Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


Sayfa 2/2 İlkİlk 12
16 sonuçtan 11 ile 16 arası
  1. #11
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Atatürk Ilkeleri Ve Inkilap Tarihi

    TÜRK-SOVYET İLİŞKİLERİ DOĞU CEPHESİ

    Sovyetler daha Ankara’da TBMM açılmadan önce Türkiye ile ilgilenmeye başlamışlardır.1 Mayıs 1919 günü dünya işçilerine hitaben yayınladığı demeçte Türk işçi, asker ve köylüsünü ayrı bir paragraf ayıran Sovyet hükümeti Anadolu’daki milli kımıldanışı kastederek Türkiye’den başlattıkları ihtilalin sonunu getirmelerini istemişti. Sivas Kongresi’nin bitiminden 2 gün sonra Türk işçi ve köylüsüne hitaben ikinci bir demeç yayınlayan Sovyet Rusya bu demecinde de İngiltere’ye ve özelliklede İstanbul Hükümetine hücum etmektedir.Bu demeçler Sovyetlerin,Erzurum ve Sivas Kongreleri ile başlamış olan Milli Mücadeleyi desteklemeye hazır oldukları kanaatini uyandırmıştı.Çünkü Rusya bu demeçte bütün işin Türk işçi ve köylüsünün çabasına kaldığını belirlemekte ve Rus Hükümetini Türkiye’ye kardeşlik elini uzatmaya hazır olduğunu vurgulamaktadır.Nitekim Sovyetlerin 13 Eylül 1919 tarihli demecinin anlamı,Sovyet Dış İşleri Bakanı’nın 1919 Aralık’ında hazırladığı bir raporda daha açık ifade edilmiştir. Çiçerin bu raporda,doğuda Avrupa ve Amerikan Kapitalizmine karşı kıpırdanışın daha somut bir biçimde ortaya çıktığını belirterek,mücadelelerinde Türklere yardım etmek arzusunda olduklarını,Onlara samimi bir biçimde bildirdiklerini ifade etmektedir.Ancak Rusları bu denli cesaretlendiren ve açık konuşmaya iten olayın,Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi sırasında yaptığı’’bağımsızlığını tehlikede gören Rus Milletinin silaha sarılarak,zafere ulaştığı’’şeklindeki bir beyanatından kaynaklandığı açıktır.

    Türkiye ile Sovyetler arasında bir yakınlaşma ihtimalinden rahatsızlık duyan İngilizler,Ruslarla 1920’de yaptıkları Ticaret Antlaşmasına,Kemalistlere yardım etmemeleri şartını koydurmaya çalışmışlarsa da,bunu Sovyetlere kabul ettirememişlerdir.Ancak Mustafa Kemal’i Sovyet Rusya’ya yaklaşmaya iten olay,İngilizlerin 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal etmeleridir.Bu gelişme Türkiye’yi Sovyetlerle temasa geçmeye mecbur etmiştir.

    TBMM’nin açılmasından üç gün sonra,Mustafa Kemal Lenin’e gönderdiği bir mektupla,Ankara ve Moskova arasında normal münasebetlerin kurulmasını,yabancı emperyalizmine karşı ortak mücadele edilmesini istemiş,Ankara Hükümeti’nin Misak-ı Milli’ye dayanan politikasını Sovyetlere iletmiştir.Mustafa Kemal’in Lenin’e hitaben yazdığı bu mektuba,3 Haziran 1920’de Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin cevap vermiştir.Bu mektupla Sovyet Hükümeti,TBMM Hükümetini resmen tanımış ve iki hükümet arasında diplomatik münasebetler resmen kurulmuştur.Bununla birlikte Çiçerin’in mektubunda herhangi bir ittifaktan söz edilmemiştir.O dönemde Sovyetlerin Ankara ile bir siyasi veya askeri ittifaktan kaçınmalarının bazı sebepleri vardır.Böyle bir ittifak Rusya’nın,İngiltere ile yapacağı Ticaret Antlaşmasının geleceğini tehlikeye sokabilirdi.Ayrıca Sovyetler Kominist olmayan ülkelerle ittifakı kendileri açısından uygun görmemekteydiler.Rusya Türkiye’nin mücadelesinde başarılı olup olamayacağı konusunda şüpheler taşımaktaydı.

    Haziran ayı başlarında Ankara ile Moskova arasında resmi ilişkilerin kurulmuş olmasına rağmen,Ankara Hükümeti 1920 de Sevr Antlaşmasını imzalamak üzere Fransa’ya hareket eden Osmanlı temsilcilerinin antlaşmaya imza koymaları halinde,duruma ancak kuvvet kullanarak karşı koyabilecekleri inancındadır.Bu kuvvetin sağlanabilmesi için de Ankara Hükümeti,Sovyet Rusya’dan yardım alınması mecburiyetini hissetmektedir.Bu sebeple ihtiyacımız olan para ve her çeşit savaş malzemesinin temini gayesiyle,Dışişleri Başkanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir delegasyon,11 Mayıs’ta Ankara’dan hareket ederek,19 Temmuz’da Moskova’ya ulaşmıştır.Dostluk Antlaşması’nın esaslarının 24 Ağustos’ta hazırlanmış olmasına rağmen,Bekir Sami Bey’in bu antlaşmayı imzalaması mümkün olmamıştır; çünkü Sovyetler antlaşmanın imzalanmasına karşılık Bitlis, Van ve Muş illerinin Ermenistan’a bırakılmasını istemişlerdir. Bu gelişme bir süreden beri askıya alınmış olan Ermeni Sorunu’nun halledilmesi mecburiyetini gündeme getirmiştir.

    ERMENİ MESELESİ

    A)Ermeniler Hakkında Genel Bilgi

    Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden sonra burada yaşayan Ermeniler için yepyeni bir dönem açılmıştır. Hıristiyan alemi Ortaçağın karanlığı ile boğuşurken, İslam dünyası insani değerlerin güzelliklerini yaşamakta, hakimiyeti altındaki insanlarda , bu hoşgörü ortamından en üst seviyede yararlanmaktadırlar. Böyle bir dönemde Türklerle tanışan Ermeniler Anadolu’da Selçuklu idaresinde ve 19. yüzyılın ikinci yarısının sonlarına kadar da Osmanlı idaresinde huzur ve güven içinde varlıklarını, dil, din ve kültürlerini sürdürmüşlerdir. İstanbul’un Fatih Mehmet Sultan tarafından fethinden sonra Bursa’dan, İstanbul’a getirilip yerleştirilen Ermeniler Bizans idaresinde sahip olmadıkları dini hürriyetlerine kavuşmuşlardır. Ermeniler diğer azınlıklardan daha fazla Türklerle kaynaşıp, anlaşarak Osmanlı Devletinin güvenini kazanmışlardır. Tarım, ticaret, kuyumculuk gibi işlerle uğraşıp zenginleşen Ermeniler, Türklerden daha rahat bir hayat sürmüşlerdir.1856’dan sonra yüksek devlet memurluklarına ve elçiliklere atanan Ermeniler, milletvekili ve hatta bakan bile olmuşlardır. Osmanlı Devleti de Ermenileri, devlete bağlı unsurlar olarak görmüş ve Ermeniler devlet yöneticilerince Millet-i Sadıka (Sadık Millet) olarak isimlendirilmişlerdir. Nitekim Osmanlı Devleti egemenliğinde yaşayan diğer Hıristiyan unsurlar hep ayrılıkçı hareketlere giriştikleri halde, Ermeniler bu doğrultuda en son harekete geçen etnik unsur olmuşlardır.

