Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu
büyük önder Mustafa Kemal Atatürk,
yalnızca bir asker, komutan, diplomat,
politikacı ve devlet adamı değildi.
O, bir düşünürdü de...
O’nun, ulusumuzun toplumsal yapısı, uygarlık ve çağdaşlık anlayışı, dinsel inancı ile “Türk” ve “insan” olmanın anlamı konusunda yazdığı kimi yazılar, yaptığı kimi konuşmalar, üzücüdür ki,
Türk halkına ulaştırılmamıştır.
Türk halkının büyük bir bölümü, bu nedenle,
Mustafa Kemal Atatürk’ü,
tanıması gerektiği düzeyde tanıyabilme
ve O’nu anlaması gerektiği düzeyde anlayabilme olanaklarından yoksun bırakılmıştır.
Aşağıda
O’ndan kalan elyazısı belgelere dayanan "Dayanışma ve Barışçılık" hakkındaki görüşlerini okuyacaksınız.

İnsanlar birbirine bağlıdır. “İlim, toplumların büyüklüğünün sırrını, insanlara açmıştır; bu sır, insanların birbirine olan bağlarıdır.” Bütün insanlar, bir sosyal vücudun organlarıdır ve bu sebeple birbirine bağlıdır. Bir de insanlar, ölülerin kültürel mirasçıları olduklarından aralarındaki bağlar her zaman ve her yerde geçerlidir. Bu bağlar; doğaldır, sosyaldir ve ekonomiktir.
Doğal bağın bize öğrettiği şudur: Özellikle, iş bölümü ve kültürel mirasçılık yüzünden, herkes sahip olduğu şeyin ve hatta kendi kişisel varlığının en büyük kısmını, atalara ve aynı zamanda ve bir zamanda yaşadığı insanlara borçludur.
Eğer böyle ise, yani eğer her yerde, insanın insana karşı bir borcu varsa, bütün borçlar gibi bunun da ödenmesi lazımdır.
Bu borçlar, kimin tarafından ödenmelidir?
İnsanlar arasındaki doğal ve sosyal bağdan istifade ederek servetkazananlar tarafından! Çünkü, eğer gelmiş geçmiş, ismi bilinmeyen binlerce bağlı insan olmasaydı, zaten bu servet olmazdı.
Kime ödenmeli?
Doğal ve sosyal bağdan zarar görenlere! Gerçi, bu alacaklıların kişi olarak bilinmelerine imkan yoktur. Fakat bunların temsilcileri vardır; devlet veyahut birçok sosyal yardımlaşma kurumları...
Nasıl ödenmeli?
Bir defa, devlete vergi, özellikle artar vergi olarak ve sonra bağış ve yardım kuruluşlarına kendiliğinden verilebilir.
Bu söylediklerimizden, insanların, birbirine bağlı ve birbirine yardımcı olmalarından, geçmişin ve günün nimetlerinden hepsinin aynı derecede faydalanamamış ve faydalanamamakta oldukları anlaşılıyor. Bu eşitsizliği gidermek için, bir kısım insanlardan, diğer bir kısım insanlar için adeta tazminat isteniyor. Bu farklı faydalanmanın başlıca sebebi, şüphesiz ki insanların, çeşitli nitelikler ve kabiliyetler yüzünden birbirlerine benzememeleridir. Bu noktada, şöyle bir teori söylenmektir.
Gelişmenin amacı, insanları birbirine benzetmektir; dünya birliğe doğru yürümektedir; insanlar arasında sınıf, derece, ahlak, elbise, din, ölçü farkı gittikçe azalmaktadır. Tarih, yaşama kavgasının ırk, din, kültür, terbiye yabancıları arasında olduğunu gösterir. Birliğe doğru yürüyüş, barışa doğru da yürüyüş demektir. Bağlılık hakkında bir fikir edin meye en uygun olan düşünüş ve görüş, bu son yorum olabilir. Fakat, birer fikir olarak aldığımız bağlılık teorilerinin gereklerini, uygulamada “Sosyal Güvenceler” adı altında toplamak mümkündür.
Bu sosyal güvencelere devlet sosyalistliğine yaklaşarak varılabilir. Bu yol, kanun yoludur.
a) İş kurumu
b) Şehirlerin ve atölyelerin sağlık koruması (Çevre ve iş sağlığı)
c) Bulaşıcı hastalıklara karşı korunma
d) İşçinin, ihtiyarlığa ve kazalara karşı sigortası (Emeklilik ve kazalara karşı sigorta)
e) Hasta ve ihtiyar yoksullara zorunlu yardım
f) Çiftçi sandıkları
g) Yardım cemiyetleri kurulması (Yardımlaşma kurumları)
h) Ucuz evler yapılması (Sosyal konut yapımı)
i) Okul çocukları için, okullarda kantinler
j) Bütün bu gibi kurum ve kuruluşlara, devlet bütçesinden yardım ve buna benzer hususları sağlamak için kanunlar.

