Yard.Doç.Dr.Hüseyin Kami BÜYÜKÖZER
Danone Yoğurtlarına DİKKAT!
Gönderen:Gidaraporu Tarih: 9.07.2005 Saat: 17:07
Amerikada faaliyet gösteren bir Web sayfasında Kanada’da üretilen DANONE yoğurtlarında haram olan jelatinin katkı maddesi olarak kullanıldığı ifade edilmektedir. Aynı patentle ülkemizde faaliyet gösteren DANONE ürünlerini üreten firma acaba, kendi ürünleri için ne diyecek? Açıklama yaparsa biz de sitemizde yayınlarız.
Haberin İngilizce aslı: Gelatin in most Danone yogurts

A routine check of select products at supermarkets has found that most Danone yogurts in Canada contain gelatin. Gelatin is an odorless and tasteless protein substance like glue or jelly, and is obtained by boiling the bones, hoofs, and other waste parts of animals. It dissolves easily in hot water and is used in making foods such as jellied salads and desserts.”


Bu haberimiz 13.09.2003’te yayına girmiş ve haber arşivimizde de halen mevcut bulunmaktadır. Haberimizde de belirttiğimiz gibi aynı patentle üretim yapan Türkiye’deki DANONE firmasından bir açıklama bekledik. Fakat 18 ay geçmesine rağmen bir cevap alamadık. Ancak 19.Haziran 2005 tarihli SABAH Gazetesi ekinde DANONE Yoğurtlarının tarihi geçmişi ile ilgili ilginç bir yazı yayınlandı. Kısaltarak alıntıladığımız bu yazıyı dikkatlerinize sunuyoruz.
DANONE YOĞURTLARI

Selanik'ten 1912'de İspanya'ya göç eden ünlü Karasu ailesinden Dr. İzak Karasu, adını Isaac, soyadını da Carasso olarak değiştirdi. 1. Dünya Savaşı'nda bağırsak enfeksiyonundan ölen çocuklara çare ararken çocukluğunda kendilerine yoğurt satan Selanikli'yi hatırladı. Evinin bodrumunu mandıra yaptı ve 1919'da yoğurdu ilaç olarak geliştirip eczanelerde sattı. İlacın adını oğlunun isminden esinlenerek Danone koydu. Bir sanayi devi işte böyle doğdu.
27 Nisan 1909 Salı günü öğleden sonra Yıldız Sarayı'nın ardına kadar açılmış büyük demir kapısından içeri yağız atların çektiği peş peşe dört kupe fayton girdi. Serin, zaman zaman yağmurun çiselediği bir gündü. Mabeynciler dört faytondan inen Meclis-i Milli heyetini saygıyla selamladıktan sonra önlerine düşüp sarayın arz salonuna yönlendirdiler. Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıldır yönetmekte olan 34'üncü padişah II. Abdülhamit geniş pencerelerden Boğaz'ı seyrediyordu. Dalgın ve hüzünlü.çökmüş ve kamburu çıkmış. Başmabeyinci konukları haber verdi. Ağır adımlarla koltuğa oturdu. Tahtlar çoktan, kendisinden çok önce Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine kaldırılmıştı. Dört kişilik heyet içeri girdi. Biri başkan olduğunu vurgulamak için diğerlerinden bir adım önde. Başlarını hafifçe öne eğerek II. Abdülhamit'i selamladılar. Padişah gelişmeleri biliyordu, heyetin kimlerden oluştuğunu da mabeyn başkâtibi Cevat Bey'den öğrenmişti. Kısa bir sessizlikten sonra heyetin başkanı ya da sözcüsü sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı. O sözcünün adı Emanuel Karasu'ydu. Selanik Mebusu Karasu özetle Meclis-i Milli'nin Abdülhamit'in hal'ine karar verdiğini, kendilerinin bunu tebliğle görevlendirildiklerini söyledi ve hükmü üç sözcükle özetledi: "Millet sizi istemiyor." Abdülhamit'in gizlemeye çalıştığı acıyı ela gözlerinden bir anlığına gelip geçen keder bulutları ele verdi. Gözlerini heyet üyelerinin üstünde gezdirdi. Sırayla. Sonra tane tane konuştu: "Bir Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?" Emanuel Karasu (Yahudi), Aram Efendi (Ermeni), Esat Toptani (Arnavut) ve Ahmet Hikmet Paşa (Abdülhamit'in uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefet saflarına geçen Gürcü) hiç tepki vermediler.