    B)I. Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Meselesi

    Balkanlarda Osmanlı Devletine bağlı çeşitli etnik unsurların ayrılıkçı faaliyetleri, milliyetçilik ruhu Ermenileri de etkilemiştir. Ancak devlet tarafından kendilerine Millet-i Sadıka denilen bu etnik unsurun Osmanlı devletine karşı isyan noktasına gelmesinde Rus ve İngiliz kışkırtmalarının rolü büyüktür.18. yüzyılın başlarından itibaren sıcak denizlere inme politikasını benimseyen Rusya, bir türlü politikasını gerçekleştirememiştir. Bu da Rusya’yı sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirmede Ermenileri bir araç olarak kullanmaya itmiştir. Doğu Anadolu’da Rusya kontrolünde kurulacak bir Ermeni Devleti, Rusların doğu Akdeniz’e ve Basra Körfezine inmelerini sağlayabilirdi. Bu noktadan hareketle Rusya, Balkanlar’da Osmanlı tebaası olarak yaşayan Slav kökenli unsurları kışkırtarak, Osmanlı’ya karşı batıda oluşturduğu baskıyı, doğuda da Ermenileri kullanarak oluşturmayı düşünmüştür. Rusya’nın bu çabaları boşa gitmemiş, Rusların etkisinde kalan Ermeniler 1862’de Zeytun’da 1863’de de Van’da ilk ayaklanma girişiminde bulunmuşlardır. 1860’dan itibaren hızla örgütlenmeye başlayan Ermenilerin teşkilatlanmasında din adamlarının rolü büyük olmuştur.
    Balkanlardaki ve Doğu Anadolu’daki faaliyetlerinin semerisini kısa bir süre sonra gören Ruslar; Osmanlı Devletine karşı yöneltecekleri bir saldırıda Balkanlardaki Slav kökenli unsurların ve Kafkasya’daki Ermenilerin desteğini elde etmişlerdir. Tabi bu hizmetler karşılığında Rusya, Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilere muhtariyet verilmesini sağlayacaktır. Bu plan 1977-88 Osmanlı-Rus Savaşı’nda uygulanmıştır. Bu savaşta Osmanlı kuvvetleri yenilince, Ruslar batıda İstanbul önlerine, Doğuda da Erzurum’a kadar ilerlemişle, Ermeni Patriği aracılığı ile “ya Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurulmasını, ya da bu bölgenin Rus kontrolüne alınmasını” istemişlerdir. Savaştan sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın 16. Maddesi ile Osmanlı Devleti Ermeniler lehinde yenilikler yapacak, Rusya’da bu düzenlemelerin güvencesi olacaktır. Bu antlaşmanın uygulanması halinde Rusların güneye inme imkanı bulacağını anlayan İngilizler, Ayastefanoas Antlaşmasını Berlin Antlaşması ile değiştirerek, Rusya’nın güneye inmesini olduğunca önlemek istemişlerdir. Berlin Antlaşması yalnız Ermeniler lehinde yenilikler yapılmasını öngörmektedir. Bu durum muhtariyet bekleyen Ermenileri hayal kırıklığına uğratmıştır. Ancak Ermeniler muhtariyet kararını çıkartamamış olsalar da, kendilerine şimdi İngiltere gibi yeni ve güçlü bir koruyucu bulmuşlardır.
    1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar bölgede zayıf bir Osmanlı Devleti’nin varlığından yana bir politika izleyen İngilizler, bu savaştan sonra politikalarını değiştirerek, Osmanlı Devleti’ni yıkma politikalarını uygulamaya koymuşlardır. Doğu Anadolu’da İngiltere’nin himayesinde oluşturulacak bir Ermeni Devleti, Bu İngiliz politikasının gerçekleşmesinde faydalı olabilecektir.
    Berlin Antlaşması ile umduklarını bulamayan Ermenilerin, 1870 ve 1880’li yıllarda teşkilatlanma ve ayaklanmalarında artış görülmüştür. Çünkü II. Abdülhamit’in Berlin Konferansının Ermenilerle ilgili kararını yürürlüğe koymaması, Ermenileri amaca ulaşmak için tek yolun şiddet kullanılması olduğu anlayışına yöneltmiştir. Bu nedenle de 1877-78 tüm dünya tarihçilerinde Osmanlı Devleti’nde bir Ermeni meselesi çıkışı açısından dönüm noktası sayılmaktadır. Ermeni terör hareketlerini organize eden Hınçak ve Taşnak Komitelerinin kurulması da bu tarihten sonra gerçekleşmiştir. Taşnak komitesinin 1892 yılındaki toplantısında Türkiye’deki Ermenilerin silahlandırılması, Türk devlet adamlarına karşı suikastlar planlanması ve büyük bir silahlı ayaklanma için hazırlık yapılması kararı alınmıştır. Ermenilerin bu karar doğrultusundaki çalışmaları Osmanlı hükümeti tarafından yakından takip edilmiş, olayların büyümeden engellenmesine çalışılmıştır. Ancak Osmanlı Devleti’nin bu tutumu Avrupa’da ve Rusya’da hoş karşılanmamış, hükümetin aldığı kararları bir soykırım gibi algılamak isteyen İngiltere, Rusya ve Fransa 1895’te Osmanlı Devletine bir nota vererek, Berlin Antlaşmasında söz konusu olan Ermenilerle ilgili düzenlemelerin gerçekleştirilmesini istemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin bu notayı, iç işlerine müdahale olarak değerlendirip, ciddiye almamasıyla Ermeni komitalarının isyanları yeniden hız kazanmıştır. İkinci Sason İsyanı, II. Abdülhamit’e yönelik Yıldız suikasti bu dönemde gerçekleştirilmiş Ermeni terör olaylarıdır.
    II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yönetimde etkili olan İttihatçılar, Ermeniler lehine ılımlı bir tutum sergilemeye başlamışlar, hürriyetin her sorunu çözeceğine inanmışlardır. Ancak Ermeniler hürriyetin sağladığı ortamdan da yararlanarak, kendi ayrılıkçı emellerini gerçekleştirme doğrultusunda çalışmaya devam etmişlerdir. Nitekim 1909 Adana isyanı, Müslümanlarla, Ermeniler arasında karşılıklı çatışmaya dönüşmüş ve çok sayıda Ermeni bu olaylarda hayatını kaybetmiştir. Olaylar batıya abartılı olarak ve Türkler aleyhinde intikal ettirilmiştir. Avrupalıların müdahalesinden korkan İttihatçılar, batılıları tatmin etmek için soruşturma başlatıp, Ermenileri değil de, Ermeniler karşısında kendilerini savunan Türkleri bulup cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Bu suretle II. Abdülhamit devrinde nispeten kontrol altına alınıp, geri plana itilmiş Ermeni meselesi yeniden alevlendirilmiştir. Ermeni komitaları bu tarihten itibaren yurt dışındaki faaliyetlerini de yoğunlaştırmıştır. Ermeniler, I. Dünya Savaşı’nın başladığı sırada Osmanlı Devletine karşı yine iki yüzlü tutumlarını sürdürmektedirler. Patrikhane ve Ermeni komitaları, Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletlerine karşı I. Dünya Savaşına girmesi halinde, hükümete sadık kalma kararı almışlardır. Aldıkları bu kararla hükümete güven verirken, kendi amaçları doğrultusunda doğacak muhtemel bir fırsatı da, en iyi şekilde değerlendirmek üzere bütün hazırlıklarını tamamlamaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti seferberlik ilan ettiğinde hemen harekete geçen Ermeni komiteleri, bütün şubelerine şu direktifi vermişlerdir: “Türk ordusu ile Rus ordusu arasında savaş başladığında silahlı Ermeni çeteleri cephe gerisinde harekete geçerek, Türk ordusunu iki ateş arasında bırakacaktır. Türk ordusunda silah altında olan Ermeni asıllı askerlerin kaçabilenleri, silahlarıyla birlikte çetelere katılacaklar, kaçmayı başaramayanlar ise İtilaf Devletleri lehinde casusluk yapacaklardır”. İşte Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na katılmasından sonra içerideki Ermeniler, alınan bu karar doğrultusunda İtilaf Devletleri lehine casusluk yapıp, onlardan aldıkları emir doğrultusunda hareket ederlerken, Osmanlı sınırları dışındaki Ermenilerde İtilaf devletleri tarafından silahlandırıldıktan sonra intikam alayları kurarak, Kafkasya ve İran sınırında toplanmaya başlamışlardır.

    C)I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Meselesi-Tehcir

    1915’te Doğu cephesinde artan Ermeni olayları yüzünden, Osmanlı Devleti’nin Rusya ile cephedeki savaşı sürdürmesi hemen hemen imkansızlaşmıştır. Osmanlı Devleti’nin patrikhaneyi uyararak olayları sona erdirmeleri, aksi takdirde etkin tedbirler alınmak zorundan kalınacağı uyarısı da sonuç vermemiştir. Uyarıların dikkate alınmadığını gören Osmanlı yönetimi komite merkezlerini kapatıp, çeteleri dağıtmaya çalışmıştır. Ancak olaylar hiçbir biçimde önlenememiştir. Bunun üzerine iktidardaki Talat Paşa Hükümeti 14 Mayıs 1915’te Ermenileri savaş ortamından uzaklaştırmak için “Tehcir Kanunu” çıkartmıştır. Bu kanunla hükümet emirlerine ülke savunmasına ve güvenliğin sağlanmasına karşı hareket edenlerin, diğer önlemlerle durdurulamaması halinde fert fert veya toplu biçimde zorunlu olarak başka bölgelere göçe tabi tutulması uygun görülmüştür. Kanunla bölgedeki komutanlara büyük yetkiler tanınmıştır.
    Tehcir Kanunu başlangıçta sadece Doğu Anadolu Bölgesindeki Ermeniler için çıkarılmıştır. Ancak 1915’te Çanakkale Savaşları sırasında İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale önlerine geldikleri sıralarda ve gerekse aynı tarihlerde Sinop’un Ruslar tarafından bombalanması sırasında Ermenilerin yurt genelinde yaptıkları taşkınlıklar, sorunun sadece Doğu Anadolu’ya has bir sorun olmadığını göstermiş ve tehcirin yurt genelinde uygulanmasına karar verilmiştir. Yerlerinden alınarak, en yakın demiryolu istasyonuna kadar taşınan Ermeniler, buradan trenlere bindirilerek Suriye ya da Kafkasya’da ki savaş alanı dışındaki Osmanlı topraklarına götürülüp, yerleştirilmişlerdir. Alınan bütün tedbirlere rağmen, bu zorunlu göç sırasında istenmeyen sorunlar yaşanmıştır. Türklere karşı silahlanmış ve dağa çıkmış Ermeni çeteleri göçü engellemek için , göç konvoylarına saldırmışlar, konvoydaki Ermenilerinde harekete geçmesiyle, güvenlik güçleri ile Ermeniler arasında silahlı çatışmalar gerçekleşmiştir. Doğal olarak pek çok insan hayatını kaybetmiştir. Bu olaylar özellikle 1960’lardan sonra dünya kamuoyuna Türklerin Ermenilere yönelik bir toplu soykırımı olarak anlatılmıştır. Oysa bu olaylarda ölen Türk sayısı, Ermeni kayıplarından daha fazladır.
    Bu olayı 1.5 milyon Ermenin öldürülmesine yönelik bir soykırım olarak değerlendiren Ermeniler. T.C.’nden üç istekte bulunmaktadırlar. 1) 1915’deki olayın Ermenilere yönelik bir soykırım olduğunu T.C.’nce kabul edilmesi 2) Bu soykırıma karşılık Ermenilerin yakınlarına T.C.’nce tazminat ödenmesi 3) Doğu Anadolu’da Ermenilere vaadedilmiş olan 6 vilayette Ermenilere bir devlet kurma hakkının verilmesi.

    Milli Mücadele Yıllarında Doğu Cephesi’nde

    Ermenilerle Savaş- Gümrü Antlaşması ( 3 Aralık 1920)

