Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


85 sonuçtan 1 ile 10 arası

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: Eshâb-i Kirâm Kimdir?

    Ensarın muhaciri diye tanınan sahabî:
    ABBAS BİN UBÂDE


    Abbas bin Ubâde, Peygamber efendimizin davetini duyunca, Müslüman olmak için koşarak gelen Medineli ilk 12 kişiden biridir. Birinci Akabe biatında Müslüman olan altı Medineli, ikinci sene yanlarına altı arkadaş daha alıp, oniki kişi olarak Mekkeye geldiler. Şimdiden yapınız!
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/11983-eshab-i-kiram-kimdir-post19402.html
    Peygamberimizle gece Akabede görüşmek üzere söz aldılar. Gece olunca buluştular ve aralarında anlaştılar. Hz. Abbas bin Ubâde, Peygamber efendimizle yapılan anlaşmayı pekiştirmek için arkadaşlarına dedi ki:
    - Ey Hazrecliler! Peygamber efendimizi niçin kabul ettiğinizi biliyor musunuz?
    Onlarda: "Evet" cevabını verdiler. Bunun üzerine sözlerine söyle devam etti:
    - Siz Onu, hem sulh, hem de savaş zamanları için kabul edip, Ona tâbi oluyorsunuz. Eğer, mallarınıza bir zarar gelince, akraba ve yakınlarınız helak olunca, Peygamberimizi yalnız ve yardımsız bırakacaksanız, bunu şimdiden yapınız!
    Vallahi, eğer böyle birşey yaparsanız dünyada ve ahirette helak olursunuz. Eğer davet ettiği şeyde, mallarınızın gitmesine ve yakın akrabalarınızın öldürülmesine rağmen, Peygamberimize bağlı kalacaksanız, Onu tutunuz. Vallahi bu, dünyanız ve ahiretiniz için hayırdır.
    Bu sözler üzerine arkadaşları da dediler ki:
    - Biz Peygamberimizi, mallarımız ziyan olsa da, yakınlarımız öldürülse de yine tutarız. Ondan hiçbir zaman ayrılmayız. Ölmek var, dönmek yok.
    Sonra Peygamber efendimize dönerek sual ettiler:
    - Ya Resulallah, biz bu ahdimizi, sözümüzü yerine getirirsek, bize ne vardır, diye sual ettiler.
    Peygamberimiz ise; "Cennet" buyurdular.
    Bundan sonra sıra ile Peygamberimize biat ettiler ve söz verdiler.
    Peygamberimiz Medineli Müslümanlardan su hususlarda söz aldı:
    Allahü teâlâya hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zina etmemek, çocukları öldürmemek, yalan söylememek, iftira etmemek, hayırlı işlere muhalefet etmemek.
    Medinelilerin Peygamber efendimize biat ettiği sırada Akabe tepesinden şöyle bir ses duyuldu:
    - Ey Minada konaklayanlar! Peygamber ile Müslüman olan Medineliler, sizlerle savaşmak üzere anlaştılar!
    Peygamberimiz, bu ses için buyurdu ki:
    - Bu Akabenin şeytanıdır.
    Sonra seslenene de buyurdular ki:
    - Ey Allahü teâlânın düşmanı! İsimi bitirince, senin hakkından gelirim!
    Bu şekilde emrolunmadık
    Biat eden Medinelilere de buyurdu:
    - Siz hemen konak yerlerinize dönün!
    Hz. Abbas bin Ubâde dedi ki:
    - Ya Resulallah, yemin ederim ki, istediğin takdirde, yarın sabah, Minada bulunan kâfirlerin üzerine kılıçlarımızla eğilir, onların hepsini kılıçtan geçiririz.
    Peygamber efendimiz memnun oldular, fakat, "Bize, henüz bu şekilde hareket etmemiz emrolunmadı. Şimdilik siz yerlerinize dönünüz" buyurdu.
    Hz. Abbas bin Ubade, Akabe'de biat ettikten sonra, Peygamberimizden ayrılmamış, Mekke'de kalmıştır. Peygamberimize hicret izni gelince, o da Medine'ye hicret etmiştir. Bu sebeple kendisine, “Ensarın muhaciri” denilmiştir.
    Bize buyurun!
    Peygamber efendimiz, Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde, herkes Resulullahı misafir etmek istiyordu. Medine halkı, Peygamberimize, görülmemiş bir tezahüratta bulunuyor, herkes, "Bize buyurun ya Resulallah” diyerek evlerine davet ediyorlardı.
    Resulullahın Kusva adındaki develeri, sağa sola baka baka ilerlerken, Abbas bin Ubade hazretleri ve Salim bin Avf oğulları, Kusva'nın önüne gerilerek dediler ki:
    - Ya Resulallah! Bizim yanımızda kal! Sayıca çokluk, mal ve silah bakımından, düşmanlarına karşı seni koruyup savunacak kuvvet ve kudret bizde var.
    Peygamberimiz, gülümseyerek onlara buyurdular ki:
    - Allahü teâlâ, onlari size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona bildirilmiştir.
    Peygamber efendimiz, Mekke'den gelen muhacirlerle, Medineli Müslümanları birbirlerine kardeş yaptılar. Hz. Abbas bin Ubade'yi de Hz. Osman bin Maz'un ile din kardeşi yaptılar.
    Abbas bin Ubade hazretleri, Uhud gazasında, bir ara eshab-ı kiramın dağılmakta olduğunu görünce, dağılan eshab-ı kirama şöyle seslendi:
    - Ey kardeşlerim! Bu uğradığımız musibet, Peygamberimize karşı isyanımızın neticesidir. O, sabır ve sebat ederseniz, yardıma kavuşacağınızı size vaad etmişti. Dağılmayınız! Peygamberimizin etrafına geliniz! Eğer bizler, koruyucuların yanında yer almaz da, Resulullaha bir zarar gelmesıne sebep olursak, artık Rabbimizin katında bizim için ileri sürülecek bir mazeret bulunmaz!
    Şahitlik edeceğim
    Bu sözleri söyledikten sonra, iki arkadaşıyla ileri atıldılar. Büyük bir gayretle "Allah Allah" nidalarıyla, önlerine gelenle dövüşmeye başladılar. Peygamber efendimizin uğrunda, Onu korumak için sehit oluncaya kadar kahramanca çarpıştılar. Müşriklerden Süfyan bin Ümeyye, Hz. Abbas'i iki yerinden yaraladı. Akşam üzeri Hz. Abbas'ı, kanlar içinde eli, yüzü kesilmiş bir hâlde şehit olmuş buldular.
    Peygamberimiz Uhud'da şehit olan eshab-ı kiram için buyurdular ki:
    - Vallahi, eshabımla birlikte ben de şehit olup, Uhud dağının bağrında gecelemeyi ne kadar isterdim. Ben, bunların, Allahü teâlânın yolunda hakiki şehit olduklarına kıyamet gününde şahitlik edeceğim.
    Hz. Abbas bin Ubade, Medineli Hazrec kabilesine mensuptu. Babası; Ubade bin Nadle'dir. Doğum tarihi bilinmemektedir.

  2. #2

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: Eshâb-i Kirâm Kimdir?

    Tefsîr âlimlerinin şâhı:
    ABDULLAH BİN ABBÂS


    Resûlullah efendimiz Mekke’de iken, Abdullah ibni Abbâs’ın annesine buyurmuştu ki:

    - Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!
    Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve ikâmet okuyup, ismini Abdullah koydular. “Allahım! Onu dinde fakîh kıl ve kitabını ona öğret” diyerek duâ ettiler. Sonra annesinin kucağına verip buyurdular ki:

    - Halîfelerin babasını al, götür!
    Abbâs bunu işitip, bu durumu Peygamber efendimize gelip sorunca, “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halîfelerin babasıdır” buyurdu.

    Hepsi onun soyundan oldu

    Abbâsî devletinin başına çok halîfeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbâs’ın soyundan oldu.

