Ukrayna’nın bağımsızlığı, Rusya’nın kendini vakfettiği Pan-slavik bir kimliğin özüne meydan okudu ve Rus Devleti için yaşamsal bir jeopolitik gerilemeyi temsil etti,
* Baltık’ta ve Karadeniz’de belirleyici konumunun kaybına neden oldu,
* Türkiye’nin bir zamanlar kaybettiği etkisinin Kafkaslar ve Karadeniz’de tekrar sağlanmasına neden oldu,
* Hazar Denizi’nde belirleyici konumda iken şimdi hak iddia eden beş ülkeden yalnızca birisi durumuna indirgendi,
* Güneydoğu sınırlarında bazı yerlerde 1000 milden fazla kuzeye itilmesine neden oldu.
SSCB dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu (RF) yeniden yapılanma sürecini devam ettirmektedir. Bugünkü Rusya Federasyonu, Avrasya’nın doğusundaki güç (Japonya, Güney Kore, Çin) ile batısındaki (AB) güç arasında denge sağlayabilecek güçte görünmüyor. SSCB döneminde sahip olduğu bu bölgedeki kaynaklara tekrar sahip olma şansını kaybetmiştir. Rusya ne arka bahçesinde ne de ön bahçesindeki toplulukların kırbaçlı kâhyası olma şansını da kaybetmiştir. Baskı tedbirleri ve yönetimi ile sağlayacağı sınırlı başarılar Rus Federasyonu’nun da dağılmasına sebep olabilir.
Bugün Rusya, ülkesindeki tüm dinamikleri kapsayan yeniden yapılanma sürecini yaşamaktadır. Gerilediği bölgesel güç kimliğini, belirsizliğin ve istikrarsızlığın süre geldiği bir ortamda yeniden şekillendirmeye çalışmaktadır. Rusya, hiçbir zaman eski SSCB olamaz ancak bugünkü gibi bir Rusya olarak da kalmayacaktır.
RF, sahip olduğu geniş coğrafyasında zengin doğal kaynaklara sahiptir ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Avrasya’nın önemli güç merkezlerinden birisi olarak yer alması uzak ihtimal değildir.
Rusya’nın jeopolitik yönelimlerine ilişkin bazı esaslar şöyle özetlenebilir .
* Ülkenin demokrasi kapsamında yeniden yapılanmasına devam edilmesi,
* Batı’nın endüstriyel ülkeleri ve güçleri arasında yer almak için gerekli düzenlemelerin yapılması,

* Rusya’yı çevreleyen devletler ile güvenlik amaçlı tampon ülkeler kuşağının oluşturulması,
* Ulusal çıkarlarının gerektirdiği yönde Batı ile ortaklık düzeyinde ilişkilerin sağlanması,
* BDT ülkeleri ile ilişkilere birinci derecede önem verilmesi ve her alanda geliştirilmesi,
* Diğer Asya devletleri ile yakın ilişkilerin oluşturulması ve güç dengelerinin korunması,
* Ortadoğu ülkeleri ile yakın ilişkilerin sürdürülmesi ve geliştirilmesidir.
Rusya’nın Türkiye’ye yönelik jeopolitik yönelimlerinde öngördüğü yaklaşımlarını şöyle belirlemek mümkündür.
Rus-Türk ilişkileri, 1525’de bugünkü Tataristan’ın başkenti olan Kazan’ın ele geçirilmesiyle başlamış ve İdil-Ural bölgesi ve Kuzey Kafkasya’da devam etmiştir. Doğrudan Osmanlı İmparatorluğuna yönelik girişimleri ise 17. yüzyıl sonlarında başlamış ve iki yüzyılı aşan bir dönemde 1917’ye kadar çok sıcak ve kanlı bir şekilde sürdürülmüştür. Bu dönemde bilhassa 19. yüzyılda tüm Kafkasya’da ve Orta Asya’da da Türk Dünyasına karşı bu kanlı mücadeleyi devam ettirmiştir. Hiç vazgeçmediği “sıcak denizlere inme” amacını Balkanlar ve Kafkaslarda Türkler, Afganistan’da ise İngilizler engellemiştir.
