Halkımızın arasında yaygın olarak baharın müjdecisi olarak bilinen sıcaklığın artması olayına cemre denir. Cemre, birer hafta arayla havaya, suya ve toprağa düştüğüne inanılan bir ısıtıcı güçtür (Meydan Larousse, 1969). Cemre üç tanedir: Birinci Cemre havaya (19-20 Şubat), İkinci Cemre suya (26-27 Şubat) ve Üçüncü Cemre de (5-6 Mart) toprağa düşer. Her cemrenin düşüşüyle hava sıcaklığı artar, cemrelerin arasında ise sıcaklık küçük bir düşüş görülür (Ana Britannica, 1986).
Böylece cemre, havanın aşağıdan değil de sanki yukarıdan aşağıya doğru ısındığını ifade eder. Meteorolojik folklörümüzdeki önemli yeri ve küresel ısınmada havanın ısınması konusunun önemi nedeniyle cemre burada kısaca ele alınmıştır.
Öncelikle sanıldığı ve cemrenin açıklandığı gibi güneş ışınları atmosferimizi doğrudan ısıtmaz: Diğer bölümlerde açıklandığı gibi yeryüzeyi, güneş ışınlarını yuturak önce kendi ısınır, sonra atmosferi ısıtır (Lutgens ve Tarbuck, 1989). Açık bir günde, atmosferin alt tabakasından geçen güneş enerjisi, yeryüzeyi tarafından yutulur. Dolayısıyla yeryüzeyi ısınır. Yüzeydeki hava ısındıkça, yüksekteki havadan daha az yoğun hale gelir. Isınan hava yükselir ve daha soğuk olan hava çöker. Yükselen hava, genişler ve soğur. Su buharı, bulut damlacıkları şeklinde yoğunlaşarak, hal değişim ısısından dolayı, havanın ısınmasını sağlar. Bu sırada dünya karbondioksit ve su buharı tarafından yutulup tekrar yayınlanan, kızılaltı ışınları yayınlar. Gazların yoğunluğu, dünya yüzeyinde daha az olduğundan, yutma işleminin büyük bir kısmı, yüzeye yakın katmanlarda gerçekleşir. Dolayısıyla, atmosferin alt tabakaları aşağıdan yukarıya doğru ısıtılmış olur.
Cemre
Cemre, kelime karşılığı olarak kor halindeki ateş anlamına gelmektedir. Diğer bir anlamı ise, Müslümanların hac sırasında Mina vadisinde attığı taşlardan meydana gelen yığındır. Divan şairlerinin, cemre zamanlarında baharın gelmesi dolayısıyla, önemli kişilere yazdıkları övgü şiirleri de Cemreviye olarak bilinmektedir. Meteorolojik bir olay olarak bilinen cemre ise takvimlerde ilkbahardan önce birer hafta aralıkla havaya, suya ve toprağa düştüğü inanılan ısıtıcı (ısıl) güç veya sıcaklık yükselmesi olarak tanımlanır (M. Larousse, 1966).
Bazı kaynaklara göre, cemre sözcüğüyle adlandırılan sayılı günlerin, takvim klimatolojisine nasıl girdiği bilinememektedir. Cemrelerin, yılın 180 gün süren soğuk yarısı olarak ayırt edilen Kasım döneminin 100. gününden sonra, sıcaklığın yükselmesiyle ilgili gözlem birikimini, kora benzetilen bir enerji kaynağıyla açıklama düşüncesinden kaynaklandığı söylenebilir. Birinci Cemrenin 20 Şubatta havaya, İkinci Cemrenin 27 Şubatta suya, Üçüncü Cemrenin 6 Mart’ta (artık yıllarda 5 Mart) toprağa düştüğü varsayılır. İstanbul’da 60 yıllık dönem için yapılan bir araştırma, cemrelerin kıştan bahara geçilirken ortalama sıcaklık eğrilerinin yükselmeye başladığı dönemin başlangıcını belirledikleri ve bu dönemde mevsim normallerinin üzerindeki az ya da çok bir sıcaklık artışıyla çakıştıklarını ortaya koymuştur. Cemreler arasındaki günlerdeyse, sıcaklıklarda az da olsa bir düşüş olduğu saptanmıştır. Aynı araştırmaya göre her üç cemre dikkate alındığında, bir iki günlük farklarla bu tarihlerde %42 olasılıkla, iki cemre dikkate alındığındaysa %74 olasılıkla belirgin bir ısınma gerçekleşmektedir. Aynı kaynağa göre cemrenin tıptaki anlamı ise, halk arasında karakabarcık, kabarcık, kabarcuk, ateşgöynüğü ya da yanıkara adlarıyla bilinen iltihaplı çıban olarak tanımlanmaktadır.
Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü (1993)’ne göre cemre, Şubat’ın 21, 28 ve Mart’ın 7 sinde havaya, suya ve toprağa düşüp bunları ısıttığına ihtimal verilen hadise için kullanılan tabir olarak belirtilmektedir. Nevsal-i Ragıp’ ta cemreler başlıklı yazıda (birinci sene, 1324 s. 195) Ahmet Rasim Bulüg-ul-ereb’in üçüncü cildinden tercüme ettiği kayıtlarda şu şekilde ifade edilmektedir: “Cemre ve dönemleri hakkındaki rivayetler üç kısma ayrılır. Bunun ikisi ananelere göre yapılmıştır.
1) Bazı rivayetlere göre Arapları bir kısmı çok soğuk dönemlerde mağaralara girerler ve kendileriyle birlikte koyun, inek, öküz ve sair hayvanları da yanlarına alıp kendilerine bir mevki tayin ettikleri gibi hayvanları için de yerler tahsis ederek ateş yakarlardı. Soğuğun azaldığını hissettikleri zaman sıra ile söndürürlerdi. İşte böylece “sukut-u cemerat” tabir ettiler ve her birine de “sukut-u cemre” dediler.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/58460-cemre-olayi-nedir.html#post119461
2) Diğer bir deyişe göre Çin zenginlerinden bazıları soğuğun şiddetli zamanlarında evlerinde üç soba ve ocak yakarlar, soğuk kırıldıkça sobaları birer birer söndürürlerdi. Buna da sukutu cemerat denilirmiş. Bu tanımdan dolayı cemrelerin düşmesi tabiri, hava, toprak ve suda soğukluk şiddetinin kırılmasını ifade etmektedir. Bana kalırsa bu uzak bir ihtimaldir, çünkü sukut-u cemerat tabiri Arap tabiridir. Çinlilerin adetleri o dönemlerde Araplar arasında bilinmiyordu.
3) Bazı eserlerde belirtildiği üzere cemre üç yıldızdan ibarettir. Bunlar sıra ile tarf, hen’a ve cephe yönündedir. Bunlara cemre denilmesinin sebebi parlak ve bir çeşit kırmızılığa meyilli olmalarıdır. Düştüğü denilmesi de guruba meyilleri anlamındadır. Şöyle ki, Şubatın yedinci günü (miladi 21), güneşin doğumundan öğleye kadar olan vakitte guruba temayül edince suda ısınma meydana gelir. Şubatın on dördüncü (miladi 28) sabahında guruba başlayınca havada ısınma belirtileri görülür. Şubatın yirmi birinci (miladi Mart 7) burç vakti toprakta ısınma meydana gelirmiş. Bu nedenle ilkine “cemre-ül-ma”, ikinciye “cemre-ül-hava”, üçüncüsüne de “cemre-üt-türab” denilmiştir.”
Eskiler seneyi Kasım (kış) ve Hızır (yaz) olmak üzere yılı ikiye ayırmışlardı. Kasım 180, Hızır 186 gündü. Kasım günleri 8 Kasım’ da başlar. Kasımın kırk altısında, kırkgün anlamına gelen erbain, seksen altısında elli gün anlamına gelen hamsin girer. Böylece kışın en soğuk zamanları sayılan doksan gün geçmiş olurdu. Kasımın 105’inde (19-20 Şubat) birinci cemre havaya; 112’sinde (26-27 Şubat) ikinci cemre suya; 119’unda (5-6 Mart, Şubatın 29 çektiği dört senede bir 5 Mars’ta) üçüncü cemre toprağa düşer. Buna göre de önce havanın, sonra suyun, sonra da yerin ısındığı kabul edilmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere, cemre olayı hakkında birbirinden farklı bir çok açıklama mevcuttur. Bunun yanısıra, incelenen bütün kaynaklardan, cemre ifadesinin çok eski zamanlardan beri kullanıldığını görmekteyiz. Ancak, cemrelerin düşme tarihleri hakkındaki bilgiler kaynaklara göre değişmektedir. Bu da cemrelerin tarihlerinin tam olarak bilinemediğini ortaya koymaktadır.