    Abdullah bin Abbâs, Resûlullahın duâsı bereketiyle, ilimde çok yüksek derecelere ulaştı. Daha küçük yaşta iken, Resûl-i ekrem efendimizin yanına giderdi. Teyzesi Meymûne binti Hâris Resûlullahın zevcesi idi. Bu sebeple pek çok defa Peygamberimizin evine gidip gelmiş, ba’zı geceler orada kalmıştır.

    Abdullah bin Abbâs, Resûlullahın abdest suyunu hazırlar, birlikte namaz kılarlardı. Abdest almayı, namaz kılmayı, Resûlullahtan görerek öğrendi. Devamlı hizmeti sebebiyle, Resûlullahın çok duâ ve iltifâtına kavuştu.

    Bir defasında Peygamber efendimiz, mübârek elini Abdullah bin Abbâs’ın başına koyarak şöyle duâ etti:

    - Yâ Rabbî! Bütün ilim ve hikmeti, bu başa ver! Onları te’vîl ve tefsîr edebilsin.
    Bir başka gün de mübârek elini göğsü üzerine koyup:

    - Allahım! İnsanoğluna ihsân ettiğin her ilim ve hikmet, bu güzel göğüste toplansın, buyurmuştur.

    Peygamberimiz, Medîne’ye hicret ettikten sonra, Abdullah bin Abbâs, âilesi ile birlikte hicretin sekizinci senesine kadar Mekke’de kaldı. Mekke’nin fethinden önce Medîne’ye hicret etti. Bu sıralarda henüz 11-12 yaşlarında bulunuyordu. Aklı, zekâsı, çabuk kavrayışı ile dikkati çekiyor ve seviliyordu.

    En derin âlim

    Peygamberimiz vefât ettiği sırada, İbni Abbâs onüç veya ondört yaşında bulunuyordu. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin meclisinde bulundu. Hz. Ömer’in sohbetlerine ve ilim meclisine devam edip, onun, Peygamberimizden aldığı ilme, feyze ve ma’rifetlere kavuştu.

    Abdullah bin Abbâs, dört halîfe devrinde fetvâlar verdi. Hz. Osman devrinde yapılan Kuzey Afrika seferine katıldı. Bu seferde, İslâm ordusu adına kendisine elçilik vazîfesi verildi. Burada hükümdârlık eden Cercis ile görüştü. Cercis ve adamları onun aklını, zekâsını, fikrî kuvvetini ve ilmini görerek şaşırmışlardı. Hattâ onların, “Bu, Arabların en derin âlimidir” dedikleri bildirilmiştir.Dönüşlerinde Hz. Osman’ın emriyle, onun yerine hac emirliği yaptı. Bu vazîfeden döndüğü zaman, Hz. Osman şehîd edilmişti. Hz. Ali’nin halîfeliği sırasında, Basra vâliliğinde bulundu.

    Abdullah bin Abbâs, Eshâb-ı kirâm arasında, ilminin üstünlüğü ile tanınmıştır. Übey bin Ka’b onun hakkında buyurdu ki:

    - O, bu ümmetin âlimidir. Ona akıl ve anlayış verilmiştir. Resûlullah efendimiz, onun dinde fakîh olması için duâ etmiştir.

    Bahr-ül ilim

    Abdullah bin Abbâs hazretleri, Muhâcir ve Ensâr-ı kirâmdan birçoklarıyla görüşür, onlara Resûlullahın gazâları ve inzâl olan sûreler hakkında suâller sorardı. İlminin çokluğu sebebiyle kendisine lakab olarak Bahr-ül ilim, ya’nî ilim deryâsı denildi.

    Çalışmaları, son derece muntazam ve belli bir plân dâhilinde idi. Hangi gün ne iş yapacağını önceden tesbit eder ve onlara aynen riâyet ederdi.

    Dört büyük halîfe ve diğer Eshâb-ı kirâmdan çok iltifât gördü. Bu iltifâtlar karşısında aslâ hâlini değiştirmedi. Tevâzudan hiç ayrılmadı. Çok methedildiği zaman; “Bana bu ni’meti ihsân eden Allahü teâlâdır. Çünkü, Resûlullah efendimiz benim için duâ etti” derdi.

    Abdullah bin Abbâs hazretleri, bilhassa Kur’ân-ı kerîmin tefsîri ve âyet-i kerîmelerin îzâhında yüksek bir ilme sahipti. Bu vasfından dolayı Tercümân-ül Kur’ân denilmiştir. Hz. Ömer, onu, ilim meclisinde bulundurur ve dâimâ ilme teşvîk ederdi. Yaşının küçüklüğüne rağmen İbni Abbâs’a hürmet eder, onunla istişârede bulunur, ilim ve irfânını takdîr ve tebrik ederdi.

    Abdullah bin Abbâs hazretleri, Hz. Ömer’in kendisini üstün tutup, meclisinde bulundurması hakkında şöyle demektedir:

    “Hz. Ömer, beni, Eshâb-ı Bedir’in meclisinde bulundururdu. Onlardan ba’zıları Hz. Ömer’e, “Niçin bu genci yanında bulunduruyorsun” diye suâl ettiklerinde buyururdu ki:

    - Bu, sizin bildiklerinizden değil.”

    Âlimler meclisine gelirdi

    Talebesi Atâ bin Ebî Rebâh der ki:

    - İbni Abbâs’ın ilim meclisinden daha üstün ve daha faydalı bir meclis görmedim. Âlimler, sâlihler, şâirler onun meclisine devam ederler, her biri ilme doymuş olarak huzûrundan ayrılırlardı.

    Abdullah bin Amr bin Âs da, İbni Abbâs’ı methederek der ki:

    - Sünneti ve Kur’ân-ı kerîmdeki âyet-i kerîmelerin ihtivâ ettiği hükümlerin inceliklerini, en iyi bilenlerimizdendir.

    Abdullah bin Abbâs hazretleri, devrinin ilim, irfân ve fazîlet bakımından önde gelenlerindendi.

    İlimde canlı bir kütüphâne olup, bütün ilimleri kendisinde toplamış; tefsîr, hadîs, fıkıh, edebiyât ve sahâbenin ihtilâf ettiği konularda ve diğer ilim dallarında mütehassıs olmuştu.

    Kur’ân-ı kerîmle ilgili ilmini, isteyen ve soranlara öğretirdi. Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin toplanmasında ve neşrinde büyük hizmeti olmuştur.

    Meşhûr velîlerden Şakîk, bir hac mevsiminde İbni Abbâs’ın bir hutbesini dinlemişti. İbni Abbâs, Nûr sûresinin tefsîrini yapmıştı. Şakîk buna hayrân olup dedi ki:

    - Bu tefsîrin kadri, kıymeti yüksektir. Eğer Mecûsîler, Rumlar bunu duysalardı, hepsi Müslüman olurdu.

    Tefsîr yazmadı

    Abdullah bin Abbâs hazretlerinin, müstakil bir tefsîr kitabı yoktur. Fakat tefsîre dâir muhtelif rivâyetleri vardır. İslâm âlimleri, tefsîr kitaplarını onun rivâyetleriyle süslediler.

    Abdullah bin Abbâs hazretlerinin nakledilegelen rivâyetlerinden bir kısmını, Fîrûzâbâdî, Tenvîr-ül-Mikbâs min Tefsîr-i İbni Abbâs adlı bir kitapta toplamıştır. Onun tefsîre dâir rivâyetleri çeşitli yollarla nakledilmiştir.

    İbni Abbâs hazretlerinin verdiği fetvâlar, fıkıh ilminin en kuvvetli temellerindendir. Halîfe Me’mûn zamanında toplatılan fetvâları, yirmi cildi bulmakta idi. Kendisine havâle edilen mes’elelere gâyet açık ve isâbetli cevaplar vermesiyle meşhûr oldu. Bu sebeple müşkillerini sormak üzere kendisine çok sayıda gelen oluyordu. Suâl sormak için gelenlerin çok kalabalık olması sebebiyle, gelenleri ellişer kişilik gruplar hâlinde yanına alıp, suâllerine cevap verirdi.

