ASRI SEADETTE TÜRKLER
Biz asıl konumuza tekrar dönelim. Cahiliye döneminde Türkler çok yakından tanınmaktadır. Gerek Türkistan'a giden Mekke kervanları, gerekse Arabistan'a çeşitli vesilelerle gelen Türkler vasıtasıyla bilinmektedir. Ayrıca Göktürk İmparatorluğu asrı saadette Orta Asya'da son virajı almak üzeredir. Bu devlet kapalı bir kutu değil, cihan devletliğine oynayan bir güçtür. O zaman dünyasınca yakından bilinmemesi imkansızdır. Efendimizin amcası Ebu Talib, hicretten önce Efendimize zulmeden müşrikler hakkında söylediği bir şiirde Türklerden bahsetmektedir. Bu şiirinde müşriklerin, Efendimiz ve eshabının Mekke'den ta Kabil veya Türk kapılarına kadar çekilip gitmelerini istediklerini söyler.
Cahiliye dönemine ait şiirlerde sık sık Türklerin askeri yönlerini ve kahramanlıkları işlenmiştir. Bu şairlerden bazıları; Nabiğa ez Zübyani, Hassan b. Hanzala, Evs b. Hacer, Şemmah b. Zirar vd. dir.(7) Arabistan'da, kölelerden oluşan değişik milletlere mensup oldukça kalabalık bir topluluk vardır. Bunlar arasında özellikle İran aracılığı ile gelen kölelerin kökeni araştırıldığında Eshabın arasında da Türklerin bulunduğu anlaşılır. Ancak isimler arapçalaştığı için bu tespiti zorlaştırmaktadır.

HADİSİ ŞERİFLER
Sevgili Peygamberimizin, Türklerle ilgili pek çok hadis-i şerif buyurdukları bilinse de bunların pek azı günümüze kadar gelmiştir. Efendimiz, gelecekle ilgili bazen genel bazen de kişisel ipuçlarını eshabına vermişlerdir. Bunlardan birisi de istikbalde Türklerle karşılaşılacağı ve onlara nasıl davranılması gerektiği konusudur. Bunlardan en bilineni, eshabın geneline buyurdukları; "Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın" hadisi şerifidir. Bunun yanısıra Türklerin fiziki özelliklerinden, yaşantılarından da haber vererek, eshabını istikbalde yaşanacak bir dizi hadiseye hazırlamışlardır. Bu hadis-i şeriflerin tümü, Alemlerin Efendisi'nin Türkleri çok yakından tanıdıklarını gösterir. Eshabı kiramın da Türklerin kim olduklarına dair bir soruları olmamıştır. Bu, eshabın da Türkleri yakından tanıdıklarını gösterir.
KABİLELER
Arabistan yarımadası son derece kozmopolit yapıya sahiptir. Hiçbir büyük devletin bu bölgeye girememesi, hür yaşamak isteyen pek çok toplumun bu bölgeye yerleşmesine neden olmuştur. Bu kabilelerden bazılarının türk veya türk kökenli olduğu tahmin edilse de henüz sağlam bir araştırma yapılmamıştır. Asr-ı Saadet'te yaşayan kabilelerden Tayy, Muharib (veya Harboğulları) ve Eslem gibi kabileler, bölgedeki diğer kabilelerden farklı özellikler taşıyorlardı. Arabistan'ın en ilginç kabilesi belki de Harboğulları kabilesidir. Kaynaklarda bu kabile dilleri anlaşılmaz,(8) son derece korkusuz ve savaşçı bir topluluk olarak anılırlardı. Yağmacılıkları ile meşhurdular. Yaşadıkları bölgenin tamamen hakimiydiler. Kuzeydoğu Arabistan'da yaşamaktadırlar. Asrı saadette müslüman oldukları andan itibaren pamuk gibi olmuşlardır. Hayır ve hasenatta yarışan, bölgelerinden geçen ticaret kervanlarını gözleri gibi koruyan bir topluluk olup çıkmışlardır. Bunların soyundan gelen günümüz Mısırlı araştırmacı Muhammed Harb, Harboğullarına mensup olanların isimlerinde türkçe kökenli kelimeler bulunduğuna işaret etmiştir. Biraz sonra bahsedeceğimiz gibi Dicle bölgesinde yaşayan türk boyları Bedr Hazırlıkları sırasında Efendimize elçi göndermişlerdi. Bunlar büyük ihtimalle Harboğullarıyla bağlantılı boylardı.