Abdülhamit ve yakınları hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip Selanik'e gönderildi. Selanikli Emanuel Karasu da yıllarca düşlediği bu "son"u görmenin mutluluğuyla, hayatının en unutulmaz gecelerinden birini yaşadı. Emanuel Karasu, Selanik'te doğup büyümüş bir Yahudi'ydi. 400 yıl önce, 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve Sultan II. Beyazıt'ın izniyle Selanik'e yerleşmiş Sefarad'lardan idi. Hukuk öğrenimi görmüştü. Avukatlık yapıyordu ve meslektaşlarının cesaret edemediği garip davaları alıp müvekkillerine kazandırmasıyla ün yapmıştı. Bir ayağı İtalya'daydı o sıralar. İtalyan vatandaşlığına geçtiği çok yıllar sonra ortaya çıktı. Roma ama özellikle Venedik'te kurduğu dostluklar onun bir "ilk"e imza atarak tarihe girmesini sağladı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk mason localarını o örgütledi. Önce Selanik'te, ardından İzmir'de, Bursa'da, İstanbul'da; hatta Osmanlı'nın artık pek hükmünün geçmediği Kahire'de şubeler açtı. Locaların ortak genel kurulunda, Türkiye Süprem (Yüksek) Konseyi şöyle oluştu: Prens Aziz Hasan Paşa (general), Cavit Bey (İttihat ve Terakki döneminde Maliye Nazırı oldu, Lozan'daki Türk heyetinde görev aldı, Atatürk'e İzmir'deki suikast girişiminin ardından İttihatçılar'ı temizleme operasyonunda idam edildi), Jozef Sakakini Bey (Kahire locasından), Süleyman Faik Paşa (ordu komutanı), Mehmet Talat Paşa (eski Başvekil), David J. Kohen, Mişel A. Noradungyan, Osman Talat Bey (avukat), Emanuel Karasu (avukat), Dr. Rıza Tevfik Bey (senatör, filozof), Mehmet Arif (avukat), Galip Paşa (general, Emniyet Genel Müdürü), Mehmet Fuat Hulusi Bey (milletvekili, avukat), Sarim Kibar (tüccar), Mithat Şükrü Bey (milletvekili), Rahmi Bey (milletvekili, vali), Katipzade Sabri Bey (tüccar). Bir de loca yönetiminde olmayan perde arkasındaki güçlü isimler vardı Karasu'nun çevresinde. Örneğin Talat Paşa. O yıllarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki'ye toplantıları için Selanik'teki mason locasının (Bir İtalyan'ın mülkü olduğu için kapitülasyonlar uyarınca polis, mahkemeden özel izin almadan giremiyordu) kapılarını açtı. O da katıldı örgüte. Çabuk parladı. Uzatmayalım. Emanuel Karasu, 1912 ve 1914 seçimlerinde de İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat Terakki iktidarında çok zengin oldu. Denildiğine göre, devletin alım ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. İttihat ve Terakki'nin çöküşünden ve tüm liderlerinin yurtdışına kaçmalarından sonra o nedense İstanbul'da kaldı. Servetinin önemli bir bölümüne el konuldu. İşgal yıllarında İtalya'ya gitti. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1930'larda döndü. 1934'te son nefesini verdi. Arnavutköy'deki Sefarat Mezarlığı'nda gömülü. Adının çift m ile yazıldığı mezar taşında şöyle deniyor: "İkinci Meşrutiyet'in ileri simalarından İstanbul Mebusu Emmanuel Karasu. Ölüm tarihi: 1934." Mezarlığın kayıtlarına göre 1 Haziran 1934'te toprağa verildi.
