4. DEMOKRATİK VE LAİK TÜRKİYE CUMHURİYETİNE YÖNELİK TEHDİTLER

Başta da belirttiğimiz gibi ülkemiz, her dönemde iç ve dış tehtidin hedefi durumundadır. Ülkemiz üzerinde menfaatleri olan güç odakları emellerine ulaşabilmek amacıyla bir takım oyunlar sahneye koymaktan geri durmamışlardır.

Dünümüzde, bir devlete, silahlı güç kullanımı ile bazı şeyleri kabul ettirmek, hem çok güç hemde çok büyük maddi imkanları seferber etmeyi gerektirmektedir. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren askeri harekat yerine, yepyeni ve çok etkili bir yöntem olan “psikolojik harekat” ön plana çıkmıştır.

Psikolojik harekat “psikolojik savaşı da içine alan düşman, tarafsız ve dost yabancı gruplarda, milli hedef ve menfaatlerin gerçekleşmesini destekleyecek, tutum ve davranışları oluşturmak için planlanan ve uygulanan siyasal, ekonomik ve ideolojik faaliyetlerdir"(3).

Bu faaliyetlerin en önemli silahlı propogandadır. Her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı demokratik devlet yapıları, psikolojik harekat ve propoganda için en uygun ortamı oluşturur. Her türlü kitle iletişim aracından yararlanılarak, düşünce özgürlüğü adı altında, ideolojik propoganda ile geniş halk kitleleri psikolojik baskı altına alınarak, hedefe ulaşılmaya çalışılır (4).

Psikolojik harekatın yöntem ve tekniklerini kullanarak ülkemiz üzerindeki emellerini gerçekleştirmeye çalışan güç odaklarının oluşturduğu tehdidi; dış ve iç tehdit olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Dış tehdidi “ülke dışından belirli amaçlar doğrultusunda yöneltilen tehdit” olarak tanımlayabiliriz. Dış tehdit unsurları, çoğu zaman ülke içindeki taşeronlarını devreye sokarak hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Bu da; iç tehdidi oluşturur.

Ülkemize yönelik iç tehdit unsurlarını aşırı sol, aşırı sağ, bölücü ve yıkıcı tehdit ve irtica olmak üzere dört başlıkta toplayabiliriz.

Özellikle 1980 öncesinde etkili olan aşırı sol ve aşırı sağ tehdit, propoganda yöntemleriyle insanlarımızı ikiye bölmüş, bu süreçte 40037 terör olayı gerçekleşmiş, 5634 insanımız ölmüş, 11286 kişi ise yaralanmıştır (5). Ancak, değişen dünya şartlarında, aşırı sol ve aşırı sağ tehdit önemini yitirmiş ve marjinalleşmiştir.

Bölücü ve yıkıcı tehdit unsuru ise, özellikle 1984 sonrası ivme kazanmış, önemli dış destekle yoğun bir terör faaliyetine girişmiştir. Bu terör eylemleri ile 30.000’e yakın insanımız yaşamını yitirmiş ve ülkemiz önemli maddi ve manevi kayıplara uğramıştır. Başta Türk silahlı kuvvetleri olmak üzere devletimizin güvenlik güçleri, etkin bir mücadele ile bölücü tehdidi önemli ölçüde gidermiş ve ele başını yakalayarak yargıya teslim etmiştir. Bu aşamada bölücü tehdit de önemini yitirmekte ve marjinalleşme sürecini yaşamaktadır.

5. Hedefteki Gençlik

Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra kitle iletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla gelişmesi ülkeler arasındaki sınırları kaldırarak dünyamızı global bir köy haline getirmiştir. Sınırlar artık eskisi kadar güvenli değildir. Çünkü günümüzün dünyasına uydular aracılığıyla yayın yapan radyo ve televizyon istasyonları hakim durumdadır.
Eskiden ateşli silahlar insanların fiziki bütünlüğünü tehdit ediyordu. Psikolojik silahlar ise sadece insanların fiziki bütünlüğünü değil, bir toplumu toplum yapan ekonomik, politik, askeri ve kültürel tüm değerleri ile fertlerin zihnini, kalbini ve ruhunu tehdit etmektedir.
Bu bağlamda 1950’lerden günümüze ülkemize yönelik terörizm faaliyetlerinin psikolojik silahların bir sonucu olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.
Ülkemizi ekonomik, siyasi ve askeri yönden çökertmek isteyen bazı emperyalist devletlerin en önemli aracı terör örgütleri olmuştur.
Terör örgütleri maddi ve manevi desteği dış mihraklardan alırken, ayakta kalabilmek için muhtaç olduğu insan kaynağını da 14-25 yaş grubundaki özellikle lise ve üniversite çağındaki gençlerimizden sağlamaktadır.

