.:. DEVLETÇİLİK İLKESİ ve ATATÜRK DÖNEMİ .:.
.:. EKONOMİK FAALİYETLER .:.



a) Ekonomik Faaliyetler



Türk İstiklâl Savaşının başarıyla sonuçlanmasından sonra İzmir’de geniş kapsamlı bir “İktisat Kongresi” yapılmıştı. Çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi kesimlerini temsil eden 1135 kişi kongreye katıldı. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasındaki kongrede çeşitli kararlar dışında genel nitelikli bir iktisat politikası da kabul edildi. Bu kongrede sanayinin teşvik edilmesi, kredi imkânlarının geliştirilmesi, yerli sanayinin kurulması, ticaret bankası kurulması, tekelciliğe karşı mücadele edilmesi, kredi sağlanması, aşar vergisinin kaldırılması, asgari ücretin belirlenmesi, kaza ve hayat sigortası ile ilgili konularda önemli kararlar alındı.



Kongrede alınan kararlar gereğince bazı kurumların oluşturulması yoluna gidildi. Bu kurumların arasında; Bankalar, Tekel, Devlet Demir Yolları, İstatistik Genel Müdürlüğü gibi kurumlar vardı.



İş Bankası



Kurucularının başında Atatürk’ün bulunduğu İş Bankası, 26 Ağustos 1924 tarihinde bir milyon lira sermaye ile kurulmuş özel bir kurulmuştur. Celal Bayar’ın ilk genel müdür olduğu banka, devletin de geniş desteği sağlandı.



Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası



19 Nisan 1925 tarihinde kuruldu. Osmanlı Devleti’inden devredilen devlet teşebbüslerini geçici olarak yönetip, yenilerini kuracak olana bu banka, bankacılık ve madencilik faaliyetlerini yürütecekti. Bu kuruluşun günümüzdeki adı, Etibank’tır.



Özel kesimin fazla varlık gösteremediği bu dönemde devlet tarafından gerçekleştirilen yeni kuruluşları ve kanunları şu şekilde sıralayabiliriz.



1. Eski Reji idaresinin satın alınması ile oluşturulan “Geçici Tütün İdaresi”
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/mustafa-kemal-ataturk/46645-ataturk-ilkeleri-post95105.html

2. İspirto ve alkollu İçkiler tekeli (1926)

3. Devlet Demiryolları ve Limanlar Genel İdaresi (1927)

4. İstatistik Genel Müdürlüğü (1926)

5. Emlak ve Eytam Bankası (1926)

6. İstisat Vekaletinin Kurulması (1928)

7. Gümrük Tarife Kanunu’nun yürürlüğe konulması (1929)

8. Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu (1929)

9. Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında kanun (1929)

10. Merkez Bankası Kanunu (1930)

11. Sanayi Teşvik kanunu (1929)



b) Atatürk’ün Devletçilik İlkesi



1923’lerde uygulamaya konulmayan devletçilik politikası, bazı yeni şartların hızlandırıcı etkisiyle 1930’larda ele alınabilmiş ve benimsenmiştir. Çünkü bu dönemde özel kesimin ülke sanayini gerçekleştirebilmesi imkânsızdı. Atatürk bu durumu tespit etmiş ve Türkiye’de ancak devletçilik uygulamasıyla sanayinin geliştirileceğine inanmıştı. Bunun üzerine 1931 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına alınan devletçilik ilkesi, şu şekilde tanımlanıyordu. “Devletin ekonomi ile ilgisi, fiili surette yapıcılık olduğu kadar, özel teşebbüslere yön vermek ve yapılmakta olan işleri düzenlemek ve kontrol etmektir.”



Atatürk’e göre uygulanması öngörülen Devletçilik prensibi; Bütün üretim ve dağıtım araçlarını kişilerden alarak, milleti büsbütün başka esaslara göre düzenlemek amacı güden sosyalizm prensibine dayalı Kollektivizm yahut Komünizm gibi özel ve kişisel ekonomik teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir. Kişisel çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar, az zaman içinde milleti refaha, memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerle, özellikle ekonomik alanda devleti fiilen ilgili kılmaktır. Ekonomi işlerinde devletin ilgisi, doğrudan yapıcılık olduğu kadar özel teşebbüsü teşvik ve yapılanları düzenleme ve kontrol da etmektedir.



Devletçilik, toptan ve kollektivist bir devletçi anlayışı ile ilgili değildir. Plânlı ekonomide, ülkenin kendi kaynaklarını işletmeye geçirmede ve ekonomiyi kurmada başlıca etkenin millet olacağı görüşü benimsenmiştir.



1 Kasım 1937’de yaptığı bir konuşmada Atatürk, sanayileşme ve plânlı ekonomiyle ilgili görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır. “Sanayileşmek en büyük milli meselelerimiz arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ülkemizde var olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracak ve işleteceğiz.”



Köklü ekonomik değişmeleri gerçekleştirme konusunda ise daha aşamalı bir yöntem kullanılmıştır. Çok hızlı kalkınma için insan unsurunun feda edilmesine Atatürk hiçbir zaman razı olmamıştır. Diğer bir deyimle kalkınmanın temeli üzerinde de durulmuş, barışçı bir ekonomik model izlenmiştir.