Bağlılığın saydığımız şekilde uygulamaları çoktur; fakat, bu uygulama fikri, her yerde beğeni görmüş değildir; çok tenkitlere de uğramaktadır. Özellikle, bağlılık teorisinin uygulamalarını, kişinin sorumluluk duygusunu zayıflatan veyahut yok eden bir hareket olarak görenler vardır.
Diyorlar ki, zayıflığımızı, kusurumuzu, ayıplarımızı, toplumun üstüne atmak, kişisel sorumluluğu kaldırmaktadır. Halbuki ahlak kanununun temeli, kişisel sorumluluktur.
Bu tenkitler, zorla ve hukuki şekilde, sosyal borç fikrini bir yana bıraktırmaya yeterli olabilir. Bağlılığın, ahlaka esas teşkil edeceği de sağlam bir iddia olmayabilir. Fakat bağlılığın pratikte şunları öğrettiği de görülmektedir:
ı) Başkasına olan bir iyilik, bize de iyiliktir. Başkasına olan kötülük, bize de kötülüktür. Bu sebeple, iyiliği sevmek ve kötülükten kaçınmak lazımdır.
ıı) Yaptığımız işler, etrafımızda sevinçler veya acılar halinde yankılar uyandırır. Bu durum bize, vicdani vazifeleri duyurur.
ııı) Bağlılık, bizi başkaları için hoşgörülü yapar. Çünkü, başkalarının kusurlarında bizim de istemeyerek çoğunlukla beraber suçlu olduğumuzu gösterir.
Kısaca, bağlılık “herkes, kendi için” yerine “herkes, herkes için” düşüncesini ortaya koyar. Bu düşünce sosyaldir, millidir, geniş ve yüksek anlamıyla insancıldır.
Türk Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta barış, dünyada barış gayesi, insanlığın ve medeniyetin refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerekir.
Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak bizim için iftihar nedenidir.

Türkiye’nin emniyetini amaçlayan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan, bir barış istikameti bizim daima prensibimiz olacaktır.
Milletimiz, insancıl çağdaş gayelere değer verir ve teknolojik, endüstriyel ve ekonomik durum ve ihtiyacımızı takdir eder. Bunun için devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak kaydıyla... Milliyet esaslarına uymakta olan ve memleketimize karşı saldırgan emel beslemeyen herhangi devletin teknolojik, ekonomik, endüstriyel yardımını memnuniyetle karşılarız...
Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyoruz.
Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa, Türkiye onu, istekle karşıladı ve yardımlarını esirgemedi.
Barış milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram, bir defa ele geçirilince devamlı bir özen ve dikkati, her milletin ayrı ayrı hazırlığını gerektirir.
Dış işlerinde dürüst ve açık olan siyasetimiz özellikle barış fikrine dayalıdır. Uluslararası herhangi bir meselemizi barışçı yollarla çözümlemeyi aramak bizim çıkar ve anlayışımıza uyan bir yoldur. Bu yol dışında bir teklif karşısında kalmamak içindir ki, güvenlik prensibine, onun vasıtalarına çok önem veriyoruz. Uluslararası barış havasının korunması için Türkiye Cumhuriyeti yapabileceği herhangi bir hizmetten geri kalmayacaktır.
Bizim düşüncemize göre uluslararası siyasi güven ortamının gelişimi için, ilk ve en önemli şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde samimi olarak birleşmesidir.
Biz uluslararası ilişkilerde karşılıklı güven ve saygının, açık ve samimi politikanın en ateşli taraftarıyız. Hassasiyetimiz, bu alanda ortaya çıkan durum ve yükümlülüklerimize karşı, bunların bizim için de geçerli ve gerçek bir güven sağlayıp sağlamayacağı noktasındadır.

Barış prensibi insanlığın ilerlemesi ile paralel olarak kuvvetlenmektedir. Harpten büyük zararlar görmüş milletlerin bu prensibe daha büyük bir sadakat ve samimiyetle bağlı olacakları doğaldır... Bu prensibin bütün devletlerce temel siyaset sayılmasıyladırki, medeniyet için ve milletlerin mutluluk ve refahı için en gerekli olan barış yerleşmiş olur.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/mustafa-kemal-ataturk/48572-dayanisma-ve-bariscilik-ataturk.html#post98664
Eğer devamlı barış isteniyorsa kitlelerin durumlarını iyileştirecek ulus lararası tedbir alınmalıdır. Tüm insanlığın refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir.
Milletimizin savunma vasıta ve kuvvetlerine özel önem vermesi gerektiğini söylemek vazifemdir. Bizim içinde bulunduğumuz yakın çevrede barış idealinin memnuniyet verici ilerlemeler kaydetmiş olmasından teselli duyabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası barışı ve onun önemini kuvvetlendirmek için, kendi etki ve gücünün olduğu sahada aynı arzuda olanlarla beraber, hayırlı faaliyetlerde bulunmuştur.
Milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin çıkarları gerektirdiği takdirde, insanlığı meydana getiren milletlerden her biriyle medeniyet gereklerinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir dikkatle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.
Coğrafi durumları ne olursa olsun, milletler birbirine birçok bağlarla bağlıdırlar. (Dünyada milletler bir apartmanın sakinleri gibi kabul edilir.) Eğer bir apartman, sakinlerinden bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına imkan yoktur.•

* Bu yazı Bütün Dünya dergisinden alınmıştır.