Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


2 sonuçtan 1 ile 2 arası
  1. #1
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Mevlana C. Rumİ'den Manzum ÖykÜler...

    AKREPLE KURBAĞA

    Bir gün kara bir akrep yolculuğa çıkmıştı
    Yolu epey uzundu, yorgundu, acıkmıştı.

    Bir dereye rastladı; uzun, geniş bir dere
    Bir yerlerden geliyor, gidiyor başka yere.

    Karşıya geçmek için uygun bir geçit gerek
    Aradı, bulamadı; boydan boya gezerek.

    Şöyle büyük bir ağaç olsa dalları uzun
    Çıkar, yürür, geçerdi; varsın yorucu olsun.

    Ama yoktu ne yazık ne geçit, ne de köprü.
    Derken derede yüzen birkaç kurbağa gördü.

    Seslendi : "Arkadaşlar ! bakar mısınız lütfen ?"
    Dönüp onu görünce suya daldılar hemen.

    "Korkmayın, hiç bir zarar vermem hiçbirinize,
    Ne olur, bir dinleyin, diyeceğim var size."

    O böyle yalvarınca içlerinden genç biri
    Kafasını çıkardı, gözleri iri iri:

    "Akrep kardeş buyurun, diyeceğiniz nedir ?
    Yalnız çabuk söyleyin, işimiz aceledir."

    "Ne olursun kurbağa, çok zor bir durumdayım,
    İnan ki haftalardır bu uzun yolumdayım.

    Çok acele işim var, koşup ulaşmam gerek,
    Beni bekleyenlerle hemen buluşmam gerek.

    Beni sırtına al da karşıya geçiriver,
    Bu yorulmuş yolcuya bir iyilik ediver."

    "Ama Sayın Bay Akrep, çok korkarız biz sizden;
    Çıkıverirse sonra bir kaza iğnenizden ? "

    "Hiç olurmu a canım, ben öyle beter miyim ?
    Bana yardım edene kötülük eder miyim ?

    Hem sonra öyle bir şey yapacak olsam bile
    Gitmez miyim seninle ben de suyun dibine ?"

    Böyle tatlı sözlerle kurbağayı kandırdı,
    Güvende olduğuna iyice inandırdı.

    Yüze yüze gelince suyun derin yerine
    Kurbağanın ensesi takıldı gözlerine:

    Öyle parlak ve semiz, öyle iştah açıcı,
    Böyle av bulunur mu, bu kadar kışkırtıcı ?

    Sonunda duramadı, yaptı yapacağını
    İğnesiyle felç etti kolunu bacağını.

    "Ne yaptın akrep kardeş ? Hem kalleş hem döneksin,
    Ama sen de benimle birlikte öleceksin."

    "Ne yapayım kurbağa, kötüler hep aldatır;
    Hem sen işitmedin mi ? «Huy canın altındadır»".

    Sen de canım Oğuzhan, sakın kötüye kanma;
    Huyu kötü olanın sözlerinde aldanma...

    ASLANLA TAVŞAN

    Bir ormanda yaşayan birkaç küçük hayvanın
    Huzurları kaçmıştı korkusundan aslanın.

    Birden pusudan çıkar, birisini kapardı;
    Bu yüzden hepsinin de ondan ödü kopardı.

    Bir çâre düşündüler ve ona dediler ki :
    "Biz seni doyururuz, sen kabul et yeter ki;

    Her gün birimiz gelir oluruz sana kurban,
    Yeter ki sen avlama bizi çıkıp pusudan.

    Bu korkuyla yaşamak bize çok zor geliyor,
    Kovuklara sinmekten yağlarımız eriyor."

    Aslan kabul edince anlaşmaya varıldı,
    Topluluk yavaş yavaş evlerine dağıldı.

    Her gün sabah toplanıp kur'a çekiliyordu,
    Kur'ada ismi çıkan aslana gidiyordu.

    Sonunda bir gün sıra küçük tavşana geldi,
    Ama zulme isyanı tavşancık görev bildi.

    "Böyle devam edemez bu iş !" diye bağırdı.
    Ama böyle cesaret çoğu için ağırdı.

    "Şaşırdın mı ? " dediler, "hep beraber söz verdik;
    Hem de bunca zamandır sözümüzde direndik.

    Hadi isyancı tavşan, bizi yalancı etme,
    Hadi, çabuk yürü de padişahı incitme."