    Talebelerinden Ebû Sâlih anlatır:

    “İnsanlar mes’elelerini sormak için Abdullah bin Abbâs’ın evi önünde toplanmışlardı. Yol, insanla dolup taşmıştı. Kimsenin gelip geçmesi mümkün değildi. Huzûruna girip, kapı önündeki durumu haber verdim. Bana, su getirmemi söyledi. Getirdiğim su ile, abdest aldı ve buyurdu ki:

    - Şimdi çık ve dışardakilere söyle! Onlardan, Kur’ân-ı kerîm ve kırâat ilmine dâir soru sormak isteyenler gelsinler!
    Dışarı çıkıp söyledim. O husûsta mes’elesi olanlar içeri girdiler. Ev doldu. Müşkillerini sordular ve cevaplarını fazlasıyla alıp dışarı çıktılar. Sonra tekrar buyurdu ki:

    - Şimdi Kur’ân-ı kerîmin tefsîr ve te’vîli husûsunda bilgi edinmek isteyenler gelsin!
    Söyledim. İçeri girdiler. Onlar da evin odalarını doldurdular. Onların da suâllerini cevaplandırdı. Doymuş olarak çıktılar. Arkasından tekrar buyurdu:

    - Harâm, helâl ve fıkıhtan mes’elesi olanlar gelsinler!
    Cevaplarını aldılar
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/11983-eshab-i-kiram-kimdir-post19403.html

    Haber verdim, onlar da içeri girdiler. Evde yine boş yer kalmadı.

    Gelenler de harâm, helâl ve fıkhî mevzûlarda çeşitli suâller sordular. Onlara da çok güzel cevaplar verdi.

    Gelenler dışarı çıktılar. Sonra tekrar buyurdu ki:

    - Ferâiz ya’nî mîrâs mes’elesine dâir suâlleri olanlar girsinler!
    Onlar gelip evi doldurdular. Cevaplarını alıp çıktılar.

    Onlar çıktıktan sonra yine buyurdu:

    - Lügat ilminden ve edebiyattan sormak isteyenler girsinler.
    Onlar da gelip suâllerini sorup cevaplarını aldılar. Böylece, suâli olanların hepsi, cevaplarını teferruatlı bir şekilde aldılar.

    Bu duruma yakînen şâhit olduktan sonra anladım ki, Kureyş, Abdullah bin Abbâs hazretleri ile ne kadar iftihâr etse azdır. Hayatımda, kapısında böyle kalabalık insanların toplandığı bir başka kimse görmedim.”

    İbni Abbâs hazretleri, hadîs ilminde bir deryâ idi. 2660 civârında hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hadîs-i şerîfleri tedkîk ve araştırma ile öğrenirdi. Rivâyetleri Kütüb-i sitte denilen meşhûr altı hadîs kitabında yer almaktadır.

    Abdullah bin Abbâs hazretleri, ömrünün son günlerinde 7-8 gün hasta yattıktan sonra, 687 senesinde Tâif’te vefât etti. Cenâze namazını, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed bin el-Hanefiyye kıldırdı ve buyurdu ki:

    - Bugün, bu ümmetin en âlimi vefât etti. Onun vefâtı Müslümanları çok üzdü.

    Gözleri görmez olmuştu

    Abdullah bin Abbâs hazretleri, uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücutlu bir zât idi. Sakalını kına ile boyardı. Çok ağlaması sebebiyle, yanaklarında, gözyaşlarının bıraktığı izler görünürdü. Ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu. Bunun için şu beyti söylemişti:

    Allah, gözlerimden görme nûrunu aldıysa, Dilimde ve kalbimde o nûr devam ediyor.
    Abdullah bin Abbâs hazretleri buyurdu ki:

    “Dağlar dahî birbirine karşı azsa, azgın cezâsını bulacaktır.”
    “İçinde harâm olanın, ya’nî harâm yiyenin, namazını Allahü teâlâ kabûl etmez.”

    “Benim için gecenin az bir vaktini ilme ayırmak, bütün geceyi ibâdetle geçirmekten daha sevimlidir.”
    “İnsanlara hayrı öğretenler için, denizdeki balıklara varıncaya kadar her şey, Allahü teâlâdan magfiret diler.”

    “Resûlullah efendimiz misvâk kullanmak husûsunda bize öyle emirler verirdi ki, bu husûsta bir âyet geleceğini zannederdik.”

    “Her binânın bir temeli vardır. İslâm binâsının temeli de güzel ahlâktır.”
    “Zengine ikrâm edip, fakîre ihânet eden mel’ûndur.”

    “Kıyâmet günü Cennete ilk da’vet edilecek olanlar, her durumda Allahü teâlâya hamd edenlerdir.”

    “Ey çok günâh işleyen! Yaptığın işin şerli sonucu seni bekliyor, onun için kendinden emîn olma! Gülmektesin, ama başına neler geleceğini anlamıyorsun. Bu hâlin, günâhların en büyüğüdür. Bir hatâlı işte başarı kazanır, sevinirsin. Bu sevinmen, yaptığın hatâdan daha büyüktür.”
    Sabır üç çeşittir

    “İşleyeceğin yanlış bir işin fırsatını kaçırınca, üzülürsün. Hâlbuki bu, o hatâdan daha tehlikelidir. Sen hatâdasın. Allahü teâlâ, seni dâimâ görmektedir. Bu görüş, kalbini titretmez. Bu hâlin, yaptığın hatâdan daha fenâdır.”

    “Sabır üç çeşittir. Birincisi, farzların yapılmasında güçlüklere sabretmek. Bunun sevâbı üçyüz derecedir. İkincisi harâmlardan ve yasak edilen şeylerden sakınma husûsunda sabır. Bunun altıyüz derece sevâbı vardır. Üçüncüsü, musîbetin ilk geldiği anda gösterilen sabırdır. Bunun da fazîleti dokuzyüz derecedir.”
    Talebesi Mücâhid bin Cebr, Abdullah bin Abbâs’ın şöyle buyurduğunu nakleder:

    “Üzerine gerekmeyen ve sana faydası dokunmayan şeyler hakkında konuşma! Çünkü bu fuzûlî bir iştir, zararından da emîn değilsin.

    Yerini bulmadıkça lüzûmlu olan sözü de konuşma! Çok kere faydalı söz yerini bulmaz da kaybolur gider.
    Sen de öyle yap!

    Sefîh ve ahmak kimselerle mücâdele etme! Çünkü sefîh, kalbinden sana buğzeder. Ahmak, âdî kimseler, dili ile sana eziyet ederler.

    Tanıdığın kimse yanından ayrıldığı zaman, onun ayrı bir yerde seni nasıl anmasını istersen, sen de onu öyle an!
    Sen, affedilmeni istediğin husûslarda, onu da affet! Kardeşinin sana ne şekilde muâmele yapmasını istersen, sen de ona o şekilde muâmele et!

    Suçlu olarak yakalanıp da, ihsân ile mükâfât görenin ameli gibi amel et!”

    Abdullah bin Abbâs bir dersinde şöyle buyurdu:

    - Besmeleyi okuyan, Allahü teâlâyı zikretmiş olur. Elhamdülillah diyen, şükretmiş olur. Allahü ekber diyen, Allahü teâlâyı ta’zîm etmiş, büyük bilmiş olur. Lâ ilâhe illallah diyen, Allahü teâlâyı tevhîd etmiş olur. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh diyen, Allahü teâlâya teslîm olmuş olur. Onun için Cennette yüksek bir derece ve hazîneler vardır.
    Abdullah bin Abbâs hazretleri, farzlara çok önem verirdi. Nasîhat istiyenlere buyururdu ki:

    - İlk önce farzları yapmalıdır. Allahü teâlânın emirlerini yerine getir ve O’ndan yardım iste! Allahü teâlâ bir kulunda, düzgün niyet ve katındaki sevâba kavuşma arzûsu görünce, onun istemediği şeyleri ondan men eder.

