GALILEO'NUN BUYRUĞU

[Edmund Blair Bolles]


LEONARDO DA VINCI

Dağlardaki Deniz Kabukları

Not Defterleri’nden (yak. 1480, 1506-1509, yak. 1515)



Leonardo da Vinci (1452-1519) ressamlığının, heykelciliğinin, mimarlığının ve mühendisliğinin yanı sıra, yaptığı bilimsel araştırmalar da bir dizi not defterine düzenli olarak kaydetmiştir. Bir keresinde, Milano’da çalışırken, köylüler ona Parma ve Piacenza dağlarında buldukları bir torba deniz canlısı kabuğu ve mercan dağlarında buldukları bir torba deniz canlısı kabuğu ve mercan getirdiler. Leonardo onların anlamları üzerinde 25 yıl boyunca kafa yordu. Not defterleri onun gidip oraları gördüğünü açıkça ortaya koyuyor. Dahası, çağının birçok düşünüründen farklı olarak, Leonardo’nun onların “doğanın bir oyunu”, hayvan kalıntılarına benzer taşlar değil, deniz yaratıklarının kalıntıları olduğundan hiç kuşku duymadığı anlaşılıyor. Leonardo deniz kabuklarının o dağlara nasıl geldiklerini öğrenmek istedi. Bir yanıt da buldu: O bölge bir zamanlar denizin kenarındaydı. Bu soruyu kafasında evirip çevirdi; sonunda, sadece fosilleri oraya Nuh’un tufanının getirip getirmediğini değil, gerçekten bir tufanın olup olmadığını sorgulamaya başladı.

Leonardo’nun bunlara kafa yorması, bilimsel olmayan bir çağda çabalayan incelikli bir bilimsel düşgücünü ortaya koyuyor. Gördüğü yaratıkların soyları tükenmiş mi, yoksa varlıkları hâlâ süregelen türler mi olduğunu Leonardo’ya söyleyecek bir deniz canlıları kataloğu henüz yoktu. Gördüklerini anlamasına yardımcı olacak eskiçağ denizlerinin haritaları yoktu. Bu nedenle Leonardo gözlemlerini kanıta dönüştürme olanağı bulamadı. Onun not defterleri gösteriyor ki, bilimsel düşgücü her yaşta ortaya çıkabilen bir insan özelliğidir; ancak benzer düşüncedeki kişilerin örgütlenmiş işbirliği olmadan bilim ilerleme gösteremez.

Leonardo’nun not defterleri düzgün bir sırayla değil, karman çorman yazılmıştır. Buradaki düzenleme, Leonardo uzmanı Carlo Pedretti’nin önerdiği çok genel bir tarih sıralamasından yararlanılarak yapılmıştır.



− ― — Ω — ― −





[Yaklaşık 1480 yılı notlarından]

iki sıra kabuğa baktığımızda, kızgın bir dünyanın denizin dibine battığını ve böylece ilk katmanın oluştuğunu; sonradan tufanın da ikinci katmanı oluşturduğunu söylemek zorundayız.



[1506-1509 yılları notlarından]

Bu çalışmada, ilk önce, kabukların bir braccia (Yaklaşık 60 cm’ye karşılık gelen bir uzunluk ölçüsü birimi) yükseklikteki bir yere tufan tarafından taşınmadığını kanıtlamamız gerekiyor. Çünkü kabukların hepsi aynı yükseklikte bulunuyor ve dağların çoğu bu düzeyin üzerinde. Sonra, tufanın yağmurlardan mı yoksa denizin kabarması sonucu mu olduğunu araştırmanız; daha sonra da, nehirlerin taşmasına neden olan yağmurların ya da kabaran denizin, -ağır nesneler olan- bu kabukları dağların yüksekliklerine nasıl taşıdıklarını, denizde nasıl batmadıklarını ve nehirlerin akış yönüne ters olarak taşındıklarını açıklamanız gerekiyor.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-fizik-dersi/50626-galileonun-buyrugu.html#post103350

