Resûlullahın çok sevdiği sahâbîlerden:
ÜSÂME BİN ZEYD
Peygamber efendimizin Hz. Mâriye’den doğan, oğlu Hz. İbrâhim, 629 senesinde birbuçuk yaşında iken süt annesi Ümmü Bürde’nin evinde bulunuyordu. Peygamber efendimiz, oğlunun hastalandığını işitince, Hz. İbrâhim’in yanına gittiler.
Sen de mi ağlıyorsun yâ Resûlallah?
Onu kucağına aldıklarında, can vermek üzereydi. Peygamberimizin mübârek gözlerinden yaşlar akmaya başladı. “Sen de mi ağlıyorsun, yâ Resûlallah?” diyen Hz. Abdurrahman bin Avf’a buyurdu ki:
- Ey ibni Avf, benim bu ağlamam bir acımadan ibârettir. Ben, ölen kimsede bulunmayan hasletleri sayarak, yüksek sesle, bağırarak ölü için ağlamayı yasak ettim. Ben sizi, günâh ve ahmaklık olan iki bağırıştan men ettim.
Biri ni’mete kavuşulduğu sıradaki eğlence, oyun ve şeytan çalgılarından,
İkincisi de, bir musîbete ve felâkete uğrayınca, bağırıp, yüz-göz tırmalamaktan, üst-baş yırtmaktan ve şeytan şamatasından men ettim.
Sonra da ilâve ettiler:
- Acımayana acınmaz.
Resûlullah efendimizin gözlerinden yaş geldiğini gören Hz. Üsâme bin Zeyd, feryâda başlayınca, Peygamber efendimiz, ona, ağlamamasını emir buyurdu. Hz. Üsâme dedi ki:
- Yâ Resûlallah, sizin ağlamanız üzerine feryât ettim. Affınızı dilerim.
O zaman Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Ağlamak, acımaktan ileri gelir. Feryât ve figân ise şeytandandır.
Oğlu İbrâhim vefât edince de buyurdular ki:
- Yâ İbrâhim! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek bir şey söylemeyiz.
Resûlullah efendimizin ciğerparesi İbrâhim vefât ettiğinde güneş tutulmuştu. “Yâ Resûlallah, İbrâhim vefât ettiği için güneş tutuldu” diyenler oldu. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Ay ve güneş Allahü teâlânın varlığını ve birliğini gösteren iki mahlûktur. Kimsenin ölmesi, kalması ile tutulmazlar. Onları görünce, Allahü teâlâyı hatırlayınız!
Hz. İbrâhim’in cenâzesi yıkanıp kefenlendikten sonra, Peygamber efendimiz, cenâze namazını kıldırdılar. Bakî kabristanında mezarı kazıldı. Hz. Üsâme ile Hz. Fadl bin Abbâs kabrin içine indiler.
Ferâhlık verir
Peygamberimiz kabrin kıyısına oturdular. Kabrin üzeri örtülürken, yan tarafta bir açıklık gördüklerinde, oraya mübârek elleriyle bir kerpiç koyarak kapattılar ve buyurdular ki:
- Siz, bir işi içe sinecek bir şekilde yapınız! Çünkü, böyle yapmak, musîbete uğrayanlara ferahlık verir. Böyle yapmak, ölüye fayda ve zarar vermez, fakat bu dirinin gözünü aydınlatır.
Kabrin üzerine su döktüler. Bir taşı kabrin başına diktiler. Kabrin üzerine su dökmek ilk defa Hz. İbrâhim’in kabrinde oldu.
Peygamber efendimiz 632 senesinde hastalandılar. Hasta oldukları hâlde, Rumlarla savaşmak üzere bir ordu hazırlanmasını emir buyurdular. Eshâb-ı kirâm hazırlık yapmak için dağıldı. Resûlullah efendimiz, Hz. Üsâme’yi çağırarak buyurdular ki:
- Ey Üsâme! Şam’da Belka sınırına, Filistin’deki Darum’a, babanın şehîd edildiği yere kadar, Allahü teâlânın ismiyle ve bereketiyle git! Onları atlara çiğnet! Seni bu orduya başkumandan tayin ettim. Übnâlıların üzerine ansızın varıp üzerlerine şimşek gibi saldır! Varacağın yere haber ulaşmayacak şekilde hızlı git! Yanına kılavuzları alıp, casus ve gözcüleri önünden ilerlet! Allahü teâlâ zafer ihsân ederse, onların arasında az kal!
İnsanların en sevgilisidir
Çürüf’te karargâh kurmalarını emir buyurup, mübârek elleriyle sancağı bağlayıp, Hz. Üsâme’ye verdiler. Mescidde minbere çıkıp buyurdular ki:
- Ey Eshâbım! Üsâme’nin babası Zeyd, kumandanlığa nasıl lâyık ve benim katımda nasıl sevgiliyse, ondan sonra oğlu Üsâme de kumandanlığa öyle lâyıktır. Üsâme, benim katımda insanların en sevgililerindendir.
Hz. Üsâme ve savaşa gidecek olan Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizle vedâlaştılar. Hz. Üsâme’nin kumandası altında savaşa gideceklerin arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs gibi Eshâbın ileri gelenleri vardı.
Resûlullah efendimizin hastalığı ağırlaştı. Bu arada ordu hazırlıklarını tamamlamış, karargâhta toplanmışlardı.
Pazar gecesi orada yattılar. Sabahleyin Hz. Üsâme, Peygamber efendimizin yanına geldi. Yanında Hz. Abbâs da vardı. Peygamberimizin mübârek ağzına ilâç veriliyordu. Hz. Üsâme’yi görünce ona duâ ettiler ve buyurdular ki:
- Allahü teâlânın bereketiyle, kuşluk vakti yola çıkınız!
Ordu hareket etmek üzereyken, Peygamber efendimizin vefât haberi geldi. Hz. Ebû Bekir, Hz. Üsâme’ye dedi ki:
- Sancağı açmamak üzere evine götür.
Peygamber efendimizin mübârek cenâzelerini yıkamak üzere harekete geçtiler.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/11983-eshab-i-kiram-kimdir-post19656.html
Ehl-i beytim yıkasın!
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, “Peygamber efendimizin vefâtından önce, mübârek cenâzelerinin yıkanmasıyla ilgili olarak Resûlullahtan işittim ki; (Beni, Ehl-i beytim yıkasın) buyurmuştu. Abbâs ve Ali yıkasınlar” dedi.
Hz. Abbâs, oğlu Fadl ile beraber geldi. Hz. Ali dahî geldi. Hz. Ebû Bekir Hz. Ali’ye, “Yâ Ali, Resûlullahı sen yıka!”, Hz. Üsâme’ye de, “Onlara hizmet et!” buyurdu.
Hz. Ebû Bekir, Eshâb-ı kirâm ile kapıda bekledi. Ensârdan Evs bin Havli’yi de yardım için içeriye soktu. Hz. Üsâme, Peygamber efendimizin mübârek cenâzelerini yıkamak, kefenlemek ve kabr-i şerîfine indirmekle şereflendi.
Resûlullah efendimizin defninden üç gün sonra, Hz. Ebû Bekir Eshâb-ı kirâma buyurdu ki:
- Resûlullah efendimiz, sizi, Üsâme’nin emrinde gazâya göndermişti. Vefât edince, o iş yapılmadı. Herşeyden önce, bu emri yerine getirmeliyiz! Bu işte, gevşek davranmayın, gazâya hazır olun!