KİŞİLER
Asrı seadetteki şahıs isimleri arapça veya başka dilden geçse de arapçalaşmıştır. Şahıs isimlerinin kökeni hakkında henüz bir teknik çalışma da yapılmamıştır. Bu nedenle isimlerin hangisinin türkçeden geçtiğini bilemiyoruz. Ancak Eshab-ı kiramın hayat hikayelerini incelediğimizde ilginç sonuçlar elde edebiliyoruz. Mesela Salim, Büreyde b. Husayb, Ebu Bekre radıyallahu anhum gibi pek çok sahabenin hayatı önemli ip uçları vermektedir.
TÜRK ATI / KUTAF
Şahıs ve kabilelerin dışında Asrı Saadete ait bazı hatıralarda da türk izlerine rastlamak mümkündür. Mekke veya Medine'de bir gece çok şiddetli bir gürültü duyulur. Şehir halkı ne olup bittiğini anlamak için evlerinden fırladıklarında, Sevgili Peygamberimizi sesin geldiği istikametten gelirken görürler. Efendimiz, sesi duyduğu anda en yakındaki ata binerek hızla olay yerine gitmişler, önemli bir şey olmadığını görünce geri dönmüşlerdir. Kullandıkları at, eshabı kiramdan Ebu Talha'nın Kutaf cinsi atıdır. Bütün özellikleriyle (kısa bacaklı, çevik dönüşler yapabilen olması vb.) bir türk atıdır. Efendimiz bu ata dua buyurarak; "Deniz gibi..." buyurmuşlardır. Kutaf cinsi atlara bu nedenle, Bahr / Deniz adı verilmiştir.
KUBBETU'T TÜRKİ / TÜRK ÇADIRI
Şimdi gelelim Türk tarihinin en önemli noktalarından birine... Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas, Efendimizin Bedr Savaşı'nda girdikleri yuvarlak bir çadırdan bahsetmektedir.(9) Yine 627'de Hendek Savaşı hazırlıkları yapılırken Efendimiz, kendisi için kurulan bir çadıra yerleşmişlerdi ki bu çadır Kubbetu't Türki / Türk Çadırı olarak isimlendirilmektedir. Sevgili Peygamberimiz çadırın kurulmasında yardımcı olmuşlar ve kuşatma süresince bu çadırda bulunmuşlardır. Başka bir ifadeyle Kubbetu't Türki Efendimizin otağı, karargahı olmuştur. Yine bu çadırın en büyük özelliklerinden birisi de Efendimizin ünlü İstanbul'un fethedileceğini müjdeledikleri hadisi şeriflerini kuşatma günlerinde bu çadırın gölgesinde buyurmuş olmasıdır. (10)Yine Efendimizin mescidde itikafa çekildikleri çadır, Kubbetu't Türki ismiyle anılmaktadır.(11) Ünlü Hudeybiye anlaşması, bu çadırda imzalanmıştır. Dahası, Mekke'nin fethine gidilirken de bu çadır Efendimizle birliktedir. İslam ordusu Mekke yakınlarındaki Merru'z Zahran mevkiine gelince çadırını kurdurmuşlar, eshabıyla burada istişare etmişlerdir. Mekke'nin yöneticisi olan Ebu Süfyan b. Harb'i bu çadırda kabul etmişlerdir. İslam ordusu birkaç koldan Mekke'ye girerlerken Sevgili Peygamberimiz bugün Cennetu'l Mualla kabristanının bulunduğu Hacun'da çadırlarını kurdurmuşlar, harekatı buradan idare etmişlerdi. Bu çadır, Efendimizin vefatlarından sonra şüphesiz muhafaza edilmiştir. Ancak akibetinin ne olduğu hakkında henüz bir kayda rastlanmamaktadır. Ancak Efendimizin her davranışını uygulamaya çalışan eshabı kiram, Onun bir Türk çadırında itikafa çekilmesini sünneti seniye olarak tatbik etmişlerdir. Mesela Eshabı Kiramdan Ebu'd Derda'nın hanımı Ümmü Derdâ, Şam'daki Emeviye Camiinde kurulan bir türk çadırında itikafa çekilmişti. Bu çadırın Efendimiz tarafından kullanılan çadır olup olmadığı bilinmemektedir.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=42281