    Mondros Mütarekesinden sonra Ermeni olayları yeni bir boyut kazanmıştır. Rus ihtilali üzerine doğuda tekrar toparlanarak harekete geçen Türk kuvvetleri, Doğu Anadolu’yu tamamen Rus işgalinden kurtardıkları gibi, Bakü’ye kadar ilerlemişlerdir. Rusya ile 1918’de yapılan Brest-Litovsk Antlaşması ile 1977-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Rusların elinde kalan Elviye-i Selase ( Kars, Ardahan, Batum) için bir halkoylaması kararı alınmışve yapılan halkoylaması sonucunda bu üç sancağın yeniden Osmanlı toprakları içerisine alınması sağlanmıştır. Ancak Mondros Mütarekesi 11. Maddeinden yer alan “Osmanlı kuvvetleri İran’ın kuzeybatısında ve Güney Kafkasya’da savaştan önceki hudutlara çekilecektir” hükmü ile bu üç vilayet yeniden Türk sınırları dışında kalmıştır. O günlerde bölgede ordu komutanı olan Yakup Şevki Paşa’nın çabalarıyla kurulmuş olan Cenüb-i Garbi Kafkas Hükümetini dağıtan İngilizler, Kars ve Ardahan başta olmak üzere bölgeyi Ermenilere vermişlerdir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/mustafa-kemal-ataturk/46633-ataturk-ilkeleri-ve-inkilap-tarihi-2.html#post95078
    Mayıs 1919’da XV. Ordu komutanlığına atanan Kazım Karabekir Paşa, bölgedeki gelişmeleri yakından izlemekte, Kars ve yöresinin kurtarılmasını planlamaktadır. İngilizlerin desteklediği Ermeniler ise, bölgedeki durumlarını güçlendirmek amacıyla yörenin Müslüman-Türk halkına akıl almadık zulümler yapmaktadırlar. Mondros Mütarekesinin 24. Maddesi de adeta Ermeniler için tasarlanan toprakların sınırlarını çizmektedir. Ancak İngiliz desteğine çok güvenen Ermeniler, kendileri için düşünülen bu topraklarla yetinmek niyetinde değildirler. Bu niyetlerini 1919 yılında Paris Barış Konferansına müracaat ederek ortaya koyan Ermeniler, İtilaf Devletlerinden Doğu Anadolu’nun tamamının kendilerine verilmesini istemişlerdir.
    İngilizlerin mütarekeden sonra Ermeniler hakkındaki düşüncesi, Doğu Anadolu’da A.B.D. himayesinde bir Ermeni devleti oluşturmaktır. Sınırları A.B.D. Başkanı Wilson tarafından çizilecek olan Ermenistan’ın, Akdeniz ve Karadeniz’e çıkış kapıları kapalı olacaktır. İngilizlerin ısrarlı tutumu üzerine A.B.D., konuyu yerinde araştırmak üzere, General Harbourd başkanlığında kalabalık bir heyeti bölgeye göndermiştir. Harbourd raporunda, “Ermenilerin Doğu Anadolu’da hiçbir zaman nüfus çoğunluğunu oluşturmadığı, buralarda bir Ermeni Devletinin kurulmasına izin verilmesi halinde, mutlu bir azınlığın mutlak bir çoğunluğa hükmetmesine sebebiyet verileceği, Türklerin Ermenileri açıkça tehdit ettiklerine dair açık bir kanıta rastlanmadığı” yer almıştır. A.B.D.’nin tutumuna rağmen İngilizler ve Ermeniler işlerine geldiği şekilde hareket etmeyi uygun görmüş ve Sevr Antlaşmasına Ermeni Devletinin kurulmasını öngören bir hüküm konulmuştur.
    Olup bitenleri daha mütareke imzalandığı günden beri kaygıyla izleyen Doğu Anadolu’nun vatansever halkı, Ermeni ve Kürt tehlikesine karşı Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetini oluşturmuştu. Bölgeye komutan olarak atanan Kazım Karabekir’de Erivan Cumhuriyetine uyarıda bulunarak, Ermeni zulmünün durdurulmasını istemiştir. Kazım Karabekir Paşa, Ermeni zulmünün durdurulması için, Ermenilere karşı bir askeri harekatın zaman kaybetmeden gerçekleştirilmesinden yanadır. M. Kemal ise Milli Mücadele başında Sovyetlerden alınabilecek maddi desteğe, Milli Mücadele hareketinin geleceği açısından büyük önem vermektedir. Bu nedenle Ermenilere karşı zamansız gerçekleştirilecek bir askeri harekat, Ermenilere destek veren Rusları kızdırıp, Milli mücadele için beklenen Rus yardımlarının gelmesini engelleyebilecektir. Türk-Sovyet görüşmeleri sonucunda 24 Ağustos 1920’de imzalanması beklenen antlaşmanın, Rusların Muş, Bitlis ve Van illerinin Ermenistan’a verilmesini istemeleri yüzünden gerçekleşememesi , Rusya’dan beklenen maddi desteğin sağlanamaması, Ermeni zulmünün artması askıya alınmış olan askeri harekat düzenleme konusunu artık Ankara Hükümeti’nin gündemine getirmiştir.
    28 Eylülde Ermenilere karşı harekata geçen Türk ordusu, 29 Eylülde Sarıkamış’ı, 30 Ekimde Karsı kurtarmıştır. Hala İtilaf Devletlerinin desteğine güvenen Ermeniler, 1 Kasım 1920’de T.B.M.M. hükümetinin kendilerine sunduğu barış teklifini kabul etmemişlerdir. Bunun üzerine tekrar harekete geçen Türk ordusu 7 Kasımda Gümrü’ye girmiştir. Ümitlerini yitiren Ermeniler 17 Kasımda mütareke imzalamaya razı olmuşlardır. Görüşmeler sonunda 3 Aralık !920 Gümrü Anlaşması imzalandı. Gümrü Antlaşmasının ömrü kısa olmuştur. Çünkü Ruslar, 5 Aralık 1920’de Ermenistandaki Taşnak hükümetini yıkarak, Bolşevik idaresini kurmuşladır. Bu tarihten itibaren bu sorun Türk-Ermeni sorunu olmaktan çıkarak, Türk-Sovyet meselesi halinde devam etmiştir. Bu arada Sovyetlerin Gürcistan’a savaş ilan etmesinden yararlanan Kazım Karabekir, Gürcistan’ın İşgali altında bulunan Ardahan ve Artvin’in boşaltılmasını Gürcü hükümetinden istemiş, Türk ordusu karşısında buraları ellerinde tutamayacaklarını anlayan Gürcülerde Ardahan ve Artvin’i Türk kuvvetlerine bırakmışlardır.
    Ankara hükümetinin o tarihlerde doğuda, Ermenilere karşı kazandığı zaferi, batıda ise ilk Yunan saldırısını I. İnönü Zaferi ile sonuçlandırması, Sovyetlerin Milli Mücadeleye daha fazla önem vermelerini sağlamıştır. Ali Fuat Cebesoy başkanlığındaki Türk heyeti yarım kalan Türk-Sovyet görüşmelerini devam ettirmek için Moskova’ya gönderilmiştir. Bu görüşmeler sonun da Sovyetlerle 16 Mart 1921 Türk-Sovyet dostluk antlaşması (Moskova Ant.) imzalanmıştır. Moskova Ant. İle Sovyetler Sevr Antlaşmasını tanımayacaklarını, Misak-ı Milli sınırları dahilindeki Türk devletinin varlığını kabul ettiklerini ortaya koymuşlardır. Moskova Antlaşmasının ardından Sovyetler Türkiye’ye hem askeri malzeme, hem de parasal yardımda bulunmuşlardır. 13 Ekim 1921’de Sovyetlerle yapılan Kars Antlaşmasıyla da doğu sınırımız son şeklini almıştır.

  2. #12
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Atatürk Ilkeleri Ve Inkilap Tarihi

    GÜMRÜ ANTLAŞMASININ TÜRK TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMİ

    Gümrü Antlaşması ile Ermenilerin Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurma istekleri sona erdirilmiş, bu antlaşma Lozan Antlaşmasıyla da onaylanmıştır. Dolayısıyla bu antlaşma Türkler açısından Ermeni meselesini bitiren antlaşmadır. Gümrü Antlaşması ile doğu sınırlarımızın güvenliği sağlanmış, iyi ilişki kurmayı düşündüğümüz Sovyetlerle, bu meselenin aramızda bir sorun oluşturması önlenmiş, Doğu Cephesindeki asker ve mühimmatın bir bölümünün Batı Cephesine kaydırılması ve burada Yunanlılara karşı kullanılması imkanı doğmuştur. Ayrıca Gümrü Antlaşması, Ankara Hükümetinin askeri bi başarı sonucunda yaptığı ilk siyasi antlaşmadır. Doğuda Ermenilere karşı kazanılan bu başarı, Türk halkına moral kazandırmıştır.

    BATI CEPHESİNDE YUNANLILARLA SAVAŞ

    Batı Cephesi 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlıların İşgali üzerine kurulmuştur. Batı Anadolu’da düzenli ordu kurulana kadar, düşmana karşı savunma gücünün esasını Kuva-yi Milliye oluşturmuştur. Ayvalık, Bergama ve Soma, Akhisar, Salihli, Aydın ve Nazilli cephelerinde düzenli ordu kurulana kadar Kuva-yi Milliye, Yunan işgaline karşı direniş göstermiştir. Kuva-yi milliye ile Yunanlılara karşı koymanın zorluğunu gören T.B.M.M., Sivas Kongresi ile alınan bir kararla Ali Fuat Paşa’nın kontrolüne verilmiş olan Batı Cephesini, Güney ve Batı cephesi komutanlıkları adı altında teşkilatlandırmış ve İsmet Paşayı Batı Cephesi komutanlığına atamıştır.
    Batı Cephesinde düzenli ordunun kurulması sırasında Çerkez Ethem ve kardeşlerinin Türk Hükümetine karşı ayaklanmaları, ellerindeki kuvvetleri düzenli orduya vermek istememeler, bunu Yunanlılara da bildirerek işbirliği önermeleri Yunan kuvvetleri için uygun bir ortam yaratmıştır. Durumu değerlendiren Yunanlılar 6 Ocak 1921’de Anadolu’dan yeniden taarruza geçmişlerdir. Yeni kurulan düzenli ordu birlikleri Yunan ordularını İnönü’de karşılamışlardır. Hareketli bir savunma taktiği uygulayan Türk birlikleri, kendilerinden kat kat üstün Yunan kuvvetlerinin taarruzunu İnönü’de durdurmayı başarmışlardır. Bu başarıda Türk subay ve erlerinin üzerlerine düşen görevi çok iyi bir biçimde yapmasının büyük payı vardır. Gösterilen başarı sonucunda 10 Ocak 1921’de durdurulan Yunan kuvvetleri, karşı taaruza geçecek gücü kendilerinde bulamamışlardır. I. İnönü Savaşı küçük çaplı bir muharebe olmasına karşın sonuçları bakımından önemlidir. I. İnönü Savaşı’nın sonuçları şunlardır:
    1. Düzenli ordu birlikleri ilk sınavında başarılı olmuştur.
    2. Çerkez Ethem olayı tamamen kapanmış, Kuva-yi Milliye dönemi sona ermiştir.
    3. Halkın meclise ve orduya olan güveni artmıştır.
    4. I. İnönü zaferinin kazanılması, TBMM hükümetinin hazırladığı anayasanın meclis tarafından kabul edilmesini kolaylaştırmıştır.
    5. Rusya’nın TBMM hükümetine yaklaşımı daha yapıcı olmuş ve Rusya İle 16 Mart 1921 Moskova Ant. İmzalanmıştır.
    6. İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşmasını bir kere daha gözden geçirmek için Londra’da bir konferans toplama ihtiyacını duymuşlardır.