Bazı tortullarda, daha kurumadan önce üstlerinde sürünen solucan izlerinin kalıntıları hâlâ duruyor. Bütün deniz çamurlarının içinde hâlâ kabuklar var. Bu kabuklar çamurla birlikte taşlaşmışlar. Bu hayvanların denizden bu kadar uzaklarda tufan tarafından getirildiğinde ısrar edenlerin saçmalığı ve aptallığı ortada. Birtakım cahiller de Doğa ya da Tanrı’nın onları kutsal etkilerle burada yarattığını söylüyor; sanki bu bölgelerde, gelişmeleri uzun zaman alan balıkların da kemiklerini görüyoruz; sanki, tıpkı boğaların ve öküzlerin yaşlarını boynuzlarından ve hiçbir yanı kesilmemiş bitkilerin yaşlarını dallarından anladığımız gibi, istiridyelerin ve salyangozların kabuklarından yaşlarını yıl ve ay olarak sayamıyoruz. Bu işaretlerle yaşamlarının süresi saptandıktan sonra, açıkça görülen ve kabul edilmesi gereken odur ki hayvanlar yiyecek bulmak için hareket edemediklerinde ölürler; biz de o hayvanlarda, içinde kaldıkları toprağı ya da taşları delecek hiçbir alet göremiyoruz. Büyük bir salyangoz kabuğu içinde birçok başka türden kabuk parçalarını nasıl bulabildik; eğer onlar öldükten sonra içlerine girip denizin dalgalarıyla, tıpkı öteki hafif nesneler gibi, karaya sürüklenmeselerdi? Kat kat taşlar arasında neden bu kadar çok bütün ve kırık deniz kabuğu buluyoruz; eğer bunlar daha önce kıyıda, denizin getirip attığı bir kat toprakla kaplanıp sonra da taşlaşmasalardı? Eğer daha önce sözü geçen tufan onları denizin bu bölgesine sürüklemiş olsaydı, bu kabukları birçok bitkinin arasındaki sınırda değil tek bir birikintinin sınırında bulurdunuz. Komşu nehirlerin kıyılarından koparıp sürüklediği kum ve çamurları denizde biriktirdiği kış mevsimlerini de hesaba katmalısınız; ve eğer bu arazi yarıklarını ve aralarındaki kabukları birden çok tufanın oluşturduğunu söylüyorsanız, o zaman da her yıl bir tufan olduğunu kabul etmeniz gerekir. Parçalanmış kabuklara dönersek, bütün kabukların fırlatıldığı, kırıldığı, ikiye bölündüğü, ama asla bütün olmadığı bir deniz kıyısının var olması gerekirdi; çünkü onlar denizdeyken canlıdırlar, birbirlerine kapak görevi yapan çift-kabukları vardır; nehir birikintilerinde, deniz kıyılarında ise kırık parçalar halinde bulunurlar. Ama bağımsız kaya katmalarında ayrılmış halde de çift olarak da bulunuyorlar; tıpkı denizin onları bıraktığı şekilde, çamura canlı olarak gömülmüş, zamanla kurumuş ve taşlaşmış olarak.

Nasıl oluyor da, deniz kıyılarındaki dağların yüksek zirvelerinde, tıpkı sığ denizlerdeki gibi büyük balıkların kemikleri, istiridye, mercan ve çeşitli başka kabuklar ve deniz salyangozları bulunuyor?

Şimdi de kabukların tuzlu sudan başka bir yerde ortaya çıkamayacaklarını kanıtlamamız gerekir; hemen hepsi de bu türden kabuk sonra, Lombardiya’daki kabuklar dört farklı düzeyde yani her yerde değişik zamanlarda oluşmuşlar. Hepsi de denize doğru açılan vadilerde bulunuyor.

Eğer, günümüzde İtalya’da denizden bu kadar uzakta ve bu yüksekliklerde bulunan kabukların oraya tufan tarafından bırakıldığını söylerseniz, ben de derim ki, bu tufanın en yüksek dağın zirvesinden yedi arış yukarıya yükseldiğine inanıyorsanız -onu ölçen de böyle yazmış- hep kıyıya yakın bölgede yaşayan bu kabuklular dağın eteğinden azıcık yukarılarda değil de dağlarda bulunmalıydı; aynı yükseklikte değil, üst üste katmanlarda da değil. Eğer bu kabukluların denizin sınırında kalmayı sevdiklerini, deniz yükseldikçe kabukluların ilk yuvalarını bırakıp sularla birlikte en yukarılara çıktıklarını söylerseniz, ben de size derim ki, midye, istiridye, gibi canlılar su dışındaki salyangozlardan daha hızlı hareket eden hayvanlar değildir; hatta, yüzemedikleri için daha da yavaştırlar; yüzmek yerine kumda bir yarık açıp yarığın iki yanına yaslanarak günde üç veya dört braccia yol alırlar; bu nedenle de, bu kadar yavaş hareket eden bu yaratıklar Adriyatik Denizinden Lombardiya’daki Monferrato’ya, 400 kilometrelik bir uzaklığa, 40 günde -zamanı ölçen her kimse bunu o söylemiş- gidemez. Onları oraya dalgaların taşıdığını söylerseniz, onlar, ağırlıkları nedeniyle, yalnız deniz dibinde hareket edebilirler. Bunu kabul etmezseniz, hiç olmazsa onların, en yüksek dağların zirvelerinde, dağlarla çevrili Lario, il Maggiore, Como, Fiesole, Perugia göllerinde ve onlar gibi başka göllerde kalmak zorunda olacaklarını itiraf ediniz.