ELÇİLER YILI
Meşhur elçiler yılında Sevgili Peygamberimizi ziyarete gelen kabileler arasında türklerin olup olmadığı tam araştırılmamıştır ancak bundan çok daha önceki yıllarda Dicle yöresinde yaşayan Büğdüz-Aman Hanedanı temsilcisi,(12) çeşitli Türk boylarının ilbeği olarak, 622-623'de Medine'ye elçi olarak bir heyetle gelmiş ve Efendimizin huzuruna çıkarak müslüman olmuşlardır. Bu çok önemlidir. Zira Türklerin, Dicle yöresinde kuvvetli bir topluluk olarak bulunduklarını gösterir. Bunlar, İran Kisrası Nuşirevan tarafından Doğu Roma sınır boylarına yerleştirilmiş olan Türk boylarındandır. Bu sınır kuşağı İran'ın en nazik bölgesidir. Buraya, kendilerine bağlı savaşçı toplulukları yerleştirerek başkentleri Medayin / Ktesiphon'u emniyete almak istemişlerdi. İşte bu boylar Medine'ye elçi göndermişlerdir. Gelenlerin bir kısmının Medine'ye yerleşmesi kuvvetle muhtemeldir. O zaman Uhud ve diğer savaşlarda da Efendimizin eshabı arasında türklerin bulunduğu akla gelebilir. Dahası, Sevgili Peygamberimizin kullandıkları Kubbetu't Türki'nin kaynağı hakkında bir ip ucu verebilir.
ÜZÜNTÜNÜN SEBEBİ
Efendimiz 630 yılında bir gün Medine'de, hanımlarından Ümmü Seleme veya Zeyneb bnt. Cahş annemizin odasında iken, sıkıntı duyarak bunalırlar. Durumu farkeden annemiz sebebini sorar. Efendimiz, doğuyu işaret ederek; "Şu anda Zülkarneyn'in seddinden yüzük genişliğinde bir delik açıldı" diye üzüntüyle haber verirler. Efendimizin üzülmelerine sebeb olan hadise ne idi? Henüz bir açıklama getirilememiştir. Bu tarihte doğudaki en büyük olay Doğu Göktürk ordusunun devasa Çin ordusu tarafından imha edilmesidir. Bu savaşta Türk Hakanı esir düşmüş ve Doğu Göktürk Devleti yıkılmıştır. Bu yıkılma ile Orta Asya'daki dengeler altüst olur ve Türklerin dar bir alana hapsettiği Çin, tamamen serbest kalarak sınırlarını genişletmeye başlar. Batı Göktürk Devleti de kısa sürede yıkılır.(13)
..ve KÜRŞAD İHTİLALİ
Esir edilen Göktürk ileri gelenleri Çin'e esir olarak götürülür. Tarihe Kürşad İhtilali olarak geçen ayaklanma, bu yıkılmadan hemen sonra Çin'de esir edilen Türk prensleri tarafından organize edilmiştir. Çinliler her zaman yaptıkları asimilasyonu esir türklerin üzerinde uygulamak ister. Ancak bir süre sonra buna karşı çıkan Kürşad ve 39 arkadaşı ihtilal planı yaparlar. Çin İmparatoru'nun geçeceği güzergahı tespit ederler. Ancak ihtilal günü müthiş bir yağmur yağar. Çin İmparatoru sarayından çıkmaz. Planı ertelemek isterler. Ancak Kürşad, Çinlilerin durumu haber almalarından korkarak planı ertelemez. Belirlenen saatte sarayı basarlar. Yüzlerce Çinli, bir avuç türkün eğri kılıçları altında can verirler. İmparator kıl payı hayatını kurtarabilir. Başarılı olamadıklarını anlayan Kürşad, arkadaşlarıyla birlikte kaçarsa da bir süre sonra etrafları çevrilir. Teslim olmayı kabul etmeyince de oklanarak öldürülürler.
