Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


49 sonuçtan 1 ile 10 arası

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    ROMAN İNCELEMESİ



    ANA

    ( MAKSİM GORKİ )

    1.Metnin içeriğine yönelik inceleme
    a)Konu ve Tema
    Maksim Gorki’nin bu kitabında ana konu devrimci düşünce ve devrimci mücadele denebilir. Uyandırılmak istenen ana düşünce ise halkın kendi acılarına bakarak, nedenini inceleyerek biraz da cesaretle kendini savunabilecek onu ezenlere baş kaldırabilecek duruma gelebileceğidir. Bu düşünceyi aşılamak içinse bu yolda yoldaşlarıyla mücadele veren bir oğlu olan, kendine bir zarar gelmediği sürece (hatta bazen geldiğinde de) sesini çıkarmayan, hakkını arayamayan bir kadının, oğlunun ve çevresinin etkisiyle insanların acısını algılayan ve onları uyarmaya, uyandırmaya çalışan bir savaşçı haline gelmesi anlatılmaktadır.
    "İnsan, onurlu bir kelimedir," diyor Maksim Gorki, yalancı ve pasif bir insanlık adına insana acımak yerine; saygı duymak,onun yaşamı yeniden biçimlendirme yeteneğine inanmak, onu buna yönlendirmek gerektiğini vurguluyor. Gorki'ye göre insan çevresini değiştirirken kendisi de değişirse, kaderini halkın kaderiyle birleştirir, onların özgürlük ve mutluluk uğruna mücadelesine katılırsa, 'dünyaya yeniden gelir' ve kelimenin en gerçek anlamıyla insan olur. Dünyanın birçok ülkesinde, milyonlarca insan için başucu kitabı olan ve sosyalizmin temel dayanaklarından biri olan Ana romanında bu tema en güçlü anlatımına kavuşmaktadır.
    b)Mekan ve Çevre
    Roman; Rusya’da, içinde bir fabrika barındıran, halkın vaktini çalışarak ve içki içerek geçirdiği bir kasabada başlar. Devamında ise ananın taşınmak zorunda kalmasıyla anaya korkutucu gelen, insanların birbirlerini daha belirgin olarak ezdikleri bir kent ve ağalık düzeninin hakim olduğu, insanların karşı geldikleri için dövüldükleri, yok edildikleri köyler romandaki olayların arka planını oluşturur.
    Kişiler arası diyaloglar daha çok ananın veya çevresindeki insanların evlerinde ve bu gibi kapalı mekanlarda geçerken romanın akışını sağlayan tutuklanma gibi temel olaylar genelde gösterilerin yapıldığı açık mekanlarda gerçekleşmektedir.
    Not: Romanda yer kavramı açıkça verilmemiştir. Yer ismi olarak sadece Rusya kullanılmıştır.

    c)Zaman
    Yazar romanda zaman tam olarak belirtmemiştir, ancak olayların 1905 Rus Devrimi zamanında gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Gorki bu romanında da diğer eserlerinde olduğu gibi sadece devrimden öncesini ele almıştır. Zaten Gorki’nin temel amacı devrimden sonra gelecek parlak günleri değil, devrim için nasıl bir ruh haliyle mücadele verilmesi gerektiğini göstermektir. Olayların oluşum süresi de tam olarak belli değildir. Yalnız romanın akışından bir yada iki yıl kadar bir sürede gerçekleşen olayların anlatıldığını tahmin ediyorum.
    Gorki’nin bu romanında 1902 yılı işçi bayramında tutuklanan ve yargılanarak sürgün edilen gençlerin temel oluşturduğunu göz önüne alırsak devrimden sonra hala çok tehlikeli olan ortamda belki de zor durumda kalmamak veya kimseyi zan altında bırakmamak için kesin olarak yer ve zaman belirtmediği düşünülebilir.

    d)Olay Örgüsü
    “Ana”, olay örgüsü bakımından Gorki’nin en çok eleştirildiği kitaplardan biridir. Bu eserinde Gorki’nin aynı dönemde yazdığı “Foma Gordayev” eserinde olduğu gibi, olaylardan ziyade kendi fikirlerini romandaki bazı karakterlere yükleyerek devrimcilerin nasıl davranmalarını gerektiğini anlatmaya, aşılamaya çalışmış ve gençleri sosyalizme kazandırmayı amaçlamıştır.
    Olaylar basit ve sayıca azdır. Nilovna adında bir kadının sürekli içki içip karısını döven, çevresi tarafından fazla sevilmeyen kocasının ölümüyle başlar. Daha sonra Nilovna devrimci oğlu Pavel ve onun arkadaşlarıyla yaşamaya başlar. Oğlu fabrikadaki bir eyleme önderlik eder ve hapse girer. Çıktıktan sonraysa 1 mayıs gösterilerine katılır ve tekrar hapse girer. Uzun süre tutuklu kaldıktan sonra yargılanıp sürülür. Mahkemeden sonra Nilovna da yakalanır ve roman sona erer. Romanın başından itibaren ananın etrafındaki mücadelecilerden bazıları sürülüyor, yakalanıyor veya ölüyordu. Zaten romana olaylar değil diyaloglar ve ananın düşünceleri, yorumları hakimdir.
    Not: Romanın olay örgüsü daha detaylı olarak özet bölümünde incelenecektir.

    e)Kişi, Karakter ve Tipler
    Pelageya Nilovna Vlasova (Ana):
    Romandaki ana kişilerden biri ve en önemlisidir. Roman boyunca olaylar ve diyaloglar onun etrafında gerçekleşmekte yazar onun fikirlerine, gözlemlerine birinci veya üçüncü tekil şahıs ağızdan yer vermektedir.
    Palegeya bir tiptir ve her tip gibi bazı belirgin özelliklere sahiptir. Bunlardan ona en çok hükmedenler (romanın sonlarında) davaya olan tutkusu, insanlara duyduğu sevgi ve onlardan gelen pozitif ve negatif enerjileri kolaylıkla algılamasıdır. Bunların hepsinin üstünde ve onun karakterden çok bir tip olmasına neden olan özellik ise oğluna olan inanılmaz sevgisidir. Bu sevgi o kadar yoğundur ki etrafındaki herkesi ve her olayı buna bağlı değerlendirmesini, ne olursa olsun en üste her zaman oğlunu koymasını sağlıyordu. Ancak bu sevgi diğer özellikleriyle bir çatışma halinde değildir, tersine oğlunun da devrim yolunda çalışması nedeniyle onları destekler niteliktedir.
    Başlangıçta Pelageya’nın kocası onu sürekli dövüyor, onu kendine hizmet etmesi için zorluyordu. O ise bu durumdan şikayetçi olmakla beraber kaderci bir tavırla hareket ediyor, tüm bunlar ona kendisinin çekmesi gereken acılarmış gibi geliyordu. Bunun ana sebebi çevresindekilerin de buna bir tepki vermemesiydi. Ana bu bölümde bir tipten çok karakter niteliklerine sahiptir.
    Kısaca kitabı ananın karakteri bakımından ikiye ayırabiliriz. Birinci kısımda vurdumduymaz bir karakterken ikinci kısımda etrafına duyarlı, zeki ve sevgi ve eylem bakımından daha verici bir tip olur. Onda değişmeyen tek şey oğluna olan sevgisidir. İlginçtir ki bu, değişiminin temelini oluşturur.
    Pavel Vlasov
    Pavel Vlasov Gorki’nin bu kitapta vurguladığı en önemli tiplerden biridir. Bu tiple, sosyalizm ruhu taşıyan gençlerin içlerinde duydukları istenci akıllı bir gerçekçilikle yontarak devrimcilerin takınması gereken tavrı göstermeye çalışmıştır. Pavel sert görünüşlü düşüncelerini etkileyici bir şekilde aktarabilen, dava uğruna herşeyinden hatta sevgilisi Aleksandra’dan (Saşa, Saşenka) bile vazgeçen bir tiptir. Pavel’in yandaşlarına ve düşmanlarına verdiği cevaplarda gerçekçilik ve mücadele hırsı kolayca anlaşılmaktadır.
    Gorki’nin yarattığı olan bu tip, kendine güveni yüksek gururlu kendini ve düşüncelerini karşısındaki ne kadar güçlü olursa ezdirmeyen onlara karşı dimdik ve edalı tavırlarla hareket eden bir kişiliğe sahiptir. Öyle ki tutuklandığı sırada bile Pavel hiçbir şekilde askerlerin suyuna gitmez, onların acizliklerini, köleliklerini kendi yüzlerine vurur. Düşüncelerinin sağlam ve temelli olması ve buları iyi, etkileyici bir biçimde aktarabilme yeteneği beraberinde liderlik özelliğini de ortaya çıkarıyor. Pavel her girdiği ortamda saygı görür, en yaşlı ve bilgeler bile onu dinler, hapishanede ve dışarıda yandaşlarının istemeden de olsa lideri konumunu alır. Gurur, gerçekçilik ve liderlik Pavel tipini biçimlendiren en önemli özelliklerdir.
    Pavel çevresine karşı o kadar ciddi ve gerçekçi bir tavır sergiler ki bazen annesinin şefkatini bile tersler ve onu kırar. Ancak kitabın ortalarına doğru Andrey’in onu uyarmasıyla annesinin değerini daha iyi anlar ve ona karşı daha sevgiyle yaklaşır. Bir bakıma, bu noktada Gorki bu sert, dirençli tipin mayasına şefkati de katarak ideal sosyalistini yaratır.
    Andrey (Sorgucu)
    Pavel ve Ana’nın en yakın arkadaşı, yoldaşı olan Andrey romandaki son ana karakterdir. O da ana ve Pavel gibi, bir tiptir. Yine o da mücadeleci, sakin, etrafını iyi gözlemleyen ve akılcı bir kişiliğe sahiptir. Fakat onu Pavel’den ayıran en önemli özelliği gerçekçi olduğu kadar hayalci de olmasıdır. Öyle ki çoğu zaman gelecek güzel günleri düşünerek hayallere dalar ve davasından uzaklaşır. Bir başka önemli özelliği ise şefkat ve sevgisini açık açık gösterme isteğidir Pavel’e göreyse bu ancak mücadelenin sonunda yapılmalıdır. Pavelin bu düşüncesi nedeniyle her ikisi de sevgililerinden ayrı yaşamaktadırlar. Fakat, Andrey tipinin üzüntüsü daha belirgindir.

    Bu romanın en ilginç yönlerinden biri diğer romanlarda olduğunun tersine iyi ve ana kişilerin tip olmasıdır. Birçok yazar insanların kötü özelliklerini göstermek ve insanların ana karakterleri daha yakın bulmaları için romanlarındaki kötü kişileri tip halinde, ana kişileri ise karakter halinde verir. Bu romanda ise tam tersine ana karakterler sağlam tipler iken onların yanında ve karşılarındaki kişiler insanların acıma, egoistlik, sevgi, güç arzusu gibi tüm insanlardaki özelliklere sahipler. Bundan ise Gorki’nin “Ana”yı, eleştirmek yerine yönlendirmek üzere yazdığı anlaşılmaktadır.
    f)Özet
    Nilovna Rusya’nın bir kasabasında yaşayan bir işçi eşidir. Kocası onu evde sürekli kullanıyor ve oldukça sık döverdi. Kasabadaki diğer evlerdeki durum da pek farklı değildir. Kasabada kimse birbirine yakın değildir. Herkes birbirini nedensiz bir kinle izlemektedir. Kocasının ölümüyle Nilovna’nın tek yakını oğlu Pavel kalır. Pavel içki içmeyi dener, içki pek hoşuna gitmez. Sonraları ise kendini sosyalizme verir ve boş zamanlarında bol bol kitap okumaya, arkadaşları ile bazı toplantılara katılmaya başlar. Ana ise endişeli ve biraz da meraklı bir halde onları izlemektedir. Onu en çok endişelendiren onların Hıristiyanlık hakkındaki düşünceleri ve oğlunun yakalanma ihtimalidir. Önce onlarda kalmaya başlamış olan Andrey, sonraysa oğlu tutuklanır. Oğlunun tutuklanmasındaki en büyük etken oğlunun fabrika müdürüyle yaptığı tartışma ve ortaya çıkan bildirilerdir. Oğlunun hapse girmesinden sonra bir arkadaşının tavsiyesiyle Nilovna fabrikada bir işe girer ve bildirileri içeri sokarak onların devamlılığını sağlar. Bu sıralarda Andrey de hapishaneden çıkar ve Ana’ya gizliden gizliye okuma yazma öğretmeye başlar. Bu sayede Ana’nın Andrey’e duyduğu sevgiyi ve güveni artar. Ayrıca Ana oğlunun kendine hiç söylemediği bazı yanlarını Andrey’den öğrenir. Oğlunun Saşa’yı sevdiğini fakat dava uğruna evlenemediğini öğrenmesi, özellikle bunu başka birinden duyması iyice moralini bozar.
    Pavel hapisten çıktıktan sonra da evlerine yapılan baskınlar devam eder. İspiyoncu Isay’ın öldürülmesinden sonra daha da sıklaşır. Fakat herhangi bir tutuklama olmaz. Bu sırada, Pavel ve arkadaşları 1 Mayıs hazırlıklarına devam etmektedirler. Ana, Pavel’in işçi bayramında bayrağı taşıyacağını öğrenir bu ise Pavel’in tutuklanıp kürek yada sürgün cezasına çarptırılacağı anlamına gelmektedir. Ana daha bilinçli olmasına rağmen, Pavel’in bu inadını saçma bulmaktadır. Ama oğlunu vazgeçiremeyeceğinin farkındadır. 1 Mayıs’ta bildirilerin de etkisiyle herkes sokaklara dökülür ve yürüyüşe geçerler. Askerle karşılaşılınca ise grupta Pavel, Andrey ve birkaç yoldaş kalır. Askerler onları yaka paça yakalayıp hapsederler.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11526.html
    Kendisi için en iyisinin kente gitmek olduğuna karar verilir. Kentte, Nikolay isminde bir gencin yanında kalmaya başlar. Fakat eskisi gibi boş boş evde oturmak değil, fabrikada olduğu gibi dava için, oğlu için bir şeyler yapmak istemektedir. Oğlunun arkadaşı olan Rıbin isimli birinin kasabadayken köylere gidip onları uyaracağı bilinmektedir. Rıbin efendi takımına büyük kin duymaktadır. Pavel ve Andrey ise devrimin kansız bir şekilde yapılması taraftarıdırlar ve Rıbin’in halkı isyana sürükleyeceğini düşünmektedirler. Pavel ve arkadaşları hem bu kini kıracak hem de insanları, ezenlere karşı uyaracak bildiriler yayınlamayı planlarlar. Ana görevi üzerine alır. Köylere giderek, Rıbin’e kitap ve bildiri taşımaya başlar. Bu sayede dağıtımda Rıbin’den de faydalanmış olurlar. Ana Rıbin’in insanın sinirini bozan sözlerini sevmemekle beraber onun insanların acılarını gördüğünü ve halk için çalıştığının farkındadır.
    Bu gezilerden birinde köyde çalıştığı fabrika tarafından adeta kanı emilmiş hasta bir gençle tanışır. Bu gencin anlattıkları henüz kafasında canlandıramadığı sömürülmenin canlı kanıtıdır, artık kendini işine daha fazla vermeye başlar. Bu, Nilovna’nın gördüğü burjuvazi tarafından çürütülmüş ilk kişiydi. Daha sonraları sürekli evlerine gelen bir yoldaşın zatüreye yenik düşmesine, bir başkasının kafasının kılıç kabzasıyla acımasızca ezilmesine şahit olur. Köye gittiği günlerden birindeyse Rıbin’in polislerce acımasızca dövüldüğünü görür. Bu tecrübelerin etkisiyle burjuvazinin gücünün yine halktan geldiğini, halkı halka kırdırarak insanları korkuttuğunu fark eder. Bu kafasındaki, halkı bilinçlendirmenin bir çözüm olabileceği düşüncesini güçlendirmektedir. Ayrıca bu tür tecrübeler kazanması ve inancının artması, kendine güvenilir ve içten konuşmalar yapabilmesine yardımcı olur. İnsanların kendisini dinlemeye başlaması ve onları etkileyebildiğini görmek Nilovna’nın çok hoşuna gider.
    Mahkeme günü gelir. Ana; mahkemeden çok korkmakta savcının ve yargıcın, sorgulayıcı ve aşağılayıcı sorular sorup oğluna hakaret edeceği fikrini bir türlü kafasından atamamaktadır. Mahkeme ananın düşündüğü şekilde gitmez. İlk bölümde savcı yalnızca onları bazı yüzeysel laflar kullanarak suçlar. Ana Oğlu ve arkadaşlarının ise pek korkmadıklarını kolayca anlar. Oğlu Rusya’da büyümekte olan kapitalist düzenden ve insanların sömürülmesini konu alan etkileyici bir konuşma yapar, fakat yargıç tarafından susturulur. Diğerleri ise mahkemeyi tanımayarak ifade vermeyeceklerini söylerler. Hepsine sürgün cezası verilir. Ana bu karara sevinir. Çünkü ona, oğlunun sürgünün ilk yıllarında kolayca kaçabileceği söylenmiştir. Mahkemeden sonra arkadaşları Pavel’in konuşmasının basılmasına ve dağıtılmasına karar verirler. İtirazlara karşın, Nilovna oğlunun konuşmasının dağıtımını üstlenir. Köye giderken trende bir hafiyenin peşinde olduğunu fark eder. Hafiyenin üzerine yürümesiyle bağıra bağıra insanların acılarını ve sistemin aşağılık yanlarını anlatmaya başlar. Bir yandan da oğlunun konuşmalarını etrafındaki aç beyinlere dağıtmaktadır. Sonunda kan revan için tekmelerle tokatlarla tutuklanır.