    Londra Konferansı

    TBMM hükümetinin Sevr Antlaşmasını kabul etmemesinden rahatsızlık duyan İngiltere, Yunan birliklerini bir tehdit unsuru olarak kullanarak, bu antlaşmayı zorla kabul ettirmek niyetindedirler. Ancak bütün tehdit ve baskılara rağmen, Ankara hükümeti Misak-ı Milliden asla taviz verme düşüncesinde değildir. Nitekim I. İnönü Zaferi bunun kanıtıdır. İngiliz hükümeti işlerini daha da zorlaştıracağı düşüncesiyle, Milli Mücadele taraftarlarının I. İnönü Zaferinden çok rahatsız olmuşlardır. Fransa ve İtalya da ortağı İngiltere’yi, Türklerle diyalog için devamlı sıkıştırmaktadırlar. Bu gelişmeler yüzünden İtilaf Devletleri Londra’da bir konferans düzenlemeye ve yine bu konferansa Türk milleti adına İstanbul Hükümetini çağırmaya karar vermişlerdir. Ancak Damat Ferit Paşanın istifasından sonra iş başına getirilen Tevfik Paşa hükümeti, İstanbul ve Ankara Hükümetleri arasındaki anlaşmazlıkları kaldırma taraftarıdır. Bu nedenle Tevfik Paşa, Londra’ya gidecek heyette bir de Ankara Temsilcisi bulunmasını arzu ettiğinden, durumu M. Kemal Paşaya bildirmiştir. Ankara Hükümeti bu çağrıya Londra’ya doğrudan çağrılmadıkça katılmama düşüncesinde olduklarını ileterek karşılık vermiştir. Fakat muhtemel bir çağrı durumunda da geç kalınmış olunmaması için Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet Roma’ya gönderilmiştir. İtalyan hükümetinin araya girmesiyle Ankara hükümetinin de Londra’daki görüşmelere doğrudan çağrılması sağlanmış, Roma’da beklemekte olan Bekir Sami Bey başkanlığındaki heyet Londra’ya hareket etmiştir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/mustafa-kemal-ataturk/46633-ataturk-ilkeleri-ve-inkilap-tarihi-2.html#post95079
    21 Şubatta başlayan görüşmelerde İngiltere ve ortakları görüşlerini ortaya koyduktan sonra, Türk Milleti adına İstanbul temsilcisi Tevfik Paşaya söz hakkı verilmiştir. Tevfik Paşa güzel bir jest yaparak “Türk Milleti adına söz söylemek, milletin gerçek temsilcilerine düşer” demiş ve İtilaf Devletlerini şimdiye kadar tanımaya çalışmadıkları TBMM hükümeti ile direk muhatap olma mecburiyetinde bırakmıştır.
    Bekir Sami Bey görüşmelerde İtilaf Devletlerinden, Misak-ı Milliyi izah ederek, Anadolu’nun boşaltılması talebinde bulunmuştur. Ancak bu teklif İtilaf Devletleri tarafından olumlu olarak kabul edilmemiştir. İtilaf Devletlerinin Sevr Antlaşması üzerinde yaptıkları bazı ufak değişiklikler de Türk tarafını memnun etmekten çok uzak kalmış, bu yüzden görüşmelerden olumlu bir sonuç elde edilememiştir.
    Görüşmelerin sonuçsuz kalması üzerine kendi insiyatifini kullanan Bekir Sami Bey, İngiltere, Fransa ve İtalya ile ikili anlaşmalar yapmıştır. Hakkaniyet esasına uymadığı gerekçesiyle TBMM tarafından onaylanmayan bu anlaşmalar, Bekir Sami Beyinde görevinden alınmasına neden olmuştur.
    Londra Konferansının tek olumlu sonucu TBMM hükümetinin varlığının İtilaf Devletleri tarafından tanınmasıdır. İtilaf Devletleri ise görüşmeler sırasında vakit kazanarak, Yunan kuvvetlerine yeni bir saldırı için hazırlanma fırsatı sağlamıştır.

  3. #13
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Atatürk Ilkeleri Ve Inkilap Tarihi

    II. İnönü Muharebesi

    Londra Konferansı sonunda İtilaf Devletleri Sevr Ant. Esasları üzerinde yapılan ufak çaplı değişiklikler TBMM hükümeti yetkililerine sunulduğunda, kendilerine üzerinde düşünmeleri ve görüşmeler yapmaları için bir aylık süre tanınmıştır. Ancak Türklere tanınan bu bir aylık süre dolmadan Yunan kuvvetleri Anadolu’ya saldırıya geçmiştir. I. İnönü’nün kötü intibaını silmek isteyen Yunan kuvvetleri 23 Marttan itibaren kuzeyde Bursa’dan, güneyde de Uşaktan olmak üzere iki koldan taarruz başlatmıştır. Sevr’in Türklere zorla kabul ettirilmesini sağlamak isteyen İngiltere’de bu saldırıyı desteklemiştir.
    23 Marttan, Mart ayı sonuna kadar süren çarpışmalara Meclis Muhafız Taburu da katılmıştır. 31 Martta Türk kuvvetleri karşısında önemli ölçüde kayıp veren Yunan kuvvetleri, 1 Nisanda İnönü mevzileri önünde ikinci kez çekilmek zorunda kalmıştır. Güneyden taarruz eden Yunan birlikleri Afyon’u geçerek, Konya’ya doğru yayılma eğilimi göstermişse de, kuzeyde elde edilen başarı yüzünden geri çekilmek zorunda kalmışlardır.
    Yunan kuvvetlerinin İnönü’de ikinci kez yenilgiye uğratılması önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçları şöyle sıralamak mümkündür.
    1. İtalyanlar işgallerini sona erdirme kararı alarak Antalya bölgesindeki birliklerini çekmişlerdir. Fransızlar ise Ankara hükümeti ile ilişki kurmak için uygun bir zaman ve zemin aramaya başlamışlardır.
    2. Türk halkının hükümete ve orduya olan güveni artmış, bu başarı morallerin yükselmesini sağlamıştır.
    3. İngilizlerin Yunanlılara olan güveni sarsılmaya başlamıştır.

    Kütahya-Eskişehir Muharebeleri

    Yunanlıların beklenen başarıyı göstermemeleri İngilizleri oldukça tedirgin etmiştir. İngilizleri rahatsız eden başka bir gelişmede Hint Müslümanlarının Anadolu’daki Milli Mücadeleyi destekleyerek İngiltere’ye sorun oluşturmalarıdır. Yunanlılara olan güvenin sarsılmasına rağmen İngilizlerin Yunanlıları desteklemekten başka çareleri de yoktur. Çünkü İngiliz Başkanı Lloyd George, Sevr’i Türklere kabul ettirememeyi İngilizlerin prestijine indirilmiş büyük bir darbe olarak görmektedir.
    Anadolu’daki kuvvetlerin sayısını iki katına çıkaran, yanlarına krallarını ve İngilizlerin desteğini alarak 10 Temmuz 1921’de yeni bir saldırıya geçen Yunanlılar, artık bu sefer Ankara’ya giderek Türklerin işini bitirmek niyetindedirler. Ankara hükümetinin hazırlıksız yakalandığı bu saldırı, 13 Temmuzda Afyon’un düşmesine yol açmıştır. Yunan taarruzunun durdurulamamasından dolayı 17 Temmuzda Kütahya elden çıkmış, 19 Temmuzda da Eskişehir işgal altına girmiştir. Eskişehir yönüne yapılan karşı taarruz gelişemeyince, Türk kuvvetlerinin daha fazla kayba uğramamsı için ordunun Sakarya nehrinin gerisine çekilmesine karar verilmiştir. Türk ordusu 25 Temmuzdan itibaren bu yeni savunma hattında gerekli tertibatı almaya başlamıştır.

    M. Kemal Paşanın Başkomutanlığa Seçilmesi ve Tekalif-i Milliye Emirleri

    Yunanlıların Eskişehir-Kütahya Savaşlarında elde ettiği başarı yurt içinde ve dışında büyük yankılar yaratmıştır. Türkler üzerinde büyük üzüntüye, çekinmeye, hatta korkuya neden olan bu gelişme çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir. M. Kemal Paşa, ordunun Sakarya nehrinin gerisine çekilme kararını verdiğinde bu kararın bir takım sıkıntılar doğuracağını tahmin etmiş, ancak başarıya ulaşabilmek için askerliğin gereklerini yerine getirmeyi faydalı görmüştür. Sorumlu arayan bazı meclis üyeleri ordunun geri çekilmesini ve ordunun tutumunu eleştirmişlerdir. Meclisteki muhalifler sorumlu ararken, telaşlanan bazı meclis üyeleri, meclisin Ankara’dan, Anadolu’nun daha güvenli bir yerine taşınmasını bile konuşmaya başlamışlardır. Mecliste yaşanan tartışmalar sırasında, M. Kemal Paşanın Türk ordularının başına getirilmesi gündeme gelmiştir. M. Kemal Paşada, “ordunun maddi ve manevi gücünü arttırmak ve en yüksek seviyeye ulaştırmak için üç ay müddetle meclisin sahip olduğu yekinin kendisine verilmesi” şartıyla başkomutanlığı üzerine almayı kabul etmiştir. Bazı üyelerin itirazlarına rağmen M. Kemal Paşa, 5 Ağustos 1921’de çıkarılan bir kanunla başkomutanlık görevine getirilmiştir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/mustafa-kemal-ataturk/46633-ataturk-ilkeleri-ve-inkilap-tarihi-2.html#post95080
    M. Kemal Paşa Başkomutanlığı üzerine aldıktan sonra ordunun, insan, araç, taşıt ve malzeme bakımından eksiklerini giderebilmesi , yiyecek ve giyecek sağlanabilmesi için bazı tedbirler almak ihtiyacının hissetmiştir. Bu amaçla 7-8 Ağustos 1921’de Tekalif-i Milliye emirleri adı altında 10 emir çıkarmıştır. Bu emirler şunlardır:
    1. Her kazada bir Tekalif-i Milliye komisyonu kurulacak, bu komisyonlar toplanan malzemenin orduya ulaştırılmasını sağlayacaktır.
    2. Her aile birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık verecektir.
    3. Bu komisyonlar başkomutanın emriyle halkın ve tüccarın elindeki, askerin ihtiyacı olan malların %40’ına bedeli sonradan ödenmek üzere el konacaktır.
    4. Yine bu komisyonlar aynı amaçla ve aynı şartlarla halkın ve tüccarların elindeki yiyecek maddelerinin %40’ına el koyacaktır.
    5. Taşıt sahipleri ayda bir kere olmak üzere 100 km.lik mesafeye ücretsiz askeri nakliyat yapacaktır.
    6. Ülkenin bütün sahipsiz mallarına el konacaktır.
    7. Halk elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde bu komisyonlara teslim edecektir.
    8. Savaş malzemesi yapabilen usta ve imalathanelerin sayıları ve kapasiteleri belirlenecektir.
    9. Halkın elindeki araba ve hayvanların %20sine el konacaktır.
    Bu emirlerin uygulanmasında bir suistimale meydan vermemek için, Ankara, Samsun, Kastamonu, Konya ve Eskişehir’de İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Tekalif-i Milliye emirlerinin eksiksiz yerine getirilmesine rağmen, Yunan kuvvetleri ile Türk kuvvetleri arasındaki dengesizliği ortadan kaldırmak mümkün olamamıştır. Çünkü Yunan ordusu çok güçlü bir sömürge imparatorluğuna sahip olan İngiltere tarafından desteklenirken, Türk ordusunun gücü uzun savaş yıllarının yıprattığı, bütün kaynakların tükendiği fakir Anadolu’ya dayanmaktadır. Bu sebeple Türk idare heyeti, Ankara’nın düşmesi durumunda mücadeleye Kayseri’de devam ederek, her ne pahasına olursa olsun düşmanı yurttan atmak niyetindeydi. Bu düşünce ile Doğu ve Güney cephesindeki tamamına yakını da Batı Cephesine kaydırılmıştır.