    Allahü teâlâ, mü’min, fâcir, günâhkâr herkesin rızkını helâlden takdîr etmiştir. Helâl rızkı için sabrederse, Allahü teâlâ onu mutlaka gönderir. Sabırsızlık gösterip harâmdan bir şey yerse, helâl rızkından eksiltir.

    O da seni gözetir

    Abdullah bin Abbâs anlatır:

    “Resûlullah efendimiz bana şöyle buyurdu:

    - Ey oğlum! Sana faydalı olacak ve Allahü teâlânın râzı olduğu birkaç şey öğreteyim mi?

    Sen Allahü teâlânın hakkını gözetirsen, O da seni gözetir. Genişlik vaktinde O’nu unutmazsan, sıkıntılı zamanında imdâdına yetişir.

    İnsanlar sana bir şey vermek için bir araya gelseler, o şeyi Allahü teâlâ takdîr etmedi ise vermeye güçleri yetmez. Bir şeyden seni men ettiklerinde, eğer Allahü teâlâ o şeyi takdîr etti ise, mâni olamazlar.”

    Yaptığını Allah için yap! Nefsinin hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekte, senin için çok hayır ve iyilikler vardır. Allahü teâlânın yardımı, sabırla birlikte gelir. Sıkıntıdan sonra rahatlık vardır.

    Abdullah bin Abbâs, kâinâtın yaratılışıyla ilgili olarak bir dersinde buyurdu ki:

    Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

    İblîs, Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indirilince, Allahü teâlâya sordu:

    - Kullarına saâdet yolunu göstermek için, birçok kitap ve Peygamberler verdin. Kullarını azdırmak için, bana ne vereceksin?

    - Senin kitâbın, nefsi azdıran şiirler ve mûsikîdir. Peygamberlerin, kâhinler, falcılar, büyücülerdir. Aklı gideren, kalbleri karartan gıdaların da, Besmelesiz yenilen, içilen şeyler ve sarhoş eden içkilerdir. Nasîhatların, yalan; evin, oyun sahaları ve hamamlar; tuzakların, çıplak gezen kızlar; mescidlerin, fısk meclisleridir.
    Ümmetine emret!

    Abdullah bin Abbâs buyurdu ki:

    “Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâma buyurdu:

    - Yâ Îsâ! Muhammed aleyhisselâma îmân et! Senin ümmetinden, Onun zamanına yetişecek olanların, Ona îmân etmeleri için de ümmetine emret! Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, Âdem Peygamberi yaratmazdım.

    Muhammed aleyhisselâm olmasaydı, Cenneti, Cehennemi yaratmazdım. Arşı su üzerinde yarattım. Hareket etti. Üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah yazınca durdu.”
    Bir gün Abdullah bin Abbâs hazretlerine sordular:

    - Beş vakit namazı emreden âyet-i kerîme, Kur’ân-ı kerîmin neresindedir?

    Cevâbında buyurdu ki:

    - Rûm sûresinin onyedinci ve onsekizinci âyetlerini oku! Bu iki âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:

    (Akşam ve sabah vakitlerinde, Allahı tesbîh edin! Göklerde ve yeryüzünde olanların yaptıkları ve ikindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler, Allahü teâlâ içindir.)
    Akşam yapılan tesbîh, akşam ve yatsı namazlarıdır. Sabah yapılan tesbîh, sabah namazıdır. İkindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler, ikindi ve öğle namazlarıdır.

    Bu âyet-i kerîmeler, beş vakit namazı emretmektedir.

    Kabir azâbından kurtarır

    Abdullah bin Abbâs anlatır:

    “Birkaç Sahâbî yolculukta bir çadır kurduk. Burada kabir olduğunu bilmiyorduk. Birisinin Mülk sûresini başından sonuna kadar okuduğunu işittik. Medîne’ye gelince, bunu Resûlullaha arz ettik. Buyurdular ki:

    - Bu sûre, ölüyü kabirdeki azâbdan kurtarır.”
    Abdullah bin Abbâs buyurdu ki:

    - Allahü teâlâ bütün emirleri için bir sınır koymuş, bu sınırı aşınca, özür saymıştır. Özür olanı affetmiştir. Yalnız, zikrediniz emri, böyle değildir.

    Bunun için bir sınır ve özür tanımamıştır. Hiçbir özür ile zikir terkedilmez. Çünkü O, “Dururken, otururken ve yatarken de zikrediniz! Her yerde, her hâlde, dil ile ve kalb ile zikredin! Beni hiç unutmayın” buyurdu.

    Bakara sûresinin yüzelliikinci âyetinde meâlen, “Beni zikredin! Ben de sizi zikrederim!” buyuruldu.


  3. #3

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: Eshâb-i Kirâm Kimdir?

    Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî:
    ABDULLAH BİN AMR BİN ÂS


    Abdullah bin Amr, Bedir ve Uhud harbinden başka bütün harplere katılıp, Peygamber efendimizin yanında bulundu. İlk iki harbe yaşı küçük olduğu için katılamamıştır. Katıldığı savaşlara süvâri olarak katıldı. Ayrıca harbe gidecek askerleri tâlim ile, onları savaşa hazırlamak gibi mühim vazîfelerde bulundu. Birçok harbe kumandan olarak katıldı.

    Askerlere binek temin et!

    Abdullah bin Amr hazretleri, kumandanlığı ile ilgili bir husûsu, kendisi şöyle anlatır:

    “Resûl-i ekrem efendimiz, yanımda bulunan develere askerleri bindirerek, bir tarafa göndermemi emir buyurunca, develerin askerlere kâfi gelmeyeceğini gördüm. Peygamberimize mürâcaat ederek, ba’zı askerlerin yaya kaldıklarını söyledim. Peygamberimiz bana şöyle buyurdu:

    - Zekât olarak gelen erkek develer karşılığında, dişi develer satın alarak askerlere binek temin et!
    Ben de, bir erkek deve karşılığında üç dişi deve alarak, askerlerin gidecekleri yere varmalarını sağladım.”

    Abdullah bin Amr hazretlerinin, Peygamber efendimizin vefâtından sonra katıldığı ve büyük kahramanlıklar gösterdiği savaşlardan biri Yermük’tür. Şam fâtihi olan babası Amr bin Âs da bu savaşta ordu kumandanlarından idi. 240.000 kişilik Bizans ordusuna karşı, 46.000 kişilik İslâm ordusu, kısa zamanda zafer kazandı.

    Hz. Abdullah bin Amr bin Âs, Peygamber efendimizin yanında bulunup, bizzat işiterek çok ilim öğrenmiştir. Peygamberimizden işittiği her şeyi yazmak için izin istemiş ve aldığı müsâade üzerine pek çok hadîs-i şerîf yazmıştır.

    Eshâb-ı kirâmdan en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden Ebû Hüreyre, onun hakkında buyurmuştur ki:

    - Resûlullahın hadîs-i şerîflerini, Abdullah bin Amr’dan başka benden çok ezberleyen ve rivâyet eden olmamıştır. Çünkü o, yazıyordu. Ben yazmamıştım.

    Abdullah bin Amr’ın, Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri, ona dediler ki:

    - Sen, Resûlullahtan her işittiğin şeyi yazıyorsun. Hâlbuki, Resûl aleyhisselâm ba’zan gadab, kızgınlık, ba’zan da neş’eli hâllerde iken söz söylemektedir.

    Yazmaya devam et!

    Bunun üzerine Hz. Abdullah, işittiklerini yazı ile kaydetmek husûsunda tereddütte kalmış ve mes’eleyi Resûl-i ekreme arzetmişti. Resûlullah efendimiz, onu dinledikten sonra buyurdular ki:

    - Yazmaya devam et! Çünkü, Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ağzımdan hak (ya’nî doğru, gerçek) olandan başka bir şey çıkmamıştır.