O dönemde 80 bin Yahudi ve 20 bin kadar Sabetaycı'nın yaşadığı Selanik'te Karasu'lar önde gelen ailelerden biriydi. Emanuel Efendi'nin hukuk okuduğu yıllarda amcasının oğlu İzak Karasu tıp öğrenimini tercih etti. Muayenehane açtı. Evlendi. Bir oğlu oldu. Adını Daniel koydu. Sonra iki de kızı dünyaya gelecekti. Balkan Savaşları'nda Selanik düşünce, yani Yunanistan tarafından işgal edilince, Yahudi toplulukta büyük bir panik patlak verdi. Çoğu Avrupa yollarına düştü. Yunanlıların Selanik'e girmelerinden kısa bir süre sonra İzak Karasu, eşi ve oğluyla birlikte İspanya'ya göç etti. Tam 420 yıl sonra, kovuldukları topraklara geri dönüyorlardı. İlginç ayrıntı; İspanya 1492'de Yahudileri topluca sürmüş ama vatandaşlıktan çıkarmamıştı. Karasu ailesi Barselona'ya yerleşti. Yıl: 1912. Önce adını Latin alfabesine uyarladı. İzak oldu Isaac, Karasu ise Carasso. Sonra bir muayenehane açtı. Çok az hastası vardı, ailesini geçindirmek için zeytinyağı ticaretine de girişti. Tam da o günlerde Barselona'da çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak vermesin mi! bir ses yankılandı belleğinde: "Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var." İrkildi. Selanik'te gün aşırı evlerine bir tepsi kaymaklı yoğurt bırakan Türk satıcının sesiydi bu. "Tabii ya" dedi, "Tabii ya." Selanik'te bağırsak hastalıklarının tedavisinde yoğurt kullanıldığını anımsamıştı. Günde üç öğün birer kâse yoğurt yediriyorlardı hastaya ve birkaç günde sağlığına kavuşuyordu. Yoğurdun nasıl yapıldığını biliyordu. Hemen ertesi gün, evinin bodrumunu hazırlamaya koyuldu. Orası artık mandıraydı. Birkaç çiftlikten topladığı sütle yoğurt imalatına girişti. Yıl:1919.

Ancak bir sorun vardı. Avrupa'da yoğurt bilinmiyordu. Evet, 1500'lerin ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman bağırsak enfeksiyonuna yakalanan dostu Fransa Kralı I. François'ya bir yoğurtçu göndermişti. Ne var ki, kral iyileşince yoğurtçu sırlarıyla birlikte İstanbul'a dönmüştü. Kayıtlarda öyle yazıyordu. Isaac Carasso, ürettiği şeyin Balkanlar'da ve Anadolu'da yaygın bir tüketim maddesi olduğunu nasıl anlatabilirdi? Çareyi yoğurdunu ilaç olarak kabul ettirmekte buldu. Ve Carasso'nun yoğurdu eczanelerde satılmaya başladı! Hasta çocuklarda etkisi çok çabuk ortaya çıktı Ama Isaac Carasso bu buluşun önemini pek kavrayamayacaktı.
