sav)’in kendi şereflerine, haysiyetlerine, itibarlarına ne kadar riayetkâr olduğunu anlıyorlardı. “Emin” demekle onun yalan, iftira, tezvir, dedikodu gibi yollarla şereflerini haleldâr etmeyeceğini anlatmak istiyorlardı.
    Cemiyet içerisinde idareci durumunda olan kimseler –bunlar tabii ki asillerdendir- bu kavrama daha değişik bir mana veriyorlardı. Onun varlığını sınıflar arası çekişmelere, kabileler arası çatışmalara karşı teminat görüyorlardı. Bu kavramla, onun cemiyet içerisindeki hakim nazım rolüne ve hadiseler karşısındaki müspet tutumuna karşı şüphe beslemediklerini anlatmak istiyorlardı.
    Muharipler, cengâverler tabii olarak bu kavrama daha başka bir mana ve yorum atfediyorlardı. Onlar bu kavramla Hz. Muhammed (sav)’in harplerde kendisine güvenilir olduğunu, ortaya çıkacak şartlar altında onun saflarını terk etmeyeceğini anlıyorlardı. Bunu, dost düşman herkese anlatmak istiyorlardı.
    Sosyal, ekonomik ve fizikî yönden güçsüzler de bu kavrama kendilerine uygun gelecek bir mana veriyorlardı. Fakirler kendi hallerine ve şartlarına göre, bu kavrama daha değişik boyutlar getirmişlerdi. Bu insanlar malî yardım ve diğer ihtiyaçları için Hz. Muhammed (sav)’e geldiklerinde onun kendilerine bütün imkanlarıyla yardımcı olacağına, hatta kefaletiyle dostlarından onlar için yardım talep edeceğine inandıklarını, bu hususta endişe taşımadıklarını göstermek istiyorlardı. Acizler bu kavrama düçar oldukları acizlikleri ve çaresizlikleri açısından bakıyorlardı. Bu insanlar, ona “Emin” demekle zulme uğradıkları zaman zalim kim olursa olsun her türlü şarta rağmen Hz. Muhammed (sav)’in kendi haklarını koruyacağından emin olduklarını, buna inandıklarını anlatmak istiyorlardı. Kimsesizler, himayesine sığındıkları takdirde, onun bir kardeş, bir ağabey, bir baba gibi kendilerine kol-kanat gereceğinden emin olduklarını, onun sayesinde her türlü korkudan uzak yaşayacaklarını anlatmak istiyorlardı. Köleler bu kavramla, herkesin kendilerini dövdüğü, sövdüğü, hor gördüğü bir dünyada onun kendilerini dövmeyeceğini, sövmeyeceğini, hor görmeyeceğini, kötü söylemeyeceğini anlıyorlardı. Hiç kimsenin kendilerini insan yerine koymadığı bir cemiyette onun kendilerini şerefli birer insan görüp, ona göre kendilerine muamele edeceğinden emin olduklarını, buna inandıklarını anlatmak istiyorlardı.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/hz-muhammed-sav/18388-son-peygamber-1-a.html#post35693