Eğer kabuklular, ölü ve boş olduklarından, dalgalarla taşındılar derseniz, ben de size ölülerin gittiği yerin yaşayanlardan çok uzak olmadığını söylerim. Çünkü bu dağlarda canlı olanlar da bulunmuş; canlı oldukları ayrılmamış kabuklarından anlaşılıyor. İçinde hiç ölü bulunmayan bir katmandalar. Biraz daha yukarıdalar, dalgalarla sürüklenmişler. Bütün ölü olanlar, kabukları ayrılmış olarak, nehirlerin denize büyük yükseklikten döküldüğü yerdeler. Örneğin, Monte Lupo yakınlarında Gonfolina’dan dökülen Arno nehrinin sürüklenip tepelediği çakıllar hâlâ görülüyor; çeşitli bölgelere ait, çeşitli yapıda renkte ve sertlikte taşlar tek bir yığın oluşturmuş. Bu kumtaşı tepesinin biraz ötesinde, nehri Castel Florentino’ya doğru döndüğü yerde bir tufan oluşmuş. Daha ötede, içinde kabukların yaşadığı çamurlar birikmiş. Bu çamurlar, çok mil taşıyan Arno’nun denize döküldüğü yerin düzeyine göre, kat kat yükselmiş. Denizin tabanı zaman zaman yükselmiş ve bu kabukları katmanlar halinde geride bırakmış. Bu hal Arno’nun açtığı ve aşındırdığı Colle Gonzoli yarığında görülebilir. Sözü edilen kabuk katmanları bu yarıkta, mavimsi renkteki kil içinde açıkça görülmekte. Ayrıca çeşitli deniz cisimleri bu kadar yukarılara gerçekten yükselmişse, bunun nedeni, onun Cebelitarık ile Ceuta arasındaki yarıktan kaybettiği sularla hafiflenmiş olması olsa gerek. Kaybolan suyun ağırlığı ne kadarsa o ölçüde yarımküredeki karaların ağırlığına eklenmiş olmalıdır. Ayrıca kabuklar çamurlu sel sularıyla sürüklenmiş olsalardı, günümüzde gördüğümüz gibi düzgün basamaklar ve hatlar halinde olmaz, çamurun içinde karışmış ve birbirinden ayrılmış durumda olurlardı.

Kabukların uzun süreden beri var olduklarını, o bölgenin böyle canlıların üreme yerini etkileme gücü olan bölgesel koşullar ve mevsimler sayesinde, denizden uzaklarda yaşama geçtiğini söyleyenlere gelince; onlar şöyle yanıtlanabilir: Öyle bir etki hayvanların, aynı türden ve aynı yaşta olanlar dışında, hepsinin aynı düzeye getirmez. Yaşlılarla gençleri, operculumu (Balık solungaçlarında ve mantarlarda bulunan kesitler) olanlarla olmayanları, parçalanmış olanlarla bütün olanları, açık kalmış ve bütün halindeki kabukları içinde deniz kumu olanlarla irili ufaklı başka kabuk parçaları bulunanları bulunanları, ağacın içine yerleşip ağacı kemiren sürüngenlerde olduğu gibi üzerlerine konup birlikte hareket eden ve hareket izleri hâlâ duran başka kabukluları aynı düzeye getirmez. Eğer kıyıya atılmamış olsalardı aralarında, kimilerinin ok kimilerinin de yılanların dili dediği hayvan parçaları bir arada olmazdı. Onları buralara tufan getirmiş olamazdı; çünkü sudan ağır olan şeyler suda yüzmez. Ancak bu şeyler oralara su tarafından taşınmadılarsa bu kadar yüksekte olamazlardı; ağırlıkları nedeniyle bu olanaksızdı. Vadilerin tuzlu deniz suyuyla doldurulmuş olmadığı yerlerde hiç kabuk görülmüyor; bu Gonfolina üstündeki büyük Arno vadisinde açıkça görülmekte. Arno vadisi üstündeki, daha önce Monte Albano ile birleşik olan, Gonfolino kayası çok yüksek bir bent şeklinde nehri engellemiş. Öyle ki, nehir hemen ayağının altında olan denize kavuşmadan önce iki büyük göl oluşturmuş. Bunlarda bini şimdi Prato ve Pistoia ile Floransa kentlerinin kurulduğu yerdeydi. Monte Albano ise şimdi Serravalle’nin bulunduğu yere kadar nehir yatağını izledi. Val d’Arno’dan yukarıya doğru Arezzo’ya kadar bir başka göl oluştu. Bu göl sularını bir önceki göle akıttı. Şimdi Grione’nin görüldüğü noktaya kadar kapalıydı ve yukarıdaki bütün o vadiyi 65 kilometre boyunca doldurdu.