    "Dostlarım" dedi tavşan, "kızmayın, izin verin,
    Bir oyun yapacağım, izi kalacak derin."

    Dediler : "Kendine gel, böyle köpürüp taşma,
    Sen bir küçük tavşansın, dev aslana sataşma;

    Gurura mı kapıldın, haddini aşıyorsun,
    Sen hepimiz için de tehlike taşıyorsun !"

    "Tersine !" dedi tavşan, "barışı bulacağız,
    O zalimin elinden hepten kurtulacağız."

    Sonunda küçük tavşan dönüp koyuldu yola,
    Arkasından baktılar gözleri dola dola.

    Biraz yolu uzattı, eğlendi sağda solda,
    Epeyce gecikerek gitti vardı huzura.

    Aslan çok sinirlenmiş, kükreyip duruyordu,
    Yerleri tırmalıyor, burnundan soluyordu.

    Nihayet görününce uzaktan bizim tavşan
    "Nerde kaldın ey soysuz !" diye bağırdı aslan.

    "Bilmezmisin her canlı benden çekinir, korkar;
    Gücümün karşısında eğilir tüm hayvanlar ?"

    Nice koca öküzü hakladım bir vuruşta;
    Bunun için karşımda herkes esas duruşta.

    Sen kim oluyorsun da böyle geç kalıyorsun,
    Benim yüce emrimi hafife alıyorsun ?"

    Tavşan boynunu büküp dedi :"Aman efendim,
    Müsaade buyurun, hâlimi arzedeyim :

    Tam vaktinde çıkmıştık arkadaşımla yola,
    Geliyorduk beraber bu çok yüce huzura;

    Ben küçüğüm diyerek orman arkadaşlarım
    Bizi çift gönderdiler size ey Padişahım.

    Ama yolda bir aslan birden saldırdı bize,
    Çok iri ve güçlüydü, getirdi bizi dize.

    Dedim ki : "Bizi bırak, biz Padişah kuluyuz,
    Yüce kapıya giden iki garip yolcuyuz."

    Dedi ki : "O da kimmiş ? Burda Padişah benim,
    Dünyada benden güçlü başka aslan görmedim.

    Kendine güvenirse gelsin, çıksın karşıma,
    Kim büyük ve güçlüymüş, göstereyim ben ona."

    Dedim "Bana izin ver, Sultanıma gideyim,
    Senin dediklerini ona haber vereyim."

    "Çabuk hemen git ve dön, yoldaşın kalsın rehin;
    Kralına da söyle, gözüme görünmesin."

    "Dedi o aslan bana" deyince minik tavşan,
    Öfkeden kudurmuştu bizim o koca aslan.

    "Kim acaba bu sersem, gidip onu bulayım,
    O kendini bilmeze kendimi tanıtayım;

    Hadi şimdi çabucak öne geç de yol göster !"
    Dedi aslan ve yola koyuldular beraber,

    Nihayet kenarına geldiler bir kuyunun.
    Yâni son perdesine gelinmişti oyunun.

    Tavşan dedi : "O aslan yaşıyor bu kuyuda,
    Böylece el altında içeceği suyu da."
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/5092-mevlana-c-rumiden-manzum-oykuler.html#post7578

    Eğilerek baktılar beraberce kenardan :
    Dipte bir aslan vardı, bir de yanında tavşan.

    Bu kendinin sudaki yansımasıydı ama,
    Gerçek gibi göründü bizim koca aslana.

    Kocaman kükremesi kuyuda yankılandı,
    Böylece gördüğüne bir kat daha inandı.

    Cesaretle atladı üzerine düşmanın
    Son hamlesi oldu bu, o zavallı aslanın.

    Kuyu oldukça derin, taşları da pek sertti;
    Bu çok cesur atlayış onu canından etti.

    Güçlü olmak iyidir, ama zorbalık kötü.
    İyi dinle ve öğren; Oğuzhan bu öğüdü:

    Akıllı ve güçlü ol, ama haksızlık etme,
    Gücünü ve aklını kötülükte tüketme.

    Zalime boyun eğme, bu onu güçlendirir;
    Her zaman hakkı gözet, etrafını sevindir.

    "Kim ki olur dünyada zulüm ederek âbâd,
    Elbette akıbeti olacaktır çok berbat."