Türkiye’nin NATO içindeki rolü, aday olduğu AB sürecindeki yeri ve geleceği ve de etkinliği, ABD ile ikili ilişkileri, Türk dünyasındaki yeri ve etkinliği Rusya’yı ciddi şekilde düşündürmektedir. NATO’nun hudutları dışında kuvvet kullanmasına, İncirlik Üssünün NATO ve BM’lerin amacı ve kararları dışında kullanılmasına Rusya sürekli tepki göstermektedir.
Rusya, Türkiye’yi ABD’nin çıkarlarını koruyan ve onun aracı niteliğini taşıyan politikalar yürütmekle itham etmektedir.
Eski Cumhurbaşkanı Demirel’in, Orta Asya’da, Azerbaycan’ın da katılımı ile “Türk Devletler Birliği”nin kurulmasına ait önerisi, Türkiye’nin Moskova’yı dışladığı izlenimi yaratmıştır.
Rusya, Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile toplumsal, siyasal ve ekonomik içerikli laik ve demokratik devlet anlayışına göre ilişkiler kurmasına ilke olarak karşı olmadığı görünümünü vermektedir. Ancak Türkiye, Pan-Türkizm amaçlı milliyetçilik çizgisinde politika güderse, İran’ın da buna İslam ağırlıklı yaklaşımları ile cevap vermeye kalkışması halinde, Türkiye-İran rekabeti ile nüfuz kazanma yarışı başlayabilecektir. Bu durum, bölgede istikrarsızlığa ve çeşitli risklerin oluşumlarına neden olabilecek ve Rusya’nın daha ağırlıklı olarak bölgeye müdahalelerine yol açabilecektir .
Rusya, Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan anlaşmazlığında ve başta Çeçenistan olmak üzere Rusya Federasyonu’ndaki Türk ve Müslüman toplumlarının Rusya’dan ayrılma isteklerinde ağırlığını tarafları uzlaştırmadan yana kullanmasını istemekte ve bunun bölgede istikrarı sağlamaya hizmet edeceğini ileri sürmektedir. Eğer Türkiye, Ermenistan’a karşı kurulacak sürekli bir ittifakın içerisine girerse, karşısında Rusya’yı bulacak, uluslararasında olumsuz etki yaratacak, İran’ı da içine çekebilecek sorun, bölgede ciddi gelişmeleri birlikte getirebilecektir. Bununla bağlantılı olarak, RF’daki Türk ve Müslüman toplumların Rusya’dan ayrılma isteklerine Türkiye’nin destek vermesi halinde, Rusya Türkiye’deki bölücü gruplara destek vereceğini ima etmekte ve zaman zaman bu desteği vermektedir. Rusya örtülü hareketlerin ustasıdır. Türkiye’ye karşı bu politikayı 1867’den beri benimsemiş ve takip etmektedir.
Balkanlarda Türkiye ile Rusya’nın politikaları uyum içinde değildir. Türkiye’nin Balkanlarda önemli rol oynamasını Rusya’nın istemediği de bir gerçektir. Bununla beraber, Rusya, Türkiye’nin Balkanlarda jeopolitik ve tarihsel bağlantılı olarak önemli rol sahibi olduğunu görmezlikten de gelemez. Türkiye’nin bölgede ağırlığının artması olasılığı karşısında, Rusya-Sır***tan-Yunanistan Ortodoks dayanışmasına ivme kazandırması muhtemeldir.
Rusya, Türkiye’de “Dış Türkler” konusundaki gelişmeleri ve görüşleri dikkatle izlemektedir. Özellikle aşırı milliyetçi liderlerin ortaya çıkmasını ve bu yönde kamuoyunun tutumunu ve radikal grupların faaliyetlerini yakînen takip etmektedir .