    g)İleti
    Romandaki ana ileti, romandaki tiplerin kişiliklerinde saklıdır. Bunlardan birincisi ve temel olanı ana karakterinde işlenmiştir. Buna göre insanlar seviyeleri ne olursa olsun biraz ilgiyle ve bilinçle kendi durumlarını değerlendirebilen, kendini ve sevdiklerini savunabilen birer vatandaş haline gelebilirler. Romanda anayı uykusundan uyandıran oğluna ve insanlara karşı duyduğu sevgidir. Gorki’ye göre devrimcilerin insanları bilinçlendirerek kendi yanlarına çekmek için sadece onların ilgilerini çekmeleri ve onların egolarını kendi sevgileriyle törpülemeleri gerekmektedir. Çünkü her insanın içinde bir adalet duygusu vardır, önemli olan onun insana egemen olmasını sağlamaktır.
    Romandaki bir diğer ileti ise daha önce belirtildiği üzere Pavel tipinde gizlidir. Buna göre bir devrimci asla boyun eğmemeli, karşısının gücü karşısında zayıflamamalı, tam tersine haklı mücadelesini göğsünü gere gere anlatmalıdır. Gerçekleri en çıplak haliyle algılayıp onları etkileyici bir üslupla halka anlatıp insanları aydınlatmalıdır. Mücadelesindeki ciddi tavır ise şefkat gibi insancıl duygularını asla bastırmamalı kendine sevgi gösterenlere aynı şekilde cevap vermelidir. Ayrıca Andrey’in açıkça belirttiği gibi birey olarak kimseyi suçlamamalı kullananları, kullanılanları ayırt edebilmelidir. Romandaki iletiler sadece direnenler için değildir. Gorki, para ve güç sahiplerinin sadece malları için yaşadıklarını vurgular. Böyle bir yaşamın bir kısır döngü olduğunu, asla mutluluk getirmeyeceğini ve asıl mutluluğun insana sevmekle, sevilmekle, paylaşmakla geleceğini söyler.

    h)Tür
    Romanın teması, iletisi ve anlatılış biçimine bakarak bu romanın gerçekçi roman ve toplumcu roman türlerine girdiği söylenebilir. Yazar, romanında toplumun her kesimine daha iyi şartlarda yaşayan bir toplum oluşturma amacıyla sesleniyor.

    2.Metnin Biçimine Yönelik İnceleme
    a)Dil
    Romanın dili üzerine yapılan inceleme okunurken romanın Türkçe’ye çevirisinin incelendiği göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca Rusça’daki bazı anlatımlar değerlendirilerek, çevirisindeki aktarım hatalarına da yer verilecektir.
    Yazar romanında genel olarak yalın bir dile yer vermiştir. Romandaki ilginç anlatıcı seçimi nedeniyle dilin karmaşıklaşmasına pek izin verilmemiştir. Çünkü roman Ana’nın gözüyle olmasa bile onun düşünceleri çevresinde anlatılmıştır. Diyaloglar karmaşıklaşmaya başladığında “yine Ana’nın anlayamadığı cümleler kullanmaya başladılar” gibi bağlaç cümleler kurularak bu bölümler sonlandırılmıştır. Bazı yerlerde ise Andrey ve Pavel arasındaki diyaloglar kesilmemiş, okuyucuya aktarılmıştır. Bu gibi kısımlar ise hem içerik hem yapı bakımından oldukça karmaşıktır. Çeviride argo kullanılmamaya dikkat edilmiş özellikle bu tür konuşmalar “ağır bir küfür savurdu” gibi tümcelerle ifade edilmiştir. Bazı bölümlerde, özellikle subayların ve köylülerin konuşmalarında argo ifadeler, çok olmamakla beraber, yer almaktadır.
    Çeviride az da olsa anlatım bozuklukları var. Anlatım bozukluklarının temelini ise tamlama uyumsuzlukları ve yanlış kelime kullanımı oluşturmaktadır. Ayrıca çevirirken bazı cümlelerin kelime ve yapı bakımından olmasa da hissettirdikleri bakımından anlatım hataları içermektedir. Bunlardan en önemlisi ise kullanılan “-cik”, “-cık” ekleridir. Rusça’da konuşanın anlatımına sevgisini katmak, objenin küçüklüğünü vurgulamak veya acıma duygusunu göstermek için kullandığı bu ekler Türkçe’ye çevrildiğinde bazen yerine otururken bazense ( özellikle ciddi konuşmalarda) yüklediği şirinlik anlamı nedeniyle cümlelerin ciddiyetini bozmuş, kullanımını anlamsız bir hale sokmuştur. Örneğin “semavercik” Rusça’da küçük semaver anlamındayken kullanımların çoğunda anlatıma çocukça bir sevinç katmıştır.

    b)Anlatım Öğeleri
    Romanda olaylar anlatılırken zamana bağlı kalınmış, ileri ve geri atlamalar yapılmamıştır. Bu nedenle anlatımda öykülenmenin kullanıldığı söylenebilir. Yazar detaylara çok önem vermiş ve görünenlerin çoğunu betimlemeye çalışmıştır. Bunu yaparken de Nilovna’nın gözlem yeteneğinden yararlanmış her şeyi onun gözünden fakat üçüncü kişinin ağzından betimlemiştir. Ancak betimlemelerin ve öykülemenin daha çok arka planda kaldığı söylenebilir. Asıl ağırlık diyaloglar ve Ana’nın bilinç akışındadır. Diyaloglar o kadar yoğundur ki ana neredeyse hiç yalnız bırakılmamıştır. Ana’nın aklından geçenlerse sürekli verilerek bir bakıma olayların yorumlanmasına yardımcı olunmuş romanda okuyucunun unutmuş olabileceği bazı gerçekler hatırlatılmaya çalışılmıştır.
    Nilovna hariç karakterlerin anlatılmasında kıyafet, mimik gibi dış görünüşün yanında Ana’nın onlar hakkındaki yorumları ve diyaloglar kullanılmıştır. Bu diyaloglarda karakterlerle ilgili bilgilere konuşanların düşünceleriyle doğrudan ulaşırken, konuşmacıların diğerleri hakkında düşündüklerinin ve diğerleriyle paylaştıkları tecrübelerin anlatılmasıyla dolaylı olarak ulaşabiliriz. Bu karakterlerin çözümlemelerine neredeyse hiç yer verilmemiştir. Çözümlemeler, sadece “kimse onu sevmezdi” gibi genellemelerde ve romanın başında henüz olaylar ananın etrafında gözlemlenmeden önce kullanılmıştır. Nilovna karakteri anlatılırken ise doğrudan çözümleme yoluna gidilmiş onun tüm düşünceleri açıkça ortaya koyulmuştur. Fakat romanda diyaloglar o kadar yoğundur ki ana çoğu zaman düşüncelerini bir çözümlemeye gerek kalmadan söyler.
    c)Anlatıcı
    Kitabın başlarında olaylar herhangi bir kişiden bağımsız üçüncü tekil kişi tarafından anlatılmaktadır. Sonraları ise değişim anlatıcı biçiminde değil anlatılan alanın genişliğinde olmuştur. Yazar ilginç olarak olayları bir kişinin gözünden anlatmaktadır, fakat sözünden değil. Yani yalnızca Ana’nın çözümlemelerini sürekli olarak verir, onun etrafında olan olayları diyalogları anlatır, fakat anlatıcı tipi olarak 1. tekil kişi’yi kullanır. Bu sayede kendini onun içine hapsetmez. Olaylara ise genelde sadece Nilovna’nın bakış açısından bakar. Bu sayede ana kahramanı çok iyi bir şekilde anlatırken, başkalarının düşüncelerine yer vermesi gerektiği zaman yöntemini ustaca kullanmaktadır. Bu da ona karakterlerini anlatmakta çok büyük avantajlar sağlar.

    d)Tür Kimliği
    Yazar eserin roman kimliğinin yanında anlatımı güçlendirmek için diğer türlerin bazı özelliklerini de kullanıyor. Örneğin anılarda olduğu gibi hikaye ve öznel düşünce anlatımı, makalelerdeki ikna etme çabası...


    3.Biçem
    Gorki üslup olarak kendi döneminin yazarlarından oldukça farklıdır. Bunun ana sebebi ise Gorki’nin halkı sosyalizm ve efendilerin yaptığı haksızlıklar hakkında bilgilendirmek gibi önemli bir amacı olmasıydı. Diğer yazarlar hayal güçlerine dayanan gerçekçiliği şüpheli romanlar yazıyor, kahramanları bağımsız konuşuyorken Gorki kahramanlarına daha hakim bir biçemle yazıyordu. Gorki’nin çoğu eserinde olduğu gibi Ana’da da konuşmacılar birbirlerinin bildikleri düşüncelerini söylüyor ancak bunu sanki karşısındakine değil okuyucuya anlatırmış gibi konuşuyor.
    Gorki son derece basit, sade bir dil kullanmıştır. Bu özelliğiyle birçok sosyalist yazarın önüne geçer ve halka daha kolay bir biçimde seslenir. Bu sebeple, çoğu tarihçi ve sosyoloğa göre Rusya’daki Ekim Devrimi’nin yazı alanında önderliğine yol açar ve bu konuda adı diğer yazarlardan daha sık anılır.

    4.Yazar Hakkında
    Maksim Gorki, asıl adıyla Aleksey Maksimoviç Peşkov, 1868 yılında Nijni Novgorod’da (şu an Gorki Kenti olarak biliniyor.) doğdu. Rusça’da acı anlamına gelen “Gorki” takma adını doğumundan itibaren tüm yaşamı boyunca katlanmak zorunda olduğu acılarla onlarla savaşarak bütünleştiği için almıştır.
    Gorki babasının ölümünden birkaç yıl sonra henüz 10 yaşındayken çalışması için sokağa konmuştur. Bu günlerini anlatan “çocukluğum” ve “ekmeğimi kazanırken” adlı eserlerinde insanların acılarını anlatırken bunlara alışık fakat düzeni değiştirmeye çalışan bir insanın dünyasını yazıya döker. Yazın tekniği açısından da oldukça basittir bu kitaplar çünkü Gorki kendini anlatmaktadır.
    Gorki’nin hayatındaki en önemli dönemeç yamak olarak çalıştığı geminin aşçısı aydın bir emekçiydi. Gorki onun yanında hiç durmaksızın Jack London’un Martin Eden’i kadar kitaba, bilgiye aç bir şekilde okumaya başladı. Sonraları Narodizmin gruplarında yer aldı. Yaptığı çalışmalar nedeniyle yirmi yaşında tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra yazdığı kısa öykülerde romantizm ile19.yy’ın gerçekçiliğinin en olumlu geleneklerini birleştirerek yeni bir çizgi yaratmıştır. Toplumsal işleyişin dışladığı insanları konu aldığı bu öykülerde doğallığın ve sıcaklığın görünür bir şekilde kaynaşması dünya edebiyatı için bir yeniliktir. Fakat Gorki’nin bu yıllardaki, bu konulardaki kahramanları daha çok bireysel başkaldırma niteliğindeydi ve genelde trajikti.
    Gorki sosyalist gerçekliği iki yüzyılın kesişme noktasında ilk romanları ve oyunlarıyla biçimlendirmeye başladı. Tarihsel bir kesit içinde Rus kapitalizminin gelişim yollarını ve genel kişiliklerini yansıtmaya başladı. Gorki ilk eserlerinden itibaren şöhreti yakalayan ender yazarlardandır. Ona şöhreti getirense ilk hikayesi olan Makar Çudra’dır. Daha sonra yazdığı Ana ve Düşmanlar isimli eserleri sosyalist gerçekçiliğinin klasik romanları haline geldiler.
    1917 devriminden sonraysa sosyalist kültürün kuruluşunda önemli rol oynadı. Gorki eserlerine portreleriyle devam etti. Bunların Gorki’nin yaratıcılığında başlı başına bir yeri vardır. Tolstoy’dan Korolenko’ya birçok insanın portresini yazmıştır. Gorki devrimden sonraki Rusya’nın en gözde yazarlarından biriydi. 1936’da edebi yaratıcılığının ve devrimci kavganın zirvesinde öldü.
    En önemli eserleri : Eskizler ve Öyküler, Makar Çudra, Üçler, Foma Gordeyev, Dipte, Küçük burjuvalar, Güneş çocukları, Ana, Düşmanlar, Çocukluğum, Benim üniversitelerim...

  2. #2
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    SEFİLLER
    Bay Myriel genç yaşında evlenmiştir. Eski parlamento üyeleri dağıtıldıktan sonra Bay Myriel İtalya’ya göç etmiştir ve burada uzun süredir hasta olan eşini Fransız İhtilali ile birlikte kaybetmiştir.

    Uzun bir aradan sonra Bay Myriel tekrar Fransa’ya dönmüştür. Burada rahip olmuştur ve Digne piskoposluğuna atanmıştır. Bu atamayla Bay Myriel kendisinden on yaş küçük olan kız kardeşini ve hizmetçilerini alarak görev yerine gitmiştir.

    Piskoposluk sarayı çok görkemli bir konaktır fakat bunu yanında hastane tek katlı çok küçük bir yerdir. Bay Myriel bir akşam hastanenin başhekimini evine yemeğe çağırır ve ona evi ile hastaneyi değiştirmeyi önerir. Bu öneriyi sevinçle karşılayan başhekim bu öneriyi kabul eder ve kısa bir sürede hastane ile piskoposluk sarayının yeri değişir.