"İlaç"tutunca, Isaac özel ambalajlar yapmayı akıl etti. Kapakları porselen, cam kaseler yaptırdı. Sıra artık ilaca patent almaya gelmişti. Onun için de bir ad koymaya. Bir ışık çaktı; neden oğlunun adı olmasın? Yani minik Daniel'in? Yaşadıkları Barselona'nın yaygın dili Katalanca'da küçük Daniel'in ya da "Daniel'cik"in karşılığı çok hoştu doğrusu: "Danon!" Ancak bu özel ad olduğu ve marka namıyla tescil edemeyeceği için sonuna bir "e" ekledi. Hoşgeldin "Danone" yoğurtları! Yoğurtçuluk çok kısa sürede Isaac'ın asıl mesleği haline gelince oğlu Daniel'i onun "tahsili" ni yapmaya gönderdi Fransa'ya. Daniel öğreniminden sonra Fransa'da kaldı, çünkü babası, Isaac Carasso dünyadan göçmüştü. 6 Şubat 1929'da, Paris'te 18'inci bölgedeki bir dükkanda "Danone Yoğurtları Paris Şirketi" kapılarını açtı. Onu 1932'de Levallois-Perret'te ilk fabrika izledi. Danone imparatorluğu işte böyle doğdu. Bugün öyle bir imparatorluk ki, o 5 kıtada at koşturuyor. Cirosu 15 milyar euro'nun üstünde. 100 bin kişi çalıştırıyor.
- Sütlü ürünlerde dünya birincisi: 18 ülkede (Türkiye dahil) 48 fabrikası var.
- Şişe suyunda dünya ikincisi: 13 ülkede (Türkiye dahil) 97 fabrikası var. - Bisküvi ve tahıllı kahvaltı ürünlerinde dünya ikincisi: 21 ülkede 53 fabrikası var.

İmparatorluğa -babasının sayesinde- adını verilen Daniel Carasso, Daniel'cik, Danone hala hayatta. 99 yaşında. Barselona'da yaşıyor. Uzun yaşamasının sırrı mı? Herhalde söylemeye gerek yok; her gün birkaç kase yoğurt!
Ve Daniel'in kulaklarında -babasının anlattığı- Selanikli yoğurtçunun evlerinin kapısını çalarken seslenişi yankılanıyor: "Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var..."
“Gıda Raporu Yediklerimiz İçtiklerimiz Helal mı,Haram mı?”
isimli kitabımızın 1986’da ilk baskısı yapıldığı zaman,ülke müslümanları olarak,büyük çoğunluğumuz,sanayi ürünü gıda maddelerinin muhtevaları hakkında pek bilgi sahibi değildik.

Bilgilenme ve şuurlanma,zaman içinde yükseldi.Kitabımın beşinci baskısının yapıldığı 1992 yılında ise en yüksek noktasına çıktı.Halk tarafından pekçok ürünün boykot edilmesi üzerine bu ürünleri üreten firmalar ve bunların toplaştığı meslek teşkilatları,besleme medyalarını da yanlarına alarak,büyük bir suçlama ve karalama kampanyasına soyundular.Bir yandan TV kanalları kameramanlarını sıraya dizip,bizimle röportaj yaparak, suç unsuru yakalatmaya çalıştılar. Bir yandan da bazı margarin firmaları “Haksız rekabete” sebep olduğumuz iddiaları ile mahkemelerde davalar açtılar.Başta Sabah gazetesi baş manşetten ve birçok yazılı basın bizi teşhir etmeye çalıştı.



1984 seçimlerinde ise sayın Ecevit hızını alamayarak bir seçim meydan konuşmasında “ülkemizde gıda üretimi yapan firmaların üretimlerinde domuz yağı kullandığını iddia eden yobazlar var.Bu iddiayı yapanların kendisi domuzdur” gibi her türlü edepten uzak saldırılarda bulundu.
Müslüman halkın bu reaksiyonu tabii olarak bazı firmaları daha dikkatli olmaya teşvik ederken,önemli bir kısmını göz boyama yolu ile işlerini devam ettirmeye yönlendirdi.Devletinde 1992’de,1995’de yayınladığı yönetmelik ve kararnamelerle kağıt üzerinde de olsa tedbirler almasına vesile oldu.

Ancak,Gıda Maddelerinin üretiminde kullanılan katkı maddeleri üzerindeki kaos ve şüphe bulutları henüz tamamen bertaraf edilmemiştir.