Rusya ile ilgili iyimser tahminler yanıltıcı olabilir. Rusların genlerinde yayılmacılık vardır. Bu amaçlı hedef ve politikaları 18. yüzyıldan beri değişmemiştir. 21. yüzyılın ilk çeyreğini takibeden dönemdeki gelişmeleri tahmin etmek zordur fakat Ruslar için bu bağlamda yanılma payı fazla olmayabilir.
e. Balkanlar
Avrupa’nın beş büyük yarımadasından biri olan Balkan Yarımadası, Orta Avrupa’ya ve Akdeniz’e uzanan Jeostratejik konumu ile önemli özelliklere sahiptir. Eski çağlar bir yana, Balkanların tarihinde büyük bir yeri olan Osmanlılar zamanında, Balkan Yarımadasının ve Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi konumu, bu kritik coğrafi bölgeyi, İngiltere, Rusya, Habsburg İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Almanya’nın çıkarlarının çakıştığı bir bölge durumuna getirmiş ve sayısız müdahale, isyan ve savaşlara yol açmıştır.
Balkan Yarımadasının coğrafi konumu, Avrupa’nın diğer bölgelerine geçit veren, Asya’nın bitişiğinde ve Afrika’ya yakın olması, bu bölgenin, daima imparatorluklar arasında bir buluşma ve mücadele alanı ve çekici bir fütuhat hedefi olmasına yol açmıştır.
Fiziki coğrafya açısından Balkanların sınırları kuzeyde Tuna Nehri ve Sava Irmağı, doğuda Karadeniz, güneydoğuda Ege Denizi, güneyde Akdeniz, güneybatıda İon Denizi ve Adriyatik ile çevrilidir. Siyasi coğrafya açısından ise Balkanlar; Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Türkiye’nin Avrupa’daki toprakları ve eski Yugoslavya ile Romanya’nın tümünü içine alır.
Balkan Yarımadasının kıyıları, Akdeniz sistemine dahil olan 6 denize açılmaktadır. Bu durum, Balkanların, Akdeniz stratejisindeki çok boyutlu yerini vurguladığı gibi; Balkan ülkelerinin çoğunun deniz ulaştırması ve denizcilik alanlarındaki gelişmelerine de ışık tutmaktadır.

Stratejik konum, fiziki coğrafya ve etnik ve dinsel yapı açılarından, bölgenin stratejik ve jeopolitik çekirdeği eski Yugoslavya’dır. Rusya’nın emperyalist dürtülerle Güney Slavlarını kendi nüfuzu ve Sırpların egemenliği altında bir Güney Slavları birliği halinde toplamak için kurulmasına çaba gösterdiği “Sırp, Hırvat, Sloven Krallığı” ve daha sonraki Yugoslavya Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin iç ve dış sınırlarının jeopolitik faktörler gözetilmeksizin çizilmesi, diğer bir deyişle, Yugoslavya Federasyonunun, etnik grupların amaç ve iradeleri gözetilmek suretiyle değil, Lenin ve Stalin’in yaptıkları gibi, yukarıdan empoze edilmek suretiyle kurulması, bölgenin kararsız ve karmaşık doğasının önemli nedenlerinden biri olmuştur.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-cografya-dersi/50584-jeopolitik-ve-turkiye-nin-yer-aldigi-yeni-jeopolitik-ortam-post103140.html
Balkanlar, İslam ve Hristiyan dünyalarının birleştiği başlıca yerlerden biridir. Büyük İskender Balkanlardan yola çıkarak Anadolu üzerinden Afrika ve Asya’ya geçmiştir. Romalılar, Akdeniz’den ve Balkanlardan Anadolu’ya geçerek Avrupa’da sağladıkları büyük güç birikimini aynı yoldan Asya topraklarına aktarmışlardır. Daha sonraki çağlarda Hristiyanlık, Boğazlar üzerinden Balkanlara ve oradan da Avrupa kıt’asına yayıldığı gibi; İslamiyet de Anadolu’dan Boğazlar üzerinden balkanlara yayılmıştır.