    Bay Myriel yaptığı yardımlarla kısa sürede halkın kalbinde taht kurmuştur. Halka verdiği vaazlarda hasta olan insanlara kötü gözle bakılmaması gerektiğini bunu aksine hastalığı yaratan koşulları görüp onları iyileştirmenin bir çaresini bulmanın gerektiğini anlatmıştır.

    1815 yılının Ekim ayında Digne kentine kırk yaşlarında bir adam gelmiştir. Bu adam ilginç giyimiyle garip bir görüntü oluşturuyordur. Adam kentin en gösterişli bir hanına doğru yürür ve orada kalmak istediğini han sahibine iletir fakat kalacak yer olmadığı için buradan geri döner. Halbuki bu handa yer vardır fakat hancı sahibinin gözü tutmadığı için adama yalan söyler ve onu başından atar.

    Adam, girdiği diğer meyhanede de handaki olaylara benzer davranışlarla karşılaşır ve bir cezaevinin kapısını çalar. Küçük pencereden bakan gardiyana bir gecelik yatak istediğini söyler fakat gardiyan oraya sadece suç işleyenlerin girebileceğini söyler ve pencereyi kapatır.

    Gece yaklaştıkça adam iyice titremeye başlamıştır. Yürüdüğü yolun sonunda yıkık bir kulübe görür ve geceyi geçirmek için oraya sığınmaya karar verir. Fakat içeri girer girmez kocaman bir köpekle karşılaşır ve haykırarak oradan uzaklaşır. Bütün umutlarını yitirmiş bir vaziyette kilisenin bahçesindeki taş kanepeye uzanır. Tam o sırada kiliseden çıkan yaşlı bir kadın adamı görerek ona yaklaşır. Bu kadın Bay Myriel’in hizmetçisi Bayan Magloire’dir. Adama yaklaşarak ona bir kaç soru sorar ve sonunda adamın elini tutarak bahçenin öbür ucundaki kulübeye gitmesini önerir ve daha sonra oradan uzaklaşır.

    Adam hiçbir şey söylemeden kendisine gösterilen yere doğru yürür ve kulübenin kapısını çalar. İçerden bir ses kapının açık olduğunu ve içeri girebileceğini söyler.

    Yabancı adam kapıyı itip içeri girer. Kısa bir süre sonra adam Bay Myriel’in yanına gelerek boğuk bir sesle adını Jan Valjan olduğunu ve kürek hükümlüsü olduğunu anlatır ve devam eder. Tam on dokuz yılının zindanda geçirdiğini, Paterliye kasabasına gittiğini ve dört gündür yolda olduğunu söyler

    Piskopos (Bay Myriel) sakin bir sesle hizmetçiye dönerek misafirlerine yiyecek ve yatacak bir mekan hazırlamalarını söyler. Kısa bir süre sonra Bayan Magloire elinde gümüş şamdanlarla içeri girer. Misafirin önüne altın, gümüş çatal-bıçakları ve tabakları koyar.

    Bayan Magloire çok güzel bir yemek hazırlamşıtır ve Piskopos bir de bunlara özel günler için sakladığı Bordo şarabını ilave ederek misafirine:

    -Buyurun sofraya! demiştir.

    Adam, açlığın vermiş olduğu hisle hemen sofraya oturup yemeklerini yemiştir ve yemekten sonra meyve yerken piskoposa teşekkürlerini bildirir.

    Adam yemekten sonra kendisine ayrılan yatağa giderek deliksiz bir uykuya dalar.

    Jan Valjan gece yarısı uyanır ve tekrar yatmak ister fakat bir türlü uyuyamaz. Aklı yaşlı, hizmetçinin birkaç saat önce masaya koyduğu gümüş ve altın yemek takımlarında kalmıştır. Geceyarısı kalkıp gizlice papazın odasına girer ve sanki bunu daha önceleri yapıyormuş gibi çabucak papazın başucundaki sepeti kavrar. Bu sepetin içinde o akşam yemek yediği gümüş takımlar vardır.

    Jan Valjan kısar sürede odadan çıkar ve kaçmaya başlar.

    Ertesi sabah Bay Myriel bahçeye dolaşmaya çıkar Bu sırada sararmış bir yüzle hizmetçi Magloire çıkagelir ve dünkü adamın gümüş takımlarını alarak kaçtığını söyler

    Myriel kadına dönerek gümüş takımların kendilerinin mi olduğunu sorar. Hizmetçi tam cevap vermeye hazırlanırken Jan Valjan ve onu yakalayan üç jandarma kapıyı açarak içeri girerler. Jandarmalar piskoposa askerce bir selam vererek:

    - Piskoposum... bu sefil...

    Myriel jandarmanın sözünü keserek Myriel’e niçin sadece çatal-bıçak ve tabakları aldığını oysa ki kendisinin ona gümüş şamdanları da verdiğini söyler. Bu sözler karşısında Jan Valjan Myriel’e büyük bir şaşkınlıkla bakar. Bu sırada piskopos jandarmalara Jan Valjan’ı serbest bırakarak gitmelerini emrederek Jan Valjan’a şamdanları da verir.
    Jan Valjan, hayretten ve korkudan sapsarı kesilmiştir. Piskopos şamdanları uzatırken ona yaklaşarak gümüşleri alarak kötü geçmişini unutmasını ve iyi bir insan olma yolunda kendisine verdiği sözü tutmasını söyler.

    Jan Valjan koşarcasına Digne kentinden çıkar ve akşama kadar kırlarda yürür.

    Aynı yüzyılın içinde Montfermei’de bir otel vardır. Bu oteli Tenardiye adında bir karı-koca çalıştırmaktadır. Kapının önünde iki kız çocuğu oynamaktadır. Çocukların annesi oturmaktadır. Tam bu sırada kucağında çocuğu ile birlikte çok yoksul bir kadın kapıya gelir. Üzgün ve birazda hasta görünümlü olan bu kadın Bayan Tenardiye’ye kendi öyküsünü anlatmaya başlar. Konuşması bitince kucağındaki çocuğu öperek uyandırır ve kapının önünde oynayan iki kız çocuğun yanlarına yollar ve iki kadın konuşmalarına devam ederler.

    Bu sırada Bayan Tenardiye küçük kızın adının Cosette olduğunu öğrenir. Üç küçük kız kardeş gibi kapının önünde oynuyorlardır. Bu durum karşısında yabancı kadın Bayan Tenradiye’nin elinin tutarak kızının onların yanın kalmasını ister. Bayan Tenardiye kadının bu isteğini geri çevirmez.

    Yabancı kadın onlara ayda altı frank verebileceğini söyler. Bu sözü duyan Bay Tenardiye yedi franktan aşağıya olmayacağını üstelik altı aylığının da peşin olacağını,çocuğun giyimi içinde on beş frank vermesi gerektiğini ancak bu koşullar altında çocuğu kabul edeceğini söyler.

    Kadın seksen frankı olduğunu ve adamın istediklerini vereceğini söyler ve böylece pazarlık kısa sürede sona erer. Kadın o gece otelde kalır ve ertesi sabah kısa zamanda dönmek umuduyla oradan ayrılır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11527.html

    Otel sahibi bir ölü soyucudur. Kadından aldığı paralarla borçlarını ödemiştir fakat çocuğa gereken ilgiyi göstermemiştir.

    Çocuğunu otel sahiplerine bırakan Bayan Fantine, Monteil-Sur-Mer kentine gelince her şeyi değişmiş bulur ve bu sırada kendisi gitgide yoksullaşmıştır.

    1815 yılının sonlarına doğru yabancı biri şehre gelip yerleşmiş ve yeni buluşlarıyla yeni bir sanayi geliştirmiştir. Üç yıl sonra bu adam hem kendisini hem de çevresindekileri zengin etmiştir.

    Adam köye geldiğinde bir yangın başlamıştı ve adam ölümü hiçe sayarak jandarma komutanının iki çocuğunu alevler çıkarmıştır. Cesur yabancı bu olaydan sonra Baba Madlen diye tanınmıştır. Adam çok kazanıyordur ama kazancının tümünü yoksullara harcamaktadır. Kasabaya hastane, okul ve düşkünler evi yaptırmıştır.

    Kral,halka yaptıklarına karşı Baba Madlen’e şehrin valiliğini teklif etmiştir. Halkın da sürekli istek ve ricalarıyla bu görevi kabul ederek vali olmuştur. Herkese yardımcı olmaya çalışmaktadır.

    1821 yılının başlarında Digne şehri piskoposunun öldüğü haberi gelmiştir şehre. Vali Madlen bu habere çok üzülmüştür. Günlerce karalar giyerek yas tutmuştur. Bu durum şehir sakinlerinin dikkatini çekmiştir ve kısa bir süre sonra Vali’yle piskopos arasında akrabalık olduğu söylentileri yayılır. Merakını yenemeyen bir vatandaş Vali’ye bunu sorar. Bu soru karşısında Vali böyle bir şey olmadığını fakat bir zamanlar onun uşaklığını yaptığını söyler.

    Bu beklenmedik haberle Vali’ye gösterilen saygı tüm yörelerde dillere destan olur. Fakat bu hastalığa polis müfettişi Javert yakalanmamıştır. Bu adam tüm bakışlarını Vali Madlen üzerine çevirmiştir fakat Madlen herkese olduğu ona da içtenlikle davranmaktadır. Bir gün Fauchelevent Babanın ayağı kayar ve bir at arabasının altına düşer. Araba ağır yüklüdür ve tekerler gittikçe çamura gömülmektedir. Kaldıraç getirip ihtiyarı arabanın altından kurtarmak gerekmektedir. Tam bu sırada Vali Madlen olay yerine gelir ve canı pahasına arabanın altına girip Fauchelevent Babayı tekerleklerin altından kurtarır.

    Vali Madlen, Fauchelevent Babayı kendi fabrikasının revirlerinden birine yatırır. Zavallı ihtiyar ertesi sabah başucunda Vali Madlenin bıraktığı bir zarf içinde kaybettiği atların ve kırılan arabasının bedeli olan bin frank bulur.

    Fauchelevent baba iyileşmiştir fakat bacağı sakat kalmıştır. Madlen onu Paris’te bir manastıra bahçıvan yapmıştır.

    Fantine memleketine döndüğünde Vali Madlen’in fabrikasında iş bulup çalışmaya başlamıştır. Her ay kızı için Tenardiye’lere düzenli para göndermektedir. Okuma yazma bilmediği için mektupları başkasına yazdırmaktadır. Sık mektup yazması, hakkında olumsuz söylentilerin çıkmasına neden olmuştur. Fabrika müdürü, bir gün Fantine’yi yanına çağırıp ona elli frank vermiş ve Madlen’in kendisini işten çıkarmak istediğini söylemiştir. Oysa ki Madlen’in hiçbir şeyden haberi yoktur. Bir gün Tenardiyeler’den mektup gelir. Çocuğu hasta olduğu için elli frank istemektedirler. Fantine elindeki son parayı hemen postayla göndermiştir. Kısa bir süre sonra başka bir mektupta çocuğuna çok masraf yapıldığını ve yüz frank göndermezse çocuğu sokağa atacakları yazmaktadır.

    Fantine’nin bütün parası bitmiştir ve bu parayı bulmak için saçlarını berbere, ön dişlerini dişçiye satarak elli frank toplayabilmiştir ve son durumuyla on beş yaş birden ihtiyarlamıştır gibi görünmektedir. Fantine, bunlara neden olan Madlen Baba’ya lanetler yağdırmaktadır.

    Bir gün sokakta yürürken, birkaç sokak serserisi ona saldırır ve bu durum karşısında Fantine kendini savunmak için adamları tırmalamaya başlamıştır. Bağrışmalarla etrafta insanlar toplanmaya başlamıştır. Tam bu sırada Javert yanındaki jandarmalarla olay yerine gelerek jandarmalara kadını onunla birlikte karakola getirmelerini emretmiştir.

    Javert, hazırladığı tutanakla Fantine’ye altı ay hapis cezası verir. Bu ceza karşısında Fantine Cosette’i düşünerek ağlamaya başlar.

    Askerler Fantine’yi tam götürecekleri sırada Vali Madlen çıkagelir. Fantine gülerek Madlen’e yaklaşır ve “demek vali olacak adam sensin!” diyerek yüzüne tükürür. Müfettiş tam olaya müdahale edecekken Madlen onu engeller ve Fantine’yi serbest bırakmasını emreder. Javert serbest bırakmak istemese de Madlen büyük çabaları sonucu Fantine serbest kalır. Madlen tüm olanları yeni öğrendiğini ve bu durum karşısında üzgün olduğunu söyleyerek özür diler ve tüm borçlarının ödenerek çocuğuna kavuşacağının müjdesini verir.

    Fantine bu sözler karşısında dayanamaz ve düşüp bayılır. Madlen onu fabrikasındaki revire yatırır. Ertesi gün her şeyi öğrenir ve Tenardiyeler’e bir mektup yazarak Fantine’nin borcunun bir mislisini ödeyeceğini ve çocuğu hemen Monteuil-sur-Mer’e göndermelerini ister.

    Fantine’nin sağlığı kötüye gitmektedir. Tenardiye’ler parayı görünce çok şaşırmışlardır fakat çocuğu vermek istememişlerdir.

    Madlen bir gün Fantine’ye Cosette’i almak için birini göndereceğini , olmazsa kendi gideceğini söylemiştir. Sonra Fantine’nin ağzından Tenrdiyeler’e bir mektup yazmıştır.

    Ertesi gün gelişen olaylar sonucunda Madlen eskiden işlediği suçun cezasını başka birisinin çektiğini öğrenir ve hemen adamın cezasının kesileceği duruşmaya gider. Tam yargıç duruşmayı bitirecekken Madlen yapılan hatayı düzeltmek istediğini asıl suçlunun kendisi olduğunu itiraf eder Bu itiraf daha sonra tanıklar tarafından da onaylandı ve sonun adam serbest bırakılır.

    Madlen’in gerçek adı Jan Valjan’dır ve aynı gün akşamı Javert; Jan Valjan’ı tutuklama emrini alır. Bu durum sonucunda Fantine yeniden yavrusu Cosette’i göremeyeceği duygusuna kapılarak umutsuzluk ve acı içinde son nefesini verir. Jan Valjan tutuklandıktan sonra hizmetçisine bir mektup yazıp Fantine’nin cenaze masraflarının karşılanmasını ve geriye kalan servetin yoksullara dağıtılmasını söyler.


    Jan Valjan, Fantine’ye verdiği sözü tutmak için ilk fırsatta kaçmıştır ce küçük Cosette’i bulmak için Monfermeil’e gitmiştir. Jan Valjan ormanın içinden yürüyerek tarif edilen otele doğru giderken, çaresizce inleyen bir ses duyar. Bu ses küçük Cosette’e aittir. Kız su dolu kocaman bir kovanın ağırlığı altında iki büklüm yürümektedir.
    Jan Valjan küçük kıza yardım eder ve onunla birlikte çalıştığı otele yani Tenardiyeler’in yanına gider ve bu sırada küçük kızın Cosette olduğunu öğrenir.

    Jan Valjan otele girdiğinde Tenardiyeler’le tanışır ve bir gece orada kalacağını belirtir.

    Jan Valjan ertesi sabah kalktığında Bayan Tenardiye’ye gideceğini hesabının ne kadar olduğunu sorar. Bayan Tenardiye kocasının hazırladığı yirmi üç franklık faturayı utangaç bir yüzle Jan Valjan’a uzatır. Jan Valjan makbuza bir göz attıktan sonra kazançlarının iyi olup olmadığını sorar.