Elime,fotokopi usülü ile sayfaları çoğaltılmış,ciltlenmiş 2 cm.kalınlığında bir doküman geçti.Kapağında “Gıda Katkı Maddeleriyle İlgili Somut Gerçekler” yazısı bulunmakta.Ne zaman? Nerede? Kimin tarafından hazırlandığı yazılı değil.Ancak dökümanın sonunda;86 üyesinin adı yazılı Türkiye Gıda Sanayii İşverenler Sendikası,52 üyesinin adı yazılı “Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği”6 üyesinin adı yazılı “Meşrubatçılar Derneği”42 üyesinin adı yazılı “Tüm Gıda İthalatçılar Derneği”57 üyesinin adı yazılı “Setbir”12 üyesinin adı yazılı “Salça İmalat ve İthalatçılar Derneği” 54 üyesinin adı yazılı “Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği” başlıklı listeler yer almakta.
Bütün sayfaları,Gıda Sektörümüze,müslümanlar olarak yaptığımız ciddi ve ilmi eleştiri ve uyarılarımıza cevap verme yerine,elden ele dolaştırılan,E rumuzlu katkı maddelerinden bazıları için yanlış bilgiler ihtiva eden bir listeye reddiye”ile doldurulmuş.
Bu dökümanda toplanan,çeşitli üniversite,araştırma ve Bakanlık kuruluşlarından alınan yazı ve belgeler,gıda sektörü ve kullandıkları katkı maddeleri üzerindeki şüphe bulutlarını maalesef kaldırmamış bilakis daha da şüpheli hale getirmiştir.
Bu iddiamızı açıklığa kavuşturarak,gerek sanayicilerimizi,gerek ithalatçılarımızı, gerek Sağlık Bakanlığını, gerek Tarım Bakanlığını,gerekse mahalli Belediyeleri hem bilgilendirmek hem de uyarı vazifemizi yerine getirmek istiyoruz.
Olay,insan sağlığına zarar verme veya vermeme boyutundan çok,müslümanın inançlarında yasaklanmış katkı maddelerinin kullanılması olayıdır.Kamu ve özel kurum ve kuruluşlar, maalesef olayın bu boyutunu görmezlikten gelmekte ve getirmeye çalışmaktadırlar.
Bu dökümanı yayınlayanlar,medyayı da yanlarına alarak bir kaşık suda fırtına kopartanlar.İyi bilmelidirler ki,ülkemizde de kullanılan E rumuzlu Katkı maddeleri ve bu maddeleri kullanarak meydana getirilen gıda maddeleri ve ilaçlar dokunulmaz değildir.Tüketici kitlesinde en ağırlıklı yeri olan müslümanların inanç ve sağlıklarına sahip çıkmaları en tabii hakları olduğu gibi,üretici ve onları kontroldan sorumlu yöneticiler de en az kendi inanç ve sağlıkları kadar,bu insanların inanç ve sağlık haklarına saygı göstermek zorundadırlar.
Gıdalarda kullanılan katkı maddeleri ile ilgili düzenlemeler,bütün dünyada,Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Sağlık Teşkilatı(WHO) ve Dünya Gıda ve Tarım Teşkilatı(FAO) liderliğinde yürütülmektedir.Katkı Maddelerinin insan sağlığına hiçbir zarar vermeden hangilerinde hangi miktar kullanılacağı (WHO) ve (FAO) tarafından tesbit ediliyor.Ancak unutulmamalıdır ki önceden kullanılabileceği deklare edilen pek çok madde sonradan zararları tesbit edildiği için aynı kuruluşlar tarafından kullanımı iptal edilmektedir.Ayrıca yürürlükte olduğu halde,ülkeler tek taraflı olarak pek çok katkı maddesinin kullanılmasını kendi ülkelerinde yasaklanmaktadırlar.Örnek verelim;E123 ABD’de 1976’dan beri yürürlükten kaldırılmış.E104,E131,E154,E173,E174, E175,E180,E215,E217,E236,E237 gibi toplam 52 adet katkı maddesi WHO ve FAO listelerinde mevcut olduğu halde Avustralya geçersiz saymış,ülkesinde kullanımını yasaklamıştır.