Balkanlar makro düzeyde, Orta ve Doğu Avrupa’da başlayan ve Boğazlar ve Süveyş bölgeleriyle ana petrol alanlarını hedef alan askeri operasyonların üs ve destek bölgesi olma özelliğini de taşımaktadır. Diğer taraftan Orta ve Doğu Avrupa’da cereyan eden bütün savaşlarda, Balkanlar, savunan ve taarruz eden taraflar için daima büyük önem taşımıştır. Bu bakımdan, Balkanların Avrupa’nın bütünleşmesi ve güvenliği olayında da önemli bir stratejik işlevi vardır. Balkan Yarımadasının stratejik konumu, Avrupa Kıt’asına, Akdeniz ve Ortadoğu politika ve stratejisinde etkili olma imkânı sağlamaktadır.
Balkan ve Anadolu Yarımadalarını birbirinden ayıran, fakat aynı zamanda bu iki yarımadayı birbirine bağlayan Türk Boğazları, Trakya ile birlikte bütün Balkan Yarımadasını, Türkiye için kritik bir ileri savunma bölgesi durumuna getirmiştir. Türklerle ortak tarih ve kültür değerlerini paylaşan ve kuzeyde Moldova’dan güneyde Yunanistan’a kadar bütün Balkan ülkelerinde yaşayan Türk azınlıklar olduğu gibi, Müslüman dünyasında sadece Türkiye’ye ilgi ve bağlılık duyan 8.500.000 nüfusa sahip Balkan Müslümanları da, Balkanların Türkiye için taşıdğı önemin bir başka boyutunu sergilemektedir.
Balkanlar, tarih boyunca birçok kavimlerin ve orduların istilasına hedef olmuştur. İstilacılar, genellikle Boğazlar ve Trakya’dan; Güney Rusya ve Aşağı Tuna vadisinden ve Avusturya ve Macaristan’dan Balkanlara girmişlerdir. Bu istila ve göçlerin bıraktığı izler ve kültür mirası bugün de yer yer Balkanlarda yaşamaktadır. Bu bakımdan gerek Balkanlar siyasi coğrafyasının bugünkü karmaşık durumunu yansıtan jeopolitik bölünmeler, gerekse bunlara paralel ulusal nitelikler ve demografik özelliklerin çeşitliliği Balkanların tarih boyunca ve topoğrafyasının belirtilen ayırıcı ve bölücü karakterinin doğal sonucu olarak, balkan toplumları arasındaki ilişkiler, daima rekabet ve mücadele karakteri taşımış; yerel gerginlik ve sürtüşmeler, Balkanlar’daki iç kararsızlık ve Balkan devletlerinin kendi güvenlik ve bekalarını sağlamak için bölge dışından müttefik edinmeleri dış müdahaleleri davet etmiştir. Bugün Yugoslavya’nın parçalanması ile Balkanlar’da sayıları 10’a kadar çıkan siyasal birimde, en az 9-10 ayrı konuşma dili ve 3 tek Tanrılı (Semavi) dine bağlı 75 milyondan fazla insan yaşamaktadır.
Bütün bu ve diğer nedenlerle, iç sürtüşmeler ve dış müdahaleler ile bunların yarattığı kararsızlık, Balkan siyasetinin ve stratejisinin egemen niteliğini teşkil etmektedir. Bu nedenle, bugünde, dün olduğu gibi, istikrarsız bütün Balkan devletleri arasında, ikili ya da çok yanlı, toprak, sınır ve azınlık sorunları vardır.