Nehirlerin denize aktığı yerlerde çok miktarda kabuk görülür; çünkü böyle kıyılarda sular tatlı suyla karıştıklarından çok tuzlu değillerdir. Bunun bir kanıtı, eskiden Appeninler’in nehirlerini Adriyatik Denizine döktüğü yerlerde görülebilir; çünkü oralarda dağların arasındaki birçok yerde, mavimsi balçıkla birlikte büyük miktarda kabuk bulunabilir ve o bölgelerdeki taş ocaklarında çıkarılan kayalar kabuklarla doludur. Aynı şey Arno nehrinin Gonfolina kayasından, çok da aşağıda olmayan denize döküldüğünde de gözlemlenebilir; çünkü, o zamanlar San Miniato al Tedesco’nun zirvesinden daha yüksekti ve onun en yüksek zirvesinden yamaçları kabuklar ve istiridyelerle dolu sahiller görülebilir. Kabuklar Val di Nievole’ye kadar uzanmıyordu; çünkü Arno’nun tatlı suları o kadar uzağa gitmiyordu.

Eğer tufan kabukları denizden üç yüz, dört yüz mil uzağa taşısaydı onları çeşitli başka doğal şeylerle karışmış olarak taşırdı. Ve de biz bu uzaklıklarda istiridyeleri ve deniz salyangozlarını, mürekkep balıklarını, birlikte yaşayan bütün kabukluları hepsi bir arada ve ölü olarak buluyoruz; deniz kıyılarında her gün gördüğümüz gibi tek tek kabuklar ise birbirlerinden çok uzak halde bulunuyor. Eğer çok büyük kabuklu istiridyeleri bir arada buluyorsak, pek çoğunun kabukları ayrılmamış durumda ise, bu, onların oralara deniz tarafından taşındığını, Cebelitarık Boğazının yeni açıldığı sıralarda hâlâ canlı olduklarını gösterir. Parma ve Piacenza dağlarında deliklerle dolu ve hâlâ kayalara yapışık durumda olan birçok kabuk ve mercan görülebilir. Milano için büyük at heykelini yaparken bazı köylüler atölyeme içi dolu bir çuval getirdiler. Bunlar orada bulunmuştu ve birçoğu ilk tazeliklerini koruyorlardı.

Eğer bu kabukların o yerlerin doğası ve ilâhî güçlerin olası etkileriyle yaratılmış ve hâlâ sürekli olarak yaratılmakta olduğunu söylüyorsanız, böyle bir düşüncenin biraz mantık sahibi bir beyinde yeri olamaz. Çünkü geliştikleri yılların sayısı kabuklarında yazılıdır ve büyükler ile yavrular bir arada görülmektedir. Ancak onlar yiyecek olmadan büyüyemezlerdi; hareket olmadan da beslenemezlerdi -halbuki burada hareket etmeleri olanaksızdı.



[1515 yılları notlarından]

Burada bir kuşku baş gösteriyor; o da şu: Nuh zamanındaki tufan evrensel miydi, değil miydi? Şimdi verilecek nedenlerden dolayı değilmiş gibi görünüyor: Kutsal Kitapta yazıldığına göre bu tufan 40 gün ve 40 gece sürekli yağan evrensel bir yağmurdu ve bu yağmurun suyu dünyadaki en yüksek dağın on arış yukarısına ulaşmıştı. Bu yağmur evrensel olsaydı küre biçimindeki dünyamızı kaplardı. Bu küresel yüzey, her yerde merkezden eşit uzaklıktadır. Buna göre, bu su küresinin suları hep aynı koşullar altında olduğundan suların hareket etmesi olanaksız olur. Çünkü su, eğer aşağı doğru akmıyorsa kendi kendine hareket etmez. O halde, böyle bir tufanın suları nasıl yer değiştirir; hareket etmediği kanıtlanmışsa ve yer değiştirdiyse yukarıya doğru gitmek dışında nasıl hareket edebilir? Öyleyse, burada doğal gerekçelerde bir eksiklik var. Demek ki, bu kuşkuyu gidermek için ya bir mucizenin yardımına sığınmak ya da bütün bu suyun güneş ısısı ile buharlaştığını söylemek gerekiyor.



Göstersinler bakalım, Monte Mario’daki kabuklar neredeymiş.







GALILEO’NUN BUYRUĞU

Edmund Blair BOLLES

Nermin ARIK

TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları

2. Basım, Aralık 2000, Sf. 119-125