    Hz. Abdullah Resûlullahtan işittiği bütün hadîs-i şerîfleri, Sahîfe-i Sâdıka adında bir mecmûada toplamıştır. Kendisine sorulan suâllere, bizzat Resûlullahtan işiterek yazdığı bu mecmûayı çıkarıp bakar, sonra cevap verirdi.

    Hadîs-i şerîf râvîlerinden Ebû Kubeyl, Abdullah bin Amr ile ilgili şunu nakletmektedir:

    “Abdullah bin Amr bin Âs’ın yanında bulunuyorduk. Kendisine, İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisinin daha evvel fethedileceği soruldu.

    İstanbul feth olunacaktır!

    Hz. Abdullah, suâli dinledikten sonra, bir sandık getirtmiş ve Sahîfe-i Sâdıka’sını çıkarmış ve ona bakıp şu cevâbı vermişti:

    - Bir gün, Resûlullahın etrafında oturmuş, hadîs-i şerîf yazıyorduk. Bir ara Resûl-i ekreme; “İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisi daha evvel feth edilecek” diye soruldu. (En önce Heraklius’un şehri olan İstanbul fetholunacaktır) buyurdular.”
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/11983-eshab-i-kiram-kimdir-post19404.html

    Abdullah bin Amr’ın ilminden en çok istifâde eden muhitlerden biri de Basra’dır. Bu şehre vâli tâyin edilenler, onun derslerine koşmayı başlıca vazîfe biliyorlardı. Naklettiği ilimlerden bütün Müslümanlar faydalanmıştır.

    Arapçadan başka İbrânice ve Süryânice de bilen Abdullah bin Amr hazretleri, Resûlullah efendimizin mübârek ağızlarından işiterek topladığı hadîs-i şerîf mecmûasına, son derece titizlik gösterirdi. İmâm-ı Mücâhid diyor ki:

    - Abdullah bin Amr’ın elinde bulunan kitaplarından hangisine bakmak istesek, mâni olmazdı. Fakat bu hadîs-i şerîf mecmûalarından birini okumak istediğimiz zaman, ona son derece îtinâ gösterir ve, “Ben, bunu bizzat Resûl-i ekremin mübârek ağzından işiterek topladım. Onu, bütün dünyaya değişmem” derdi.

    Yedi yüz civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir...

    Abdullah bin Amr bin Âs hazretleri, uzun boylu, yakışıklı bir zât idi. Zühd ve takvâsı çok olup, zirâatle iştigâl eder ve geçimini bu yoldan sağlardı. Son derece cömert olup, eline geçeni dağıtır ve herkesi memnûn ederdi. 684 târihinde yetmişiki yaşlarında Şam’da vefât etti.

    Hayrın en iyisi

    Bir gün Hz. Abdullah’a soruldu:

    - Şerrin en fenâsı ve hayrın en iyisi hangisidir?

    Buyurdu ki:

    - Hayrın en iyisi; doğru söz, kötülüğü düşünmeyen kalb ve itâat eden hanımdır. Şerlerin de en fenâsı; yalan söz, fenâ kalb ve itâat etmeyen hanımdır.
    Hz. Abdullah şöyle bildiriyor:


    Bir gün Resûl-i ekreme, “Yâ Resûlallah! Müslümanın hangisi hayırlıdır” diye sorduğum zaman buyurdular ki:

    - Fakîrleri doyuran, tanıyıp-tanımadığı her Müslümana iltifât edendir.
    Abdullah bin Amr hazretleri, ilme çok ehemmiyet verirdi. Buyururdu ki:

    - Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki:

    “İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan saptırırlar.”
    Abdullah bin Amr hazretleri, gece sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri oruç tutardı. Harâmdan son derece sakınır, hattâ mubâhların çoğunu da terkederdi. Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Ba’zan gece lâmbayı söndürür, Allah korkusundan sabaha kadar ağlardı.
    Çok ağlamaktan dolayı ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu. Kendisi şöyle anlatır:

    Üç gün oruç tut!

    Ben, devamlı olarak, geceleri ibâdetle, gündüzleri de oruçlu olarak geçireceğimi söylemiştim. Benim bu sözlerim Resûlullah efendimize haber verilmişti. Peygamber efendimiz de bana buyurdular ki:

    - Böyle diyen sen misin?
    - Evet, öyle söylemiştim ya Resûlallah!

    - Bunu yapamazsın. Bunun için ba’zan oruç tut, ba’zan da tutma! Hem uyu, hem de ibâdet et ve ayda üç gün oruç tut! Çünkü üzerinde bedeninin, gözlerinin, âilenin, misâfirlerin hakkı vardır. Ve muhakkak ki, ayda üç gün oruç sana yeter. Bu, bütün sene oruç tutmak gibidir. Çünkü iyi amel, on misli ile mükâfâtlanır.
    - Bundan daha fazlasını yapabilirim.

    - Bir gün tut, iki gün boz!
    - Bundan daha fazlasını yapabilirim ya Resûlallah!

    - Bir gün tut, bir gün tutma! Bu Hz. Dâvüd’ün orucudur ve en uygun oruç budur.
    - Bundan daha fazlasını yapabilirim.

    - Bunun fazlası yoktur.
    Bundan sonra Hz. Abdullah diyor ki: Resûlullahın buyurduğu ayda üç gün orucu kabûl etmiş olsaydım, bana çoluk çocuğumdan ve bütün malımdan daha sevgili olacaktı.

    Hz. Abdullah, misâfire ikrâmı çok severdi. Bununla ilgili Resûlullahtan işittiği şu hadîsi söylerdi: “Allaha ve âhıret gününe îmân eden, misâfirine ikrâm etsin! Allaha ve âhıret gününe inanan, komşusuna hürmet etsin! Allaha ve âhıret gününe îmân eden, ya hayır söylesin, yâhut sussun.”
    Abdullah bin Amr hazretleri şöyle anlatır:

    Birisi Resûl-i ekreme gelip cihâda gitmek için izin istedi. Resûlullah efendimiz, o kimseye buyurdu ki:

    - Anan baban hayatta mı?
    - Evet hayattalar yâ Resûlallah!

    - Onların yanına dön ve hizmetlerinde bulun!
    Çok ağlardınız

    Hz. Abdullah bin Amr bin Âs’ın hikmetli sözleri çoktur. Buyurdular ki:

    “Faydasız söz söylemeyiniz!”

    "Müzevvirlik, ara bozuculuk ve iki dostun arasını açmak, Allahü teâlânın gadabına sebep olur. Eğer siz benim bildiğime vâkıf olsaydınız, çok ağlardınız.”
    Hz. Abdullah, meşhûr Mısır fâtihi Âmr bin Âs’ın oğlu olup, 616 yılında doğmuştur. Annesi, Rayta binti Münebbih’dir. Babasından önce îmân etti. Müslüman olmadan önce adı Âs idi. Peygamber efendimiz Abdullah olarak değiştirdi. Künyesi, Ebû Abdurrahmân’dır. Abâdiledendir.


  4. #4

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: Eshâb-i Kirâm Kimdir?

    Medîneli ilk Müslümanlardan:
    ABDULLAH BİN ATİK


    Medîne’de, hicretten önce Hz. Es’ad bin Zürâre’nin ve Peygamberimiz tarafindan oraya Kur’ân-ı kerîmi ve İslâmiyeti öğretmek için gönderilen Hz. Mus’ab bin Umeyr’in tebliğ hizmetleri sebebiyle birçok kimse îmân etmişti. Daha Peygamberimizin hicreti gerçekleşmeden Müslüman olmakla sereflenenlerden biri de Hz. Abdullah bin Atîk idi. Hz. Abdullah bin Atîk, Bedir ve Uhud harplerinde, Resûlullahın yanında
    birçok hizmetlerde bulunmuştur. 627 yılında Medîne’nin savunulması için yapılan Hendek harbine de katılmıştır.