Balkan yarımadasında başlıca beş etnik grup vardır. Bunlar; Arnavutlar, Yunanlılar, Bulgarlar, Güney Slavları (Sırplar, Hırvatlar, Slovenler, Karadağlılar) ve Türklerdir.
Eski Yugoslavya Federasyonu’nun kendine özgü karmaşık yapısı ve bundan kaynaklanan iç sorunları 1989-1990 döneminin getirdiği bağımsızlık istekleri ve Balkanlar’da da kuvvetle estirilen rüzgarların etkisiyle, bu devletin parçalanmasına kadar varan yeni şartlar yaratmıştır. Balkanlarda birbirine muhalif hatta düşman toplumlar meydana getirmesi, herhangi bir ülkenin kontrolünü ele geçirme ya da nüfuz altına almak amacıyla birbirine düşman parçalara bölmeyi hedef tutan ve Romalıların “Böl ve Yönet” ilkesiyle ifade edilen stratejilere, 20. yüzyılın başlarından beri “Balkanlaştırma” adının verilmesine yol açmıştır .
Bölgesel Jeopolitik Yönelimlerin Değerlendirilmesi
Soğuk Savaş sonrasının siyasi coğrafyasının ihtilafları körükleyecek biçimde en fazla değişiklik gösterdiği bölge Balkanlardır.
Yugoslavya’nın parçalanması ve Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek’in bağımsız devletler olarak ortaya çıkmaları sonucunda en yaygın ve kanlı çatışmalar bu bölgede cereyan etmiştir.
Yugoslavya daha önce Sovyetler Birliğine mesafeli duran bir Federasyon iken parçalanma ile birlikte Sır***tan ile Rusya arasındaki tarihi bağlar yeniden canlanmıştır.
Balkanlardaki sorunlara, ABD, başlangıçta uzak durmasına rağmen, Bosna-Hersek’teki Sırp katliamına karşı müdahalede başarılı olamayan ve hatta bilinçli olarak seyirci kalan Avrupa’nın tutumu ABD müdahalesini zorunlu kılmış ve Dayton Anlaşması ile savaş durdurulmuş ve Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğü şimdilik korunabilmiştir.
Kosova’da ise ABD daha belirgin ve doğrudan bir rol almıştır.
AB, askeri sorumluluğu üstlenecek vurucu güce, güç aktarma yeteneğine, uydu istihbarat olanaklarına ve gereken siyasi iradeye sahip olamadığı için ABD’nin müdahalesi kaçınılmaz olmuştur. Buna mukabil

AB, ekonomik alanda öncülüğü almış durumdadır. Uzun süreli ve kapsamlı bir Avrupa vizyonu içinde Balkanlarda devamlı barışın sağlanması girişiminde, AB yine ön planda görülmektedir. Balkanlar, bölgede barış ve istikrarın tesisi amacıyla bir dizi insiyatifin odak noktası haline gelmiş bulunmaktadır .
Kosova’da Sırpların giriştiği geniş çaplı etnik temizlik hareketine oluşan tepkinin sonucu olan NATO hava harekatı Sırpları çekilmeye mecbur bırakmıştır. Kosova uluslararası gücün kontrolünde bulunmaktadır ancak, Kosova’nın gelecekteki statüsü halen belirsizdir. Kosova’ya bağımsızlık verilmesi daha başka bağımsızlık isteklerine davetiye çıkarabileceği endişesiyle bundan şimdilik kaçınılmaktadır.
Marksizmin en doğmatik uygulamasına maruz kalan Arnavutluk’ta modern ve demokratik bir devlet yapısını kurmak kolay olmamaktadır. Makedonya’daki hassas dengeler Balkanlardaki oluşumların sürekli tehdidi altındadır. Romanya ve özellikle Bulgaristan AB ile üyelik müzakerelerine başlamış olmanın avantajlarından yararlanmaktadırlar.