Göktürk Devleti'nin yıkılmasını, Oğuz Türklerinin Asya steplerinden tasfiye edilmesi takip etmiştir. Belki de Sevgili Peygamberimiz, gelecekte İslama hizmet edecek koca bir milletin atalarının zor durumda kalmalarına mübarek gönülleri elvermemiş, incinmişlerdi. Nitekim ilk müslüman türkler Göktürk boyları içinden çıkmıştır. Dahası ilk müslüman Türk devleti Karahanlılar, Göktürk Devletinin bir uzantısıdırlar. İslamiyetin etrafında çelik bir duvar örerek özünün dejenere olmasını önleyen İmam-ı Azam, İmam-ı Maturidi, İmam-ı Buhari, Bahaeddin-i Buhari vb. alimlerin ve talebelerinin kökeni araştırıldığında yine Türk oldukları görülür. Yine kurulan hemen tüm Müslüman Türk devletlerinin köklerinde Göktürklerin izleri görülür.
TÜRK ELİ'ne DOĞRU
Sevgili Peygamberimizin vefatlarından sonra yeryüzüne dağılan eshabı kiramın önemli bir kısmı, genellikle kökenleri nere ise o bölgelere gidip yerleşirler. Bu dağılma, Efendimizin emri üzerine gerçekleşir. Efendimiz eshabına, yeryüzüne dağılmalarını, yerleştikleri yerlerde evlenmelerini ve özellikle gençlere sahip çıkmalarını emretmişlerdir. Bu sebeple eshabı kiram, gençlerle karşılaşınca; "Merhaba ey Sevgili Peygamberimizin bize emanet ettikleri" diye latife ederlerdi. Horasan'a düzenlenen seferlerin sadece birinde, ordu içerisinde 300 eshabın bulunduğu nakledilmektedir ki bunların büyük çoğunluğu Türkistan'a yerleşmişlerdir. Bunlardan en ilginci Türklerin Arslan Baba adını verdikleri bir sahabedir ki, asıl ismi unutulmuştur.
Hazret-i Hüseyin, Kerbela'da ablukaya alındığında Kufeli Şiilerin ihanetini görünce Emevi komutanı Ubeydullah b. Ziyad'dan, kendisini bırakmasını ister ve Horasan'a gidip orada İslamiyete hizmet etmeyi istediğini bildirir. Hazreti Hüseyin tekrar Medine veya Mekke değil de Horasan'a gitmek istemesinin sebebi de Efendimizin bu bölge halkıyla ilgili eshabına çok önemli işaretler verdiklerini göstermektedir. Eshabdan bu bölgeye giden en ünlü isim, Büreyde b. Husayb'dır. Kabri, Merv şehrindedir. Kırgızistan'a yaptığımız bir gezide Kırgızlar, Oş bölgesinde bir mevkiyi göstererek, "Sevgili Peygamberimizin arkadaşlarına ait bazı kabirler burada idi, ancak zamanla kaybolmuş" dediklerine şahit olmuştuk.
Horasan'a yerleşen eshabı kiramın rahle-i tedrisinden geçen türkler müthiş bir ivme kazanırlar. Birkaç kuşak sonra bütün İslam dünyasına kan kusturan Şii devletçiklerini teker teker düşürerek vefa borçlarını ödemeye başlarlar. Asya kendilerine dar gelir. Birbiri ardınca cihan devletleri kurarak Batının en batısındaki Kızıl Elma'ya doğru koşarlar. Osmanlılar döneminde ise her bakımdan zirveye erişirler.