6. TÜRKİYE’DE DEMOKRATİK VE LAİK SİSTEME YÖNELİK TEHDİT

İrtica tehdidini sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için, öncelikle, laiklik kavramının doğru değerlendirilmesi ve kavranması gerekir.

Laiklik; devlet ve toplum yaşantısını ilgilendiren hukuk kuralları’nın akla, bilimsel gerçeklere ve toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenmesidir.

Devlet hukuk kurallarından oluşan bir organizasyon olduğuna göre, hukuk kurallarının bu şekilde düzenlenmesi ile laik devlet yapısına, dolayısıyla laik toplum yapısına ulaşılır. Demokratik ve laik devletler vatandaşlarına temel hak ve özgürlükler adı altında pek çok hak tanır. “bu hak ve özgürlüklerin başında inanç özgürlüğü ve bu özgürlüğün devlet tarafından korunmasına ilişkin laiklik ilkesi gelir”. Türkiye cumhuriyeti anayasası, vatandaşlarına her türlü dinsel inanç, ibadet ve kanaat özgürlüğünü, tanımış ve bu dinsel inanç, ibadet ve kanaat özgürlüğünün bir takım kişi ve kurumlarca kötüye kullanılmasını önlemek amacıyla, bazı yasal yaptırımlar getirmiştir. Kısacası, Türkiye cumhuriyeti devletinde dinsel inanç, kişilere aittir. Hiç kimse, bir diğer kişinin inancına karışamaz. Karışırsa, suç işler ve yargılanarak cezalandırılır. Böyle bir

Yapılanma ile, din ve inanç kişilerin vicdanına bırakılır. Devlet ise, tamamen aklın ve bilimin gerçekleri ile yönetilir.

Din ile bilim, metodları birbirinden tamamen farklı iki kavramdır. Bilimin temelinde şüphecilik vardır. Şüphecilik, bazı deneysel metodlarla, insanı bilimsel gerçeklere götürür.

Dinde ise şüphe yoktur. Din’in insanlardan talebi, inan ya da inanma şeklindedir. Dinsel doğrular, bilimsel metodlarla ispatlanamaz.

Bu iki kavramın metodlarını birbirine karıştırmak, kişiyi ve toplumu kaosa ve kargasaya sürükler. Laik devlet ve toplum, bu iki kavramı birbirinden ayıran, dolayısıyla, kaosu ve kargaşayı önleyen devlet ve toplum yapısıdır.

“Sorgu sualsiz kabul sağlayıcı etkisi nedeni ile din, her dönemde, bir takım kişilerce toplum üzerinde itaat sağlayıcı bir unsur olarak kullanılmıştır”

İnsanların en hassas oldukları, dolayısıyla en kolay istismar edilebilen şey; dinsel duygulardır. İnsanlık tarihi ve özellikle Türk tarihi incelendiğinde, din istismarının pek çok örneği ile karşılaşılır. Hatta bu hareketler; din istimarından öte, devlete isyan boyutuna kadar ulaşmıştır. “tarih, toplumları, gidebileceklerinden daha geriye götürmeye çalışanların yarattığı facialarla doludur” dinsel duyguların istismarı yöntemi ile gerçekleştirilen bu facialar insanlığa kan, gözyaşı ve yıkım getirmiştir.

Büyük Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen ulusal dönüşüm hareketi sonucu, laik ve demokratik Türkiye cumhuriyeti kurulmuş ve bu yapının bir gereği olarak dinsel duyguların kötüye kullanılması suç sayılmıştır. Ancak, halkı sömürmeleri engellenen çıkar çevreleri, önlerindeki en büyük engel olan, laik demokratik düzeni yıkmaya yönelik yoğun faaliyetler içine girmişlerdir.

Bu faaliyetlerin ana amacı; çok değişik yöntem ve tekniklerle laik ve demokratik düzeni zayıflatmak, yıkmak ve ardından dinsel temellere dayalı, teokratik bir devlet yapısı oluşturmaktır.

Bu amaç doğrultusunda, tarikat adı verilen yasadışı örgütlenmeler, ön plana çıkarılmıştır. Tarikat, bir şeyhin mutlak güdümünde, onun söylediği her şeyi sorgulamadan mutlak doğru olarak kabul eden, şeyhin buyruklarına koşulsuz itaat eden müritlerden oluşan bir dinsel organizasyondur. Cumhuriyet döneminde yasaklanmış olmasına rağmen; günümüzde değişik organizasyonlarla faaliyetlerini yürütmektedir. Dernek, vakıf, meslek örgütlenmesi adı altında, yasal kılıf uydudurularak yürütülen bu faaliyetlerle, cumhuriyete düşman bir militan kitle yetiştirilmeye çalışılmaktadır.