    DEVE İLE FARE

    Bir gün minik bir fare yolda gördü bir deve;
    Semerini çıkarmış, yem’ini geve geve,

    Sahibi yokmuş gibi amaçsız yürüyordu,
    İpi nasılsa düşmüş, yerde sürünüyordu.

    Küçük fare durumdan hemen görev çıkardı.
    Biraz sonra ağzında deve yuları vardı.

    Fare biraz yürüdü, ip bir hayli gerildi
    Deve de uysal hayvan, o tarafa yöneldi.

    Fare buna sevindi; dahası, kurumlandı;
    Gördüğü itaatı kendi gücünden sandı.

    “Meğer ne yiğitmişim, ne kadar da kahraman;
    Var mı acep dünyada benim gibi pehlivan !”

    Farenin yedeğinde kos kocaman bir deve,
    Bir hayli yol aldılar geçerek ova tepe.

    Derken küçük bir dere çıktı karşılarına
    Farecik durdu kaldı, kalbini aldı tasa.

    “Ne oldu” dedi deve, “çok iyi gidiyordun;”
    Güçlü ve akıllıydın, ustaca güdüyordun ?

    Sen ki beni dağlardan, tepelerden aşırdın;
    Ne için durakladın, niye böyle şaşırdın ?

    Hani benim güdücü’m, güçlü kılavuzum’dun ?;
    Haydi, durup düşünme kara kara, upuzun.

    Yiğit ol da gir suya, dereden geçir beni;
    Çok iyi kılavuzdun, göster marifetini.”

    “Arkadaş !” dedi fare, “bu su engin bir deniz;”
    Hem de bir hayli derin, yok ki dibinden bir iz.

    Saklayacak bir şey yok, canımdan korkuyorum,
    Ben bu suyu geçemem, girersem boğulurum.”

    “Bir bakalım” diyerek şu bizim uysal deve,
    Bir iki adım attı, gitti, girdi dereye.

    “Baksana korkak fare, hiç de değilmiş derin;
    Buncacık su için mi bunca koyu kederin ?

    Bak o kadar az ki su, dizimden de aşağı;
    Boşuna eritmişsin yüreğindeki yağı !”

    Fare dedi : “bu dere sana göre karınca,
    Ama benim gözümde koskoca bir ejderha !”

    “Dizden dize çok fark var; sana diz boyu ancak,
    Ama benim boyumu metrelerce aşacak.”

    Deve dedi : “Ey ahmak, madem farkettin farkı,
    Artık kendine gel de bitsin artık bu şarkı.

    Terbiyesizlik etme, yakma kendi canını,
    Boyuna bosuna bak, kendini iyi tanı.

    Elini yıkamadan hamur açmaya bakma;
    Ticareti bilmeden dükkân açmaya kalkma.

    Kendi denginle yaşa, kendi denginle uğraş;
    Kedi isen kediyle, itsen itlerle dalaş.

    Kul isen kulluğu bil, sultanlığa yeltenme,
    Denizi görmemişken kaptanlığa özenme.

    Boyunu aşan işe haddini bil, bulaşma,
    Sorumlu olmadığın işlerle de uğraşma.”






    DEFİNE ARAYAN ADAM

    Çok eski zamanlarda Bağdatlı bir fukara
    Konuvermişti bir gün büyükçe bir mirasa.

    Ani gelen zenginlik onu budala etti,
    O koskoca serveti bir kaç yılda eritti.

    Ama kolay değildi eskiye geri dönmek,
    Küheylan attan inip uyuz eşeğe binmek.

    Hep evine kapanır için için ağlardı,
    Yaradana sığınıp gece gündüz yalvardı:

    Yarabbi sen bilirsin; ben fakir bir kul idim,
    Muhtaç değildim ama oldukça yoksul idim;

    O sonsuz hazinenden bana mal ve mülk verdin,
    Lûtfunla gönendirdin, zenginliğe erdirdin;

    Bense kıymet bilmedim, varlıkla sarhoş oldum,
    Çarçur ettim dağıttım ve gene berduş oldum.

    Hatamı geç anladım, ne olur beni affet
    Taşıyacak gücüm yok, ağır geldi bu zillet.

    Hazinende 'yok' yoktur; ya lûtfet bir geçim ver,
    Ya da canımı al da sona ersin çileler."