    Sakarya Meydan Muharebesi Ve Sonuçları (23 Ağustos- 13 Eylül 1921)

    Yunanlıların Kütahya-Eskişehir savaşlarında elde ettikleri başarıları abartarak dünya kamuoyuna ilan etmelerine rağmen, Türk ordusu tamamen zararsız hale getirilememiştir. Bu nedenle Yunan ordusu bir meydan muharebesi ile Türk ordusunu tamamen yok etmek düşüncesindedir. Bizzat cepheye kadar gelen Yunan kralı ordularına “Ankara” emrini vermiştir. Bu emri alan Yunan kuvvetleri, Eskişehir-Kütahya savaşlarında olduğu gibi taaruza geçmiştir.
    M. Kemal Paşa Sakarya Savaşı’nda Başkomutanlık karargahı, savunma hattının çok yakınındaki Alagöz köyüdür. 23 Ağustosta başlayan şiddetli çarpışmalar sonunda, 13 Eylülde Sakarya’nın doğusunda hiçbir Yunan Askeri kalmamıştır. M. Kemal Paşa Sakarya Savaşı’nda ordularına “Hattı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk edilemez” emrini vermiş ve inatçı bir savunma ile Yunan ordusu karşısında zafere ulaşmıştır. Ancak Türk ordusu da 22 gün aralıksız süren bu savaşta çok yıprandığı için, düşmanı izleyerek yok edecek bir takip harekatına girişememiştir. Sakarya Muharebesinin zaferle sonuçlanması ile TBMM hükümetinin içerideki ve dışarıdaki prestiji artmıştır. Bu seferin sonuçları şunlardır:
    • Sakarya Savaşı’nda Yunan ordusunun 1/3’ü yok edilerek, taaruz kabiliyeti tamamen kırılmıştır.
    • TBMM’nce Sakarya Savaşındaki başarısından dolayı M. Kemal Paşaya “Gazilik” ünvanı ile “Mareşallik” rütbesi verilmiştir.
    • Sakarya Zaferi üzerine Türkiye siyasi alanda gelişmeler yaşamış, Sovyetlerle 13 Ekim 1921’de Kars Ant. imzalamıştır. Bu ant. ile Sovyetler Birliği’nin hakimiyeti altına giren Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki sınır kesinleşmiştir.
    • Fransa, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerek, Ankara itilaf namesini imzalamıştır.
    • Ankara bu zaferle sadece Yunanlılara üstünlük sağlamakla kalmamış, Türk milletinin haklı davasını dünyaya kabul ettirme yönünde önemli bir başarı sağlamıştır.

    Yeni Diplomasi Girişimleri

    Sakarya Zaferi Ankara hükümetine diplomatik alanda daha rahat hareket edebilme imkanı vermiştir. Sakarya zaferinden sonra Fransızlarla Ankara itilaf namesinin imzalanmış olmasına rağmen, Fransızlar hala ortaklarıyla birlikte hareket etmektedirler. II. İnönü Muharebesinin ardından Anadolu’daki kuvvetlerini çeken İtalyanlar ise diplomasi alanında İngilizlerin etkisinden tam olarak çıkamamışlardır.
    TBMM hükümeti, Sakarya zaferinden sonra, elde ettiği avantajın batıda diplomasi alanındaki etkilerini mümkün olursa, yeni bir savaşa gerek kalmadan barışı gerçekleştirebilmenin yollarını aramaya başlamıştır. Bu amaçla Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey, Türkiye’nin milli davasındaki haklılığını anlatmak gayesiyle İngiltere’ye gönderilmiştir. Müttefikler, Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki savaşı durduracak bir ateşkes önerisini yapılan görüşmeler sonucunda Ankara, İstanbul ve Atina’ya ulaştırmışlardır. Yunanlılar Sakarya yenilgisinin etkisinden kurtulamadıkları için bu teklifi hemen kabul etmişlerdir. TBMM hükümeti ise, prensip olarak ateşkesi kabul etmekle birlikte, teklifin taşıdığı şartların Yunanlılara zaman kazandıracak nitelikte olması yüzünden pek sıcak karşılamamıştır. Ankara kendi teklifini hazırlarken, İtilaf Devletlerinden 26 Mart 1922’de ikinci bir antlaşma teklifi gelmiştir.
    İtilaf Devletlerinde ardarda önce ateşkes, sonra da barış teklifi alan TBMM hükümeti, işgal altındaki Türk topraklarının tamamen boşaltılması şartıyla barış görüşmelerine hemen başlayabileceği cevabını vermiştir. Ancak İngiliz hükümeti öncelikle bir ateşkes yapılması üzerinde diretince, Türkiye’nin tamamen kurtuluşunun kesin sonuçlu bir taaruzla mümkün olabileceği gerçeği ortaya çıkmıştır. TBMM hükümeti bir yandan çok gizli olarak taaruz hazırlıklarını sürdürürken, diğer yandan da İtilaf Devletleri ile diyaloğu kesmemeye özen göstermiştir. Böylece hem barışa karşı olmadığını ortaya koymaya çalışmış, hem de barışın gerçekleşememesi durumunda yapılması düşünülen taarruzun hazırlıklarını kamufle etmiştir.

  4. #14
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Atatürk Ilkeleri Ve Inkilap Tarihi

    Büyük Taarruz

    Sevr Antlaşmasını Türklere kabul ettirmeyi gaye edinen İngilizler, Sakarya’dan sonra başlattıkları diplomatik girişimleri bir süre daha devam ettirmişlerdir. Ancak TBMM hükümeti Misak-ı Milliden ödün vermek niyetinde değildirler.
    Sakarya yenilgisinden sonra müdafaa durumuna geçmek zorunda kalan Yunan ordusu, Eskişehir-Afyonkarahisar hattına geri çekilerek, gerekli korunma tedbirlerini alırken, Türk Genel Kurmayı Yunanlılar toparlanmadan taarruza geçilmesi düşüncesindedir.
    14-15 Eylül 1921 tarihinden geçerli olmak üzere seferberlik ilan edilerek, 1899, 1900,1901 doğumlular silah altına alınmış, ordunun asker eksiği tamamlanmıştır. Türk kuvvetlerinin araç ve malzeme eksikleri de çeşitli kaynaklardan tamamlanmaya çalışılmıştır. Başta İstanbul’daki silah depolarından büyük fedakarlıklarla kaçırılan silahlar, İnebolu üzerinden Anadolu’ya nakledilmiştir. İtilaf Devletlerinden kamaları alınarak işe yaramaz hale getirilen Türk topları, ilkel aletlerle kullanılır hale getirilmiştir. Sıkıntısı çekilen bazı silahlar da Ruslardan, İtalyanlardan ve Fransızlardan satın alınarak karşılanmaya çalışılmıştır.
    6 Mayıs 1922’de Başkomutanlık süresi uzatılan M. Kemal Paşa, artık taaruza geçilmesi düşüncesindedir. M. Kemal bu düşüncesini Haziran ortalarında Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa, Savunma Bakanı Kazım Özalp ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşalara açmış ve 15 Ağustosa kadar hazırlıkların tamamlanması kararlaştırılmıştır. TBMM bu hazırlıkları yürütürken, barışı engelleyen taraf durumuna düşmemek için, diplomatik çabaları sürdürmüş ve Fethi Okyar’ı Avrupa’ya göndermiştir. İngiltere’nin barış yolunu tamamen kapatması, şimdiye kadar ertelenen taarruz kararının uygulamaya konmasını kaçınılmaz kılmıştır.
    26 Ağustosta Türk topçusunun başlattığı taarruzda Türk ordusu, Yunan kuvvetlerinin büyük bölümünü yok etmiş, kaçabilenler de 1 eylül 1922 günü Atatürk’ün verdiği “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle, Türk kuvvetlerinin takibi altına alınmıştır. 9 Eylülde Yunanlılar İzmir’den çıkarılmış, 9 Eylülden 18 Eylüle kadar da Batı Anadolu’nun Yunan İstilasından temizlenmesi işlemi gerçekleşmiştir. Böylece 26 ağustosta başlayan Büyük Taarruz, 15-20 gün gibi kısa bir sürede 200.000 kişilik Yunan ordusunun yok edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu zafer İslam dünyasında Hıristiyanlığa karşı bir başarı olarak değerlendirilmiştir. Asırlardan beri Batılıların “Şark Meselesi” adı altında, Müslüman Türkleri Anadolu’dan atmaya yönelik hedefleri bu zaferle sonuçsuz bırakılmıştır.

    Güney Cephesi ve Fransızlarla Savaşlar

    Mütarekeden sonra İtilaf Devletleri, Güney Anadolu’da askeri harekatlarını durdurmamışlardır. İngilizler önce; Musul, İskenderun, Kilis ve Antep’i ardından da Maraş ve Urfa’yı işgal etmişlerdir. Fransızlar ise Adana, Mersin ve Osmaniye’yi işgal etmişlerdir. Fransız işgali altında yaşayan Ermenilerin Türklere yönelik taşkınlıları bölge halkını derinden yaralamıştır. 15 eylül 1919’da İngiltere ve Fransa arasında Ortadoğu’nun paylaşımı konusunda yeni bir anlaşma yapılmış, bu anlaşma ile İngilizler daha önce işgal ettikleri Antep, Urfa ve Maraştan çekilerek, buraları da Fransız işgaline terk etmişlerdir. Antep, Urfa ve Maraşta da Fransızların Ermenileri Türklere karşı kullanma politikası uygulamaları, bu bölgelerde halkı galeyana itmiştir. Bu gelişme Milli Mücadelede Güney Cephesinin oluşmasına zemin oluşturmuştur. Maraş, Urfa, Antep ve Adana’da Kuva-yı Milliye, Fransızlara ağır darbe indirmiş ve Fransızlardan yüz bulan Ermenilerin bu darbelerle yöredeki hayalleri sonuçsuz kalmıştır. Sakarya Zaferinden sonra şanslarını fazla zorlamak istemeyen Fransızlar, Ankara hükümeti ile anlaşmaya karar vermiştir. Bu doğrultuda Fransızlarla yapılan Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar;
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/mustafa-kemal-ataturk/46633-ataturk-ilkeleri-ve-inkilap-tarihi-2.html#post95081
    1. İşgalleri altında bulundurdukları Türk topraklarından (Antakya hariç) çekileceklerdir.
    2. İskenderun ve Antakya’da özel bir idare kurulacak, buradaki Türkler, kültürlerini geliştirme konusunda serbest kalacaklar ve burada resmi dil Türkçe olacaktır.
    Fransızlarla 30 Mayıs 1920’de yapılan 20 günlük ateşkes anlaşmasından sonra, 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar artık Misak-ı Milliyi kabul etmişlerdir. Ankara İtilafnamesiyle Türkler ve Fransızlar arasındaki savaşlar sona ermiş, Türkiye’nin Batı dünyası ında yeri daha da güçlenmiştir. Bu antlaşmadan sonra Fransızlar gizlice Milli Mücadeleyi destekledikleri için, Bu gelişme Türkiye’yi silah bulma bakımından Sovyetlerin tekelinden kurtarmıştır. Güneyde serbest kalan Türk ordularının Batıya kaydırılması ve özellikle Büyük Taarruz’da kullanılması, Anakara İtilafnamesi ile mümkün olmuştur.