Balkanların geleceği bakımından en umut verici gelişme, AB’nin desteklediği ve öncülüğünü yaptığı istikrar paktıdır. Avrupa entegrasyonu kapsamı altına alınmadıkça Balkanlarda sürekli bir barışın olmayacağı görüşü hakimdir.
Türkiye, Balkanlar bölgesinde önemli bir mevkide olup bölge ile çeşitli bağları bulunmaktadır. Türkler dışında bölgede Boşnak, Arnavut, Pomak ve Çerkez olmak üzere 8.500.000 Müslüman yaşamaktadır. Aralarındaki ortak nokta da Osmanlı tarihi ve kültürüdür. Balkanların barış ve istikrarı Türkiye’nin güvenliğini yakından ilgilendirir.
Balkanlar denkleminde Türk-Yunan dengesi temel ögelerden birisidir. Türkiye ve Yunanistan 1999 yılı içinde ikili ve çok yönlü bir işbirliği sürecini başlatmışlardır.
Balkanlar bölgesinin kaderi, kendi dinamiğine, uluslararası toplumun müdahalesine ve özellikle Avrupa Birliğinin politikalarına göre şekillenme yolundadır.
Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen, başta Bosna-Hersek olmak üzere Voyvodina, Kosova, Sancak ve Karadağ sorunlarına bitmiş gözüyle bakılamaz. Bu bölgelerde sıcak gelişmeler beklenebilir.
Balkanlar, konumu ve yapısı itibariyle, asırlardır irili ufaklı devletlerin ilgi odağı haline gelerek sayısız entrika, çatışma, isyan ve savaşlara sahne olmuştur. Bugün de insanoğlu ulaştığı medeniyet seviyesini göz ardı ederek, aynı sahnelerin oluşmasına zemin hazırlamakta ve bölgeyi barut fıçısına kolayca dönüştürebilmektedir. Bunu yapanlar, yapanlara cesaret verenler ne yazık ki demokrasi ve insan haklarının en ateşli savunucuları ve sahip oldukları medeniyetle övünen Batılı ülkelerdir. Bu ülkeler ki, Balkanlarda bir Müslüman toplumu kabul edemeyen ve onların maruz kaldığı Sırp soykırımını görmezden gelen Avrupa’nın başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Almanya gibi devletleridir.
Bosna-Hersek’te işlenen korkunç soykırımı ve onur kırıcı olayları yerinde incelemek üzere BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından bölgeye gönderilen Polonya eski başbakanlarından Tadeusz Mazowiecki’nin 30 Kasım 1992 tarihli “International Herald Tribune” gazetesine yazdığı yazıdan alınan iki cümle herhangi bir açıklamayı gerektirmeyecek kadar açık ve ilerideki kuşaklara aktarılması gereken bir ibret dersidir.
“BM İnsan Hakları Komisyonunun bir özel raportörü olarak, Bosna-Hersek’te kitle halindeki insan hakkı ihlallerini dehşet duyguları içinde gördüm. Uluslararası memurlar ve BM askerlerine karşın kan dökümü sürmektedir. Toplanan deliller, bu korkunç terörün sorumlusu hakkında herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek kadar açıktır. Sorumlusu, Sır***tan makamları tarafından desteklenen Bosna-Hersek’teki Sırp politik ve askeri liderleridir .”Eğer bu kan içici canavarlaşmış yaratıklara “lider” denirse...
f. Kafkasya
Kafkasya, 18. ve 19. yüzyıl boyunca Çarlık Rusyası, Osmanlı İmparatorluğu ve İran nüfuz mücadelelerine sahne oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1877-1878 savaşını kaybederek bölgeden çekilmesini takiben mücadele Hindistan yolunu kesmek isteyen Rusya ile bu yolu açık tutmaya çalışan İngiltere arasında devam etti. 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasını takiben çok taraflı bir rekabet alanına dönüştü. Bugün bu rekabette doğrudan yer alan Rusya, Türkiye ve İran’ın yanında bölgeye uzak olmakla beraber Avrasya’da bugünkü statükonun devamında çıkarları olan ABD vardır.