    Hep böyle niyaz etti haftalarca, aylarca.
    Sonunda bir ses duydu derinden, rüyasında:

    Sen kalk ve Mısır'a git, orda bir hazine var.
    Senin gelip bulmanı bekliyor nice yıllar."

    Uyanınca sevinçle dertlerini unuttu,
    Düşünmeden delice Mısır yolunu tuttu.

    Aç ve susuz dolaştı, yollar karma karışık;
    Ne define göründü, ne de ufak bir ışık.

    Açlık ve yorgunluktan perişan hale geldi;
    Sonunda dilenmeye çâresiz, karar verdi.

    Ama utanıyordu, nasıl girsin bu işe ?
    Geceleyin yaparım, tanımaz beni kimse.

    Diye düşünerekten karanlığa süzüldü,
    Tenha bir sokak bulup bir köşeye büzüldü.

    Bir ayak sesi duyup avucunu uzattı;
    Ama güçlü bir pençe bileğini kavradı:

    Gel bakalım, sen böyle ne yapıyorsun burda
    Bu saatte işin ne bu karanlık duldada ?

    Besbelli bir hırsızsın, kötü niyetlerin var;
    Yanacaktı kim bilir şerrinden nice canlar !"

    İriyarı bu adam mahalle bekçisiydi;
    Yakasından tutmuştu, dövüyor, sürüyordu.

    Dur, dövme de doğruyu söyleyeyim ben sana
    Diye garip Bağdatlı yalvarıp yakarınca;

    Peki, anlat bakalım, besbelli yabancısın;,
    Sakın yalan konuşma, doğru anlatmalısın."

    Diye izin verince güvenlik görevlisi
    Bizimki baştan sona anlattı hikâyeyi :

    Sandığın gibi değil; ne hırsızım, ne zalim;
    Bir hülyanın peşinde bu hallere gelmişim."

    Bekçi ona inandı ve gülerek dedi ki :
    Anlaşıldı, sen hırsız falan değilsin belli;

    Seni bırakacağım, benden kurtulacaksın;
    Ama kusura bakma, sırılsıklam ahmaksın !

    Ben yıllardır bir rüya görüyorum her gece;
    Diyorlar ki : "Bağdat'ta şöyle bir mahallede,

    Şöylece bir sokakta, şöyle şöyle bir evde
    Git, kaz ve çıkar onu; gömülü bir define."

    Yerimden kımıldamam, güler, geçerim ancak,
    Senin bir rüya için düştüğün şu hale bak !

    Bu kadar mı ahmaksın, sende yok mu hiç akıl ?
    Bir daha görmeyeyim, şimdi karşımdan yıkıl ! "

    Bu sözleri duyunca şaşırdı mirasyedi:
    Tarif edilen bu ev aynen kendi eviydi.

    Demek ki hem define üstünde oturmuşum,
    Hem de yoksulluğumdan feryat ediyormuşum.

    Bu ne büyük gaflettir, ne affedilmez ayıp;
    Yorgunlukla, çileyle geçen bunca yıl kayıp."

    Burnu koku almayan ne alır has bahçeden;
    Melodiden ne anlar kulağı işitmeyen ?

    Hayatını servete, saltanata adayan
    Bilemez defineyi, kendi içinde yatan.

    Hem gerçek zenginlikten böylece mahrum kalır
    Hem de hayattan yalnız çile ve zahmet alır

  2. #2
    KöLeKRaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    26 Eylül 2006
    Yer
    Türkiye
    Mesajlar
    759
    Tecrübe Puanı
    27

    Standart --->: Mevlana C. Rumİ'den Manzum ÖykÜler...

    teşekkürler bu öğüt verici öyküler için ellerine sağlık...










    **************************VaTaNPeRVeR************* ********

Benzer Konular

  1. Geliştiren Öyküler
    By yoLcu in forum Kişisel Gelişim
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 18.Temmuz.2008, 11:07
  2. Mevlana
    By soleil in forum Güzel Sözler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 27.Mart.2008, 08:46
  3. öyküler...sunu
    By Beyza in forum 3. Sınıf Etkinlikler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.Şubat.2008, 14:53
  4. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 11.Nisan.2007, 11:22
  5. Mevlana'dan Öğütler
    By şehzade in forum Aşk - Sevgi ve Evlilik
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 15.Şubat.2007, 21:47

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.