    Her hususta yardımcı oldular
    Mekke’de müşriklerin zulmünden kurtulmak için Peygamberimiz ve Müslümanlar Medîne’ye hicret etmişlerdi. Burada yaşayan Evs ve Hazrec kabîlelerinin tamamı İslâmiyeti kabûl etmişler, Resûlullaha her hususta yardımcı olmuşlardı.
    Öteden beri bunlara düşman olan Yahûdilerin kini, İslâm düşmanlığı ile birleşmişti. Resûlullah efendimize düşmanlıkta çok ileri gidenlerden biri de, Hayber Yahûdilerinin reisi olan Ebû Râfi Selâm bin Ebû Hukayk idi.
    Hayber Yahûdilerinin reisi olan Ebû Râfi, azılı İslâm düşmanı birisi idi. Sık sık Resûlullahı rahatsız ettiği gibi, Eshâbını da rahat bırakmıyor, fırsat buldukça onlara eziyet ediyordu. Müslüman olmayanları, İslâma karşı düşmanlıkta bir araya topluyor, devamlı onları kışkırtıyordu.
    Zengin olduğu için, Resûlullahın düşmanlarına dünyalık yardım
    da yapıyordu.

    Eshâb-i kirâm, kendilerine yapılan sıkıntıya katlanıyor, fakat Resûlullaha verilen rahatsızlığa bir türlü râzı olamıyorlardı. Bunun için kendi aralarında toplanıp, bunun bir çâresini aradılar. Sonunda
    Ebû Râfi’yi öldürmeye karar verdiler. Beş kişi bu iş için izin almak üzere Resûlullaha gittiler.

    Peygamber efendimiz izin vererek, başlarına Hz. Abdullah bin Atîk’i emîr tâyin etti. Sâdece Ebû Râfi’nin öldürülmesini, kadınlara, çocuklara dokunulmamasını emretti.
    Ebû Râfi’nin kendisine âit muhkem bir kalesi vardı. Buradan
    dışarı çıkmazdı.

    Kaleye yaklaştıklarında, Hz. Abdullah arkadaşlarına dedi ki:
    - Siz burada kalın, kaleye yaklaşmayın! Ben kalede kalan birisiymiş gibi, içeri girmeye çalışayım.
    Herkes içeri girsin!
    Kale kapısına iyice yaklaştığında, kapılar kapanmak üzere idi. Kapının yakınındakilerin arasına girip, onlardan biri gibi birşeylerle oyalanmaya başladı. O sırada, kapıcı seslendi:
    - Herkes içeri girsin, kapıları kapatıyorum, sonra dışarıda kalırsınız!
    Bu fırsatı iyi değerlendiren Hz. Abdullah, hemen içeri girdi. Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatır:
    İçeri girince, ahıra girip saklandım. Saklandığım yerden kapıcıyı tâkip ettim. Kapıyı kilitledi, anahtarları direğe asıp gitti. Anahtarları alıp, her tarafı dolaştım. Baktım en üst katta, Ebû Râfi arkadaşları ile sohbet ediyordu.
    Ebû Râfi’nin, sohbet ettiği yerden ayrılmasını bekledim. Sohbet dağılıp yattıktan sonra, harekete geçtim. Birçok kapıdan geçtim. Her kapıyı açtıkça, kapıyı iç tarafından sürgülüyordum. Bunu, eğer Ebû Râfi’nin adamları beni farkederlerse, adamı öldürünceye kadar, bana yeteri kadar zaman kazandırsın, diye yapıyordum. Bu suretle Ebû Râfi’nin yattığı odaya kadar vardım.
    Bir şey mi istediniz?
    Odası karanlık olduğu için, yatanlardan hangisinin olduğunu anlayabilmek için, “Yâ Ebâ Râfi” diye seslendim. “Kim o?” diye yatağın birinden ses geldi. Hemen sesin geldiği tarafa fırlayıp, kılıcımı indirdim. Fakat kılıç tam isâbet etmemişti.
    “Yetişin, birisi beni öldürmek istiyor!” diye bağırdı. O arada hemen dışarı çıkıp, değişik bir sesle dedim ki:
    - Yâ Ebâ Râfi, birşey mi istediniz?
    - Canı Cehenneme! Sen seslenmeden önce birisi gelip, beni oda içinde kılıçla yaraladı!
    Artık hedefimi tam tesbit etmiştim. İyi bir kılıç darbesi daha indirdim. Yine yıkılmadı. Bu defa kılıcımı karnına soktum. Yere yıkılınca, odadan çıkıp merdivenleri birer ikişer atlayarak inmeye başladım. Nihâyet, merdivenlerin sonuna geldiğimi zannederek, kendimi yere attım. Hâlbuki daha yüksekteymişim. Yere düşünce, baldır kemiğim kırıldı. Bacağımı bir bezle sarıp, oraya oturdum ve kendi kendime, “Şunu öldürüp öldürmediğimi iyice anlayıncaya kadar, bu gece kaleden çıkmam” dedim.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/11983-eshab-i-kiram-kimdir-post19405.html
    Büyük acılar içinde kıvrana kıvrana beklemeye başladım. Bir zaman sonra, kalenin surlarına birisi çıkıp bağırdı:
    - Ey Hicaz halkı! Büyük tâcir Ebû Râfi, odasında öldürülmüş olarak bulundu. İlân ediyorum!
    Ebû Râfi’nin işi tamam!
    Artık maksat hâsıl olmuştu. Sevinçten bacağımın ağrısını çoktan unutmuştum. Hemen arkadaşlarımın yanına varıp, dedim ki:
    - Artık kurtulduk! Ebû Râfi’nin işi tamam!
    Hep beraber, Resûlullahın huzûruna varıp, müjdeyi verdik. Resûlullah çok sevindi. Ayağımın kırıldığını duyunca, bana buyurdu ki:
    - Ayağını uzat!
    Ben de, ayağımı uzattım. Resûlullah efendimiz, ayağımı sıvazladı. Sanki hiç ağrı duymamış kimseye döndüm. Kırık tamamen iyileşmişti.
    Hz. Abdullah bin Atîk, bu seriyyesinden sonra, Hayber’in fethine katılarak, burada da büyük yararlıklar gösterdi. Sonra Mekke’nin fethine ve Huneyn harbine katıldı ve çok hizmeti görüldü.
    Abdullah bin Atîk hazretleri, mürtedlerle yapılan savaşta çok özlediği şehîdlik rütbesine kavuştu.

  5. #5

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: Eshâb-i Kirâm Kimdir?