Her ülke devleti ve özel kuruluşlar boş oturmuyor.Halkına hizmet edebilmek,onu memnun edebilmek için pekçok araştırma kurumları oluşturuyorlar.Bunlardan bir tanesi de Avustralya Kuzey Bölgesi Allerji Araştırma Merkezidir.WHO ve FAO’nun katkı maddeleri listesinin olduğu gibi gözü kapalı alınmasını uygun görmemiş ve laboratuvarlarında çeşitli araştırmalara tabi tutmuş.(Merak edenler geniş bilgi için internette araştırabilirler.)Ancak toplam bir bilgi olması için,allerji,astım ve kanser riski bakımından bu riski taşıyan insanlar tarafınddan kullanılmasında tehlikeli olan maddelerin sayısının 83 olarak tesbit edildiğini örnek olarak verebiliriz.
Sadece bizim ülkemizde ne kamu ne de özel kurum ve kuruluşlarda bu gibi bilimsel çalışma ve araştırmalar yapılmıyor.Bilakis yapanlara bile hücum üstüne hücum yapılarak susturulmaya çalışılıyor.
Her yerde sorumsuzluk,her şeyde kazanç hırsı ön planda.Halkın sağlığını,halkın inançlarını dikkate alan,düşünen yok.Düşünmek isteyenler ise suçlanarak devreden çıkarılmaya çalışılıyor.
Ancak,bu ülkenin düşünen müslümanları olarak yılmayacağız,korkmayacağız.Sonuna kadar bu halkın,layık olduğuna inandığımız,iyiliklerin,güzelliklerin kendilerine teslim edilmesine kadar mücadeleye devam edeceğiz.Bu kararlılığımızı belirttikten sonra,biz müslümanların gözlüğü ile Gıda Katkı Maddelerine ve bu maddeler kullanılarak üretilen Endüstriyel Gıda Maddelerine nasıl baktığımızı muhterem halkımıza gıda üreticilerimize,ithalatçılarımıza ve devlet adına denetimi üstlenen yetkililere özet olarak anlatmaya çalışalım.
Yakın zamanımıza kadar,müslümanlar,hangi yiyeceğin helal,hangi yiyeceğin haram olduğuna kolayca karar verebiliyordu.Kuran ve sünnet bize kolayca anlaşılabilecek kurallar bildirmiştir.Yakın zamanımızda gelişen gıda endüstrisi,gittikçe yaygınlaşmış,klasik yiyecek ve içeceklerimiz dahi yeni teknolojilerde üretilir duruma gelmiştir.Hergün yediğimiz ekmek gibi. Bunun yanında bilinmeyen birçok yeni gıda çeşidi ortaya çıkmıştır.Coca Cola,ciklet v.s. gibi. Bu durum müslüman tüketiciyi kolayca çözemediği iki soru ile karşı karşıya bırakmıştı.
*Bize sunulan yiyecek ve içecekler Helal mi?
*Bize sunulan yiyecek ve içecekler sağlığa zararlı mı?
İkinci soruya yanıt bulmakta zorluk çekilmiyor.Zira bu konuda müslümanı,gayrimüslimi çalışmalar yapmakta. İnternette bile konuyla ilgili pekçok sayfaya ulaşmak mümkün olmakta.Bu araştırmalarda genellikle,her türlü allerjik astım,kanser ve çocukların beyinsel gelişmelerine menfi etkiler yapabilecek katkı maddeleri üzerinde durulmaktadır.Maalesef müslümanların bu sahada bir tek çalışmasına rastlayamıyoruz.
Birinci soruya gelince.Katkı maddelerinin ve Endüstriyel gıda maddelerinin helal mi? Haram mı? Sorusuna kesin ve tam cevap verebilmek için ciddi çalışmaların ve araştırmaların yapılmasını gerektirir.Bunun için islam alimi sıfatını taşıyan hoca efendiler,doktorlar,gıda mühendisleri,kimyagerlik mesleğinde olan müslümanlarla işbirliği yaparak gerekli içtihatları ortaya koymak zorundadırlar.