    Kadın utangaç bir yüzle hayır diye cevap verir ve Cosette’in kendilerine çok masraf açtığını söyler. Jan Valjan Cosette alabilmek için ilgisiz görünür ve Cosette’i birisinin onlardan alsa nasıl olacağını sorar.

    Bayan Tenardiye sevinçle onu alıp götürebileceğini sevinçle söyler ve Jan Valjan gizli bir sevinçle kabul eder. Konuşmaları dinleyen Bay Tenardiye Jan Valjan ile konuşmak ister ve ona acilen bin beş yüz franka ihtiyacı olduğunu söyler. Jan Valjan hiç tereddüt etmeden üç tane beş yüzlük frankı masa üstüne atar. Paraları gören Bay Tenardiye hemen çocuğu getirir ve daha sonra Jan Valjan ile Cosette oradan uzaklaşırlar.

    Jan Valjan Cosette’i Paris’e götürür ve orda eski bir eve yerleşirler. Ertesi Jan Vljan sokakta bir dilenciye para verirken dilencinin ona dik dik baktığını görür ve onun bir polis olabileceğinden şüphelenir. Eve geldiğinde hemen bütün eşyalarını toplar ve Cosette’i yanına alarak oradan uzaklaşır ve bir avluya gelir. Bu avluda topallayarak yürüyen bir ihtiyara rastlar ve adama cebinden çıkardığı paraları uzatarak bir gecelik yer istediğini söyler.

    Adam geri dönerek şaşkın bir ifadeyle Jan Valjan’ın suratına bakar ve ona Madlen Baba olup olmadığını sorar. Fakat Jan Valjan bu ihtiyarı tanımamıştır. Adam kendisinin bir arabanın altından kurtardığı Fauchelevent Baba olduğu söyler. Sonunda Jan Valjan hatırlar ve Fauchelevnt’in kaldığı bayanlar manastırının arkasında bir kulübeye yerleşir. Fauchelevent onu manastıra kardeşi olarak tanıtır ve onun bahçıvan olarak işe alınmasını sağlar ve Cosette’inde manastıra kabul edilmesini sağlar.

    Cosette haftada bir gün Jan Valjan’ın yanında kalmaktadır. Manastırda her şey huzur vericidir. Bu durum Jan Valjan’a büyük bir huzur vermektedir. Böylece aradan sekiz yıl geçmiştir.

    Cosette eğitimini manastırda tamamlamış ve büyümüştür. Bay Jilnorman doksan yaşını geçmiştir fakat hala dimdik ayaktadır. Bir kızı, çocuğunu doğururken ölmüştür. Bay Jilnorman torununu kendisi yetiştirmek istemiş, eğer bu isteğine karşı çıkarsa onu mirasından mahrum edeceğini çocuğun babasına bildirmişti. Maryüs(çocuk)’ün babası Waterloo Savaşı sonrası albay rütbesiyle baron ünvanını almıştır. Oysa Bay Jilnorman büyük devrimin bir haydutluklar yığını olduğunu düşünüyordur. Damadının fikirlerine karşı çıkıyordur fakat torununu da çok sevmektedir.

    Maryüs’ün babası Vernon’da çocuğunun hasretini çiçekleri severek gidermeye çalışmaktadır. Maryüs on yedi yaşına girmiş, koleji bitirmiş, hukuk tahsiline başlamıştır.

    Bir akşam okul dönüşü dedesi elinde bir mektupla onu karşılar ve babasının ağır hasta olduğunu ve ertesi günü Vernon’a gideceğini söyler.

    Maryüs’ün babası hakkındaki kanaati yılda iki mektuptan oluştuğu için Vernon’a gitmekte acele etmez. Ertesi günü Vernon’a verdiğinde gözü yaşlı hizmetçiyle karşılaşır. Albay Pontmercy iki saat önce ölmüştür. Maryüs babasının yatağının başucunda bir mektup bulmuştur. Mektupta imparatorun kendisini baron yaptığını, Jilnorman’ın bu ünvanını tanımadığını fakat onu Maryüs’ün taşıyacağından hiçbir kuşkusu olmadığını belirtir. Mektubun sonunda kendisini savaştan yaralıyken kurtaran çavuşun adı yazıyordur. Oğlu Maryüs’e eğer o adamı görürse ona iyilik yapmasını istemektedir.

    Maryüs, babasının defin merasiminden sonra Paris’e dönüp öğrenimine devam etmiştir. Dedesi, babasının üniformasını ve kılıcını bir eskiciye satmıştır.

    Birkaç ay sonra Maryüs bir gün kiliseye duaya gider. Merasim başlamadan yanına yaklaşan yaşlı biri ona eski yerine oturduğunu söyler. Maryüs yan sandalyeye geçer. Bu sırada adam konuşmasında oturduğu yerin eskiden Pontmercy adında bir albayın olduğunu söyler. Kiliseye duaya getirilen oğlunu uzaktan görmek için geldiğini fakat bundan çocuğun haberi olmadığını söyler. Çocuğun anne tarafının ailesi bir miras meselesini araya sokarak çocuğu görmesini engellediklerini fakat kendisine göre siyasi inançları nedeniyle çocuğunu ondan ayırdıklarını söyledi.

    Maryüs, bir tesadüf eseri babası hakkındaki gerçeği acı da olsa öğrenmişti. O günden sonra babasının bütün hayatını öğrenmeye çalıştı.

    Maryüs dedesi ile babası yüzünden tartışmış ve dedesinin evini bir daha dönmemek üzere terk etmiştir. Ertesi günü fakültede yeni birisiyle tanışmıştır. Bu kişi, “Maryüs Ponmersi” dendiğinde “burada” diyen ve bu yüzden okuldan kaydı silinen biridir. Adı Legi’dir. Maryüs, olayı duyunca çok üzülmüştür fakat arkadaşı onun aksine çok neşelidir.

    Maryüs’ün siyasal düşünceleri yüzünden evden kovulduğunu öğrenince çok üzülmüştür. Onu teselli ederek kendi otelinde birlikte kalabileceğini söyler.

    Maryüs, geceleri çeviri yaparak gündüzleri hukuk fakültesine devam ederek okulunu bitirir. Kaldığı oda Legi Kurfeyrak’ındır. Bu oda eskiden Jan Valjan ile Cosette’in Paris’e ilk geldiklerinde yerleştikleri eski evdi.

    Kısa zamanda yürekliliği ve çalışkanlığıyla Maryüs yoksul olmaktan çıkmıştır. Almanca ve İngilizce Öğrenmiştir. Pek hukuk davaları almıyor onun yerine çeviri ve gazete makalelerine derleme yapmaktadır. Bu iş ona yılda yedi yüz frank kazandırmaktadır. Boş zamanlarında yürüyüşlere çıkıp bol bol düşünerek hayaller kurmaktadır.

    Yirmi yaşında yakışıklı bir genç olan Maryüs, Lüxemburg Parkı’nda her gezmeye çıkışında, genç bir kızla yaşlı bir adamın kanepede yan yana oturduklarını görmektedir. Bu çiftin önlerinde her geçişinde yüreği tarifsiz çarpıntılar içinde atmaktadır. Bir gün onları oturdukları eve kadar izler. Fakat durumu anlayan yaşlı adam, hemen oturduğu semtteki evi değiştirdi ve bir daha Lüxemburg Parkı’na uğramaz olmuştur. Bu olay Maryüs için bir darbe olmuştur ve bütün aramalarına rağmen yaşlı adam ve kızı bulamadı.

    Maryüs, yaşlı adam ve kızını bir türlü aklından çıkaramıyordu. Bir gün Tenardiye’nin kızı Eponin’i görmüştür. Maryüs Eponin’e yaşlı adamın adresini sorar. Kız bunun kendisi için çok kolay olduğunu söyler.

    Bir hafta sonra Eponin dediğini yapar ve Maryüs’e kızın adresini verir. Maryüs, verilen adrese hemen gider. Gördüğü ev büyük bir bahçe içinde müstakil bir evdir. Maryüs, yaşlı adamın ve komşularının dikkatini çekmemek için elinden geleni yapar.

    Bir gün genç kızı bahçenin köşesinde otururken görür fakat yanına yaklaşmaz. Genç kız ikinci gün aynı yerde otururken üzerine taş konmuş bir mektup bulur. Mektupu açıp okuduğunda içi kalbinin atışı hızlanır çünkü bu mektubun Lüxemburg Parkı’nda kendisini tatlı bakışlarla süzen gençten geldiğini anlar.

    Ertesi akşam güzel giyinip aynı yere oturur. Kısa bir zaman sonra arkasında bir gölge görür. Dönüp baktığında onun olduğunu görür.

    Genç adam özür dileyerek lafa girer ve hayatın onun için yaşanmaz hale geldiğini, geçen akşam kızı dinlediğini ve onu taparcasına sevdiğini söyler.
    Bu sözler üzerine genç kız heyecanlanır. Maryüs, kızı kolları arasına alır. Genç kız Maryüs’ün elini kalbinin üzerine koyar ve bu sırada Maryüs oradaki mektubu hissederek Kendisini sevip sevmediğini sorar. Genç kız bunu zaten bildiğini söyler ve tanışırlar.

    O gece birlikte oturup birbirlerini yakından tanımaya çalışmışlardır. Ve bu durum 1832 yılının Mayıs ayı boyunca her akşam böyle devam etti.


    Bir akşam Cosette oradan ayrılacaklarını söyler. Bu haber üzerine Maryüs çok üzülür ve kendisinin bu durumdan sonra yaşayamayacağını söyler. Cosette, onunda kendileriyle gelip gelemeyeceğini sorar. Maryüs Pasaport parası bulmasının imkansız olduğunu söyler. Cosette bu durumu babasına açacağına söz verir. Maryüs adresini, “Camcılar Sokağı No:16”, yazarak oradan ayrılır.

    Jan Valjan, manastırdan çıktıktan sonra, Sorguç Sokağı’ndaki evi kiralamıştır. Bir gün parkta dolaşırken Javert ile karşılaşır. Üstündeki elbiselerin farklı olması nedeniyle Javert onu tanıyamaz ve Jan Valjan o günden sonra daha dikkatli davranmaya başlar.

    Ayaklanmalar Paris’i kuşkulu kimselerin bulunduğu bir ortama dönüştürmüştür. Bu nedenle Jan Valjan Paris’ten ayrılmaya karar verir.

    Bir akşam Maryüs, Cosette’i eski buluştukları yerde arar fakat bulamaz. Tam o sırada Eponin’i görür. Eponin Maryüs’e arkadaşlarının onu Kenevir sokağındaki barikatlarda beklediğini söyler.

    Maryüs hemen evine koşup silahlarını alır ve Kenevirciler sokağına doğru yol alır. Maryüs sokağa vardıktan iki saat sonra hükümet güçleriyle göstericiler arasında çatışma başlar. Yalnızca Hal ahallesi’nde üniversite öğrencileri il işçiler yirmi yedi adet barikat kurmuşlardır.

    Bu çatışmalar sırasında Anjobra ismimde bir adam Javert’i yakalar ve onu bir direğe bağlayarak, barikat düşmeden on dakika önce kurşuna dizileceğini söyler.


    Uzun çatışmalardan sonra Maryüs öldürülmek istenir fakat ona doğrultulan namlunun ucuna Eponin elini koyar ve Maryüs’ün yaralanmasını hatta ölmesini engeller ve bir süre sonra Maryüs'ün yanına gelerek ona bir mektup verir ve daha sonra başı yana düşerek ölür.

    Maryüs hemen yandaki salona girer ve mum ışığında Eponin’in verdiği mektubu okumaya başlar. Mektupta Cosette hemen yola çıkmaları gerektiğini, o, akşam Silahlı Adam Sokak No:7’de kalacaklarını söyler.

    Maryüs biraz düşündükten sonra not defterinden bir sayfa kopararak, evlenmelerinin imkansız olduğunu, kendisinin şansı olmadığını, o akşam evlerine geldiğini fakat onu bulamadığını, verdiği sözü tuttuğunu ve öleceğini yazar. Son olarak onu çok sevdiğini ve onun bu mektubu okuduğu zaman kendi ruhunun onun yanında olacağını ve ona gülümseyeceğini söyler.

    Gayroş’u çağırıp yazdığı mektubu, yazdığı adrese ulaştırmasını ister. Bu isteği hemen yerine getiren Gayroş mektubu kaptığı gibi karanlıkta kaybolur.

    Jan Valjan, Sorguç sokağındaki eşyalarını toplamadan kaçmak ister fakat tam bu sırada Cosette’in yazdığı mektubun kurutma kağıdının üzerine geçtiğini görür. Bu satırları tuvaletteki aynada okuduğunda bir acı hisseder. Kağıtta Cosette: “Sevgilim ne yazık ki, babam hemen yola çıkmamızı istiyor. Bu akşam Silahlı Adam sokağı No:7’de kalacağız...” demektedir.

    Sokağa çıkıp bir taşın üzerine oturur. Her taraftan silah sesleri gelmektedir. Tam bu sırada buz gibi alaylı bir ses duyar. Bu ses Gayroş’un sesidir. Gayroş bu sokakta oturup oturmadığını sorar. Jan Valjan evet diye cevap veriri. Gayroş ona 7 nolu evi gösterip gösteremeyeceğini sorar. Bu sözler üzerine Jan Valjan’ın zihninde aniden şimşekler çakar ve beklediği mektubu mu getirdiğini sorar. Gayroş onun bir erkek olduğunu söyler fakat Jan Valjan bu mektubu kendisinin alması için görevlendirildiğini söyler. Gayroş mektubu verir ve hızla oradan uzaklaşır.

    Jan Valjan mektubu okuduktan sonra kapıcıya belirli talimatlar verir ve daha sonra bir kaç barikatı aşıp Mondetur Sokağı’na gelir.

    Jan Valjan’ın devrimciler arasına katılması Maryüs’ü pek etkilemez fakat bu olanlar Jan Valjan için bir rüyadan farksızdır. Javert, Jan Valjan’ın görünce çok doğal bir hareket olduğunu, bir kürek mahkumunun ait olduğu yeri bulduğunu söyler.

    Uzun çatışmalardan sonra Gayroş ölür Sokağın ucunda omuzlarında baltalarıyla itfaiyeciler görünür. Yol aşmak için askerlerin önünde yürümektedirler. Devrimciler kaldırım taşlarını kucaklayıp evlere sığınmaya başlamışlardır. Bı sırada Anjobra’nın gözü Javert’e takılır ve ona onu unuttuğunu sanmamasını, orada çıkacak son kişinin onun kafasını patlatacağını söyler. Tam bu sırada Jan Valjan bu görevin kendisine verilmesini ister. Anjobra bunu kabul ederek onu arka sokağa götürmesini ve orada işini halletmesini söyler.

    Jan Valjan elinde tabancası, Javert’i ellerinin bağlandığı ipi çekerek arka sokağa götürür ve orada ellerinin ipini keserek onu serbest bırakır.

    Javert arkasını dönüp hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya başlar. Bir süre sonra bir kurşunla Maryüs’ün köprücük kemiği kırılır tam yere düşüp bayılacağı sırada Jan Valjan onu tutar ve omzuna alarak ateş çemberinden uzaklaştırmaya başlar. O anda ateş çemberinden kurtulmanın en iyi yolu bir lağım deliğine girerek oradan uzaklaşmaktır ve Jan Valjan bunu yaparak lağım deliğinin içerisinde temkinli adımlarla ilerlemeye başlar. Uzun bir yürüyüşten sonra önünde büyük bir aydınlık görür. Fakat Fakat burası kemer şekline bir demirle kapatılmıştır. Üzerinde kocaman bir kilit vardır.