    Peygamberimizin müezzinlerinden:
    ABDULLAH BİN ÜMM-İ MEKTÛM


    Abdullah bin Ümm-i Mektûm, Peygamberimizin İslâmiyeti anlatmaya başladığı ilk zamanlarda îman ile şereflenerek Müslüman oldu. Mekke’de kâfirlerin zulüm ve eziyetlerinin dayanılmaz hâle gelmesi üzerine ve Medîneli Müslümanlara din esaslarını ögretmek için, Medîne-i Münevvereye hicret etti. Sesi çok gürdü
    Âmâ olup, sesi çok gürdü. Sabah namazında, önce Hz. Bilâl, sonra İbni Ümm-i Mektûm ezan okurdu. Kâfirlerle silahlı mücâdele başlayınca, harplere katılıp, gür sesiyle düşmanın moralini bozardı.
    Bâzı savaşlarda Peygamber efendimiz, onu Medîne-i Münevverede vâli olarak bırakırdı. Peygamberimizin zamanında, onüç defa Medîne’de kalıp, vâlilik ve imamlık yaptı. Resûlullah efendimiz kendisine çok iltifat edip, dâima gönlünü alırdı.
    Medîne’de vâlilik ve imametle vazifelendirilmesi, âmâ hâliyle sefer ve muharebelere katılmasının güç olmasındandır.
    Bir defasında Resûlullah efendimiz, insanlara dînimizin esaslarını anlatırken, İbni Ümm-i Mektûm yanına geldi. Peygamberimiz, meşguliyetlerınden dolayı, alâkalanmakta geç kaldılar. Daha cevap veremeden Kur’an-ı kerimin sekseninci sûresi olan Abese sûresinin ilk on âyet-i kerimesi indi.
    İlâhi emir üzerine, Peygamberimiz, daha fazla alâkalanıp, iltifatını artırdı. Hatta ona, "Merhaba! Ey Rabbimin bana hitâb ve ikâzında bulunmasına sebep olan kişi!” diye iltifat edip, yanına oturtu, hâlini, hatırını sordu.
    Hâne-i saadetine alıp, onunla sohbet ederdi. Bir defasında, yine Peygamber efendimizi ziyâret için evine gelmişti. Resûlullahın huzuruna girmek için müsaade istedi. O sırada, Peygamberimizin mübârek hanımları da huzurundaydı.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/11983-eshab-i-kiram-kimdir-post19406.html
    Resûlullah efendimiz, onun eve girmesine müsaade ettikten sonra, hanımlarına, çekilmelerini emir buyurdular. Bunun üzerine hanımları, gelen kimsenin gözlerinin görmediğini bildirerek, çekilmelerinin sebebini suâl ettiler. Bunun üzerine buyurdu ki:
    - O görmüyorsa, siz de görmüyor değilsiniz ya!
    Abdullah İbni Ümm-i Mektûm, Vedâ Haccına katıldı. Peygamberimiz Vedâ Hutbesini okurken, gür sesiyle hutbeyi tekrarladı. Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinde müezzinlik, Hz. Ömer devrinde de İslâm ordusunda vazife aldı.
    Cemaate gelirdi
    Abdullah bin Ümm-i Mektûm hazretleri, Kur’an-ı Kerimi ezbere bilenlerdendi. Kur’an-ı Kerimin kıraatını öğretirdi. Resûlullahın buyurduklarını unutmamak için, sohbetlerinde devamlı hadis-i şerif rivâyet ederdi.
    Evi Mescid-i Nebeviye uzakta olmasına rağmen, dâima cemaate gelirdi. Mescide gelirken Hz. Ömer yardım ederdi. Mücâhid olup, cihâdlara dâima katılmak isterdi. Fakat gözleri görmediği için, fiilen katılamamaktan dolayı çok üzülürdü.
    Katıldıklarında da gür sesiyle düşmanın moralinin bozulmasına sebep olurdu. 636 senesinde yapılan Kadisiye savaşında, elinde sancak oluduğu hâlde, bir tepeye çıktı. Gür sesiyle düşmanın moralini bozdu.
    İbni Ümm-i Mektûm’un bu muharebede şehit olduğu veya dönüşünde vefâti rivâyet edilir.

  6. #6

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: Eshâb-i Kirâm Kimdir?

    Uhud şehîdlerinden:
    ABDULLAH BİN CAHŞ


    Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Uhud harbinde Hz. Abdullah bin Cahş'la arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı:

    "Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı. Abdullah bin Cahş yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti. Bana şunları söyledi:
    - Şimdi burada sen duâ et, ben "âmin" diyeyim. Sonra ben duâ edeyim, sen de "âmin" de!
    Kıyasıya vuruşayım
    Ben de, "Peki!.." dedim ve şöyle duâ ettim:
    - Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Gâzi olarak, geri döneyim.
    Abdullah bin Cahş benim yaptığım bu duâya, bütün kalbiyle "âmin" dedi. Sonra kendisi şöyle duâ etmeye başladı:
    - Allahım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihâdın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim.
    En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin.
    Gönlüm böyle bir duâya "âmin" demek arzu etmiyordu. Fakat, o istediği ve önceden söz verdiğim için mecbûren "âmin" dedim.

    Kılıcı kırıldı

    Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik. İkimiz de önümüze geleni öldürüyorduk.
    O, son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu. Düşmana hamle üstüne hamle ediyor, şehîd olmak için derin bir iştiyakla hücûmlarını tazeliyordu.
    "Allah Allah!.." diye çarpışırken kılıcı kırıldı. O anda sevgili Peygamberimiz, ona bir hurma dalı uzatarak, savaşa devam etmesini buyurdu.
    Bu dal bir mu’cize olarak kılıç oldu ve önüne geleni kesmeye başladı. Birçok düşmanı öldürdü."
    [Daha sonra bu kılıç, vârisleri elinde uzun seneler kaldı. En son bir Türk kumandanı, iki yüz altına bunu satın almıştır.]
    Savaşın sonuna doğru Abdullah bin Cahş, Ebûl Hakem isminde bir müşrikin attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuştu.
    Şehîd olunca, kâfirler, bu mübârek şehîdin cesedine hücûm ederek burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kestiler. Her tarafı kana boyandı.
    Muharebe bittikten sonra, Abdullah bin Cahş’ı şehîd edilmiş bulan Hz. Sa’d, durumu ve onun yaptığı duâyı Peygamber efendimize anlattı.
    Resûlullah efendimiz de, onun duâsının kabûl edildiğini ve bu dünyada istediğine kavuştuğunu, âhırette de istediğine kavuşacağının anlaşıldığını bildirdi.
    Hz. Abdullah bin Cahş’ı ve dayısı "Seyyidüşşühedâ" ya’nî, "Şehîdlerin efendisi" Hz. Hamza’yı aynı kabre defnettiler.
    Abdullah bin Cahş hazretleri, Resûlullahın halası Ümeyme ile Cahş’ın oğludur. Zevcât-ı tâhirâttan Zeyneb binti Cahş’ın kardeşidir. Habeşistan'a iki kere hicret etti. Birkaç kere ordu kumandanı yapıldı.Hz. Ebû Bekir’in vasıtasıyla, kelime-i şehâdet getirerek, ilk Müslümanlardan olmak şerefine kavuştu.

    En çok katlananınızdır

    Abdullah bin Cahş hazretleri, İslâmiyeti heyecanla yaşayan zâtlardandı. İlk Müslüman olduğu yıllarda, kâfirler kendisine her türlü ezâ ve cefâyı yapmışlardı. Hepsine de îmânının verdiği güç ile mukabele etmiş, ezâ ve cefâlara katlanmıştır. Peygamber efendimiz, kendisi için buyurmuştur ki:
    - Açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlananınızdır.
    Resûlullah efendimizin şehîdler için verdiği müjdeleri duyarak, hep şehîd olmaya can atar, harplerde hep en önde kahramanca çarpışırdı.
    Peygamber efendimiz hicretin ikinci senesinde, Nahle’de, Kureyş müşriklerini gözetlemek üzere, ilk önce Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı göndermek istemişti. Hz. Ebû Ubeyde, Peygamber efendimizden ayrılmaya dayanamıyarak ağlamaya başladı. Bunun üzerine Peygamberimiz, onu göndermekten vazgeçti. Hz. Abdullah bin Cahş der ki:
    "O gün Resûlullah aleyhisselâm, yatsı namazını kılınca bana buyurdu ki:
    - Sabahleyin yanıma gel! Silahın da yanında bulunsun! Seni bir tarafa göndereceğim.
    Sabah olunca mescide gittim. Kılıcım, yayım, ok ve çantam üzerimde, kalkanım da yanımda idi. Resûlullah efendimiz, sabah namazını kıldırdıktan sonra, muhâcirlerden benimle birlikte gidecek birkaç kişi buldu. Bir mektup vererek buyurdu ki:
    - Seni bu kişilerin üzerine kumandan tayin ettim. Git! İki gece yol aldıktan sonra, mektubu aç! Orada yazılanlara göre hareket et!
    - Yâ Resûlallah! Hangi tarafa gideyim?
    - Necdiye yolunu tut! Rekiye’ye, kuyuya yönel!"
    Abdullah bin Cahş hazretleri, Nahle seferine görevlendirildiği zaman, ilk defa "Emîr-ül-mü’minîn" sıfatı verildi. Böylece, İslâmda ilk tayin olunan "emîr" oldu. Mücâhidlerin, iki kişisi için bir develeri vardı.

    Kimseyi zorlama!

