Sınırsız güç, sınırsız idare İnsanlığın şimdiye kadar yakındığı en büyük problem savaşlar olmuştur. İdareye, terbiyeye, düzene ve güce dayalı olan sosyal sistemlerin bozulmasından kaynaklanan savaşlar, her milletin ve ülkenin tarih boyunca en büyük sorunu olarak yaşanmıştır.

Güç, irade ve ilim sahibi kim ise, her zaman idareci o olur. İdareci adil ve yetenekli olmazsa, iradesini ve himmetini yerinde kullanamazsa bir düzen kuramaz. Düzen bozulduğunda ise ya idareci değişir ya da memleket karışır.

Günümüz dünyasının vazgeçilmez unsuru olan üretim ve sanayileşme sürecinde de idarecilik büyük önem arz etmekte. Sağlam ve yetenekli bir idareci; en düşük kademeden en yüksek kademeye kadar tüm çalışanlarını memnun etmekle yükümlü. Her hangi bir çalışanın memnuniyeti, emeğinin karşılığının yerinde, zamanında ve adil bir şekilde verilmesiyle sağlanabilir. Bunu sağlayabilmek için de üretim süreci çok iyi plânlanması gerekiyor tabiî ki.

Sanayide bu şekilde olduğu gibi askeriyede de yönetim ve idarecilik oldukça önemli. Hatta sanayide olduğundan daha da önemli. Çünkü ülke insanının huzur ve güven içerisinde yaşayabilmesi, askerî müessese olan ordunun disipliniyle doğrudan ilgili.

Eğer ordu disiplinsiz, iradesiz ise, güçten yoksun kalır. Savaş esnasında bir tek ferdin ihmalkârlığı yüzünden bir savaş, bir toprak, bir ülke ve hatta bir millet bile kaybedilebilir. Ordudaki askerlerin her birinin düzenli, intizamlı, vazifesinde etkili ve eğitimli olmasının yanında, savaşabilmesi ve ülkesini savunabilmesi için silahlara ihtiyacı var. Üstelik bir ordudaki her taburun farklı ihtiyaçlarına mukabil, farklı silâh donanımlarıyla silâhlanması gerekiyor. Meselâ, kara eğitimi alan askere uçak veya denizaltı gibi bir silâh verilemeyeceği gibi, hava eğitimi almış olan bir askere de tank verilmesi mantık dışı.

Aynı şekilde bir ülkenin eğitimi, sağlığı, alt yapısı, hukukî birimleri, sosyal ve içtimaî alt yapısıyla birlikte kültürel temelleri de milleti bir arada tutabilecek nitelikte olmalı. Bu ülkenin idarecisi her birinde ehliyet ve maharet sahibi olursa , ancak o zaman ülkenin refah seviyesi iyiye doğru gidebilir. Yoksa ihtiyaçları karşılanmayacak millet isyan eder, halkın huzuru bozulur ve memlekette düzen kalmaz.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/6428-sinirsiz-guc-sinirsiz-idare.html#post9577

Bu sözünü ettiklerimiz, bir ülke için çok genel ve herkes tarafından bilinen unsurlardı. Çok daha temele inerek aile üzerinde bu unsurları düşünecek olursak, bir ailenin huzuru ve düzeni her bir ferdin ortak değerlere sahip olmasına, maddî ve manevî ihtiyaçlarının karşılanmasına, babanın eşine ve çocuklarına olan merhametine, ilgisine, adaletine bağlı olmakla birlikte, akrabalarla ve komşularla olan iletişimlerine de bağlıdır.

Ve bir de yeryüzündeki “idareyi” düşünecek olursak…
Dört yüz bini aşkın canlı türleri içerisinde her birinin ihtiyaçları aksamadan, gecikmeden, yerli yerinde onlara yetiştiriliyor. Hiç birinin diğerinin hakkına girmesine müsaade edilmiyor. Hepsi de amacına uygun şekilde donanımlara sahip olarak yaşıyorlar. Ve hiçbir canlı, hiçbir zaman unutulmuyor, hiçbirine ihtiyacı noksan verilmiyor.