Çok partili siyasi yaşama geçilmesiyle birlikte, din istismarının oy getireceği düşüncesinde olan bazı siyasi partilerin, din sömürcülerine tavizler vermeye başlamasıyla toplum içinde yürütülen gizli faaliyetlerden bazıları açıkça yürütülmeye başlanmış ve tarikatlarla yapılan oy pazarlıkları, yasal olmayan bu kuruluşların devlet ve toplumdaki örgütlenme çabalarında, önemli mesafeler almaları sonucu doğmuştur.

Bu çerçevede, dernek, vakıf, meslek odaları, özel okullar ve dershaneler, imam hatip okulları, yasal ve yasadışı kuran kurslarında, çağdaş eğitim yerine, dinsel eğitimden geçirilerek müritleştiren tarikat taraftarı yapılan bu gençler, özellikle devlet kadrolarına yerleştirerek devleti içten ele geçirmenin provaları yapılmıştır .

Oy kaygısı ile ard arda verilen tavizlerle, devlet kadrolarında, üniversitelerde, milli eğitim okullarında önemli mevkilere gelen militan zihniyetli bu kişiler, türk ceza kanununun, şeriat devleti kurmak doğrultusunda faaliyet gösterenlere verilecek cezayı belirleyen 163 ncü maddesinin “düşünce özgürlüğü’nün önündeki engelleri kaldırmak” bahanesiyle yürürlükten kaldırılmasıyla, iyice cesaretlenmişlerdir.

Türkiye’deki bu örgüt ve kişilere yurt dışından da maddi, manevi eğitim ve lojistik destek verilmektedir. Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin islam dünyasında ilk ve tek olarak uyguladığı modeli, kendi çağdışı rejimleri için büyük bir tehdit olarak gören bu devletler, Türkiye’deki rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere her türlü desteği vermeyi, kendi rejimlerinin devamı için bir zorunluluk olarak görmektedirler.

Yurtdışından aldıkları destek, yurtiçinde bu kişileri cesaretlendirecek bazı uygulamalar sonucu cüretlerini iyice arttıran irticai kesim her türlü yöntem ve araçla laik cumhuriyet yönetimine karşı saldırıya geçmiştir. Akla hayale gelmeyecek yalan ve iftiralarla yürütülen, rejimi zayıflatmak ve yıkmak amacını güden bu kampanyada insanımızın hassas olduğu pek çok konu istimar edilmektedir.

Ana hadefleri Atatürk’ün kurmuş olduğu laik-demokratik Türkiye Cumhuriyeti olduğu için ana istismar konusu da Atatürk, laik ve demokratik cumhuriyettir.

Atatürk’ün ailesi, yaşamı ve yaptıklarının her biri istismar konusu edilerek, hiçbir bilimsel temele dayanmayan iftiralarla halkın Atatürk’e olan sevgi ve saygısı azaltılmaya ve toplumdaki “Atatürk imajı” sarsılmaya çalışılmaktadır. Atatürk din düşmanı olarak gösterilmekte (16) ve halkta Atatürk’e karşı nefret uyandırmak, için her türlü yol denenmektedir. Atatürkçü düşünceyi bir yaşam tarzı olarak benimsemiş insanlarımıza adeta nefret kusulmaktadır.

Laiklik dinsizlik olarak gösterilmeye çalışılmakta demokratik ve laik devletin bir “küfür rejimi, şirk düzeni, ümmetin fesada verildiği sistem” olduğu iftirasıyla laik demokratik düzeni ortadan kaldırmak için savaşmanın yani cihad’ın farz olduğu, allahın, kesin bir emri olduğu ifade edilmekte ve laik düzene karşı savaşmayanların dinden çıkacağı yani kafir olacakları iddia edilmektedir (19).
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=95062

Bu çevreler, kendi yalanlarının ortaya çıkmasını engellemek amacıyla İslamın din kitabı Kur’an’ın Türkçe mealinin yapılamaya- cağını, bunu yapanın kafir olacağını, Kur’an’ın alelade insanlar tarafından anlaşılamayacağını, ileri sürerek Kur’anı anlamak için filozof olmak gerektiğini iddia etmektedirler .