    Sekiz veya oniki kişilik bir birlik ile iki gün sonra Melel mevkiine vardıklarında, mektubu açtı. Mektupta şunlar yazılıydı:
    Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle vâdisine ininceye kadar, Allahü teâlânın ismi ve bereketiyle yürüyüp gidersin.
    Arkadaşlarından hiçbirini, seninle birlikte gitmeye zorlamayasın! Nahle vâdisindeki Kureyşlileri, Kureyşlilerin kervanını gözetleyip denetleyesin! Onların haberlerini bize bildiresin!
    Emîr-ül-mü’minîn Hz. Abdullah bin Cahş, Peygamberimizin mektubunu okuduktan sonra, "Bizler Allahü teâlânın kullarıyız ve hep O’na döneceğiz. İşittim ve itâat ettim. Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün emrini yerine getireceğim" diyerek mektubu öpüp, başına koydu. Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
    - Hanginiz şehîd olmayı istiyor ve özlüyorsa, benimle gelsin! Gelmek istemeyen dönüp gidebilir, hiçbirinizi zorlayıcı değilim. Gelmezseniz, ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini yerine getireceğim.

    Biz de işittik

    Arkadaşları hep birden cevap verdiler:
    - Biz de, işittik. Allahü teâlâya, Peygamber efendimize ve sana itâat edicileriz. Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi ile yürü.
    Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin de bulunduğu küçük ordu ile Hicâz’a doğru yol aldılar ve Nahle’ye geldiler. Bir yere gizlendiler. Oradan gelip geçen Kureyşîleri gözetlemeye başladılar.
    Bu sırada bir Kureyş kâfilesi geçti. Develer yüklü idi. Mücâhidler, Kureyş kâfilesine yaklaşarak, onları İslâma da’vet ettiler. Kabûl etmeyince, çarpışma başladı. Çarpışma sonunda, birisini öldürdüler, ikisini esir aldılar. Birisi de atlı olduğu için ona yetişemediler. Kâfirlerin bütün malı mücâhidlere kaldı.
    Hz. Abdullah bin Cahş, bu ganimet mallarının beşte birini Resûlullah efendimize ayırdı. Bu ganimet, Müslümanların aldıkları ilk ganimetti. Bu beşte bir hisse de, ilk ayrılan beşte bir idi. İlk öldürülen müşrik ve alınan esirler de, bu Nahle seferindeydi. Daha henüz ganimetle ilgili âyet-i kerîmeler gelmemişti.
    Bundan sonra Bedir gazâsı oldu. Alınan esirler için, Resûlullah efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Abdullah bin Cahş’a danıştı. Hicretin üçüncü senesinde yapılan Uhud harbinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Hz. Abdullah bin Cahş yiğitliğin sembolüydü.

    En çok özlediği

    Abdullah bin Cahş, Peygamberimize çok bağlı idi. Resûlullah efendimiz, onu emîr tayin ettiği vakit, kendisine sormuştu:
    - Ey Abdullah! Dünyada en çok arzu ettiğin, özlediğin nedir?
    Bunun üzerine, "Allah ve Resûlüne muhabbettir" diye arzetmişti.
    Hz. Abdullah orta boylu, çok yakışıklı bir zât idi. Peygamber efendimizi pek ziyâde severdi. Bu muhabbet uğrunda canını fedâdan çekinmemiş, Uhud harbinde en büyük kahramanlığı göstererek, Allahü teâlânın rızâsı uğrunda şehâdet şerbetini içmiştir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/11983-eshab-i-kiram-kimdir-post19407.html
    Eshâb-i kirâm arasında lâkabı, "El Mücâhidü fillah", ya’nî "Allah yolunun fedâisi" idi. Şehîd olduğunda 40 yaşlarında idi. Allah yolunda Habeşistan’a yapılan ikinci hicretten sonra, âilece Medîne’ye hicret etmişti. Medîne’ye hicret edince, Asım bin Sâbit ile kardeş oldu.

  7. #7

    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    konya
    Yaş
    47
    Mesajlar
    3,709
    Tecrübe Puanı
    65

    Standart --->: Eshâb-i Kirâm Kimdir?

    Hz. Ebû Bekir’in oğlu:
    ABDULLAH BİN EBİ BEKR-İ SİDDIK


    Hz. Abdullah, babasi Ebû Bekr-i Siddîk'in da’vetiyle, küçük yaşta Müslüman oldu. Peygamber efendimiz ile babası Mekke’den Medîne’ye hicretlerinde, Sevr Mağarasına geldiklerinde, habercilik vazifesini yaptı.
    Zekî ve kabiliyetli bir genç olduğundan, babasının emir ve direktiflerini harfiyen yerine getirirdi. Gündüzleri Mekke’de Kureyşliler arasında bulunup, onların Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir hakkında söylediklerini, akşam vakti Sevr Mağarasına gelerek haber verirdi. Geceyi orada geçirip, tanyeri ağarmadan Mekke’ye dönerdi. Bu hizmeti, onun adını İslâm tarihine geçirdi.

    Muhâsarada yaralandi

    Hz. Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk; hicret-i Nebevî’den sonra, Mekke’den Medîne’ye geldi. Resûlullah ile hicretin 8. senesinde Mekke’nin fethinde bulundu. Atike binti Zeyd bin Amr ile evliydi. Mekke’nin fethinden sonra Huneyn Gazvesine katıldı. Huneyn’den kaçan Sakif ve Hevâzinlilerin toplanmalarına mâni olmak için, onların sığınıp, saklandıkları Tâif Kalesini muhâsara etti. Muhâsarada ok isâbet edip, yaralandı. Medîne’ye yaralı olarak döndü.
    Hz. Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Peygamber efendimiz için hazırlanan elbiseyi yedi altına satın almıştı. Sonra Resûlullahın tekfînine uygun görülmeyince, teberrüken kendine kefen için saklamıştı.
    Rûhunu teslim edeceği sırada, "Bunda, hayır ve bereket olsa idi, Resûlullah efendimiz tekfîn olunurdu" deyip, kendisine bunu kefen yaptırmadı.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/11983-eshab-i-kiram-kimdir-post19408.html
    Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinin başlarında, hicretin onbirinci senesinin Şevvâl ayında Tâif’te aldığı yaranın iyileşmemesi sebebiyle vefât etti. Cenâze namazını Hz. Ebû Bekir kıldırdı. Kabrine ise, Hz. Ömer, Talha ve kardeşi Abdurrahman bin Ebî Bekir indirmişlerdir. Tâif şehîdlerinden sayılır.
    Onun vefâtından bir müddet sonra, Hz.Ebû Bekir’e, Sakif heyeti geldi. O sırada Hz. Abdullah’ın ölümüne sebep olan ok, Hz. Ebû Bekir’in yanındaydı. Oku, heyettekilere göstererek sordu:
    - İçinizde bu oku tanıyanınız var mı?

    Ben yonttum

    Aclân oğullarından Hz. Sa’d bin Ubeyd dedi ki:
    - Bu oku ben yonttum; ucunu ben sivrilttim; tüyünü ben taktım; bunu atan da benim.
    Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:
    - Bu ok, Abdullah bin Ebî Bekir’i şehîd eden oktur. Senin elinle ona şehîdlik şerbetini içiren, onun eliyle seni öldürtmeyen Allaha hamdolsun. Allahın himâyesi geniştir.
    Hz. Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Eshâb-i kirâmdan olup, ilk Müslümanlardandır. Babası Ebû Bekr-i Siddîk, annesi Kâtile binti Abdiluzza’dır. Esmâ ile anne bir kardeştir. Doğum tarihi bilinmemektedir.

Benzer Konular

  1. Eshab-ı Kiram serisi Sesli Radyo Tiyatroları
    By camkinoz_61 in forum İslami Resimler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.Mayıs.2012, 09:34
  2. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.Temmuz.2008, 15:52
  3. Eshâb-i Kirâm Kimdir?
    By yoLcu in forum İslami Bilgiler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 30.Nisan.2007, 15:18
  4. Eshâb-ı Kehf
    By yoLcu in forum Dini Hikayeler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 05.Mart.2007, 17:42

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.