Mesela,E441 rumuzu ile bizim gıda maddelerinin üretiminde de kullanılan jelatin (kollagen,gelatin) isimli katkı maddesi hayvani menşeilidir.Türkiye’de ilaç fabrikalarında üretilen ilaçlardan bazılarında kullanılan kapsüller,jelatinden yapılır ve dış ülkelerden ithal edilir.Avrupa ülkelerinde,kendi gıda tüzüklerinde herhangi bir sınırlama olmadığı için mezbahanelerden karışık olarak aldıkları domuz,sığır,koyun deri parçaları ve kemikleri fabriklalarında işleyerek jelatin elde edilir.Daha sonra bu jelatin kapsül haline getirilir.Bir müslüman bu konuda ne yapacaktır?Yine piyasada,hatta SSK hastanelerinde yaygın olarak verilen öksürük şurublarında açıkça 60 mgr. Alkol bulunduğu yazılıdır.Müslüman bu şurubu kullanacak mı?Alkolsüz öksürük şurubu isteme hakkı yokmudur?Üretici firmalar ve başta devlet olmak üzere bu halkın inançlarına saygı göstererek alkolsüz öksürük şurubu yapmanın yolunu bulmak zorunda değil midir?
Yine,margarinlerden,unlu gıda maddelerine varıncaya kadar katkı maddesi olarak kullanılan E471,E472a-f rumuzlu Mono ve Digliseritler,hayvani yağ asitlerinden de,bitkisel yağ asitlerinden de elde edilebilmekte.Ancak ithalatta bu ayrıntı incelenmemekte gıda maddelerinin etiket ve ambalaşlarında da ayrıntı verilmemektedir.
Diğer bir misal E921 Cystein/Cystin rumuzlu katkı maddesi insan veya domuz kılından üretilmektedir.Tıpta ilaç,gıda da unlu gıda ve ekmekte katkı maddesi olarak kullanılmaktadır.
Misalleri çoğaltmak mümkün,bugün tıpta ve gıda endüstrisinde bildiğimiz bitten, yengeç ayaklarına,kandan,domuzun her eczasına,pankreastan,kursağına varıncaya kadar akla hayale gelmedik katkı maddeleri üretilmektedir.Bizim de kursağımıza hergün bunların kullanıldığı gıda maddeleri girmektedir.
Türkiye’de halen onlarca domuz üretim çiftlikleri faaliyet göstermekte.Bu çiftliklerde takriben yılda 700.000 ile 1 milyon baş domuz kesilip,piyasaya verilmektedir.Araştırmalara göre bu domuz etleri,gizli gizli müslümanlara üretim yapan sucuk,sosis,salam fabrikalarına ve büyük market zincirlerine bazı turistik otel ve lokantalara intikal ettirilmekteymiş.
Gıda maddelerinin ambalajlandığı etiket ve şeffaf ambalaşlarda,pekçok katkı maddelerinin isimlerinin yazılı olmasına rağmen imalatta kullanılanlarla çok kere aynı olmadıkları ifade edilmektedir.Mesela Konya’da karamela şekerlemeleri üreten firmalar kontrol edilirse,bu iddiamızı kanıtlayan deliller bulunacaktır.
İthal edilen katkı maddelerinin,üretildikleri fabrikadaki nitelikleri ile gümrük kapısından girerken belirtilen nitelikleri farklı olmaktadır.
Mesela Almanya’da jelatin üreten firmaların derneğine ait yazıya göre üyesi olan fabrikalarda jelatinin domuz,sığır,koyun artıklarının karışımından ürettikleri belirtilmekte,ancak gümrükten geçen ambalajlarının üzerine sonradan yapıştırılmış “sığır jelatinidir” etiketi ile büyük sahtecilik yapılmaktadır.İthalatçı ve toptancı depoları dikkatli bir denetimden geçirilip,ithal edildikleri ülke fabrikaları soruşturulursa bu iddiamızın doğruluğu ortaya çıkacaktır.