Rusya, Kafkasya’yı Soğuk Savaş döneminde Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz’e ulaşacak bir koridor olarak görürken, bugün ise tehlikeli etnik ve dini cereyanların güney-kuzey istikametinde Rusya’ya sıçrayabileceği bir üs olarak algılamaktadır. Gerçekte bağımsızlık akımları sadece Güney Kafkasya ile sınırlı kalmamış, Kuzey Kafkasya’daki Türk ve Müslüman Özerk Cumhuriyetler (Dağıstan, Çeçenistan, İnguşistan, Balkar-Kabartay, Çerkez-Karaçay, Osetya, Adıgey ve Kalmuk) ile daha kuzeyde Başkırdistan ve Tataristan’da da canlılığını korumaktadır. İleride atılabilecek yanlış adımlar bu canlılığı daha kuzeye Mari, Mordovan, Çuvaş ve Komi toplumları ile doğuda Hakas, Gorno-Altay, Tuva, Buryat ve Yakut’lara kadar taşıyabilir.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra bağımsızlıklarına kavuşan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan arasında toprak ihtilafları olduğu gibi, ülkeler içinde de etnik grupların birbirlerine karşı tarihi husumetleri ve düşmanlıkları mevcuttur. Özellikle Azerbaycan’da ve Hazar Havzası’ndaki petrol ve doğalgaz kaynakları bölgeyi uluslararası odak noktalarından biri haline getirmiştir.
Üç Kafkas ülkesinden Azerbaycan ve Gürcistan’ın temel politikaları Rus nüfuzundan ve müdahalesinden sıyrılmaktır. Azerbaycan bu yolda en fazla başarıya ulaşmış olan ülkedir. Gürcistan, Rus kuvvetlerinin mevcudiyetinden kurtulma peşindedir. Ermenistan ise Karabağ ihtilafı yüzünden Rusya’ya muhtaç olup Rus kuvvetlerinin ülkesinde kalmaya devam etmesine sıcak bakmaktadır.
Kafkasya, enerji zengini Hazar Havzası ile Orta Asya’yı Rus kontrolünde olmayan ulaştırma yollarıyla

Türkiye ve Batı ile irtibatlayan bir Doğu-Batı koridoru olmaya namzettir. Hazar Havzası ve Kafkasya’daki potansiyel enerji kaynağı Hazar bölgesi ülkeleri için yaşamsal önemdedir.
Hazar Havzası enerji kaynakları Azerbaycan’ı kilit ülke durumuna getirmiştir. Rusya, Azerbaycan’ı nüfuzu altına aldığı takdirde bir taraftan Kafkasya’ya hakim olacak, diğer taraftan Orta Asya’yı dış dünyaya kapayarak kontrol edecektir. Azerbaycan’ın başarılı olması halinde ise Batı ve Türkiye tüm Kafkasya’da etkili olabilecek ve Orta Asya ülkelerinin önleri açılabilecektir. Bu stratejik çatışmanın bir yanında Batı (ABD ve Türkiye) diğer yanında Rusya, İran ve Ermenistan, odak noktasında ise Azerbaycan bulunmaktadır.
Rusya’nın Güney Kafkasya’daki potansiyel güç ve nüfuzu tartışılabilir. Ancak bugün en büyük kaygısı Güney Kafkasya’da kaybolan egemenliğini yeniden kurmak değil, Hazar Havzası’ndan kopmamaktır. Rusya, Hazar Havzası petrol ve gazının başlıca taşıyıcısı olmak amacından da vazgeçmiş değildir.