İrticai kesimin son yıllarda kullandıkları en önemli istismar aracı kadın ve kadınların örtünmesiyle ilgili olan “türban” meselesidir. Türk kadını cumhuriyetle birlikte geri kalmışlıktan, acizlikten, ezilmişlikten kurtarılarak toplumsal yaşamda erkeğin yanında, hakettiği saygın yerini almıştır. Ancak “kadın aklen ve dinen eksik akıllıdır... Uğursuzdur... Şeytan gibidir... Erkekler kadınlara hakimdir. O sebeple Allah erkekleri kadınlara üstün kılmıştır... Eğer tepeden tırnağa cerahat olsa, kadın da dili ile yalasa, yine de erkeğin hakkını ödeyemez diyen şeytani zihniyet, “cennet anaların ayakları altındadır.” Diyen bir peygamberin vaz ettiği dine ihanet etmekten kaçınmamaktadırlar. Bu doğrultuda tamamen yapay bir “türban sorunu” yaratarak halkı inanan – inanmayan olarak bölüp birbirine düşürmeye çalışmaktadırlar. Türban eylemleri adı altında din istismarını doruk noktalara çıkarmakta, adeta devlete karşı isyan provaları yapmaktan çekinmemektedirler.bu isyanda türban bir dinsel üniforma olarak simgelestirilmiştir Gazete ve dergi adı altında yayılamış oldukları paçavralarda başı açık gezen kadınların dinen ölümle cezalandırılması gerektiği konusunda hüküm vermekte. Laik düzende kadınlara zülmedildiği iddiası ile kadınlarımıza zulmedecek rejimi getirmenin hazırlıklarını yapmaktadırlar.

Gemi azıya alan va adeta kuduran irtica, 17 ağustos 1999’da meydana gelen deprem afetini, bilimi adeta ayaklar altına alarak “laik demokratik cumhuriyet’in inanlara zulmetmesi nedeni ile allah’ın ilahi bir ikazı olduğu” gibi akılla, mantıkla, insafla bağdaşmayacak safsatalarla ortaya çıkabilmektedirler. Deprem afetinde hayatını kaybeden yirmibine yakın insanımızın “dinsiz” oldukları için cezalandırıldıkları iddiası affedilemez bir ihanet olduğu gibi, irticanın göstermiş olduğu cüret açısından dikkat çekicidir.

SONUÇ

Türk milleti tarihte pek çok badireler atlatmış, pek çok düşmanla mücadele etmiştir. Maalesef bu düşmanların bir kısmı da kendi içinden çıkmıştır. Kurtuluş savaşı bunun en güzel örneğidir. İç ve dış düşmanla mücadele etmenin de en güzel örneği gene kurtuluş savaşıdır.

Türk kurtuluş savaşı Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Atatürk’ün önderliğinde tarihin akışı değişmiş, tarihte bize biçilen rol Atatürk ve Türk milleti tarafından reddedilmiştir. Atatürk’ün öncülüğünde Türk milleti aklı ve bilimi rehber edinerek geleceğine egemen olmuştur. Özgürlüğün, eşitliğin, demokrasinin, laikliğin, vatandaşlığın birey olmanın, aklı kullanmanın ne demek olduğunu öğrenen bunun tadına varan, Türk milletini, geçmişin karanlık çöplüğüne hiçbir güç döndüremeyecektir.

Ancak, içte ve dışta Türk milletinin geleceğini karartmaya çalışan güç odakları da anlamsız da olsa bu faaliyetlerinden vaz geçmeyecektir.

Bu güç odakları ile mücadele etmenin en etkin yolu aklı kullanma becerimizi en üst düzeye çıkarmaktır. Bilmeliyiz, bilgiye ulaşmalıyız, bilgiye egemen olmalıyız, bilgiyi değerlendirip yeni bilgilere ulaşmalıyız. Kendimizi Türk milletinin beklentileri doğrultusunda çok iyi yetiştirmeli olumlu niteliklerle donatmalıyız. Türk milletine ve devletine düşman olan unsurların amaç ve yöntemlerini çok iyi bilmeli ve bu düşman unsurlarla mücadele yöntemleri geliştirmeliyiz. Bilen insanlar olarak bilmeyenleri düşman unsurlara alet olabilecek, insanlarımızı aydınlatlamalı, bilgi ile donatmalıyız. En önemlisi Atatürkçü düşünce sistemini ve onun özü olan aklın ve bilimin egemenliğini çok iyi kavramalı, benimsemeli ve bir yaşam biçimi haline getirmeliyiz.

Laik ve demokratik Türkiye cumhuriyetine düşman olan unsurlar, aklın ve bilimin egemenliğine karşı mücadele etmektedirler. Bu mücadelelerinde aklını kullanma yetisinden yoksun militan bir kitle yaratmaya ve mücadelelerini bu kitle ile yürütmeye çalışmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki bu düşman unsurlarla mücadelede bizi üstün kılan; aklımızı kullanma becerimiz olacaktır. Bu mücadelede ihtiyacımız olan gücü Atatürk’ten, Atatürkçü düşünce sisteminden, onun mücadele azminden alarak, milletimizin geleceğinin karaltılmasına asla izin vermeyeceğiz.