Bilgisizlik,ilgisizlik ve sorumsuzluk neticesinde üzücü bir tablo korşımızda durmaktadır.

Bütün dünyada toplam bir avuç olmasına rağmen,bilinçli ilgili ve sorumluluk içerisindeki Yahudi toplumu için gerek Avrupa’da gerek Amerika’da “KosherFood” damgası altında Yahudilerin dini inançlarına uygun gıda maddeleri üretilmektedir.
Kurban Bayramından önce,Avrupa kapısında olduğumuz ileri sürülerek,kurban kesme usulümüz için bir kaşık suda fırtına koparanlar,Avrupa’da Yahudilerin inançlarına uygun hayvan kesme izinleri olduğunu görmezlikten geliyorlardı.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/5768-yeniden-gida-raporu.html#post8526
Müslümanlar olarak,bizim de en az Yahudiler kadar inançlarımıza uygun yaşama,yeme, içme ve tedavi olma hakkımız vardır.Ancak bu hakkı haketmek gerekir.Kimse,kimseye bedava hak vermiyor bu dünyada.
Evvela,”Hiç bilenlerle,bilmeyenler bir olur mu?”kavlince bilinçli olmaya,bilgili olmaya, şuurlu olmaya mecburuz.Sonra da en az hakkımızı vermek istemeyenler kadar cesur olmalıyız.
Bir Ayeti Kerime:”Siz verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin,onda taşkınlık yapmayın.Sonra gazabımız üzerinize helal olur.Gazabım kime helal olursa artık o düşmüştür ve ben tevbe eden,salih amel işleyen ve sonra da yola gelen kimselere karşı elbet bağışlayacıyım.” (En-am suresi 81-82)
Bir Hadis-i Şerif
Ebu Hureyre (r.a.) rivayet ettiğine göre Resul-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.
“Şüphe yoktur ki.Allah-u Teala Hazretleri paktır,ancak pak olanları kabul eder.Cenab-ı Hak,Peygamberlerine neyi emretti ise,müminlere de onu emretmiştir.Hak Teala,Peygamberlere:
“Ey Peygamberler,pak ve helal taamlardan yeyiniz.İyi ve hayırlı işler yapınız.”
Müminlere de:”Ey müminler,verdiğimiz pak ve helal şeylerden yiyiniz”buyurmuştur.
Sonra Resul-ü Ekrem (s.a.v.) bununla ilgili olarak:
“Allah yolunda sefer yapmış,üstü başı tozlanmış bir adam,ellerini göklere uzatarak:”Ya Rab,ya Rab!” diye yalvarıyor.Halbuki onun yediği haram,içtiği haram,giydiği haram,gıdası haramdır.Böylesinin duası nasıl makbul olur?” buyurmuştur.(Muslim)
Diğer bir Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur.İbn-i Mesud (r.a.) rivayet ettiğine göre Resul-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.
“Şüphesiz ki Allah sizin şifanızı size haram kıldığı şeylerde kılmamıştır.”
(Buhari)
Maksadım,müslüman kardeşlerimin yaşama sevincini karartmak,hayatını zorlaştırmak değildir.Bilakis sıkıntıyı tesbit edip çözüm üretmektir.
Bugün için en uygun çözüm,müslüman tüketicilerin örgütlenmesidir.Bir vakıf veya dernek etrafında toplanılabildiği taktirde bilgilendirme,imalatçı ve ithalatçı firmaları uyarma,bu hizmetleri yerine getirebilmek için araştırma merkezleri oluşturma imkanları sağlanmış olur.
Bu konudaki görüşlerimizi burada noktalarken Okuyucularımızdan gelebilecek teklif ve görüşlerini beklediğimizi ifade etmeliyim.
Allah yar ve yardımcımız olsun.