    Mudanya Mütarekesi-11 Ekim 1922
    Eylül 1922 ortalarına gelindiğinde Tüm Batı Anadolu Yunan işgalinden kurtarılmış, sıra hala Yunan işgali altında bulunan Doğu Trakya ile İtilaf Devletleri’nin kontrolünde bulunan İstanbul’un kurtarılmasına gelmiştir. TBMM orduları bu amaçla Çanakkale’ye ilerlemeye başlamışlardır. Türk ordusunun ilerleyişi karşısında İngilizler bir yandan Çanakkale Boğazındaki kuvvetlerini arttırırken, bir yandan da müttefiklerinden yardım istemişlerdir. Ancak Yeni Zelanda yardım çağrısına olumlu cevap vermiş, Fransa ve İtalya kesinlikle yardım veremeyeceğini bildirmiştir.
    Mütareke görüşmelerinin nerede ve ne zaman yapılacağı konusunun yoğun olarak tartışıldığı günlerde, Türk birlikleri tarafsız bölgeye girmişler ve Çanakkale yakınlarındaki Erenköy’ü işgal etmişlerdir. Türk-İngiliz kuvvetlerinin karşı karşıya geldikleri günlerde İngiliz General Harrington Londra’dan aldığı talimata rağmen, askerlerine ateş emri vermemiş ve Türk birlikleri Çanakkale’ye saldırmadıkça herhangi bir çatışmaya girmemeyi istememiştir. Aynı günlerde Fransız temsilcisi Franklin Boullin, ile de bir görüşme yapan M. Kemal, askeri harekatın durdurulmasını kabul etmiştir. Nihayet ateşkes görüşmelerinin 3 Ekim 1922’de Mudanya’da başlaması taraflarca kabul edilmiştir.
    Görüşmelerde TBMM hükümeti Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa tarafından temsil edilirken, Fevzi Paşa ve Refet Paşa da görüşmeler boyunca Mudanya’da kalmıştır. İngiltere General Harrington, Fransa General Charpy, ve İtalya da General Monbelli tarafından temsil edilmiştir. Görüşmelerde doğrudan ilişkili olan Yunanistan ise, General Mazarakis ile Albay Sarıyanis’i görevlendirmesine rağmen, Yunan delegeler görüşmelere doğrudan katılmamışlar, bir gemiden izlemekle yetinmişlerdir. 11 Ekim 1922 günü uzlaşmayla sonuçlanan Mudanya Mütarekesinin önemli maddeleri şunlardır:
    1. Mütareke imzalandıktan 3 gün sonra 14/15 Ekim gecesi yürürlüğe girecektir.
    2. Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma sona erecektir.
    3. Yunanlılar Doğu Trakya’yı 15 gün içerisinde boşaltacaklar, bölge 30 gün içinde Türk yönetimine devredilecektir.
    4. Barış antlaşması imzalanana kadar Türk ordusu Trakya’ya geçemeyecektir. Buna karşın iç güvenlikle ilgili olarak sayısı 8000’i geçmeyecek bir jandarma kuvveti gönderilebilecektir.
    5. Barış antlaşmasının imzalanmasına kadar Mericin sağ sahili ve Karaağaç İtilaf Devletlerinin işgali altında kalacak ve Türk kuvvetleri Çanakkale Boğazı ve İzmit’te belirlenen çizgiyi geçmeyecektir.
    15 Ekimde yürürlüğe giren mütarekede kararlaştırılan Doğu Trakya’nın teslimi işini Türk tarafı adına yürütmekle, Doğu Trakya valiliğine atanan Refet Paşa görevlendirilmiştir.

    Mudanya Mütarekesi’nin Önemi

    Mütareke Türk Milli Mücadele hareketinin silahlı mücadele kısmının, Türk’ün zaferiyle sonuçlandığının yazılı belgesidir. Mudanya Mütarekesiyle Doğu Trakya silahlı mücadeleye gerek kalmadan diplomasi yoluyla Türkiye'ye kazandırılmış, Türklerin Avrupa’dan atılması gayesi boşa çıkarılmıştır. Bu mütareke ile İngiliz Başkanı Lloyd George’un Yakındoğu politikası iflas ettiği gibi, siyasi hayatı da sona ermiştir. Lloyd George’un politika alanından silinmesi, Ortadoğu’da barışın kurulması ümidini kuvvetlendirmiştir. Yunanistan’da da Anadolu macerasından sorumlu altı devlet adamı idam edilmiştir. Mudanya Mütarekesi ile Boğazlar ve İstanbul’da Türk egemenliği tamamen kurulamamıştır. Gerek Boğazlar üzerinde kontrolün sağlanamamış olması, gerekse Trakya’ya ordu geçirilememesi barış konferansı öncesinde Türk hükümetinin pazarlık gücünü sınırlandırmıştır. Bu da Mütarekenin zayıf halkası olarak görülebilir.


    Lozan Barış Konferansı

    Türklerle kalıcı barışın yapılması konusu, Mudanya görüşmeleri sırasında karara bağlanmıştır. İtilaf Devletleri Mudanya Mütarekesi’nin yürürlüğe girmesinden sonra bu doğrultuda faaliyetlere başlamıştır.

    Lozan Barış Konferansı Öncesinde Ankara Hükümetinin Yaşadığı Sorunlar

    Barış görüşmelerinin başlaması öncesinde Ankara hükümeti üç sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlardan biri ve ilk gündeme geleni, görüşmelerin nerede yapılacağı ve ne zaman başlayacağı konusudur. TBMM hükümeti daha Mudanya görüşmeleri devam ederken İtilaf Devletlerine verdiği bir notayla barış konferansının 20 ekim 1922’de İzmir’de toplanmasını teklif etmiştir. Ancak İtilaf Devletleri bu öneriye sıcak bakmamışlar ve konferansla ilgili olarak kendi aralarında görüşmeleri sıklaştırmışlardır. Sonuçta barış konferansının 13 Kasımda Lozan’da toplanması konusunda hemfikir olan müttefikler bu kararlarını, 23 Ekim 1922 tarihli bir nota ile hem TBMM hükümetine hem de İstanbul hükümetine bildirmişlerdir.
    İtilaf Devletleri’nin bu notası, Ankara hükümetini başka bir sorunla karşı karşıya bırakmıştır. Görüşmelerde Türk milletinin haklarını Ankara hükümetimi yoksa İstanbul hükümetimi temsil edecektir. İtilaf Devletleri, konferansın yerini ve tarihini iki hükümete de ayrı ayrı bildirmek suretiyle, görüşmelerde iki hükümetinde yan yana olmasını istemediklerini belli etmişlerdir. Ankara’daki TBMM hükümetinin Türk milletinin tek gerçek temsilcisi olduğunun M. Kemal Paşa tarafından açıklanmış olmasına rağmen, İstanbul temsilcisi Sadrazam Tevfik Paşa açıklamayı görmezden gelerek, konferansa katılmak niyetinde olduklarını ortaya koymuş ve konferansta izlenecek ortak politikayı tespit etmek için Ankara’ya telgraf çekmiştir. İstanbul hükümetinin konferansa katılmayı istemesi, elde edilen askeri ve siyasi zafere ortak olmak girişimlerinde bulunması İstanbul hükümetinin yanı sıra saltanata kurumunun da varlığını tartışılır hale getirmiştir. Kurtuluş Savaş sırasında iç ve dış şartların uygun olmaması nedeniyle saltanata karşı açıkça olumsuz bir tavır sergilemeyen, ancak ilk fırsatta saltanat kurumunu kaldırmayı düşünen M. Kemal Paşa, Mecliste Osmanlı hükümetine doğan karşı tepkiyi iyi kullanmış ve sorunun kökünden çözülmesi için saltanatın kaldırılmasını gündeme getirmiştir. İstanbul hükümetinin girişimlerine saltanat ve hilafete sıcak bakan milletvekilleri bile tepki göstermişler, M. Kemal Paşanın telkinleriyle Dr. Rıza Nur ve arkadaşları saltanatın kaldırılmasına ilişkin kanun teklifini meclis başkanlığına sunmuştur. 1 Kasım 1922’de mecliste yapılan oylama ile saltanat kaldırılmış ve 600 yıllık Osmanlı hanedanının egemenliği sona erdirilmiştir. Saltanatın kaldırılmasından kısa bir süre sonra Tevfik Paşanın görevinden istifa etmesiyle, İstanbul hükümetinin konferansa katılma ihtimali tümden ortadan kalkmıştır. Bu gelişmeler sonunda İtilaf Devletleri’nin “bizim için sorun oluşturmaz” şeklinde tavır sergilemeleri, artık dış dünyanın Osmanlı Devleti’nin tükendiğini ve TBMM sürekliliğini kabul ettiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.
    TBMM hükümetini Lozan görüşmeleri öncesinde uğraştıran üçüncü sorun ise, görüşmeler sırasında TBMM’ni temsil edecek heyetin kimlerden oluşacağı ve heyetin başkanının kim olacağı konusudur. Heyet başkanlığı için Rauf Orbay başta olmak üzere, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Beyin, Fethi Okyar’ın ve Kazım Karabekir Paşa’nın adları gündeme gelmiştir. Bu isimlerin hiçbiri de M. Kemal’e uygun gelmemiştir. Bütün bunlara karşın M. Kemal Paşanın kafasın çok farklı bir isim vardı. O da Mudanya Görüşmelerinde Türk Milletinin haklarını başarıyla savunan ve her konuda kendisinin güvenini kazanmış olan İsmet Paşadır. Yurt dışında yapılacak olan ve M. Kemal’in sınırlı düzeyde etki yapabileceği bu konferansta M. Kemal doğal olarak en çok güvendiği ismin orada bulunmasından yanadır. İsmet Paşa, M. Kemal’in direktiflerine uyma konusunda telkin etmektedir, O bunu Mudanya’da kanıtlamıştır. Ayrıca İsmet Paşa, Osmanlı diplomasi geleneğinden gelmeyen bir devlet adamıdır ve Batılılar karşısında hiçbir kompleks taşımamaktadır. Bu niteliği, İngilizlere yakınlığı ile bilinen Rauf Beye karşı bir avantaj oluşturmaktadır. M. Kemal, Ali Fuat ve Fevzi Paşalarla, Yusuf Kemal Bey ve İsmet Paşanın da görüşlerini aldıktan sonra, İsmet Paşanın heyet başkanı olmasıyla ilgili kararını açıklamıştır. 24 Ekimde Yusuf Kemal Bey Dışişleri Bakanlığından istifa etmiş ve yerine İsmet Paşa getirilerek, Lozan’a Türk Dışişlerinden sorumlu heyet başkanı olarak gönderilmesi doğrultusundaki prosedür tamamlanmıştır. İsmet Paşa başkanlığındaki heyetin Lozan’a gönderilmesi kararının TBMM tarafından onaylanmasından sonra, hazırlanan Türk tezini içeren 14 maddelik talimatname heyete verilmiştir. Türk tezi şöyledir:
    1. Doğu sınırı: Görüşmelerde Ermeni Devleti meselesi söz konusu olmayacak, olursa görüşmeler kesilecektir.
    2. Irak sınırı: Süleymaniye, Musul, Kerkük sancakları istenecektir. Konferansta bundan farklı olarak ortaya çıkacak güçlükler için Bakanlar Kurulundan talimat alınacaktır. Petrol vs. imtiyazları sorununda İngilizlere bazı ekonomik çıkarlar sağlanması görüşülebilir.
    3. Suriye sınırı: bu sınırın düzeltilmesine imkanlar ölçüsünde çalışılacaktır.
    4. Adalar: Duruma göre hareket edilecek, kıyılarımıza çok yakın meskun olan ve olmayan adalar, hemen ilhak edilecek, başarı elde edilemediği takdirde Ankara’nın görüşü alınacaktır.
    5. Trakya Batı sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır.
    6. Batı Trakya: Misak-ı Milli maddesi uygulanacaktır.
    7. Boğazlarda ve Gelibolu yarımadasında yabancı askeri kuvvet kabul edilmeyecektir. Bu konudaki görüşmeler kesilmeyi gerektirirse, kesilmeden önce Ankara’ya bilgi verilecektir.
    8. Kapitülasyonlar kabul edilmeyecek, bu konuda diretilirse görüşmeler kesilecektir.
    9. Azınlıklar konusunda arzu edilenin yapılmasıdır.
    10. Ordu ve donanmanın sınırlandırılması konu bile edilmeyecektir.
    11. Yabancı kurumlar, Türk kanunlarına tabi olacaktır.
    12. Duyun-u Umumiye idaresi ortadan kalkacaktır. Borçların Türkiye’den ayrılan memleketlere dağıtımı, Yunanlılara devri, yani tamirata karşılık tutulması, olmadığı takdirde 20 yıl ertelenmesi için çalışılacaktır. güçlükler çıktığında Ankara’nın görüşü alınacaktır.
    13. Türkiye’den ayrılan memleketler için, Misak-ı Millinin özel maddesi yürürlüktedir.
    14. Cemaatler ve İslam Vakıflar Hukuku, eski antlaşmalara göre düzenlenecektir.