Eshabı Kiram Türkistana giderken, Türkistan'dan da Medine'ye gelenler olmuştur. Mesela Ozanların Piri diye tanınan Korkut Ata, Medine'ye gelerek Hazreti Ebubekr ile görüşerek müslüman olmuştur.(14)
TÜRKLERE İLİŞMEYİN
Sevgili Peygamberimizin, Türklerle sıcak temasa geçilmemesini emrettiklerini bizzat eshabı kiramın uygulamasında da görebilmekteyiz. Hazreti Ömer döneminde yıkılan Sasanilerin de kışkırtmasıyla bazı Türk boyları İslam topraklarına hücum ederler. Bunlar, Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra desteksiz kalan Batı Göktürk Devleti bünyesinde yaşayan küçük devletçiklerdir. Bunlara karşılık vermek için Türkistan içlerine akın yapan İslam orduları komutanı Ahnef b. Kays, zafer kazandıklarını ve harekata devam etmek istediklerini bildirir. Hazreti Ömer, bu isteği kesin bir dille reddeder ve "Keşke onlarla aramızda ateşten bir deniz olsaydı" diyerek ileri harekata izin vermez. Yerine eshabdan Büreyde b. Husayb'i komutan olarak tayin eder. İslamın, organize olarak en güçlü olduğu ve peşpeşe dünyanın iki süper gücüne bir arslan gibi atıldıkları bir dönemde, dağınık türklerden korktukları için böyle bir harekata izin verilmediğini düşünmek mümkün değildir. Hazreti Ömer gibi birisini ancak Efendimizin emri durdurabilirdi. Benzeri bir başka olay Hazret-i Muaviye döneminde yaşanmıştır. Horasan valisi Abdurrahman b. Semüre'ye bağlı İslam ordusunun bir kısmı, Türklerin hücumuna karşılık vermek için Ubeydullah b. Ziyad komutasında Türkistan içlerine akınlar yaparlar. Buhara ve çevresini ele geçirirler. Abdurrahman bunu hoş karşılamaz.(15) Ubeydullah da direkt Halife'ye yazarak kazandığı zaferi bildirir. Övgü ve taltif beklerken, Hazret-i Muaviye'nin sert bir cevabıyla karşılaşır; "Anan sana matem tutsun. Harekatı derhal durdur. Onlara neden ilişiyorsun. Vallahi Rasulullah'tan işittim ki, Türkler yavsan otu biten yerlere kadar hakim olacaklardır."
TÜRK HAKANI'nın KIZI
Efendimiz, peygamberlikle şereflendiklerinde İran Sasani İmparatorluğunun başında kisra olarak Nuşirevan vardır. Bu zat adaletiyle ün yapmıştır. Sadece İranlılar değil komşu ülke insanları dahi onun adaletine hayran kalmışlardı. Nuşirevan, o yıllarda hayli güçlü olan Göktürk Hakanı'nın kızıyla evlenmiştir. Bu evlilikten peşpeşe üç kız dünyaya gelir ki, İslam tarihinin en önemli şahıslarından olurlar. Hazreti Ömer döneminde yıkılan Sasani İmparatorluğu'na mensup önemli kişiler esir olarak Medine'ye getirilir. Aralarında Nuşirevan'ın kızları da vardır. Anneleri Türk Hakanı'nın kızı, Babaları da İran kisrası olan bu nazenin kızlara Hazreti Ömer kıyamaz. Eshabı kiramdan üç ünlü zatın çocuklarıyla evlendirir.(16) Bunlardan Şehr Bânû Ğazele, Hazreti Ali'nin oğlu Hazreti Hüseyn ile evlendirilir. Bundan Zeynel Abidin hazretleri dünyaya gelir.(17) Birisi Hazreti Ömer'in oğlu Salim (veya Asım) ile evlendirilir. Bunun kızından da Emevi halifelerinden Ömer b. Abdülaziz dünyaya gelir ki; adaleti ile ün yaptığı için ikinci Ömer diye anılır. Üçüncü kız Hazreti Ebubekr'in oğlu Muhammed ile evlendirilir. Bu evlilikten Kasım b. Muhammed hazretleri doğar.(18)