Duygularım bir denizin dalgaları arasında çalkalanıp duruyormuşçasına kararsız ve dalgalar arasında bazen bir araya gelip sonra hemen ayrılan cümleleri bir türlü toplayamıyorum.
Bir sürü problemimiz var değinilebilir, ama benim aklım ve hayalim hep başka yerlerde dolaşıyor. Küçük küçük hatıralar var. Bana ehemmiyetsiz görünüyorlar, ama nedense “Bizi de yaz” diye sıkıştırıp duruyorlar beni. Başka bir sahaya çıkmak istiyorum, ama yine çekirdek, yine tohum ve filiz rahat bırakmıyor beni. Hem de domates çekirdekleri! Böylece yine bol tohumlu, topraklı bir sohbet olacak galiba.
İnsanın içinde duymaya en çok muhtaç olduğu hayat sevincidir. Yaşadığını hissetmesi. Hayatın sevincini içinde duyması. Hayatın içinde yoğrulan muhteşem dirilişi, heyecanı, cilveyi, cevelanı, varlığında duyabilmesidir. Öyle ki, yaşadığınız için şükredecek, memnun olacak, sevinç duyacak, içinizde bir hareket ve canlılık hissedeceksiniz devamlı.


Hep iman ile yoğrulan hissettirici, duyurucu, doyurucu tefekkür sahneleri açmaya çalışmam, bu yüzden işte. İnsanın his alemlerinin harekete geçmesi, onun maddi alemine de hareket ve canlılık getirir. İçinizde devamlı hareket halinde olmaya yönelten bir kıpırdanış, hareket başlar. Yaşınız ilerlemiş olsa bile, genç ve enerjik hissedersiniz kendinizi. Bedeni saran uyuşukluk, hissiyat alemleriyle yakından ilgilidir. İçinizde yaşamaya, hayata dair hissedecek bir şeyler kalmamışsa, gün geçtikçe hareketini yitiren ve kalıplaşan bir beden içinde yaşamak zorunda kalırsınız. Esir bir kafes içinde, kalbiniz, ağlayışlarını bile duyuramayacak kadar sessizleşip, kabuğuna çekilir.

Bu insanın özel alemidir. Bu özel alemde inancın yeri ap ayrıdır. “İnanıyorum” demek yetmiyor sadece. O inancın bize getireceği güzellikleri manevi tatları ve heyecanları da yaşamamız gerekiyor ki, insan olmamız bize mutluluk kaynağı olsun. İşte bu yüzden, inancın kalbe, his alemlerine, akla açacağı kapıları kurcalamaya çalışıyorum ki, o aralanan kapılardan, Allah’ın izni ile, belki bazı hakikatler, güzellikler, hareket ve hayat fısıltıları uzanır da bir kişinin manevi alemi canlanır, bir kişi daha güler.


İyi işte, ne güzel! Hissediyorsun. Nice güzelliklerle iç içesin. Mutlusun. Böyle mutlu yaşa, yaşayabildiğin kadar. Diğer insanlarla ne uğraşıyorsun? Onların manevi alemleri, kalpleri, hayattan hissedip, hissedemedikleri, seni niçin ilgilendiriyor? Hem bir sürü umumi problem var herkesi ilgilendiren. Televizyonlarda, gazetelerde, bir çok ilginç haber var. Onlara bir yorum getir. Hem yorumlar, hem de yorulmazsın. Gece gündüz doğum sancısı çeker gibi, incecik hissiyatları yakalayabilmek için kıvranıp duruyorsun. Fırtınalı bir denizde, balık avlamaya çalışan biri gibi, heyecan ve yorgunluk içindesin. Olsun. Eğer, her şeye rağmen, bu güzel hissiyatları, inancın insanda açan bu güzel çiçeklerini, bazı kişilere sunabiliyorsam, değer diyorum. Bu kadar çırpınmaya, yorulmaya, uykusuz kalmaya değer. Zira bir insan kalbinde çatlayan bir his çekirdeği ve ondan çıkan güzel bir çiçek, şu kara toprakta açan, rengarenk çiçeklerin baş döndüren güzelliğinden daha anlamlıdır. Çünkü o kalpte açıyor. Onu harekete getiriyor. Ona varlığını hatırlatıyor. Sadece maddeden ibaret olmadığını söylüyor. Sadece midenin ihtiyacını değil, aklın, ruhun, kalbin, ince ve latif hissiyatların da ihtiyacını hissettiriyor. Eğer onlar aç kalırsa, sadece mide yönüyle doymanın eksik olduğunu fısıldıyor.
En âlâ sofralardan aç kalkan insanlar var. Şiş ve dolu bir mide ile. Yaşamak için yiyor, ama yaşamıyor. Çünkü aç olan ve kıvranarak ağlayan öyle alemler var ki onda, bunlar aç oldukça, o günde beş öğün bile yese, yine de tok olmayacak. Mutlu olamayacak.