    Görüşmelerin Başlaması ve Konferansın Birinci Dönemi

    Lozan görüşmelerinin 13 Kasım 1922’de başlaması gerekirken, İngiltere’deki sorunlar ve müttefikler arasındaki anlaşmazlıkların giderilemeyişi yüzünden, Konferans 20 Kasım 1922’de başlatılabilmiştir. Konferansa Türkiye, İtalya, İngiltere, Japonya temsilcisi ve ABD’nin Roma Büyükelçisi katılmışlardır. Romanya, Bulgaristan, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Yunanistan ve Rusya temsilcileri kendilerini ilgilendiren konularda görüşmelere katılacaklardır. Konferansın başlaması ile birlikte, üç ayrı komisyon oluşturularak çalışmalara başlanmıştır. Birinci komisyon sorunlar, askerlikle ilgili işlere, Boğazların statüsüne bakacak olup, başkanlığına İngiltere temsilcisi Lord Curzon getirilmiştir. Mali ve ekonomik sorunlarla ilgilenecek ikinci komisyonun başına da Fransız Barare getirilmiştir. Azınlık ve diğer hukuki sorunlarla ilgilenecek komisyonun başına da İtalyan Garroni getirilmiştir.
    Görüşmelerin başlaması ile Türk heyeti, İngiltere ile Musul ve Boğazlar, Fransa ile kapitülasyonlar ve imtiyazlar, İtalyanlar ile ise kapitülasyonlar ve kabotaj konularında büyük bir çatışma içine girmiştir. Ayrıca Yunanistan ile savaş tazminatı ve nüfus mübadeleleri konularında önemli ölçüde görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Görüşmelerde Türkiye’nin en çok sıkıntı yaşadığı ülke olan İngiltere’nin temsilcisi Lord Curzon, İsmet Paşaya “Her şeyi reddediyorsunuz. Ancak ülkeniz haraptır. Yarın paraya ihtiyacınız olduğunda, İngiltere’den başka para bulabileceğiniz ülke yoktur” tehdidin de bulunmuştur. Bu davranış başta İngiltere olmak üzere, diğer devletlerin konferansa ve Türkiye’ye bakış açısını göstermesi açısından önemlidir.
    Lord Curzon’un tutumu ve diğer gelişmeler karşısında konferansın anahtar ülkesi olarak İngiltere’yi gören Türkiye, bu ülkenin kısmen de olsa tatmin edilmesi gerektiğine inanmaya başlamıştır. Bu nedenle S. Rusya’nın tüm kışkırtmalarına rağmen, Boğazlar konusunda İngiltere’nin tezine yaklaşılmış ve bu konuda İngiltere’ye belli ölçüde taviz verilmiştir. Ancak diğer konularda hiçbir olumlu gelişme sağlanamamış, bu yüzden de 4 Şubat 1923’de görüşmeler kesilmiştir. Türk tarafı ve diğer heyetler Lozan’dan ayrılmışlardır.

  5. #15
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Atatürk Ilkeleri Ve Inkilap Tarihi

    Lozan Konferansı’nın Kesilme Dönemi-Türkiye’de Yaşanan Olaylar

    4 Şubat 1923-23 Nisan 1923 arası Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı dönemdir. Bu dönemde görüşmelerin yeniden başlaması için taraflar birbirlerine yeni projeler sunarken, bir yandan da Türkiye’nin iç politikası Lozan Konferansı ile doğrudan veya dolaylı ilgili bazı gelişmelere sahne olmuştur.
    Konferansla ilgili içte yaşanan olaylardan ilki, 17 Şubat 1923’de İzmir İktisat Kongresi’nin toplanmasıdır. Türkiye’nin uygulayacağı ekonomik politikanın belirlendiği bu kongrede Türkiye, Türk kanunlarına uyulması kaydıyla yabancı sermayeye karşı olmadığını ortaya koymak suretiyle, Batıya sosyalist olunmayacağı mesajını vermiştir. Yine bu kongrede Türkiye, ekonomik anlamda tam bağımsızlıktan yana olduğunu vurgulayarak, kapitülasyonlara sıcak bakmadığını ima etmeye çalışmıştır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/mustafa-kemal-ataturk/46633-ataturk-ilkeleri-ve-inkilap-tarihi-2.html#post95082
    İzmir’de İktisat Kongresi sürerken, Ankara’da da mecliste sıcak saatler yaşanmıştır. II. Gruba bağlı bazı muhalif milletvekilleri, Lozan’dan dinen heyete ve hükümete yönelik sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Bu tartışmalar sırasında M. Kemal, İsmet Paşa başkanlığındaki heyetten yana tavrını koyarak, İsmet Paşaya olan güvenini bir kez daha göstermiş ve tartışmalara son noktayı koymuştur. Bu tarihten sonra meclis, Lozan görüşmelerinin ilk bölümünde yaşanan sıkıntıların ışığı altında, sorunlarına yeni çözümler bulmaya çalışmıştır. Türkiye barış şartları konusunda ortay koyduğu yeni tezini 8 Martta bir nota ile İtilaf Devletlerine sunmuştur. Bu projeye göre Musul, Türkiye ile İngiltere arasında barıştan sonra 12 ay içerisinde görüşülüp, karara bağlanacak, anlaşma sağlanamaması durumunda Milletler Cemiyetine gidilecektir. Projede Boğazların statüsü ve azınlıklar konusunda anlaşmazlık olmadığı açıklanmış, borçlar ve kapitülasyonlar başta olmak üzere ekonomik konularda Türkiye’nin başından beri izlediği tavrın değişmediği ifade edilmiştir. Yani kapitülasyonlar tamamen kaldırılacak, borçlar ise taksim edilerek, ödemeler altın para hesabına göre yapılacaktır. İtilaf Devletleri bu notaya cevap vererek, görüşmelerin 23 Nisanda yeniden başlayacağını açıklamışlardır.
    Türk notasının müttefikler tarafından kabul edilmesinden sonra ilk iş olarak meclis, 1 Nisan 1923’te TBMM seçimlerinin yenilenmesi kararını almıştır. Bu kararın alınmasında Lozan görüşmelerinin kesinti döneminde, muhalif grubun meclisteki tutumunun ve engellemelerinin rolü büyüktür. Seçimlerin yenilenmesi halinde, Lozan Antlaşması imzalanmış bile olsa, Bu antlaşmanın TBMM’nin onayından geçirilmemesi tehlikesi doğacaktır. Seçimlerin yenilenmesi kararının TBMM tarafından onaylanmasından sonra, Milli Mücadeleyi gerçekleştiren birinci TBMM’nin faaliyetleri sona ermiştir.
    Bu kesinti döneminde Ankara’da yaşanan bir başka gelişmede, Amerikalı Chester grubuna madenler, petrol kaynakları, demiryolları ve limanlarla ilgili verilen imtiyazlardır. Türkiye bu imtiyazları vererek, barış görüşmelerinde ABD’nin desteğini kazanmaya çalışmıştır. Özellikle Musul konusunda İngiltere’ye karşı, ABD’ni bu yolla kendi yanına çekmeye çalışmıştır. Ancak Musul konusunda Türkiye’nin istekleri gerçekleşmeyince Chester İmtiyazı hayata geçirilememiştir.