    Tam bu sırada tanıdık bir sesle karşılaşır. Bu ses Tenardiye’nin sesidir. Bay Tenardiye para karşılığı demirin kilidini açacağını söyler. Tenardiye Jan Valjan’ı tanımamıştır. Jan Valjan otuz frank vererek oradan çıkmayı başarır. Dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra Javert’i görür ve ondan kendisine yardım etmesini ister ve Javert onu Bay Jilnorman’ın evine getirir. Bay Jilnorman torununu görünce telaşa kapılır ve herkes seferber olur. Bu sırada Jan Valjan evine son bir defa girmek istediğini ve daha sonra jendisini tutuklayabileceğini söyler. Javert Jan Valjan’ı arabasıyla evine bırakır ve daha sonra oradan uzaklaşır.

    Javert kendisinin bir kürek mahkumu tarafından ölümden kurtarılmasını gururuna yediremez ve intihar ederek ölür.

    Dört ay sonra Maryüs iyileşir ve yasal engellerin hepsi kalktıktan sonra Maryüs ve Cosette evlenirler.

    Uzun bir süre sonra Jan Valjan Maryüs ve Cosette’in yanında bulunduğu bir zamanda vefat etmiştir. Bu ölüyü iki adet gümüş şamdan aydınlatmaktadır.

  3. #3
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    ÖLÜ CANLAR



    1. BÖLÜM :
    N.......... kentinin merkezindeki büyük hana bir yolcu oldukça güzel, küçük, yaylı bir araba ile gelir. İlk etapta bu kimsenin ilgisini çekmez. Gelen şahıs Pavel İvanoviç ÇİÇİKOV’dur. Kendisini danışman, çiftlik sahibi ve iş için yolculuk eden biri olarak tanıtır. Tez elden kentin ileri gelenleriyle tanışır: Vali, polis memuru, yargıç, savcı, çiftlik sahipleri vs. ve gittiği her yerde kendini görgülü bir salon adamı olarak gösterir; konusu ne olursa olsun her konuşmada canlı, ilgi uyandırıcı sözler söyler.
    Her gün akşam toplantılarına, yemeklere gider hoş vakit geçirir. Sıra kent dışı ziyaretlere geldiğinde ise işe önce çiftlik sahibi Manilov ile Sobakeviç’ten başlar. Çünkü onlara söz vermiştir. Belki de ÇİÇİKOV’u bu ziyaretlere zorlayan daha temelli, daha ciddi, daha derin nedenler vardır. Önce Manilov’un çiftliğine gider. Manilov ailesi üzerinde çok iyi izlenimler bırakır. Yemekten sonra çalışma odasına geçip iş konularında konuşmaya başlarlar. Çiçikov öncelikle Manilov’a kaç tane kölesi olduğunu, en son sayımı hükümete ne zaman verdiğini, kaç kölenin öldüğü gibi sıradan sorular sorar. Ancak o kadar çok ölen olmuştur ki Manilov bile sayısını kahyadan öğrenir. Ancak Çiçikov bunların listesini isteyince ortalık birden gerginleşir ve Manilov bunu niçin istediğini sorar. Çiçikov ne diyeceğini şaşırır ve ancak “Köylü satın almak istiyorum.” diyebilir. Daha sonra toparlayarak ölmüş olan köleleri almak istediğini söyler. Yani ölmüş ama yaşıyor gibi görünen köylüler ...
    ÇİÇİKOV uzun tartışmalardan sonra Manilov’a ölmüş köylüler için devlete boşuna vergi ödediğini anımsatarak bunları kendisine satmasını teklif eder. Ancak Manilov aralarındaki dostluğu öne sürerek bu iş için para istemeyeceğini söyler. Anlaşmalar yapılır ve Çiçikov evden ayrılır. Yolda yağmura tutulur ve arabaları devrilir. Ancak kısa sürede toparlanıp yola tekrar koyulurlar. Karşılarına çıkan ilk evin kapısını çalarlar. Ev sahibi onları içeri alır ve ağırlar. Geceyi orada geçirirler. Sabah ev sahibi bayana nerede olduklarını sorar. Anlaşılan yanlış yoldan gitmişlerdir. Geldikleri ev ise çiftlik sahibi bayan Koroboçka’nın evidir. Çiçikov, Manilov’a köylülerle ilgili sorduğu soruları bayan Koroboçka’ya da sorar. Lafı evire çevire ölü köylülerin satışına getirir. Bayan Koroboçka şaşkınlıktan küçük dilini yutar. Ancak Çiçikov, bayan Koroboçka’ya, ölen köylüler için boş yere vergi ödediğini, kendisine yardım etmek için bu masrafları karşılamak için ölü köylüleri almak istediğini söyler. Uzun tartışmalar sonucu Çiçikov, ileride çiftlik ürünlerini alacağı sözünü vererek ölü canlar için anlaşma yapar. Çiçikov çiftlikten ayrılarak meyhaneye gider. Burada Nozdriev ile karşılaşır. Nozdriev ile savcının evinde tanışmıştır. Nozdriev birkaç günlük bir panayırdan döndüğünü ve eve gideceğini söyleyerek Çiçikov’u da evine götürmek ister. Ancak Çiçikov işlerinin çok olduğunu söyleyerek teklifi reddetse de Nozdriev’le başa çıkamaz ve eve giderler. Nozdriev gereğinden fazla konuşan, sürekli kumar oynayan ve olayları abartan bir kişidir. Yemek, içki, sohbet derken konu döner dolaşır Çiçikov’un işlerine, oradan da ölü köylüleri satın almaya gelir. Nozdriev’de diğer çiftlik sahipleri gibi şaşırır. Ancak Nozdriev çok uyanıktır. Onları pahalıya satmaya çalışır. Ancak Çiçikov’un fazla parası olmadığı için uzun uzun pazarlık yaparlar. Nozdriev bu alışverişin sebebini öğrenmek için ısrar eder. Çiçikov ise zengin bir kızla evlenmek istediğini ancak babasının kızı vermesi için üç yüz can kölesi olması gerektiğini bu yüzden de ölü can almak istediğini söyler. Nozdriev her ne kadar inanmasada olay böylece kapanır. Nozdriev, Çiçikov’u iskambil oynamaya davet eder; ancak Çiçikov oynamak istemediğini söyler. Çok ısrar eder ancak sonuç alamaz. Hiç olmazsa dama oynayalım hem damada hile yapma şansım da yok deyince Çiçikov kurtulmak için teklifi kabul eder. Ancak Nozdriev yine hile yapar. Bunun üzerine Çiçikov sinirlenir ve evi terk eder.
    ÇİÇİKOV’un aldığı köleler kentte günün konusu olur. Köylülerin başka bir yere götürülüp yerleştirilmesinin karlı bir iş olmadığı üstüne bir çok yorumlar yapılır, bir çok düşünceler, görüşler ileri sürülür. Bu konuşmalardan bir çok kişinin bu sorunla ilgili derin bilgisi olduğu anlaşılır. Kimileri: “Elbette’’ der, “buna bir şey denemez. Güney illerinde toprak iyidir, verimlidir. Ama su olmadı mı, Çiçikov’un köylülerinin elinden ne gelir? Orada hiç akarsu yoktur.’’ “Su olmaması mümkün değil... Önemli değil bu. Fakat yerleştirme işine güvenilmez. Bizim köylülerin ne adam olduğunu bilemezsin. Yeni bir yerde, kulübesi, bahçesi olmadan toprağı sürsün, imkanı yok. İki kere iki dört gibi biliyorum, kaçarlar. Hem öyle kaçarlar ki, izlerini bulana aşk olsun.” “Hayır, afedersiniz ama, ben bunu kabul etmiyorum. Çiçikov’un köylüleri kaçmazlar. Rus köylüsünün her şeye gücü yeter, her iklime alışır. Onu Kamçatka’ya bile gönderseniz bir sıcak eldiven verdiniz mi elini bir oğuşturur, baltayı eline aldığında yeni bir kulübe yapmak için başlar odun kesmeğe.” “Ama önemli bir sorunu gözden kaçırıyorsun. Sen Çiçikov’un köylüleri nasıl adamlardır, orasını düşünmüyorsun. Hiçbir çiftlik sahibi iyi adamını satmaz. Çiçikov’un köylüleri son derece hırsız, sarhoş kimseler olsalar bile kellemi keserim ki tümü de tembel, kırıcı dökücü heriflerdir.” “Ha bunu kabul ederim doğrusu. Kimse iyi adamını satmaz. Çiçikov’un köylüleri de baştan aşağı sarhoştur. Ama şuna dikkat etmeli ki; konunun can alacak noktası da buradadır. Evet şimdi hepsi ahlaksızdır ama yeni topraklarına gittiler mi çok iyi birer uyruk olabilirler. Bunun bir çok örneği var. Hem bugün hem geçmişte.” Devlet fabrikaları müdürü: “Böyle şey olmaz,” diyordu, “Çünkü Çiçikov’un köylülerinin şimdi iki büyük düşmanı olacaktır. Biri küçük Rusya illerinin yakınlığı. Pek iyi bilirsiniz ki orada içki serbestçe satılır. Bana inanın hepsi de on beş gün içinde ayyaş olup çıkarlar. İkinci tehlikede köylülerin göç sırasında serseriliğe alışmaları. Ancak Çiçikov onları sürekli göz hapsinde tutar, demir pençe içine alır, en küçük suçlarına göz yummazsa o başka.”
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11528.html
    Çoğu, Çiçikov‘un durumunu iyice anlıyor, bu kadar çok köylünün bir yerden başka bir yere götürülmesindeki zorluğu kavrıyordu. Kimileri, Çiçikov’un köylüleri gibi, netameli insanlar arasında bir ayaklanma çıkması olasılığından çok korktuklarını söylerler. Bunlara emniyet müdürü, bir ayaklanma korkusu olmadığını, komiserin pekala haklarından gelebileceğini söyler. O’na göre komiserin gitmesine bile gerek yoktur. Sadece kasketini yollasa, bu kasket onları yerleştirilecekleri yere kadar götürür. Kimi de, Çiçikov’un köylülerine egemen olan başkaldırma ruhunun kökünden kazınması için başvurulacak çareleri sayıp döktüler. Bu düşünceler çeşit çeşitti. Bir kısmı, son kerte zor ve baskı kullanılması gereğini ileri sürüyor, bir kısmı ise tam tersine merhametli davranmayı öğütlüyordu. Posta müdürü ise Çiçikov’a kutsal bir görev düştüğünü O’nun bir çeşit “baba” yerinde olduğunu, hatta köylülerini eğitimden yararlandırmasını söylüyor bu sırada Lancaster’in önerdiği karşılıklı eğitim sistemini övüyordu.
    Artık kentte bu gibi düşünceler yürütülür, böyle şeyler konuşulur. Bir çoğu Çiçikov’a duydukları sevgiden ötürü bazı öğütlerde bulunurlar. Hatta köylülerin Kerson’a kadar rahatça götürülmeleri için kolcu vermeye hazır olduklarını söylerler. Çiçikov bu öğütlere teşekkür eder, gerektiğinde bunlardan yararlanmayı unutmayacağını söyler. Ancak kolcuları kesin olarak reddeder. Kolcuların gereksizliğini, çünkü satın aldığı köylülerin çok sakin insanlar olduğunu yeni bir yere götürülmekten memnun olduklarını, aralarında bir ayaklanma olasılığının bulunmadığını söyler. Bütün bu düşünceler ve öğütler, Çiçikov için çok yararlı sayılabilecek bazı sonuçlar sağlar: Ortalığa O’nun milyoner olduğu üstüne söylentiler yayılır. Kenttekilerin bu söylentilerden sonra O’na olan sevgileri daha da derinleşir .
    Kentteki insanların tümü iyi kalpli, konuksever insanlardır. Onlarla birlikte yemek yiyen ya da Whist oynayan biri hemen dostları olup çıkar. Hele bu kişi Çiçikov gibi iyi huylu terbiyeli, kendini sevdirmenin büyük gizini bilen biri olursa. Çiçikov kentte o kadar sevilmiştir ki bir türlü ayrılıp gitmenin yolunu bulamaz. Her zaman “bizimle bir haftacık daha kalın, Pavel İvanoviç” gibi sözlerle karşılaşır. Kısacası kentte el üstünde tutulur. Ama kentin bayanları üzerinde bıraktığı etki çok daha güçlü, çok daha şaşırtıcıdır.
    Sonunda Çiçikov da kendisine gösterilen bu ilgiyi fark eder. Bir gün oteline döndüğü zaman masanın üzerinde bir mektup bulur. Mektubunun altında imza falan yoktur. Ne adı, ne soyadı, ne tarih. Yalnız Çiçikov’un kalbi bu mektubun sahibini bulmalı, deniyor okur ve çekmeceye koyar. Biraz sonra Çiçikov’a valinin balosu için bir çağrı mektubu gelir. Bu, il merkezi için olağan bir şeydir. Nerede bir vali varsa, orada mutlaka bir balo vardır. Yoksa soylular valiye karşı duymaları gereken sevgiyi, saygıyı besleyemezler...
    Çiçikov’un baloya gelişi büyük mutluluk uyandırır. Bütün gözler O’na çevrilir ve herkes O’nun yanına toplanır. Çiçikov herkese mutluluk ve neşe getirir. Herkese, her sorulana yanıt yetiştirir, içinde bir rahatlık, alışık olduğu üzere yandan, sağdan, soldan selam verir, herkesi büyüler. Bayanlar yerini alır almaz “Acaba yüzlerinden, gözlerinden mektubu yazanın kim olduğunu anlayabilir miyim? diyerek onları süzmeye başlar. Ancak hiçbirinde böyle bir yüz ifadesi yoktur. Çiçikov O’nu bulmaya kararlıdır. Bayanlarla sohbeti koyulaştırır. Ancak tam o sırada, kötü bir sürpriz; Nozdriev salona girer. Çiçikov’un çok aptal bir insan olduğunu çünkü ölü can aldığını haykırır. Önce insanlar pek aldırış etmezler. Ancak bu hikaye kulaktan kulağa yayıldıkça insanlar itibar etmeye başlarlar. Olay o kadar yayılır ki herkes Çiçikov’un valinin kızını kaçırmak için bunu yaptığını düşünmeye başlarlar. Ancak her iki olay arasında hiçbir bağlantı kuramazlar. Sonunda kentte iki parti kurulur. Erkekler partisi ve kadınlar partisi. Erkekler, sadece ölü canlarla; kadınlar ise sadece valinin kızının kaçırılmasıyla ilgilenirler. Kısacası bütün kent olayı çözmek için seferber olur. Bu arada Çiçikov hasta olduğu için evden dışarı çıkamaz ve olaylardan haberdar olamamıştır. Dışarı çıktığında ise bütün insanların ona karşı tavırları değişmiştir. Kısa sürede olayları öğrenir. Buna canı sıkılır ve kenti terk eder ...
    Çiçikov; küçük yaşta annesini kaybetmiştir. Babası ise onu, bakması için yaşlı bir akrabasına bırakır. Çiçikov okula başlar ancak dersleri iyi değildir. Babasının ona bıraktığı tek şey ise hayatta her şeyin para olduğu felsefesidir. Okulda öğretmeninin prensiplerini takip ederek ona göre davranır ve onun gözüne girer, derslerini düzeltir, okulunu başarı ile bitirir. Artık bir delikanlı olmuştur. Tek amacı vardır artık: Çok çile çekse de zengin olmak. Elindeki diploması ile ancak devlet dairesinde memurluk yapar. Burada müdürü onu hiç sevmemektedir. Ancak bir yolunu bulup evde kalmış kızı ile diyaloğa geçer, sık sık evlerine gidip gelmeye başlar. İşler ilerleyince müdüre “baba” bile demeye başlar. Bu arada müdürü onu kullanmaya başlamıştır. Bir süre sonra boşalan bir zabıt katipliğine getirilir. Ancak emeline ulaşmıştır. Atamadan sonra müdürün evine gitmemeye ve ona “baba” dememeye başlar.
    Zamanla tüm ilişkisini keser. Rüşvet almaya başlar, para biriktirir, hayatını bir düzene sokar. Ancak bir süre sonra çok sert, rüşvetin ve her türlü haksızlığın, düzensizliğin amansız düşmanı yeni bir müdür gelir. Memurların çoğu işten atılır. Evleri hazineye mal edilir. Çiçikov ise bir türlü kendini müdüre sevdiremez. Yeni alınan memurlar çeşitli dolaplar çevirerek müdüre doğru görünerek onlara güvenmesini sağlarlar. Ancak yeni çete eskisine rahmet okutacak bir niteliktedir. Artık hırsızlık ve rüşvet büsbütün alıp yürümüştür. Ancak Çiçikov kendisini bir türlü kabul ettiremez. Yenilip kaybederek işten ayrılır. Bir süre sonra çok istediği gümrüklerde bir iş bulur. Burada kaçakçılara kök söktürür. Rüşvete aman vermez. En küçük bir rüşveti bile kabul etmez. Bu haliyle de yönetimin gözüne girer ve yükselir. Kaçakçılarla savaşması için gerekli yetkileri kendisine verirler. Artık önünde bir engel kalmamıştır. Kaçakçılardan inanılmaz paralar alır ve servetine servet katar. Ancak Çiçikov’un kaçakçılarla ilişkisini idareye haber verirler. Nazik tavırlar ve konuşmasını bilmesi, el-etek öpmesi ve para gücü sayesinde kendini savunur ve yakasını mahkemeden kurtarır. Artık bir işi yoktur. Yeniden yoksulluk günlerine döner ama inancını kaybetmez.
    O günlerde kahyalık adi görülen bir işti. Küçük memurlar bile hor görürdü. Bir gün Çiçikov birkaç yüz kölenin rehin işlemi ile uğraşmak görevini alır. Çiftlik sahibinin işleri çok kötü gitmektedir. Hükümetten borç para almak çok zordur. Çiçikov, çiftlik sahibinin vekili olarak maliyeye başvurur. Çiçikov, memura kölelerden yarısının öldüğünü, bunun sorun yaratıp yaratmayacağını sorar. Memur ise; eğer ölenlerin adının listede sağ olarak gösterilmişse sakıncası olmadığını nasılsa ölenlerin yerine yenilerinin doğduğunu söyler. Bu sözler kafasında inanılmaz fikirler oluşturur. Yeni nüfus sayımından önce ölü can satın alırsa borç ödeme sandığı bu ölenler karşılığında adam başına iki yüz ruble borç para verebilecektir. Çiçikov planını uygulamaya koyar ve oturacak bir yer arıyormuş gibi görünerek Rusya’nın çeşitli yerlerini gezmeye başlar. Tanıştığı insanlarla büyük dostluklar kurar. Böylece yardımlarını kazanır.