Meselâ bir ördek yavrusuna kısa bir sürede ihtiyacı olan yüzme kabiliyeti ilhamen ona öğretiliyor. Ördek yavrusu, yumurtasından çıktıktan kısa bir süre sonra yüzmeye başlıyor. Bir tay doğduğunda ayağa kalkmayı bile beceremezken, kısa bir süre içerisinde yürümeye ve koşmaya başlıyor. Yeni doğan bir arı kısa bir sürede uçmayı öğreniyor ve daha kovandan ilk kez ayrıldıktan sonra binlerce çiçek geziyor. Hangi çiçekten , hangi zerreleri keseciğini, nasıl dolduracağını hemen öğreniyor. Sonra yüzlerce metre uzaktaki kovanının yerini kolayca buluyor.

Bir akrep, düşmanıyla karşılaştığında kuyruğunu ve zehrini nasıl kullanacağını hemen öğreniyor. Sivrisinek yumurtasından çıktıktan sonra uçmaya başlıyor. Sonrasında daha önce hiç görmediği ve dokunmadığı deriye dokunarak, hangi damardan kan alacağını, alırken hangi sıvıyı salgılayacağını biliyor. Bir su kaplumbağası, kumsalda gözlerini açtığında hemencecik suya koşuyor ve yüzmeye başlıyor. Yaşaması gereken yerin su olduğunu, ihtiyacı olan rızkın orada bulunduğunu hemen öğreniyor.

Bir anne yavrusuna hemencecik, daha o yavru doğar doğmaz hangi besini vereceğini biliyor ve o yavrunun o besine ihtiyacı bittikten sonra bir daha o besin salgılanmıyor. Minicik yavrularına yiyecek bulmak için saatlerce uğraştıktan sonra, bulduklarını kusmuk haline getirerek yavrularına sunan anne kuş, yavrularının yumurtadan ne zaman çıkacağını biliyor.

Aylarca yumurtalarını bacakları arasında taşıyan, asla soğuk buz ve kar kütlelerinin içerisine düşürmeyen penguenler veya günlerce aynı yumurta üzerinde hiçbir yere ayrılmadan bekleyen tavuk türü kuşlar, yumurtadaki yavrularının dışarı çıkmaları için yumurtalarını sıcak tutmaları gerektiğini biliyor.

Daha bu ve bunlar gibi binlerce örnekleri olan yardım ve inayetler tesadüfî olamaz ‘hiç şüphesiz.’ Bir ülkenin, bir taburun, bir ailenin, bir sınıfın idaresinde bile türlü türlü problemler yaşanırken; pedagojik, psikolojik, ekonomik, hukukî ve sosyal ve daha bir çok açıdan mükemmel bir sistem veya mükemmel yöneticileri bulamamışken, dünyadaki saydığımız ve sayamadığımız, bildiğimiz ve bilmediğimiz daha bir çok düzenleme, idare, doğurma, silâhlandırma, doldurarak ve boşaltarak nüfusu plânlama gibi işlerin kaynağında hangi “şuursuz” tesadüf kendine yer bulabilir ki?..

Sınırsız bir güç, her şeyi kapsayan bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin ‘haddi’ var ki, şu mükemmel idareye karışsın. Çünkü birbiri içine girmiş çok milletlerden oluşan bütün canlıların tümünü birden idare edemeyen, herhangi birine elini atsa elbette ortalığı karıştıracak. Hâlbuki bu mükemmel sistemde, ne ufak bir kusur ne de en küçük bir karışıklık göremiyoruz

Deve kuşu gibi başını kuma gömmüş inkârcı güruha sormak gerek. Sizin hangi sebebiniz, hangi tesadüfünüz bu mükemmel kâinat düzenine karışabilir? Bu mükemmel işler, gayet merhametli, şefkatli, sonsuz ilim, irade ve güç sahibi olan Allah’a verilmezse, başka neye verilebilir?!