    Haklı olarak, bu insanların babaları, dedeleri ve kendileri gibi hayat tarzı gösteren, içki içen, kumar oynayan, fuhuş yapan, yalan söyleyen, iftira eden, çapulculukla zaman geçiren, putlara tapan ve daha başka değerlerini istisnasız ve münakaşasız kabul eden ve onu cemiyetle paylaşan bir kimseyi, ancak “Emin” sıfatıyla tavsif etmeleri beklenirdi. Olanların beklenilenin hilafına olması, bütün görüşlerimizi ve yorumlarımızı bir noktada birleştiriyor. Hakikaten zahirde bu insanlar bütün yapıp ettiklerinden ve değerlerinden şüphe ediyor değildiler. Fakat, bu insanların kendileri gibi yaşamayan, daha başka hayat tarzı gösteren, cemiyete farklı değerler getiren Hz. Muhammed (sav)’i “Emin” olarak göstermeleri, insanların o güne kadar bütün yapıp ettiklerine, hareketlerine, davranışlarına ve paylaştıkları değerlerine karşı “şuur-altı”nda şüpheler, kuşkular, tereddütler beslediklerini göstermesi bakımından önemlidir.
    İslam Medeniyeti’nin ilk vahyinden itibaren takip ettiği yol, benimsediği usul hep bu insanların yapıp ettiklerine, geliştirdikleri değerlerine karşı şuur-altında mevcut kuşku ve tereddütlerin şuur seviyesinde idrakine yardımcı olmak gayesini taşır. İslam medeniyeti’nin benimsediği bu yolla varmak istediği nokta, bu insanların hareket ve davranışlarına ve değerlerine karşı şuur-altında mevcut şüphe ve tereddütleri besleyen “hakikat fikri”nin şuurlaşmasına yardım etmektir. Toplumun kendilerine verdiği eski, yanlış şartlanmalardan –putlara tapma gibi- kurtulmalarına imkân tanımaktır.
    İslam öncesi devrede bu insanlar kendileri gibi yaşamayan ve kendilerininkilerden farklı değerler getiren Hz. Muhammed (sav)’e “Emin” demeleri, iki bakış açısı göstermekte ve dolayısıyla bizleri iki mühim noktaya sevketmektedir:
    • Bu insanlar, zahirde bütün yapıp ettiklerine ve değerlerine nihai doğrular olarak baksalar da, hakikatte bunların doğruluğundan şuur altında şüpheler taşıyorlardı. Bunların doğruluğuna kani değildiler. Bu durumda bu insanlar, “yanlış”ı bulmuşlardı. Bunun için kendilerine “yanlış nedir?” sorusunu sormuş olmaları gerekirdi.
    • Bu insanların yanlışı tanımaları “doğruyu bildikleri” görüşünü haklı kılar. Bunun için, bu insanların kendilerine “doğru nedir?” sorusunu sormuş olmaları gerekir. Bu insanlarda en azından nüve halinde doğruluk fikri bulunmalıydı. Yoksa Hz. Muhammed (sav)’de hareket ve davranışlar bütünü olarak somutlaşan bu “fikir”, bu insanlar tarafından hemen kabul görmezdi, tasvip bulmazdı, tebcil edilmezdi. Onu bu kadar beğenmezlerdi, bu derece onu “ideal insan” olarak görmezler ve göstermezlerdi.
    Ona Muhammedü’l-emin diyorlardı. Acaba “doğruluk” fikri mi bu insanların yanlışları tanımalarına yardımcı oluyordu, yoksa yanlışlar mı bu zihinlere doğruluk fikrini getirmişti? Tabiî ki burada birinci şık tercihimiz olacaktır. Doğruluk fikri, ancak yanlışları tanımalarına yardımcı oluyordu. Yoksa yanlışlar, daha başka yanlışları getirecekti.