    2. BÖLÜM :
    Çiçikov günler sonra Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarında dolaşırken cennet bahçelerini andıran çiftlikten gözünü alamaz ve çiftlik sahibi ile tanışmak için evine gider. Çiftlik sahibi Tientietnikov’dur. Okulu bitirdikten sonra bir süre memurluk yapar, müdürünün üstlerine farklı, astlarına farklı davranışı onu çileden çıkarır ve dayanamayıp ona hakaretlerde bulunur. Böylece işine son verilir. Tekrar çiftliğine dönerek aldığı eğitimle köylüsünü eğitip daha fazla verim elde etmek için çabalar. Köylüsüne toprak vererek hem kendisi için hem de çiftlik için çalışmasını sağlar. Onlara mümkün olduğunca iyi davranır, daha fazla boş zaman sağlar. Ancak gün geçtikçe verimin düştüğünü, köylünün davranışının değiştiğini fark eder. Zamanla iyice sıkılır. Her şeyden elini eteğini çeker. İşte tam bu sırada Çiçikov’la tanışır ve bir süre kendisiyle kalmasını ister. Çiçikov bunu kabul ederek tez elden çevre çiftlikleri gezerek çiftlik sahipleri ile tanışır. Ölü canlar satın alır. Tek hayali bir çiftlik sahibi olmaktır. Gittiği yerlerde çiftlik sahiplerinin eğitimli ve işten anlayan insanlar oldukları gözünden kaçmaz. Söylenenleri bir bir aklında tutar bu konular üzerinde geceler süren tartışmalara girer. Konuşmaların çoğu Köylünün eğitilmesi ve bilimsel yöntemlerle tarımın geliştirilmesi üzerinedir.
    İflasın eşiğine gelmiş bir çiftlik sahibi çiftliğini satmak ister. Çiçikov’un ise o kadar parası yoktur. Çiftlik sahiplerinden biri borç para vermeyi kabul eder ve Çiçikov çiftliği satın alır. Ancak paranın yarısını verir. Geri kalanını da ileri bir zamanda ödemek koşuluyla bırakır.
    Bu arada Çiçikov ölü can almaya devam eder. Ancak bunları yaşıyor gibi göstermeyi de unutmaz. Çiçikov bu yolculuktan çok karlı çıkmıştır. 300 bin Ruble kadar para biriktirmiştir. Ancak yaptığı kanunsuz işler maliye memurlarına, valiye ve hatta prense kadar gitmiştir. Prens tarafından hapse atılır. Arkadaşı Murazov ona yardım edeceğini söyler ancak bunun karşılığı olarak bütün kötü alışkanlıklarından vazgeçmesini ister. Çiçikov isteği kabul eder. Prens ise hiç istemediği halde Murakov’u kıramaz ve Çiçikov’u serbest bırakır. Ancak tüm ülkeyi saran bir hastalık gibi rüşvet, ahlaksızlık ve dolandırıcılık almış başını gitmiştir.
    Genel vali tüm memurları toplantıya çağırarak bu durumu gündeme getirir. Tüm insanların bu alışkanlıklardan vazgeçmesini, aksi taktirde bir çok kişinin işten atılacağını ve durumun Çar’a bildirileceğini söyler. Vali sözlerini şöyle bitirir. “Sahteciliğin hiçbir ceza, önlem ve yaptırım ile ortadan kaldırılamayacağını bilirim. Çünkü sahteciliğin kökleri ruhumuzun ta derinliklerine kadar sokulmuş ve rüşvet alma, olağan bir hak durumuna girmiştir. Düşman karşısında nasıl silaha sarılmışsak, namussuzluk ve sahteciliğe karşı da ayaklanmamız gerektiğini herkes anlamadıkça kötülükleri ortadan kaldırmamıza olanak yoktur ...”
    Eğer Çiçikov’un kişiliğinin ahlak yönü sorulursa; erdemli ve kusursuz bir kahraman olmadığı açıkça anlaşılır. Ancak O “İşini Bilen” biri diyebiliriz. Kolay yoldan mal edinme ve kazanç hırsı çoğu kişiye göre kusurdur ve saygıdeğer işlerden sayılmaz.

  4. #4
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR





    Roberto Jordan; sarı saçlı, rüzgar ve güneşle yanmış yüzü, ince yapılıydı. Çok zor bir göreve seçilmişti. Gerçi daha önce birçok defa yaptığı işlerden biriydi ama yinede General Golz onu bu görev için bizzat kendi görevlendirmişti. General Golz, Roberto Jordan ‘ın şimdiye kadar çalıştığı en iyi general olmasına rağmen, tümeninin taarruza başlamasıyla beraber köprüyü uçurması gerekecekti. Uçakların bomba sesleri duyulunca köprü uçmuş olacaktı.
    Aşağıda yaşlı adam onu arabada beklemekteydi. 68 yaşına rağmen dinç ve kuvvetli bir görüntüsü vardı. Dağda Amerikalıya yardım edecek çetelerin hepsini tanıyordu. Gerçi çoğu işe yaramaz adamlardı ama tren işini iyi yapmışlardı. Kashlein görevini çok iyi yapmış, treni bölgedeki çetelerle beraber havaya uçurmuştu. Daha sonrada başka bir iş esnasında ölmüştü.
    Yaşlı adam Roberto ‘yu köprüye götürdü. Köprünün iki yanında iki nöbetçi vardı ve biraz uzağında 7 askerin kaldığı bir karakol vardı. Dinamitleri, yarım saatlik uzaklıkta bir tepede olan Pablo’ nun yerine götürdüler. Ağaçların arasında olan bu yerde Pablonun dört atı vardı. Pablo 50 yaşını geçmişti, çok akıllı ve tecrübeli bir adamdı. Tren işinde o da vardı. Çingene, Fernando, eşi Pilar ‘da. Tren işi esnasında kurtardıkları Maria’ yı hepsi de taşımışlardı.
    Pablo Cumhuriyetçiydi, çetelerin hepsi Cumhuriyetçiydi. Ama köprü işini öğrendiğinde Pablo ‘nun hoşuna gitmedi bu iş. Tren işi daha mantıklı idi. Onun kadar kampta sözü geçen Pilar, Roberto ‘yu destekleyince diğerleri de desteklediler. Pilar başkanlığı Pablo ’nun elinden aldı ve köprü için Roberto ‘ya yardım edeceğini söyledi. El Sordo (diğer çete reisi) ‘nun da yardım edeceğinden şüphe yoktu. Dağlarda yüzlerce adam olmasına rağmen El Sordo ‘nunkilerle beraber topu topu 18 kişi bulabilmişlerdi. Diğerleri güvenilir değildi. Köprünün imha edilmesinden dolayı Pilar ve Sordo adamlarıyla beraber bu bölgeyi terk etmek zorunda kalacaklardı. O akşam Sordo gelmeyince ertesi gün Pilar ve Maria ‘yla beraber, Roberto Jordan El Sordo ‘nun yanına gitmeye karar verdiler. Maria trenden baygın halde kurtulmuştu. O zamanlar saçı tamamen kesilmiş olmasına rağmen, büyüdükçe Maria güzelleşmişti. Daha tamşah bir gün olmasına rağmen Maria ve Roberto birbirlerini sevmişlerdi. Pilar, Roberto ‘dan bu iş bitince kızı götürmesini istemiş, Roberto ‘da kabul etmişti.
    El Sordo Cumhuriyetçi ruhunu dağlarda koruyan ender çete reislerinden biriydi. Roberto Jordan, El Sordo ‘nun kendisine yardım edeceğinden emin olmuştu. Altı at vardı. El Sordo, daha sonraki kaçış için gereken atları bulmak için gayret göstereceğini söyledi. Ne de olsa köprü işinden sonra buralardan gitmek zorunda kalacaktı.
    Roberto, Maria ve Pilar akşama doğru barınaklarına döndüler. Pablo köprü işinden yana değildi. Roberto Jordan onu öldürmek zorunda olduğunu biliyordu. Diğer adamların hepsi de onun ölmesini istiyorlardı. Köprü işini bozabilirdi Pablo. Bir an mağaradan dışarı çıkan Pablo ‘nun kaçtığını düşündü herkes. Çünkü kaçarken birkaç dinamit lokumu da götürmüştü.
    Roberto dışarıda yatmaya alışkındı. Gece bayağı ilerlemiş ve Maria ‘nın güzelliği onu büyülüyordu. Maria sıcacıktı. Bir ses üzerine arkaya dönünce Faşist Süvarilerden birini karanlıkların arasından zorda olsa seçebildi. Tabancasıyla onu vurdu. Tam kalbine gelmişti mermi. Diğer süvarilerinde gelmesi yakındı. Adamlarıyla beraber pusu kurdu ve kardan ayak izini takip etmesini beklediği diğer süvarileri bekledi. Süvariler bekledikleri gibi geldiler. Onları farketmemişlerdi, ama ilerlemelerine devam edip gittiler.
    Silah sesleri Sordo ‘nun barınağından geliyordu. Atları satan Sordo ’nun yerini bulmuşlardı. Birkaç saat sonra silah sesleri kesildiğinde Sordo ve adamları ölmüştü.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11529.html
    Artık yalnızdılar. Andreas ‘ı, Roberto ‘nun verdiği notu götürmek için General Golz ‘un yanına gönderdi. Köprü sabaha uçurulacaktı.
    Pablo gece yarısı beş abamla geldi. Pablo kaçamamıştı. İhaneti kendine yedirememişti. Roberto Pabloyu karşısında görünce ümitlendi. Köprü işi olabilirdi.
    Pilar ve yanındakiler üstteki karakolu, Pablo yeni getirdiği beş atlı ile alttaki karakolu imha edecekti.
    Uçakların bombaları sabaha karşı duyuldu, Anselmo ve Roberto köprüdeki iki nöbetçiyi öldürdüler. Roberto dinamitleri yerleştirirken acele edemezdi. Neredeyse başarmak üzereydi. Diğer iki karakoldan silah sesleri ardı ardına geliyordu. Dinamitleri yerleştirdi ve Anselmo ile beraber ipi germeden köprüden bir miktar uzaklaştılar. Pilar ve yanındakiler karakolu halletmişlerdi ama iki adamı ölmüştü Pilar‘ın. Roberto ipi çekti ve köprü ortadan ikiye ayrıldı. Gökden yağan demir parçalarından biri Anselmo ‘yu öldürmüştü. Yaşlı adam çok küçük gözüküyordu.
    Pablo tek başına kurtulmuştu tanktan. Karakolu imha edememişlerdi ama Pablo tek başına kurtulmuştu. Artık herkese yetecek kadar at vardı. Maria çok seviniyordu, Roberto yaşıyordu. Atlarla hızla ilerliyorlardı. Pablo ‘nun kaçmak için çok güzel planları olsa gerekti.
    Bayırı çıktıkça Roberto ‘nun atı yavaşlıyordu. Zavallı hayvanın nefesleri bile hızlanmıştı. Büyük bir gürültü ile Roberto ‘nun ayağı, düşen atın altında kalmıştı. Ayağı kırılmış ve kırık kemik Roberto ‘nun kaslarını yırtmıştı. Daha fazla ilerleyemezdi. Yardıma gelenlerle vedalaşıp, orda kalmak istediğini söyledi. Diğerleri giderlerken, biliyordu. Daha General Golz ‘dan emir alırken böyle olacağını biliyordu.

  5. #5
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ


    1) ROMANIN KONUSU:

    1789 Fransız ihtilalinin yaşandığı dönemde bir markinin yeğeni olan Charles Darnay’ın Lucie Manette ile evlenip Londra’ya yerleşmesinden sonra bir takım nedenlerden dolayı Paris’e dönmek zorunda kalması, burada soylu bir aileye mensup olduğundan dolayı hapse atılması sonucunda bu durumu öğrenen eşi Lucie’nin ve Lucie’nin babasının Charles Darnay’ı kurtarmak için verdikleri mücadele romanın konusunu oluşturmaktadır.