Atatürk’ün devletçiliği, ülke ve millet imkânlarının kullanımına işletilmesine, kalkınmaya, gelişymeye, çağdaşlaşmaya devletin ekonomik fonksiyonuna yön veren ilkedir. Devletçilik, devletin ekonomide, sanayide, işletmecilikte, millet ve toplum yararına görev üstlenmesi, milli ekonominin ana kaynaklarını, bağımsızlığın gerektirdiği ana kaynakları yaratacak, müesseseleri kuracak, bunları işletecek yarattığı değerleri yine millet yararına olan işlerde değerlendirerek kullanmasıdır.



Devletçilik ilkesi özel teşebbüsü reddetmez. Tüm üretim araçlarının devlet elinde toplanmasını öngörmez. Mülkiyet hakkına saygılıdır. Atatürk, memlekette hiçbir üretimin çoğalması için, özel teşebbüsün devletçe zorunlu olduğunu önemle kaydettikten sonra “Devlet ve özel teşebbüsün birbirine karşı değil, birbirinin tamamlayıcısı” olduğunu belirtir. Atatürkçü ekonomik görüşün (devletçiliğin) bir yönü de refahın sağlanması açısından toplumun kesimleri arasında imtiyazlı kişi, zümre ya da sınıfların oluşmasının önlenmesi ve kalkınmanın nimetlerinin bütün kesimlere eşit olarak dağıtılmasıdır. Atatürk’ün devletçilik anlayışı şöyle özetlenebilir: Özel sektörün sermaye ve bilgi birikimi yönünden yetersiz olduğu ekonomik alanlara devletin girerek özel sektöre öncülük etmesi, daha sonra bu alanlardan çekilerek yerini yeterli duruma gelen özel sektöre devretmesidir.


.:. İNKILÂPÇILIK .:.


İnkılâpçılık, Türk İnkılâbı’nın korunması, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde çağın gerçeklerine göre sürekli olarak geliştirilmesi ve yenilenme ilkesidir. Geçmişten ziyade geleceğe dönük bir ideoloji olan Atatürkçülüğün dinamik idealini oluştrur.



Yakınçağın en önemli inkılâplarından biri olan Türk İnkılâbı aynı anda siyasi toplumun temelini ümmet esasından millet esasına çevirmiş, meşru siyasi iktidarın temeli olan kişisel egemenliğe son vererek millet egemenliğini ilan etmiş, dine bağlı (teokratik) devlet yapısı yerine lâik devlet yapısını geçirmiş ve modernleşme ile geleneksellik arasında bocalayan bir toplumu bir ikilikten kurtararak Türkiye’nin yönünü geri dönülmez bir şekilde çağdaş Batı uygarlığına döndürmüştü.



Atatürkçülük’te inkılâpların korunması ve yaşatılması büyük önem taşır. Bunun en etkin yolu inkılâpları halka anlatmak ve ona maletmektir. Ayrıca bunun için inkılâpların temel ilkelerinden ödün vermemek ve inkılâbı yıkmak isteyen eski düzen yanlılarına karşı uyanık bulunmak gerekir. Çünkü bir toplumda eski düzene ne kadar çağdışı olursa olsun, onun taraftarları yaşamaya devam eder.



Bunlar genelde çıkarları eskiye bağlı olanlarla, geleneksel düzenin yüzyılların kökleştirdiği alışkanlıklarından vazgeçemeyen çevrelerden oluşur. İnkılâbın bu gibi çevrelerden gelebilecek tepkilere karşı kararlılıkla korunması, inkılâpçıların, özellikle Atatürk’ün Cumhuriyet’i emanet ettiği Türk gençliğinin görevidir.



İnkılâpçılık elbette sadece Türk İnkılâbı’nı korumak anlamını taşımaz. Tek başına böyle bir anlayış inkılâbı dondurmak, onu ölüme mahkum etmek anlamına gelir. Bu nedenle Türk İnkılâbı’nın dinamik idealinin gerçekleşmesi, çağdaş uygarlık düzeyinin gerektirdiği atılımların yapılmasını gerektirir. Çünkü uygarlık yolunda başarı, yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, bilim ve fen alanında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur. Bu nedenle inkılâbın temellerini hergün derinleştirmek ve güçlendirmek gerekir. Yenileşmeye ayak uyduramayan milletlerin hayatında çöküş başlar.



Atatürkçülük’te yenileşmenin zamana bırakılmadan süratle yapılması öngörülmüş, gelişme yenileşmede daima kısa sürede büyük işlerin başarılması amaçlanmıştır.



Nitekim dünya tarihinde Türk İnkılâbı gibi hızlı ve kapsamlı bir kültürel değişimi gerçekleştirebilmiş ikinci bir örnek gösterebilmek güçtür. Bunun sırrını inkılâpçıların başarısından çok, Türk Milleti’nin karakterinde, iyiye, güzele ve doğruya açık olmasında aramak gerekir.