Başlangıçta Rusya’yı bir “Stratejik Ortak” olarak niteleyen, Rusya’nın “Yakın Çevre” politikasının barışa hizmet ettiğini söyleyen ve bunu “Monroe Doktrini” çerçevesinde ABD’nin Panama ve Grenada’daki harekatına benzeten ABD daha sonra bu tutumunu değiştirmiş, Rusya’ya hoş görüsünü BDT ülkelerinin bağımsızlıklarını ihlâl sınırına geri çekmiştir. Bugün bölgede istikrarı korumak, Rusya’nın bölgeyi tekrar kontrolü altına almasını önlemek ve İran’dan tecrit etmek amacı ile giderek ön plana çıkan bir politika izlemektedir.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler, Karabağ sorunu çözümlenmedikçe veya Azerbaycan’ın kendisi ihtilafa rağmen Ermenistan’la ilişkilerini düzeltmedikçe normalleşemez. Karabağ sorunu bir engel olmaktan çıksa bile, Ermenistan’ın tarihi algılamaları, Türkiye ile Ermenistan arasında tam olarak karşılıklı güven ortamının oluşmasını muhtemelen engelleyecektir.
İran, bölgesel özlemleri olmakla beraber bölgede kayda değer bir rol oynama imkanları sınırlıdır. İran, Azerbaycan’ın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışının İran’da yaşayan 20 milyon civarındaki Azeri Türkü’nün üzerinde ayrılıkçı eğilim yaratabileceğinden endişelidir. Azerbaycan’ın siyasi ve ekonomik başarısı, İran’daki Azeri toplumunun üzerinde çekici bir etki yapması gözardı edilemez. Böyle bir eğilimin İran’daki diğer azınlıklar (Araplar, Türkmenler, Kürtler, Baluciler) üzerinde de etkili olması ihtimal dışı değildir. Bu konuda İran’la Rusya ve Ermenistan arasında bugün için menfaat birliği vardır.
Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler kuşkusuz Kafkasya denkleminin başlıca ögelerinden biridir. İran’daki köktendinci rejimi, Türkiye ve bölge için büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. İran’daki reform hareketi güçlendikçe ve yeni zihniyet dış politikaya yansıdıkça bir rahatlama beklenebilir. Ancak, iki ülkenin karşılıklı çıkarlarını, rejim meselesi dışında uyum ve işbirliğinde aramaları gerekir. İşbirliği yapmayı başardıkları ölçüde Kafkasya’da, Orta Asya’da ve Orta Doğu’da daha büyük rol oynayabilirler .
Zaman zaman Kafkasya’da bir İstikrar Paktı ortaya atılmaktadır. Bu fikrin de Karabağ sorunu çözümlenmeden gerçekleşmesi zordur. Diğer taraftan Rusya ve İran katılmadan böyle bir pakt anlamsız olur. Onların katılmaları halinde ise ne getirip ne götüreceği çok iyi hesaplanmalıdır.
Türkiye Kafkasya’dan jeopolitik ve ekonomik yararlar sağlayabilecek durumdadır. Türkiye’nin eğilimleri Kafkas ülkeleri üzerinde belirleyici bir etki yapma olanağına da sahiptir. Türkiye’nin Kafkaslar’daki en büyük kozu Azerbaycan’dır. Bu ülke bugün geniş ölçüde kaderini Türkiye’ye bağlamış ve onunla siyasi ve ekonomik bir dayanışma içine girmiştir. Kültürel alanda yakınlaşma gittikçe artmaktadır. Çağdaşlaşma çizgisini sürdürmesi ve Batı ile güçlü ilişkiler sağlayarak devam ettirmesi halinde bu ülkeler, başındanberi arzu ettikleri aynı yöne daha sıkı sarılacaklardır. Fakat iç ya da dış nedenlerle Türkiye’nin bu çizgisinde duraklama ya da sapma olursa, Gürcistan ve Azerbaycan’ın Rus etkisi altında kalmaktan başka seçenekleri kalmayacak ve gelecekleri Rusya-Avrupa ilişkilerinin ipoteği altına girecektir.