  4. #4

    Üyelik tarihi
    24 Şubat 2007
    Mesajlar
    527
    Tecrübe Puanı
    29

    Standart --->: Son Peygamber 1

    HZ. PEYGAMBER'İN İBADETLERİ

    NAMAZLARI

    İslâm'ın beş şartından birisi, belki en önemlisi olan namaz, belirli fiil ve hususî rukünlerle Allah Teâlâ'ya kulluk etmektir. Namazın zahiri, birtakım hareket ve zikirden ibaret ise de gerçekte, ilmi her şeyi kapsayan Cenâb-ı Hakk'a tazarru ve niyazdan ibarettir. Beş vakit namaz hicretten bir buçuk sene önce miraçta farz kılınmıştır. Âkil ve bâliğ olan her müslümanın yapması gereken farz-ı ayn bir ibadettir. Hz. Peygamber ümmetine öğrettiği namazı herkesten çok edâ etmiş, onu gözünün nuru, gönlünün süruru olarak tavsif etmiştir.
    Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in pek çok nafile namaz kıldığı, hatta bu sebeple ayaklarının bile şiştiği, bunu sadece Allah'a şükreden bir kul olmak maksadıyla yaptığı nakledilmektedir.
    Peygamberimiz, farz namazlarını, ashâbının gözü önünde kılmış, miktar ve hususiyetleri herkes tarafından tesbit edilmiş ve öğrenilmiştir. Ancak ona mahsus olan bazı nafile namazlar herkes tarafından aynı açıklıkla bilinmiyordu. Onun nafile namazları gece kıldıkları, gündüz kıldıkları ve diğer bazı nafile namazlar olmak üzere üç gurupta incelenebilir:
    a) Gece Kıldıkları Nafile Namazlar
    Hz. Peygamber'in gece ibadetlerine başta hanımları olmak üzere, bazı yakınları ve bir kısım ashâb-ı kiram da şahit olmuştur. Hz. Âişe, onun mutat gecelerinden birini tavsif ederken "... O, gecenin evvelinde uyur, son safhalarında ibadete kalkardı. Seher vakti girince vitir namazını kılar, sonra yatağına gelirdi..." demektedir.
    İbn Abbas da Hz. Peygamber'in evinde misafir olarak kaldığı gecede gördüklerini şöylece dile getirir: "Gecenin yarısı yahut biraz öncesi veya sonrası idi. Rasûlullah yataktan kalktı. Ellerini yüzüne sürerek uykusunu dağıttı. Sonra Âl-i İmrân sûresinin son âyetlerini okudu. Asılı duran su matarasından güzel güzel abdest aldı ve namaza başladı. Ben de kalktım. Abdest alarak sağ yanında namaza durdum. O, sağ elini başımın üzerine koyup okşadı. Sonra kulağımı hafifçe burdu. Sonra da, ikişer rekât olmak üzere, on iki rekât namaz kıldı. Sonunda da tek rekât namaz kılıp yattı. Müezzin sabah namazını kıldırması için kendisine durumu bildirince kalktı ve iki kısa rekât namaz kılıp mescide çıktı. Sonra da sabah namazının farzını edâ etti."
    Hz. Âişe Rasûlullah'ın ömrünün son senesinde oturarak namaz kılmaya başladığını, kıraatından 30 veya 40 âyet kaldığında ayağa kalkıp okuduğunu ve öylece kıldığını anlatmaktadır.
    Secdelerinin ve kıyamlarının uzunluğu göz önünde tutulursa, Hz. Peygamber'in her gece bir saatten fazla ibadet yaptığı söylenebilir.
    b) Gündüz Kıldığı Nafileler
    Hz. Peygamber gündüz boyunca da birçok nafile namaz kılmaya devam etmiştir. Öğlenin farzından önce dört sonra iki, akşamın farzından sonra iki, yatsının farzından sonra iki rekât namaz kılmıştır. Özellikle, sabahın farzından önce kılınan iki rekât sünnetin yerinin daha büyük olduğu nakledilmektedir. Bu namazlar müekked sünnet denilen hemen hemen hiç ihmal etmeksizin çoğunlukla kıldığı namazlardır. Gayri müekked diye vasıflandırılan namazlar ise bazı kere yaptığı üzere, ikindinin ve yatsının farzından önce kılındığı dört rekât namazlardır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/hz-muhammed-sav/18388-son-peygamber-1-a.html#post35694
    Mescide girildiğinde kılınan tahiyyatü'l-mescid isimli iki rekâtlık namaz da nafile ibâdetler cümlesindendir. Bu namazların yanında Hz. Peygamber'in, kuşluk namazı diye bir namaz kıldığından da söz edildiği de görülmektedir.
    c) Kıldığı Diğer Nafile Namazlar
    Yukarda izah edilenlerin dışında Rasûlullah, teravih namazı ve çeşitli vesilelerle başka nafile namazlar da kılmıştır. Meselâ yağmur duası ve namazı zikredilebilir. Güneş tutulduğu zaman da 2 rekâtlık bir namazı cemaatle kılmıştır. Ayrıca ay tutulması sırasında da nafile namaz kılınmıştır.
    Yolculuktan döndükten sonra 2 rekât bir namaz kılmak da müstehab sayılmıştır. Rasûlullah'ın böyle bir namazı kıldığı rivayet edilmektedir. Bu nafile namazlar arasında tesbih namazı isimli bir namaz da vardır. Bu arada istihare namazının varlığından söz edilmektedir. Akşamın 2 rekât sünnetinden sonra onu 6'ya tamamlamak hususunda da hadisler vardır. Fakat salâtu evvâbîn (tevbe edenlerin namazı) denen bu namazı ifade eden hadisler zayıftır. Ancak bu gibi fazilet sayılan yerlerde zayıf hadislerle amel edilebilir.