    Lozan Görüşmelerinin Yeniden Başlaması Ve Antlaşmanın İmzası

    II. dönem görüşmelerde yine Türk heyetinin başkanı İsmet Paşadır. Ancak Türk heyeti bu dönemde , birinci döneme göre daha rahat ve daha güçlü bir konumdadır. Çünkü heyet meclisin feshedilmesiyle, II. Grubun baskısından kurtulmuş ve M. Kemal Paşanın tam desteğini alarak Lozan’a gelmiştir. Bu dönemde İngiltere’yi Sir Horaca Rumbold, Fransa’yı General Pelle, İtalya’yı ise Montagna temsil etmiştir.
    Birinci tur görüşmelerde istediklerini büyük ölçüde elde eden İngiltere, ikinci tur görüşmelerde Türkiye’ye fazla zorluk çıkarmayacağı ve konferansa fazla önem vermeyeceği Türk heyeti tarafından düşünülmekteydi. Nitekim Lord Curzon’un görüşmelerden çekilmesi, İngiltere’nin konferansı fazla önemsemediğinin delilidir. Gerçekten de birinci dönem ve kesilme dönemindeki girişimlerle, İngiltere ile arazi, sınırlar ve askeri sorunlar büyük ölçüde çözümlendiği için, ikinci dönemde daha çok mali ve ekonomik oturumlara ağırlık verilecektir. Nitekim beklendiği gibi olmuş ve Türkiye ekonomik ve mile sorunlarda Fransa Ve İtalya ile karşı karşıya gelirken, Yunanistan ile savaş tazminatı konusunda anlaşmazlığa düşmüştür.
    Görüşmelerin ikinci dönemini, birinci dönemden ayıran bir başka nokta ise, Türk heyeti ile hükümet arasındaki görüş ayrılıklarının belirginleşmesi ve ilişkilerin gerginleşmesidir. İsmet Paşa ve vekiller heyeti başkanı Rauf Bey arasında ciddi tartışmaya yol açan konulardan ilki borçların ödenmesi ile ilgilidir. M. Kemal Paşa ve Rauf Bey, İsmet Paşaya gönderdikleri talimatta, İstanbul’un boşaltılması ve borçların frank olarak ödenmemesi konusunda taviz vermemesini istemişseler de, İsmet Paşa bu talimatı hemen uygulamamış, Ankara’nın ısrarı sonucunda kararını değiştirmiştir. Borçların ödenmesi sorununda bozulan ilişkiler, Yunanistan’dan istenen savaş tazminatı konusundaki anlaşmazlıktan dolayı daha da büyümüştür. Venizelos’un Karaağaç’ın Türkiye’ye savaş tazminatı olarak verilmesi teklifine Ankara’nın olumsuz cevap vermesine karşın, İsmet Paşa kendi iradesiyle Yunan teklifine olumlu yanıt vermiştir. Bu tutum İsmet Paşa İle Rauf Bey arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. İmtiyazlar konusunda İsmet Paşa ve Rauf Bey arasında yaşanan görüş ayrılığı, artık bu iki devlet adamının tamamen farklı çizgilere çekilmesine neden olmuştur. Ancak bu kritik dönemde M. Kemal Paşanın İsmet Paşayı destekleyen tutumu, muhtemel bir siyasi krizi engellemiştir. Hükümet ile heyet arasındaki anlaşmazlığın M. Kemal Paşanın girişimleriyle aşılmasından sonra, Lozan Ant. 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştır.
    Lozan görüşmeleri, kesinti dönemleri de dahil olmakla birlikte 8 ay sürmüş ve çok çetin şartlarda geçmiştir. Görüşmelerin bu kadar uzun ve zor geçmesinin genel sebepleri şunlardır:
    1. Konferansta Türkiye’nin tutumu açık ve kesindir. Türkiye sadece her medeni millet gibi kayıtsız şartsız bir bağımsızlık istemektedir. Müttefikler ise yüzyılların kökleştirdiği alışkanlıkla Türklerin bu isteklerini kolay kolay kabul etmemişler ve eski düzeni başka yollardan devam ettirmeye çalışmışlardır.
    2. Türkiye yeni barış düzenini milletlerarası hukuk ilkelerine dayandırmaya çalışmaktadır. Batılı devletler ise Osm. Devletine Kabul ettirilen Sevr Antlaşmasını esas almışlar ve katlandıkları fedakarlığı, bu anlaşmada yaptıkları değişikliklerle ölçmüşlerdir. Bu yüzden anlaşmak için iki tarafın esas kabul ettiği değerler farklılık göstermiştir.
    3. Müttefikler Türkiye’yi kendilerin karşı yenilmiş ve Yunanistan’ı yenmiş bir devlet saymışlar ve bütün işleri buna göre düzenlemek istemişlerdir. Türkiye ise bağımsızlığı için savaşmış ve bunda başarıya ulaşmış bir devlet olarak, bu başarısını bütün devletlere kabul ettirmeye gayret etmiştir.

    Lozan Antlaşması Hükümleri

    Lozan Barış Antlaşması 143 maddeden oluşmuş ve 4 bölüm halinde düzenlenmiştir. Bu hükümleri kısaca şöyle özetlemek mümkün:
    SINIRLAR
    Trakya Sınırı: Karaağaç Türkiye’de kalacak ve Meriç nehri sınır olacaktır. İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları dışındaki Ege adaları Yunanistan’a bırakılacaktır. Buna karşılık Midilli, Sakız ve Sisam asker ve silahtan arındırılacaktır. Bu arada Türkiye Kıbrıs ve Mısır’ın İngiliz Yönetimine geçtiğini kabul edecektir.
    Suriye Sınırı: 20 Ekim 1921’de Fransa ile TBMM hükümeti arasında imzalanan Ankara İtilafnamesi’nde kabul edilen sınır aynen benimsenecektir.
    Irak Sınırı (Musul Sorunu): Konferansın bitiminden sonra 9 ay içinde yapılacak ikili görüşmelerle çözümlenecek, anlaşma sağlanamadığı durumunda çözüm Milletler Cemiyetinin kararına bırakılacaktır.
    Boğazların Statüsü: İtilaf Devletlerinin işgali tümüyle kalkacak ve Boğazlar Türkiye’nin başkanlığındaki uluslar arası bir komisyon tarafından yönetilecektir. Bu komisyonda Türk temsilcilerinin yanı sıra, Fransa , İngiltere, İtalya, Japonya, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan temsilcisi bulunacaktır. Boğazların her iki kıyısında 15 km.lik bir alan askersiz bölge olacaktır. Bir savaş tehlikesi ya da Türkiye’nin herhangi bir savaşa girmesi durumunda boğazlar silahlandırılabilecek, Türkiye’nin tarafsız kaldığı bir savaşta, Karadeniz’e geçecek gemilere sayı ve tonaj bakımından sınırlamalar getirilecektir. Barış zamanında boğazlardan her türlü aracın geçişi serbest olacaktır.
    Kapitülasyonlar
    Lozan Ant. ile bütün kapitülasyonlar kaldırılmış, bu haklardan yararlanarak kurulmuş yabancı ticari kuruluşlara da Türk yasalarına uyma zorunluluğu getirilmiştir.
    Borçlar
    Osmanlı Devletinin Avrupa Devletlerinden 1854’den itibaren almaya başladığı borçlar, Osmanlı Devleti ve Osmanlı toprakları üzerinde kurulan devletler arasında taksim edilerek ödenecektir. Türkiye’nin üzerine düşen borcu ödeme şekli konusunda, Türkiye alacaklı ülkeyle görüşmeler yapacaktır. Bu borçlar 1933den itibaren ödenmeye başlanmış, 1954de son bulmuştur.
    Azınlıklar
    Türkiye sınırları içinde yaşayan tüm azınlıklar Türk vatandaşı kabul edilmiştir. Yunanistan’da yaşayan Türklerle, Türkiye’de yaşayan Rumlar yer değiştirecektir. İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacaktır.
    Savaş Tazminatı
    Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç ve çevresini Türkiye’ye vermiştir.
    İstanbul Ve Boğazların Boşaltılması
    Antlaşmanın TBMM tarafından onaylanmasından sonra İtilaf kuvvetleri 6 hafta içinde İstanbul ve boğazlar bölgesindeki Türk topraklarını boşaltacaklardır.

    Lozan Antlaşmasının Önemi Ve Sonuçları

    Lozan Ant. ile yeni Türk Devleti’nin varlığı ve bağımsızlığı tüm dünya tarafından kabul edilmiştir. Lozan Ant. ile 28 Temmuz 1914te başlayan I. Dünya Savaşı resmen sona ermiştir. Dış politika açısından Şark Meselesi yeni bir boyut kazanırken, Türk iç politikası da Lozan’ın etkisindeki yıllara girmiştir. Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa ve Rauf Bey sırasında yaşanan tartışmalar Cumhuriyetin ilk yıllarına damgasını vuran siyasal görüş ayrılıklarına kadar uzanmıştır. Lozan barışı konusundaki farklı yaklaşımlar, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ve Takrir-i Sükun Kanununa kadar uzanan sürecin başlangıcını teşkil emiştir.
    Lozan Barış Ant. daha önceki yıllarda imzalanan barış antlaşmaları dikkate alındığında Türk diplomasi tarihi açısından büyük bir başarıdır. Antlaşmayla Misak-ı Milli büyük ölçüde gerçekleştirilmiş ve tam bağımsızlık elde edilmiştir. Musul’un Türkiye sınırları dışında kalması, Boğazlar üzerinde Türk egemenliğinin tam olarak sağlanamaması, Hatay sorununun çözümlenememesi Lozan’da Türkiye’nin istediği biçimde çözemediği konulardır. Sonraki yıllarda Musul sorunu Türkiye’nin aleyhinde, Hatay sorunu ise Türkiye lehinde çözüme kavuşmuştur. M. Kemal Paşa Lozan Antlaşmasının önemini şu sözleriyle en güzel biçimde özetlemektedir: “ Bu antlaşma Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın, sonunda neticesiz bırakıldığının belgesidir”.

  6. #16
    crazy_eda
    Misafir

    Standart Yanıt: Atatürk Ilkeleri Ve Inkilap Tarihi

    ya bunlar çok uzun daha kısası yok mu

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.Temmuz.2008, 12:41
  2. Atatürk ilkeleri
    By Mustafa Uyar in forum Mustafa Kemal Atatürk
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 17.Mart.2008, 10:55
  3. Atatürk Ilkeleri'nin Amaci
    By Mustafa Uyar in forum Lise İnkılapTarihi Dersi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 17.Mart.2008, 10:01
  4. Türk Tarihi 1.0 (Şanlı Türk Tarihi Hakkında Mükemmel Bir Kaynak)
    By Mustafa Uyar in forum Sosyal Bilgiler Dersi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.Mayıs.2007, 17:04
  5. Atatürk iLkeLeri
    By vergun in forum Mustafa Kemal Atatürk
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.Kasım.2006, 17:12

Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.