Sari gelin 2

Bu iki varyant arasında küçük farklar olsa da, olayın özü ve motifler aynıdır. Günümüze kadar gelen Sarı Gelin türküsünün kaynağı işte bu efsanedir. Sarı Gelin, Penek beyinin kızı, Sinan da San'an veya Sananî'dir. Görülüyor ki burada Ermeni yok!
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=134489

Efsaneler, tarih değildir; onlardan bilimsel sonuçlar çıkarılamaz. Bununla birlikte efsaneler, muhayyelesinden çıktığı milletin hangi değer yargılarını benimsediğini gösterir. Onu ortaya koyanların nelere inandığını, ne gibi ahlâk esaslarına değer verdiğini açıklar. Efsaneler, bir milletin manevî nabzının ölçüsü, toplumsal mizacının ifadesidir. Efsanelerde toplumun şuuraltı hazinelerinin anahtarları saklıdır (Uyguner-1956).

Efsaneler, sebebi ve kaynağı bilinmeyen birçok olayın izahında, halk muhayyelesinin meydana getirdiği hikâyelerdir. Bir folklorcunun dediği gibi, efsaneler hayallerde doğar, gönüllerde beslenir, dudaklarda ve kalemlerde yaşar (Önder-1955: 6). Zamanla yeni unsurlar alır ve büyür.

Sarı Gelin türküsüne konu olan efsane de, halkın dilinde yaşarken, kim bilir, ne zaman ve hangi yeni olay üzerine türküye dönüşmüştür... Türkünün ve efsanenin merkezinde bulunan kahramanlar aynıdır: Sarı Gelin ve Şeyh San'an/Sinan.

1918 yılında, bir hey'etle birlikte kuzeydoğu illerimizi gezen tarihçi Ahmet Refik Bey, Sarı Gelin türküsünü, Göle'nin Okçu köyünde tespit etmiştir. Bu seyahat notlarından meydana gelen kitabında şunları yazıyor:

"Okçu köylü Ali'nin en güzel söylediği, Diyarbekir'de, Erzincan'da, Erzurum'da Kürdî nağmelerle okunan bildiğimiz bir türkü. Fakat ezgiler burada daha hüzünlü, daha kederli. Türkünün konusu gayet şâirane: Bir Türk delikanlısı köyünde yaşayan bir Hristiyan kızını seviyor. Sabahleyin tarlaya giderken peşinden ayrılmıyor. Akşamları sürüler ağıllarına dönerken sevgilisinin güzelliğini seyrederek ruhunun ateşini dindirmeye çalışıyor. Kalbi ve kafası o derece meşgul oluyor ki, sonunda taptığı haçı, sevdiği salibi/haçı görmek istiyor. Kalbi heyecan içinde çarparak bir pazar sabahı kalkıyor. Güneş yamaçlara altınlar serper, kuşlar tatlı cıvıltılarla ortalığı şenlendirirken kiliseye gidiyor. Bir köşeye çekiliyor. Sevgilisinin taptığı haçı, kilisede yapılan ayini seyrediyor. Türkü şöyle başlıyor:

Vardım kilsesine baktım haçına
Mâil oldum bölük bölük saçına
Kız seni götürem İslâm içine
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Âh seni vermem dünya malına.

Şarkının nakaratı o kadar hazin, o derece tesirli ki... Ali, elini şakağına koymuş, gözleri yaş dolu, ruhundan kopan acılarla feryat ediyor:

Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Seni vermem dünya malına...

dedikçe güya ağlamak istiyor. Sarı Gelinler orada da mı bedbaht âşıkları bu derece büyülemişler (Altınay- 2001: 71-72)

Sarı Gelin türküsünün halk ağzında dolaşan ikinci dörtlüğü de şöyledir:

Vardım kilsesine kandiller yanar
Kıranta keşişler pervane döner
Tersa sevmiş deyin el beni kınar
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Seni saran neyler dünya malın.
(Seni alan neyler dünya malın)

Ünlü "Kars Tarihi" adlı eserinde, Kıpçaklardan bahsederken, Sarı Gelin türküsüne de değinen Kırzıoğlu, bu türkünün Kars ve bir zamanlar halkı Türklerden meydana gelen Erivan'da söylenen bir başka varyantını da verir:

İrevan çarşı pazar
İçinde bir kız gezer
Elinde divit kalem
Dertliye derman yazar.

dörtlüğü ile başlayıp:

Sarı Gelin, sarı kız
Ettin ömrüm yarı kız

nakaratlarıyla ve bar/halay havası olarak da söylendiğini belirtir (Kırzıoğlu-1953: 380-381).

Kırzıoğlu, türküde:

Sarı kız, Sarı Gelin
Dünyanın varı gelin

nakaratı olduğunu da şifahen belirtmiştir.

Burada bahsettiğimiz on birli ve yedili heceyle söylenen iki çeşit Sarı Gelin türküsü olduğu anlaşılıyor. Her iki türküde de Sarı Gelin ve Sinan isimleri geçiyor. Bu isimlerin efsanedeki Şeyh San'an ile sevgilisinden geldiği açıktır. Ünlü Türkolog Prof. Dr. Kırzıoğlu, "Sarı Gelin türküsü ve Şeyh San'an efsanesi, XII. yüzyılda Kafkaslar kuzeyinden gelen Ortodoks Kuman/Kıpçakların hatırasından kalmıştır." diyerek türkünün kaynağını kesin şekilde belirtiyor (Kırzıoğlu-1958: 133).