    KUR'ÂN OKUMALARI

    Kur'ân sadece okunmak için inmemiştir. O, bir hayat kitabıdır. Onu Rasûlullah hayata tatbik etmiştir. Zira Rasûlullah'ın ahlâkı Kur'ân'dı. Kur'ân'ın emrettiğini yapmış, yasakladığından da kaçınmıştır.
    Güzel bir sese sahip olan Hz. Peygamber, daima o güzel sesi ile Kur'ân-ı Kerîm'i okumuş ve onun emirlerini ilk önce kendisi tatbik etmiştir. Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'i bir çok usûl dâhilinde okumuş ve öyle okunmasını tavsiye etmiştir. Bunlardan birisi de onu tertîl ile okumaktır. Tertîl, dura dura, anlaya anlaya okumaktır. Nitekim Ümmü Seleme, Hz. Peygamber'in okumasının bu şekilde olduğunu şöylece izah eder: "O'nun kıraati açık, tane tane ve harf harf idi". Bu okuyuş müstehabdır. Hatta Kur'ân'ın manasını anlamayan yabancı kimse bile böyle okumalıdır. Zira bu okuyuş şekli Kur'ân'a daha çok hürmeti icab ettirdiği gibi, hızlı okuyuştan kalbe daha tesirlidir.
    Güzel ses ile Kur'ân-ı okumak makbuldür. Nitekim Abdullah b. Muğaffal: "Hz. Peygamber'in devesinin üzerinde el-Feth suresini yumuşak bir kıraatle tercî yaparak okuduğunu duydum" der. Tercî, makamla okuyanların kıraatlarında olduğu gibi, sesi boğazda döndürmektir. Bir çeşit güzel okuyuştur. “Kur'ân'ı sesinizle süsleyiniz”, buyuran Hz. Peygamber, Güzel ses ile Kur'ân-ı okumak makbuldür. Nitekim Abdullah b. Muğaffal: "Hz. Peygamber'in devesinin üzerinde el-Feth suresini yumuşak bir kıraatle tercî yaparak okuduğunu duydum."der. Tercî, makamla okuyanların kıraatlarında olduğu gibi, sesi boğazda döndürmektir. Bir çeşit güzel okuyuştur. Hz. Peygamber "Kur'ân'ı sesinizle süsleyiniz" buyurmuştur.
    Diğer bir okuyuş usûlü de, Kur'ân-ı Kerîm'i hüzünle okumak ve öylece dinlemektir. Hz. Peygamber onu hüzünle okumuş ve öylece de dinlemiştir. Abdullah b. Mes'ud der ki: "Hz. Peygamber, bana "Kur'ân oku, dinleyeyim" dedi. Ben de "Nasıl olur? Kur'ân sana iniyor; ben sana nasıl okuyayım?" dedim. O, "Evet" dedi. Ben de "en-Nisâ sûresini" okudum. Ta ki "fekeyfe izâ ci'nâ minkülli ümmetin..." âyetine kadar okudum. O, "yeter" dedi. Bir de ne göreyim, o sırada onun gözlerinden yaşlar akıyordu."
    Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'i bazen gizli, bazen de sesli olarak okumuştur. Hz. Âişe, Hz. Peygamber'in Kur'ân-ı Kerîm'i hem gizli, hem de sesli okuduklarından bahseder.
    Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerîm'den her gün bir miktar okumuş, hepsini kısa bir müddet içerisinde hatmetme yoluna girmemiştir.
    Kur'ân-ı Kerîm okumaktan maksat, sadece terennüm değildir. Nitekim Hz. Peygamber bir hadislerinde: "Seni fenalıktan men ettiği müddetçe Kur'ân'ı oku, eğer kötülükten alıkoymuyorsa Kur'ân okumuş sayılmazsın" buyurmaktadır. Ayrıca, "Kur'ân'ın haram ettiği şeyleri helâl tanıyan, Kur'ân'a iman etmemiştir." hadisleri de, asıl olanın Kur'ân'ı tatbik etmek olduğunu göstermektedir.