Gelelim domates çekirdeğine ve insandaki hangi açlığı doyurduğuna. Bizim çocukluğumuzda Eyüp ile Rami arasındaki sırtlarda epey bir boş alan vardı. Bol ağaçlıktı, buralarda oynuyorduk. İlkbaharda hanımların salça yaptıktan sonra attıkları domates çekirdeklerinden bahara ulaşıp sümbüllenenler, sevimli küçücük filizler verip, bizi cezp ediyorlardı. Onları çıkarıp bahçemize getiriyorduk. Bir çoğu tutuyor ve hatta meyve de veriyorlardı. Onların gelişimini seyretmek, öyle zevkli oluyordu ki. Hele bir de üzerinden domates koparabilmişseniz, dünyanın en kıymetli şeyine sahipmiş gibi, bir mutluluk duyuyordunuz. Filizi görmek, canlanışını devamlı seyretmek yeni sümbüllenişlere şahit olmak, insana da canlılık ve mutluluk veriyor. Hele bir de kimin namına baktığını biliyorsa… Her bir filizi san’at ve canlılıkla dolu olan o eserin sahibini tanıyarak, hissederek, mesela, o domatesi yiyorsa, işte o zaman bakmak da, yemek de, hissetmek de, yaşamak da hepsi güzel.
Tohum, toprak ve sümbülleniş. Benim devamlı içimde kıpırdanan ve yaşayan bir mevzu. İçimde hep bir heyecan duyuyorum. Sümbüllenişe dair. Bir küçücük tohumun macerası bütün safhalarıyla içimde yaşanıyor hep. Kalbimin bir yerlerinde kabarıp patlayan duygular, manevi sümbüllenişler, manevi ve latif çiçekler, daktilomun başına geçtiğimde, bana hep tohumun dualar, zikirlerle dolu harikulade macerasının güzelliğini hatırlatıyor. Ne kadar “Bıktırıyorum galiba?” desem de yazmaktan kendimi alamıyorum.


Ben o tohumun yerine, sanki bir toprak altındayım. Sümbülümü verebilmek için olgunlaşmayı bekliyorum. Kalbimi sıkan bir heyecanın tazyiki ile, bir sızı dolaşıyor, duygularımın bir çit gibi sıklaşmış, karmakarışıklığı içinde. Bazen minik bir mor çiçek görüyorum, çit dibinde. İnce bir duygu, latif bir nükte ile beslenip şişmiş ve açılmış. Tohumun sümbül vermek hususundaki sıkıntısını anlıyorum, o an. Neler yaşadığını, bu güzelliğe nasıl kavuştuğunu. Hiç de kolay bir şey değil, sümbül vermek. Sabır ile beslenen, uzun bir bekleyişin ürünü, o.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/6454-konusan-domates-cekirdekleri.html#post9606


Nice duaların, Rabbin güzel isimleriyle hiç durmadan zikreden bir dilin, ümidini hiç yitirmeyen, Rabbine bir an dahi kopmadan bağlanan bir kalbin, manevi ve latif bir güzelliği var, tohumun minicik sandukçasının içinde. Yağmur demiyor, çamur demiyor, kar, fırtına hiçbir şey onu yıldırmıyor. O hep dua ve zikirler içinde. Sümbül verebilmek, içindeki güzelliği sergileyebilmek için, uzun mevsimler boyu, sabır içinde bekliyor. O küçücük yüreğe, bu uzun bekleyiş, tahammülsüzlük ve isyan getirmiyor. Onun ümidi hiç tükenmiyor. Baharı kucaklamaya hazır, tesettür toprağı altında öylece bekliyor.


Üzerinde ona göre çok kalın bir toprak örtüsü var. Kimsenin bilmediği bir derinlik ve yalnızlık içinde. Tek dayanak noktası Rabbi. Tohum Rabbini çok iyi biliyor. Umutlarının O’nda olduğunu, ne gelirse O’ndan geleceğini, onu sadece Rabbinin koruyup gözetebileceğini. İçindeki en ince satırları, en latif güzellikleri, en gizli duaları, sadece O’nun bildiğini. Evet, tohumu güzel yapan, tohumu o uzun bekleyişinden sonra muhteşem bir şekilde sümbüllendiren sadece Rabbidir. Tohum bunu biliyor.
Peki insan bunu biliyor mu? Her şeyi tesadüfi ve karmakarışık gören, hikmetle yazılmış bahar sayfalarındaki muhteşem güzellikleri, intizamlı işleri okuyamayan, ümit ve arzularını Rabbinden başkaları gerçekleştirebilecek zanneden insan, bunu biliyor mu? Pek çoğu bilmiyor bunu? Halbuki, tohumun yüreğinde olup bitenleri azıcık bilen ve hissedebilen insan, kendi saadetinin yolunu da, bu saadete nasıl ulaşabileceğini de hissedebilir. Saadet Rabbine tam olarak, hiçbir itiraz sesi duyulmamacasına, ümit ve bağlılığını bir an dahi yitirmeden bağlanabilmektedir.


Muhteşem bahar, öyle yoğun bir zikir ve duanın tezahürüdür ki, bu duaların güzelliği, başlara taç gibi takılan rengarenk çiçeklerin nurani tebessümleriyle, bize yıllar boyu gülümseyip duruyor. Bir bahar mı bekliyorsun, çözülmek mi istiyorsun, sümbüllenişlere susadı mı yüreğin, öyleyse tohuma kulak ver. Fısıldadığı öyle hakikatler var ki, sana mutluluk kaynağı olacak bu hakikatler. Düşüncede derinlere dalmak, boğulmak değildir. “Bir ot gibi yaşıyor” derler bazıları için. Bir ot gibi yaşasa, sümbüllenişi bilirdi. Ot, tohumun yüreğindeki güzelliklerin, bahar sahnesine uzanan ve alemi yemyeşil yapan bir uzantısı değil midir? İnsan olup da şuursuzca yaşayanlar, bir ot kadar bile olamıyor bence. İnsan için düşünmek, ona yakışan bir özelliktir. Aman bu özelliğinizi yitirmeyin.