    2) ROMANIN ANA DÜŞÜNCESİ:

    Sevgi, şefkat, yardımlaşma, merhamet ve acıma gibi duygular insanı insan yapan değerlerdendir. Roman intikam duygusunun insanı insan yapan özelliklerini kaybettirdiği gerçeğini ana düşünce olarak karşımıza çıkar.

    3) ROMANIN İLETİSİ

    Kan ve şiddetle hiçbir sorunun çözüme ulaştırılamayacağı gerçeğidir.

    4) ROMANDAKİ YARDIMCI DÜŞÜNCELER:

    • Avukat olan Sidney Carton’un karşılıksız olarak sevdiği kadının (Lucie Monette) mutluluğu için Lucie’nin kocası olan C. Dornay’ın yerine geçerek idam edilmesinden hareketle aşk için ölümün bile göze alınabileceği düşüncesi.
    • Charles Darnay’ın amcası gibi asilzadelikten hoşlanmaması sonucunda amcası ve diğer asiller tarafından hor görülmesine karşın asilzade olduğu için ihtilal döneminde hapse atılmasından hareketle “doğru” kavramının kişilere göre değiştiği gerçeğidir.
    5) ROMANDA YER:

    Romanın adından da anlaşılabileceği gibi olaylar Londra ve Paris kentlerinde geçmektedir.

    6) ROMANDA ZAMAN

    Romanda olaylar 1789 Fransız ihtilalinden 5-6 yıl öncesinden başlar ve 1789 Fransız ihtilali döneminde yoğunlaşır.

    7) ROMAN HAKKINDA DÜŞÜNCELER

    İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ, oldukça akıcı ve yalın bir anlatıma sahiptir. Bu nedenle birkaç saat içinde okunabilecek bir niteliktedir.
    Romanda, Fransız ihtilali dönemindeki halkın sosyal ve ekonomik durumu toplumun psikolojisini oldukça iyi yansıtılmış ve ihtilali hazırlayan nedenler ortaya konulmuştur. Ancak ihtilal gerçekleştirilirken pek çok masum insanın katledilmesi bizlere insanoğlunun kin ve intikam alma duygularının sonucunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bugün aynı duygular maalesef daha başka toplumlarda (İsrail – Filistin, Sırp – Bosna vb) tüm canlılığını korumaktadır. İnsanoğlunun en değerli varlığı olan sevginin hatırlanması adına okunması gereken bir roman.

  6. #6
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri




    Yazar : Paulo Coelho, Rio de Janerio'da doğdu. Roman yazarlığına başlamadan önce oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve sevilen bir şarkı sözü yazarıydı. Coelho, 1986 yılında Hristiyanların Batı Avrupa'dan başlayıp ispanya'da Santiago de Compostela kentinde sona eren geleneksel hac yolculuğunu yaptı. Bu deneyimi 1987 yılında yayınladığı The Pilgrimage (Hac) adlı kitabında anlattı. 1988 yılında yayınlanan 3. kitabı Simyacı Coelho'yu en çok okunan çağdaş yazarlardan biri yaptı. Simyacı 48 ülkede yayınlandı, 26 dile çevrildi. Bu kitap Coelho'yu Gabriel Garcia Marquez'in (Yüz Yıllık Yalnızlık) arkasından en çok okunan Latin Amerikalı yazarlardan biri konumuna getirdi.
    Diğer Eserleri:
    Ø Piadra Irmağının Kıyısında Oturdum, ağladım.
    Ø Beşinci Dağ
    Ø Seranika ölmek İstiyor
    Ø Şeytan ve Kadın
    Ø Işığın Savaşcısının El kitabı

    B) İÇERİK ÖZELLİKLERİ
    KONU: İ
    İspanya'dan yola çıkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun felsefi ve masalsı yaşam öyküsü anlatılıyor.
    ÖZET:
    Santiago, ispanya'da yaşayan bir delikanlıdır. Santiago'nun ailesi onun bir papaz olmasını ister. Fakat onun düşüncesi, beklentileri farklıdır. O, çoban olmayı ve dünyayı gezmeyi arzulamaktadır. Bir gün babasına bu düşüncesini açar ve onunla konuşur. Babası da Santiago'nun düşüncesine olumlu yaklaşır. İsteğini gerçekleştirmesi için ona para verir. Santiago bu parayla bir sürü koyun alır. Düşündüğü gibi ülkeyi dolaşmaya başlar.
    Santiago koyunlarıyla birlikte bir kilisede yatıp kalkmaktadır, ilk önce karşısına bir kral çıkar. Kral ona yol gösterir. Santiago rüyasında Mısır Piramitlerine gittiğini ve orada bir hazine bulduğunu görür. Bu rüya iki defa tekrar edince Santiago rüyayı karşısına çıkan bir çingeneye anlatır. Çingene ona Mısır Piramitlerine gitmesini söyler. Bunun üzerine Santiago koyunlarını satar, Afrika'ya gitmek üzere yola çıkar. Bundan sonra Santiago'nun hayatı oldukça maceralı geçer.
    Santiago önce parasını çaldırır. Sonra billuriye dükkanında çalışır. Arapça öğrenir. Bir yıl çalıştıktan sonra yeteri kadar para kazanır. Bundan sonra tekrar bir kervanla yola koyulur. Birçok arkadaş edinir. Delikanlı hiç beklemediği bir anda Simyacıyla tanışır. Simyacı ona yardım eder, yol gösterir. Santiago'ya "evrenin dilini" öğretir. Nesnelerle konuşmayı öğretir. Simyacı piramitlere kadar ona yol gösterir.
    Santiago sonunda piramitlere gider. Simyacının öğüdünü hatırlar. Yüreğinin sesini dinleyecektir, bundan sonra. Santiago'nun içinden gelen ses ona gözünden yaş akan yeri kazmasını söylemektedir. Bunun üzerine kazıya başlar. Bu sırada haydutlar üzerindeki altın parçasını alırlar. (Kimyagerin verdiği tarifle yumurta biçimindeki bir altın elde etmiştir. Bunun dörtte biri de kendisinde kalmıştı). Santiago'yu saatlerce döverler. Kazı sırasında Santiago'nun yanına gelen bir kişi ona rüyasında Endülüs'teki bir kilisede hazine olduğunu gördüğünü söyler. Bu kilise ve hazinenin bulunduğu yer Santiago'nun üzerinde yattığı yerdir.
    Gerçeğin sırrını çözen Santiago ispanya'ya geri döner ve koyunlarıyla kaldığı kilisedeki incirin altını kazar ve bir sandık dolusu paranın sahibi olur. Parayı alır ve sevdiği kadının (Fatima) yanına gitmek için yola koyulur.
    ANAFİKİR :
    Yaşamda mutlu olmak insanın elindedir, insan her zaman hayallerinin, umutlarının peşinde koşmalıdır. Gerçekleşmesini istediklerimiz uzaklarda aranmamaktadır, insan kendi yazgısına egemen olabilir.
    YARDIMCI FİKİRLER :
    Ø Yaşamda mutlu olmak insanın elindedir.
    Ø insan için en önemli hazine sevgi ve aşktır.
    Ø insanı ayakta tutan hayalleri ve umutlarıdır.
    Ø
    Dünyanın en eski dili evrenin dilidir. Ama insanlar bunu zamanla
    unutmuşlardır.

    Ø Yüreğimizin sesini dinlemeliyiz.
    Ø Elde etmek istediklerimiz bizim çok yakınımızdadır.
    KAHRAMANLAR:
    Santiago : Kitabın baş kahramanı, düşündüklerini gerçekleştirmek için mücadele eden, kendisine farklı bir yaşam planı çizen Endülüslü çoban.
    Fatima : Santiago'nun sevdiği fakat Mısır'a gitmek için bırakmak zorunda kaldığı kızdır.
    Kral : Santiago'ya Endülüsteyken yol gösteren kişidir (Salem Kralıdır).
    Çingene Falcı : Santiago'nun gördüğü rüyayı yorumlayan ve Mısır'a gitmesini söyleyendir.
    Simyacı: Santiago'ya yol gösteren bilge bir kişidir. Mısır'da onu yalnız bırakmamıştır.
    YAZARIN İŞLEMİŞ OLDUĞU TEMEL DEĞERLER
    Ø Sevgi,
    Ø Saygı,
    Ø İletişim,
    Ø Duyarlılık,
    Ø Yaşama bağlılık,
    Ø Mücadele etme,
    Ø Mutluluk,
    Ø Aşk,
    Ø Evrenin dili,
    Ø Yetkinlik
    YAZARIN KABULLERİ:
    Ø
    Yaşamdaki her canlının bir konuşma dili vardır. Onlarla bir iletişimi
    kurmalıyız. Evrenin dilini öğrenmeliyiz.

    Santiago koyunlarıyla sürekli konuşurdu. Evrenin dilini öğrendikten sonra da bu konuşmaları sürdürdü.
    Ø İnsanlar sadece kendilerini değil başkalarını da düşünmelidir.
    İnsanlar kendilerini düşünür, kendileri için ağlarlar. Bu temel değerlerle örtüşmüyor; her insan bunu düşünmez.
    Ø Mutlu olmamız/ı sağlayan şeyleri kaybedince üzülürüz.
    "Sularıma eğildiği zaman gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum."
    Ø
    Yaşayarak öğrenmek okuyarak öğrenmekten daha etkilidir.
    Koyunlar Santiago'nun gezmesini ve öğrenmesini sağladılar. O yüzden,

    koyunların kitaplardan daha öğretici olduğunu söyleyebiliriz, Çok okuyan değil çok gezen yargısına ulaşırız.
    Ø İnanmak her insan için farklı anlam taşır.
    Santiago'nun küçüklüğünden beri hayali dünyayı tanımaktı. Ona göre bu Tanrı' ya da insanın günahlarını öğrenmesinden çok daha önemlidir.
    Ø Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginç kılar.
    Santiago'da düşünü gerçekleştirmekten yola çıktı ve başından bir sürü olay geçti. Sıradan yaşamı ilginç bir yaşam örneği haline geldi, insanı hayata bağlayan hayalleridir, temel değerlerle örtüşür.
    Ø Her işin zorluğu vardır.
    Çobanlığın da zorlukları vardı, işi çekici kılan onun tehlikeleridir.
    Çocuklar masumiyetin ve saflığın simgesidir. Onlar asla yalan söylemez.
    Çocuklar her zaman dünyanın en saf yaratıklarıdır.
    Ø Büyüklere karşı saygılı olmalıyız.
    Santiago krala yaşından dolayı daha saygılı davranıyordur.
    Ø
    İnsanlar yaşamlarına yön vermeyi bildikleri sürece kaderlerini yaşar/ar.
    Yaşamımızda bir amacımız, bir planımız olmadan yaşarsak buna "Bu

    bizim kaderimizdi" deyip geçmek doğru değildir.
    Ø Yürekten istediklerimiz gerçekleşir.
    İnsanın kim, ne, nasıl olduğu önemli değildir. Önemli olan gerçekten, içten istemeyi bilmek gerekmektedir.
    Ø Amaca ulaşmak için sonuna kadar gitmek gerekir.
    Santiago'nun bir amacı vardır. Dünyayı gezmek ve bunu bütün zorluklara rağmen başarmayı bildi. Bilginin derinliğini öğrenerek amacına ulaştı.
    Ø Bir şeyi elde ettikten sonra onu başkalarıyla paylaşmalısın.
    Henüz sahip olmadığımız birşeyi vaat ederek amaca gidecek olursak, onu ele geçirme arzumuzu kaybederiz.
    Ø
    İnsan sahip olduklarını kaybetmeden mutluluğu e/de etmesini
    bilmelidir.

    Santiago Fatima'yı seviyordu. Fakat başka bir mutluluk için onu bırakmak zorunda kaldı. Bilge Kağan hikayesinde de söylendiği gibi "Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı dökmeden". Santiago bilmediğini keşfetmek için elindekini kaybetti.
    Ø
    Dünya gerçeklerine olduğu gibi değil, olmalarını istediğimiz gibi
    bakarız.

    Bu temel değerlerle örtüşmez.
    Ø İnsan sevdiği işi yaparsa mutlu olur.
    Tıpkı Santiago'nun papazlık yerine çobanlığı tercih etmesi gibi, yaptığımızda mutlu olacağımız işleri tercih etmeliyiz.
    Ø İnsanları hayata bağlayan düşleridir.
    Santiago'yu da mücadele etmeye götüren onun düşleri, istekleri olmuştur, insanın yaşamak için bir sebebi olmalıdır.
    Ø Doğum, ölüm gibi yaşamımızda değiştiremediklerimiz kaderin bir parçasıdır.
    Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez. İşte bu kader denilendir.
    Ø
    Bir işi yapmaya karar vermek o işin olması için atılan en büyük
    adımdır.

    Karar vermek önemlidir, insan bu sayede aklına gelmeyen şeyleri bile yapıp, yaşayabilir. Santiago'nun verdiği karar ve yaşadığı olaylar.
    Ø İnanmak bazı unsurları anlamlandırmak için gereklidir.
    Bizler sahip olduğumuz şeyleri kaybetmekten korkarız. Ama hayat hikayemiz ile dünya tarihinin aynı el tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman, bu korku uçup gider.
    Ø Yaşam kitaplardan öğrenilmez.
    Yaşamın kendisi en iyi o yollardan geçerek öğrenilir. Bu öğrendiklerimiz evrenin dilidir.
    Ø Şimdiyi yaşamayı bilirsek mutlu oluruz.
    Yaşam yaşamakta olduğumuz andan ibarettir. O yüzden insan içinde bulunduğu anı yaşamalıdır.
    Ø Aşık olmak, sevmek yaşamı daha farklı anlamlandırmaktır.
    Sevgi insanın hayata karşı bakış açısını değiştirir.
    Ø İnanmak geleceğe umutla bakmaktır.
    Gelecek Allah tarafından yazılmıştır ve Allah ne yazarsa yazsın, insanların iyiliği için her şeyi sunmuştur. Temel değerlerle örtüşmez.
    Ø Kendimize yön vermeyi bilirsek kaderi yaşarız.
    Allah gerçeği nadir açıklar. Bunu da bir tek gerekçe için yapar. Değişmek üzere yazılmış bir gelecek söz konusu olduğu zaman.
    Ø Kötülük anlayışı.
    Kötülük insanın ağzına giren şeyde değildir. Ağızdan çıkandadır. Santiago simyacıya şarabın şeriat tarafından yasaklandığını söyler.
    Ø Aşk karşılık beklemeden sevmektir.
    Aşk, kişinin kendi amaçlan peşinde gitmesine engel değildir. Böyle bir şey varsa, bu gerçek aşk değildir, insan sevdiği için sever, aşkın gerekçesi yoktur.
    Ø
    Korkularımızın düşlerimizi gerçekleştirmeye iz/n vermemesine engel
    olmalıyız.

    Korkuları yenmeliyiz, başarısız da olsak riskleri göze almalıyız.
    Ø
    Bir kere olan bir daha asla tekrarlanmaz. Ama iki kere olan mutlaka
    üçüncü defa da olacaktır.

    Temel değerlerle örtüşmüyor.
    Ø İnsan farkında olmasa da yaşamda baş rolde oynamıştır.
    İnsan tarih boyunca baş rolü oynar ve bunu doğal olarak bilmez.
    Ø Her şey bir ve tek şeydir.
    Yeryüzündeki her şey Tanrı'nın yansımasıdır. Vahdet-i vücud (varlığın birliği) temeline dayanır.
    ÇOCUKSU ÖĞELER:
    Ø
    Santiago'nun koyunlarıyla konuşması. Onlara kitap ve dergi okuması,
    onlarla uyuması, kendi hayatını anlatmasıdır.