Cemre olayına benzer olarak, ABD’deki “Ocak erimesi” örnek gösterilebilir. Amerikan Meteorological Society’in (AMS, 1959) tanımına göre; meteorolojik bir tekillik karakteristik meteorolojiksel şartın belli bir takvim zamanında veya yakınında oluşmaya eğilim gösterir. Örneğin, “Ocak ısınması” ABD’nin kuzeydoğusunda Ocak ayının son haftalarında her yıl tekrarlanan bir hava olayıdır.
Ahmed Şahin’in konuyla alakalı yazısı:
Soru: Takvimler, havaya, suya, toprağa çemre düştü, diyorlar. Cemre
nedir ki, havaya, suya, toprağa düşsün?.. Düşünce de bizi sevindirmiş
olsun?.. Doğrusu, her söylenişte merak ediyorum
bu cemre düşme olayını. Cemre nasıl bir varlıktır, ne kadar
büyüklükte, ne kadar da ağırlıktadır?.. Bakınca hemen görebilir miyiz
onu?.. Efendim,
okuyucumun merakı yerinde bence. Çünkü çocukluk günlerimizde biz
de şubat ayının yirmisinden sonra martın beşine kadar hep cemre arardık işin doğrusunu sorarsanız. Zaten
şiddetli geçen soğuk kış ayları boyunca hasretle tekrar edilen temenni hep aynı olurdu:
-Ah bir cemre düşse.. gerisi kolay.. diye hayıflanıp durulurdu… Nitekim soğukların şiddeti kırılır, yarı
güneşli günler başlar, bir müjde bizim dünyamızı altüst ederdi:
-Bugün yirmi bir şubat. Yani cemrenin havaya düştüğü gün!.. Hemen güneşli duvar diplerine çıkar, havaya
düştüğü bir müjde gibi söylenen
sevgili cemreyi seyretmeye yönelirdik. Ne yazık ki bunca arzularımıza rağmen sevgili ve de sevimli cemreyi
havada bir türlü göremezdik. Bir haftalık bir arayıştan sonra içimize bir ümitsizliğin çöktüğü sıralarda bir
müjde daha uçurulurdu:
-Cemre bugün de suya düştü!.. Demek ki daha da yaklaştı bize. Hemen elimize sopaları alır, buzlu suların
içinde cemre aramaya başlardık… Ne yazık ki çok yakınımızda olmasına rağmen cemreyi buzlu suların
içinde de bulamazdık…
Ümitsiz bir bekleyiş yine başlardı. Ama bu çok sürmez, yeni bir söylenti daha çıkarılırdı:
-Bugün beş mart. Artık cemre toprağa düştü!..
Tam bir fırsat diye düşünürdük. Çünkü toprağa düşen cemreyi bulmak daha kolay olacaktır…
Hemen hazır bekleyen sopalarımızla nemli toprakları deşelemeye koyulur, büyük bir ümitle cemre aramaya
yönelirdik..
-Bulur muyduk?..
-Nerde!..
İtiraf etmeliyim ki, çocukluğumuzun bu cemre arayışları hâlâ zihnimde sanki çakılı durmaktadır. Her sene
yirmi şubattan itibaren düşmeye başlayan cemre günlerinde aynı olayları bir daha hatırlar, yeniden bir
cemre arayışına
yönelirim sanki. Bulur muyum havada, suda, toprakta aradığım cemreyi?
Hayır. Ne havada, ne suda ne de toprakta bulamadım aradığım cemreyi. Ama hiç beklemediğim bir yerde,
bana en yakın bir durumda buldum cemreyi.
Meğer hiç de uzaklarda değilmiş; havada, suda, toprakta aradığım cemre. İki elle tuttuğum kitabın sayfaları
arasındaymış. Bakın ne diyor elimde tuttuğum kitap cemre için:
-Cemre, Arapça bir kelimedir. Ateş, kor, köz manalarına gelir… Yani sıcaklık! demektir.
Halkımız öteden beri şubatın yirmisinden sonra cemre havaya düştü, derler, yani baharın müjdecisi sıcaklık,
havada başladı demektir. Bundan bir hafta sonra da cemre suya düştü, derler. Bununla da sıcaklığın suda
başladığını
ifade etmiş olurlar. Bir hafta sonra martın beşinde ise, cemrenin toprağa düştüğünü dile getirirler. Bununla
da sıcaklığın artık toprakta da
başladığını, toprağa tohum atma devresinin başlayabileceğini anlatmış olurlar.
Demek ki, benim maddi bir cisim gibi havada, suda, toprakta aradığım cemre aslında itibari bir
mefhummuş. Sıcaklığın belli yerlerde başlama tarihleriymiş. Kışın soğukları önce havada
kırılır, sonra suda, sonra da toprakta.. demeye getirilirmiş…