    ORUÇLARI

    Bilindiği gibi Ramazan-ı Şerifte oruç tutmak, İslâm'ın şartlarından biridir. Ramazan orucu, hicretten bir buçuk sene sonra, Şaban ayının 10. günü farz kılınmıştır. Hz. Peygamber bu tarihten itibaren aralıksız dokuz defa Ramazan orucunu tutmuştur.
    Kaynaklarda Hz. Peygamber'in farz oruçla yetinmeyip, daha başka nafile oruçlar da tuttuğu da nakledilmektedir. O, en çok Şaban ayında oruç tutardı. Ekseriyetle Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmuştur. Ayrıca her ayın 13, 14, 15. günleri de oruç tutmuşlardır. Ayrıca Âşûre günü ve Şevval ayında da oruç tutmayı tavsiye etmişlerdir.


    ZEKÂT VE HACCI

    Zekât, malî bir ibadet olup, hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Zekât, bir malın muayyen bir miktarını (meselâ kırkta birini) bir zaman (meselâ bir sene) sonra, hakkı olacak olan bir kısım müslümanlara Allah rızası için tamamen temlik etmektir.
    Bilindiği gibi Hz. Peygamber mal biriktirmemiştir. Bu sebeple kendine zekât farz olacak kadar malı olmamıştır.
    Hac, hem bedenî hem de malî bir ibadettir. Hac, Arafat'ta ona mahsus vakitte durmaktan ve usûlü dairesinde Kabe'yi ziyaretten ibarettir. Umre ise senenin her mevsiminde yapılabilir ve Kabe'yi tavafla, Safa ile Merve arasında say etmekten ibarettir.
    Hz. Peygamber, hicretten sonra hepsi de Zilkade ayında olmak üzere, dört defa umre, hicretin onuncu yılında olmak üzere bir kere de hac yapmışlardır.


    DUALARI

    Hz. Peygamber'in bizzat okuduğu birçok dua vardır. O, yatarken, kalkarken, bir yere girerken, bir yerden çıkarken, çeşitli zamanlarda, çeşitli haller sebebiyle birçok dua okumuştur. Esasen dua yaparken bunlardan istifade etmek lâzımdır. Ayrıca duaları uyanık bir kalple, üç defa tekrar etmek suretiyle yapmak lâzımdır. Duaya bir zikirle veya salât-ü selâmla başlamak ve öylece bitirmek kabulüne sebeptir.

Benzer Konular

  1. Peygamber Efendimizin Hicreti
    By Mustafa Uyar in forum Hz. Muhammed (sav)
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.Kasım.2011, 21:40
  2. peygamber kıssaları
    By selvi boylum in forum Hz. Muhammed (sav)
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 17.Ağustos.2009, 13:20
  3. peygamber efendimizin evi
    By *prenSes* in forum İslami Resimler
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 28.Ağustos.2007, 18:50
  4. Peygamber'imizin (s.a.v) Vefati
    By yoLcu in forum Peygamberler Tarihi
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 05.Haziran.2007, 18:32
  5. rahmet peygamber
    By akin_2546 in forum İslami Bilgiler
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.Nisan.2007, 15:01

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.