    Ø
    Santiago'nun rüzgarın kendisine sevdiği kadının kokusunu getirdiğini
    düşünmesi ve mutlu olmasıdır.

    Ø Santiago'nun rüzgarla, güneşle, çölle konuşması.

    C) DİL VE ÜSLUP
    Felsefik ve masalsı bir üslupla yazılmıştır. Dili ağırdır. Eserde çok sayıda felsefi terim kullanılmıştır. Ama bu terimlerin anlamı dipnot şeklinde sayfanın altın verilmiştir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11531.html
    Çeviri olması da eserin dil özelliğini korumadığını ortaya çıkarmaktadır. Devrik cümleler fazladır. Karşılıklı konuşmalar vardır. Yazar konuyla paralel olarak araya nasihat verici mesajda dediğimiz cümleler vererek sürükleyici olmayı sağlamaya çalışmıştır.

    D) DEĞERLENDİRME
    Kitap Mevlana'nın mesnevisindeki küçük bir öyküden yola çıkarak hazırlanmıştır. Okudukça derinliği ve genişliği olan bir kitaptır. Hristiyanlıktan, İslamiyetten çeşitli inançlardan kesitler verilmiş. Bu dinlerde yapılan bazı şeyler yazarca değerlendirilmiştir. Tartışmaya açık, herkesin kendine göre yorum yapacağı bir kitaptır.
    Kitabın tasavvufi bir boyutu vardır. Vahdet-i vücud (varlığın birliği) görüşü üzerine oturtulabilecek bir kitaptır. Her şey bir ve tektir. Dünyanın yazgısı tek elden yazılmıştır.
    Kitabın kahramanı Santiago'nun başından geçenler oldukça keyif verici ve kitabın akıcılığını sağlayan noktadır. Nitelikli kitap olma ve okuduğunu eleştirme yeteneğini geliştirmiş herkesin okuyabileceği bir kitaptır. Eğer yeterli eleştiri yapamıyorsak inanç sistemimizde farklılıkların olmasına neden olabilir. Kitaptaki olumlu unsurları olup olumsuzları atmasını bildikten sonra yaşamımıza güzel bir bakış açısı katacağına inandığım bir kitaptır.

  7. #7
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    HONORE DE BALZAC’IN ‘VADİDEKİ ZAMBAK’ ROMANI ÜZERİNDE BİR İNCELEME



    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11532.html

    Honore de Balzac (1799-1850), Fransız edebiyatçısıdır. Roman türünde büyük yapıtlar ortaya koymuştur. XIX. yüzyılda romantizmin egemen olduğu bir dönemde Realizmin öncüsü olmuş ve bu yönde eserler vermiştir. Romanlarında zamanın olaylarını büyük bir gerçeklik tablosu içinde verdiği görülür.
    Roman dünyasına her tabakadan insanın girmesine izin verir. Onun yapıtlarında her sınıftan, her meslekten, her yerleşim biriminden, her yaştan insan vardır.
    Yazar bütün yapıtlarını İnsanlık Komedyası adı altında toplamaya karar vermiştir. İnsanlık Komedyası’nı üç bölüm ve 137 kitaptan oluşan bir bütünlük içinde tasarlamıştır. Fakat bu tasarısı tam olarak gerçekleşmemiştir.
    Yazarın bazı romanları: Goriot Baba, Tılsımlı Deri Jugenie Grandet, Vadideki Zambak, Mutlak Peşinde’dir.
    VADİDEKİ Zambak yazarın, insanlık Komedyası’nın “Taşra Yaşamından Sahneler” bölümünün bir romanıdır. İlk olarak 1835’teRevue Paris gazetesinde tefrika edilmiş, 1836 yılında da tamamlanmıştır.
    Vadideki Zambak’taki olaylar 1809-1836 yılları Fransa’sının taşrasında ve Paris’inde geçer. Romanın kahramanları sıradan insanlar değil, soylulardır. Romanın konusu aşktır.
    Romanın vak’ası Fransa’nın Tours kasabasında geçer. Romanın asıl kahramanı Felix de Vandenesse, anne ve baba sevgisinden uzak, kardeşleri tarafından küçümsenen, baskı altında bir çocukluk geçiren, zengin ve soylu bir ailenin küçük oğlu olan bir gençtir. Annesi ve kardeşleriyle Paris’te bulunan Felix, babasının çağırması üzerine Tours’a gider. Tours’ta babası Felix’i bir baloya davet eder. Baloda hiç tanımadığı güzel bir bayanın omuzları Felix’i büyüler. Dayanılmaz bir arzuyla bu omuzları öptükten sonra bu kadına aşık olur. Bu olaylarla roman başlar.
    Felix, aşık olduğu bu kadını daha sonra Clechogour de Şatosu’nda görür. Omzunu öptüğü kadının bir kontes olduğunu öğrenir. Bu kadın Kont Mortsauf’un eşi, evli ve iki çocuk annesi Madam de Mortsauf’tur. Madam de Mortsauf da Felix’i platonik bir aşkla sevmeye başlar ve bağlanır.
    Artık Kontes, Felix için, şatonun bulunduğu güzel vadinin zambağıdır. Bu kadın Felix’in yükselmesi için yardımcı olur. Felix’e Kral’ın yanında iyi bir yeri olan annesiyle babasının desteğini sağlar.
    Felix, Kral’ın iyi bir danışmanı ve güvenilir bir adamı olur. Buradaki işlerinde hızla yükselir. Fakat, Kontes’e olan aşkından vazgeçmez. Madam de Mortsauf ile sürekli mektuplaşırlar. Kontes’in hayatı acılarla doludur. Çocukluğunda çektiği sıkıntı ve acıları evlilik döneminde de devam eder. Kontes’in sert yapılı, anlayışı zayıf Kont kocası ve hastalıklı iki çocuğu vardır. Kendisini hep ailesine adamıştır. Böyle bir yaşam içinde Felix’in aşkına gereken karşılığı veremez.
    Madam de Mortsauf ile Felix’in birbirlerine duydukları bu yoğun sevgi, Felix’in Leydi Dudley ile cinsel aşk yaşamasıyla farklı bir görünüm kazanır.
    Bu olayları duyan Kontes hastalanır. Felikx’e duyduğu gerçek aşkı anlatamamanın verdiği üzüntü ile hastalığı artar. Gerçek aşkını ve ne kadar çok sevdiğini, fakat evliliğe, anneliğe olan bağlılığının bunların üstünde, aynı zamanda aşkının bedeli olduğunu bildiren bir mektup yazar. Bu mektubu Felix’e verdikten sonra ölür.
    Felix, Madam de Mortsauf’un son dakikalarına yetişir. Hayatının geri kalan kısmında üzüntülü bir yaşam geçirir. Bilimle, sanatla, politikayla ilgilenir ve aşkını unutmaya çalışır.
    Bakış Açısı, Anlatıcı

    Vadideki Zambak romanında vak’a kahraman bakış açısıyla verilmiştir. Olaylar romanın asıl kahramanı Felix tarafından anlatılmıştır. Olayları anlatırken geniş tasvirlere yer vermiştir. Hem kendi hem de diğer kahramanların ruh yapısıyla iç ve dış mekanı yansıtmıştır. Vadideki Zambak’ta dış mekana ait tasvirler daha ağır basmaktadır.
    Romanın genel itibariyle tek bir kahraman tarafından aktarılmıştır. Bu da romanda geniş tasvirlerin oluşturduğu sıkıcılığı ortadan kaldırmış ve akıcılığı sağlamıştır.
    Romanın Olay Örgüsü

    Romanın olay örgüsü kötü bir çocukluk geçirmiş olan Felix’in aile sevgisinden uzak, zorluklar ve baskı içinde geçen hayatının, babasının Tours’a çağırmasıyla değişmesini anlatır. Tours’ta bir baloya katılması ve güzel bir Kontes’e aşık olması olayın seyrini değiştirir ve hızlandırır. Kontes’in evli olması bu aşkı güçleştirir. Kontes’in Felikx’i platonik aşkla sevmesi, Felix’in aşkına tam manasıyla karşılık verememesi olay örgüsünün heyecanını arttırır.
    Romanın Mekanı

    Vadideki Zambak romanında mekan geniş yer kaplar ve önemli bir unsurdur. Romanda olayın geçtiği birkaç önemli yer vardır. Öncelikle roman Fransa’nın Paris’inde başlar. Bunu yazarın şu sözlerinden anlayabiliriz: “Annem beni Tours’a götürmeyi düşünüyordu. Çünkü; düşman ordusunun ilerleyişini dikkatle izleyenlere göre Paris tehlikeyle karşı karşıyaydı. Tam orada kaderimin belirleyeceği sırada apar topar Paris’ten alınıp götürüldüm. (s. 38). Paris’ten Tours’a kadar annemle birlikte yaptığım yolculuktan hiç söz etmeyeceğim. (s. 39). Buradan da anlaşılacağı üzere roman Paris’te başlar, Tours’ta gelişiyor. Romanın asıl önemli mekanı Tours’taki Clochegourde Şatosu ve şatonun da içinde yer aldığı İndre Irmağı vadisidir.
    Yazar romanında geniş tasvirlere yer vermiştir. Hem romanın kahramanları hem de mekan unsurları uzun uzun tasvirlerle verilmiştir. Örneğin yazar; Kontes’in vücut yapısını, Kont’un kişiliğini, İndre Irmağı’nı, Clochegour Şatosu’nu geniş geniş anlatmıştır.
    Vadideki Zambak romanında bu uzun tasvirler dikkat çekicidir. Bu uzun tasvirler bazı zamanlar insanda bir bıkkınlık yaratabiliyor. Okuyucu romandan sıkılıyor. Bazı tasvir bölümleri kahramanların ruh dünyasıyla paralellik göstermektedir.
    Şahıslar Dünyası

    Vadideki Zambak romanında şahıs kadrosu geniştir fakat etkili değildir. Olaylar belirli kahramanların çevresinde gerçekleşir. Diğer kahramanlar sınırlı ölçüde ve dekoratif unsur olarak romanda yerini alır.
    Felix de Vandenesse

    Romanın baş kahramanlarındandır. Yirmi yaşlarında bir gençtir. Çocukluğu ve gençliği acılarla geçmiştir. Değişken bir yapıya sahiptir. Çünkü; çocukluğunun ilk yılları acılarla geçer. Kral’ın yanında iyi bir iş bulur. Hayatı değişir. İki tane bayana aşık olur. Bunların arasında çıkmaza girer, sıkıntılı günler yaşar. Kontes’in ölmesiyle üzüntülü bir hayat yaşar. Hiçbir zaman tam mutluluğu yakalayamaz.
    Madam de Mortsauf

    Romanın belirleyici ve etkileyici kahramanlarındandır. Aslında romanın baş kahramanı da sayılabilir. Madam de Mortsauf Kont de Mortsauf’un eşidir. İki çocuk annesi bir Kontestir. Kontes de Felix gibi çocukluğunda acı çekmiştir. Evliliğinde de sorunlar yaşamıştır. Hastalıklı iki çocuğuna ve sert kişilikli Kont’a hayatını feda etmiştir. Felix’e aşık olmuştur; fakat bu aşk platonik aşktır. Gerçek aşkını hayatının son zamanlarında, bir mektupla Felix’e itiraf eder ve ölür. Madam de Mortsauf romanın hızlanmasını ve heyecanın artmasını sağlamıştır. Bu özellikleriyle romanın merkezindeki kahraman sayılır.
    Kont de Mortsauf

    Madam de Mortsauf’un kocasıdır. Sorunlu bir kişiliğe sahiptir. Bunun nedeni çocukluğunda yaşadığı zor günlerdir. Ülkenin içinde bulunduğu sürgün yılları onun eğitimini yarıda bırakmasına neden olmuştur. Üst üste kırılan umutlarının ardından yarı aç, yarı tok olarak yapılan uzun yürüyüşler sağlığını bozmuş, ruhuna güçsüzlük vermiştir. Hatta bir süre düşkünler evinde Allah rızası için bakılmıştır. Karınzarı iltihabı hastalığına yakalanmıştır. Ömrünün sonuna kadar bu hastalığın acılarını çekmiştir.
    Olay örgüsünde Kontes’in kocası olmasıyla çatışma yaratmaktadır. Felix ile Kontes’in aşkına engeldir. Olay örgüsünün her zaman içinde yer alır, Kontes’in kocası olması nedeniyle önemli kahramanlardandır.
    Leydi Dudley

    Romanın ilerleyen sayfalarında olay örgüsüne girer. Romanın heyecanını arttırır. Yeni bir çatışma ortamı yaratır. Olaylar Felix – Leydi Arabelle ve Kontes arasında odaklanır. Felix, Leydi Dudley’e karşı sonsuz bir tutku besler ve ateşli bir sevgiyle sever. Kontes’i ise taparcasına sevmektedir. Hatta Kontes’e Henrietti diyordu ve böyle seviyordu.
    Felix’in Leydi Arabelle ile olan ilişkisini öğrenen Kontes büyük bir yıkıntıya uğrar, hastalanır ve ölür. Leydi Dudley bir bakıma çatışma yaratmış, kötü kadın rolünü üstlenmiştir.
    Diğer Kahramanlar:

    Madeleine ve Jacgues

    Kont ve Kontes’in çocuklarıdır. Madeleine annesine benzer. Annesinin ruh yapısı onda tekrar hayat bulur. Jacgues de kız kardeşi gibi zayıftır. Her iki çocuk da sağlık yönünden problem yaşamaktadır. Romanın olay örgüsüne fazla katılmazlar.
    Mösyö de Chessel

    Frapesle Şatosu’nun sahibidir. Felix buraya dinlenmek için gelmiştir. Burada Mösyö’nün yardımıyla Kontes’le tanışır. Felix, Madam de Mortsauf’a aşık olur. Romanın olay örgüsü bu noktadan sonra hızlanır. Mösyö de Chessel’e ileriki sayfalarda fazla yer verilmez. Romanın arada başvurulan kahramanlarındandır.
    Mösyö Origet

    Ünlü bir doktordur. Kont’un hastalanması nedeniyle Clochegour Şatosu’na birkaç defa gelmiştir. Kontes’in hastalığı döneminde de kendisine yer verilmiştir.
    Vadideki Zambak’ta karşılıklı mektuplarla, aşk ve evlilik konusuyla, kadınların gerçek özgürlüğüyle, gerçek sevgilerle din ve inançla ilgili felsefi tartışmalarla dolu olan romanda insanların duygusal varlıkları ve çatışmaları büyük bir ustalıkla aktarılmıştır.
    Romanda cinsel aşkla platonik aşk, annelik sevgisi, evliliğe bağlılık güzel bir vadinin temizliği ortamında okuyuculara sunulmuştur.
    Balzac bu romanında asıl olarak aşkı ele almış ve işlemiştir. Roman, Balzac’ın hayatıyla bağlantılıdır.
    Honore de Balzac, romanında Realizmin ilkelerine büyük oranda bağlı kalarak konularını ele almıştır. Romantizmden tam manasıyla kopmasa da gerçekçilik ilkesinin kurucusu ve savunucusu olmuştur.

Benzer Konular

  1. Rüzgârla Gelen - Cathy Lamb Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:13
  2. Nehirlerin Kadını - Philippa Gregory Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:12
  3. Sensiz Bir İlkbahar - Agatha Christie Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  4. Gitmene Asla İzin Vermeyeceğim - Hope Tarr Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  5. kitap özetleri ...
    By soleil in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.Ocak.2009, 23:13

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.