Bahar…

Hani şu çiçeklerin gonca gonca açıldığı…

Gözlerini kırptığı renk renk.

Yerde yeşilin, gökte mavinin tatlı tatlı buluştuğu gözler önünde.

Düşünen akıllara hayret ve çoşku veren geçit törenlerinin yaşandığı.

Kuşların uyandığı. Baharın dokunduğu âlem yüzünün dip diri olduğu.

Sesler ve insanlar…

Onların bile baharın yumuşak ve renkli yüzünden nasiplendiği.

Havanın tebessüm ettiği. Suyun tebessüm ettiği. Toprağın tebessüm ettiği...
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/6438-gelen-bahardir.html#post9588

Bahar diyoruz.

Ruhların dirildiği. Ruhların huzura erdiği. Gözlerin tefekkür ettiği…

Sahi, bahar temizliği yaptınız mı siz?

Şöyle benliğinizin derinliklerine varıncaya kadar.

En ince ayrıntısına kadar ruhunuza el attınız mı, “bi’ tozunu alıvermek” için?

Bütün fazlalıkları dışarıya atarak.

Meselâ kırgınlıklarınızı.

Onları dışarıya çıkarabilirsiniz önce.

Pas tutar çünkü kırgınlık bağışlama duygusunun üzerinde. Merhametin üzerine.

Titizlikle yapmalısınız bu temizliği. Zira kolay değildir ince iş yapmak. Özen ister. Emek ister. Sabır ister. Ve hoşgörü…

Sonra…

Sonra kıskançlığa sıra gelmeli. Onu atmalısınız ruhunuzdan ve hiç kalıntı bırakmadan.

Nefret duygusunun tohumu olduğunu bilerek. Kalbi zehirleyen, düşünceleri bulanıklaştıran zehirli bir duman olduğunu unutmadan.

Kıskançlık bunun adı… Haset olduğunda boy vermiş hâli, kalbinizdeki güzellikten eser kalmaz.

Muhabbet bahçelerinin yerini dikenli çalılar ve ürpertici bir ıssızlık alır. Siz bile ürperirsiniz kendi ıssızlığınızdan ve o ürpertiyle debelenir durursunuz ruhunuzun içinde, boğulurcasına… Ve kimsenin ruhu duymaz.

Yapacağınız şey, söküp atmaktır kıskançlık duygusunu, hem de hiç acımadan atmak. Bir daha asla kullanmayacağınızı düşünerek.

Korkularınıza gelir sıra. Onları temizlemeye çekinirsiniz once. Fakat mutluluklarınız ve ümitlerinizi onların yüzünden ihmal ettiğiniz aklınıza gelince, korkmadan silip, süpürebilirsiniz hepsini. Hafiflersiniz. Ruhunuzda belki de daha önce hiç hissetmediğiniz bir gülümseme beliriverir. Sonra gözleriniz tebessüm eder dudaklarınızla birlikte.

Ne de olsa korkularınızı, hayallerinizi, umutlarınızı kalbinize göme göme, zavallı kalbiniz âdeta bir mezarlık hâline gelivermiştir. Hayat dolu neşeli bir pınar olur yaptığınız temizlikten sonra kalbiniz. Gürül gürül coşar ve akar inanç okyanuslarına.

Öfkeye sıra geldiğinde, temizlersiniz onu da. Hayal kırıklıklarınızı onun ardından. Ve pişmanlıklarınız, bir de onun sonucunda ortaya çıkan ümitsizlik hâllerinizi. Yeniden başarmak için bir şeyleri, ümit gereklidir çünkü. Katık etmek gerektir. İnanç ekmek gerektir her yeni ve güzel başlangıçlarınıza.

Sonra…

Sonra, aşk belirir kıyı yamaçlarında kalbinizin.

Şimdi bahsetmeden geçmemek gerektir aşktan bu aşk mevsiminde.

Aşktır bunun adı. Kâinatı yarattıran sebep!

“Sen olmasaydın yâ Muhammed… Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım!”

Aşk…
Var oluşun adıdır.

Aşk…
Kalbe konulmuş mühür.

Aşk…
Âlemi yaratana, yarattırana ve bütün yaratılmışlara duyulan sevgi.

Ve aşk…
Aşk imiş her ne var âlemde…

Bu aşk başka bir aşk olsun. Hicran hâlinden vuslat hâline geçiren aşktan olsun.

“Leylâ’m, Leylâ’m” derken, “Mevlâm, Mevlâm” dedirteninden…

Leylâ’yı sevdirenden ziyade, Mevlâ’yı bulduran aşktan…

Şair der ki:
“Dünyayı iki şeyden ibaret bilirim ben:

Biri, her şey olan: Sen
Diğeri, Sen olmayanlar!”

Her şeyde Onu aramaya koyulmak..

Aramalar, bulmaların başlangıcıdır ya hakikatte…

Onu bulmak.

Yana yana Onu aramak aşkından.

Onun için sevmek. Onu gösterdiği için sevmek. O yarattığı için sevmek.

Yunus gibi, “Yaradandan ötürü” diye diye, her şeyi sevmek.

Aşk. Evet.

Şah damarından daha da yakın olana beslediğin aşkı,

Şah damarının atışından tanımak.

Sığınmaktır aşk. Hem de sığınmanın bütün teslim oluş şartlarını kabul ederek.

Dünyayı elde etmeye çalışan isteklerin son bulduğu bir vadidir ve biraz da dünyadan geçmektir.

Aşk. Evet.

En ince detayı bile düşünülmüş kalp romanını okumaktır.

Seni senden alıp, ulvî bir yolculuğa çıkaran İlâhî sırdır aşk.

Aşk…

Öncesiz ve sonrasız bir teslimiyettir.

“Teslimim sana ey yâr-ı bekâ.

Tâ gülsün ruhum, şad olayım Senin aşkınla.”