Okul sayfasında tarikat propagandası

Kerem PULGAT/KONYA, (DHA)

Konya İnönü İlköğretim Okulu web sayfasındaki ‘Rehberlik Öyküleri’ bölümünde Said-i Nursi ile ilgili söyleşi yayınlandı.


Konya’da Ilgın İlçesi’nde İnönü İlköğretim Okulu’nun web sayfasındaki ‘Rehberlik Öyküleri’ bölümünde, Said-i Nursi ve talebeleri ile ilgili övgü dolu sözlerin yeraldığı bir söyleşi yayınlandı. ‘Uzun Bir Ayrılıktan Sonra’, başlıklı söyleşiyi kimin yaptığına dair sitede her hangi bir bilgi yer almıyor. Yazının bir bölümünde Said Nursi’den ‘Savaş kahramanı’, bir bölümünde ise ‘Hazret’ olarak bahsedilmesi dikkat çekti. Eğitim-İş Sendikası Konya Şube Başkanı Veli Demir, “Cemaat propagandası artık ilköğretim okullarında bile açıktan yapılmaya başladı. Bir tarikat şeyhinin açıkça internet sitesine konulması Cumhuriyet’e bir meydan okumadır” dedi.
Ilgın ilçe merkezinde 350 öğrencisi bulunan İnönü İlköğretim Okulu’na ait ‘www.ilgininonu.k12.tr’ adresli web sayfasında, Nur Cemaati’nin lideri Said Nursi’den “Gözleri birer şems-i taban gibi nur saçar. Bakışları şahanedir. Harikulade fıtri bir zeka, İlahi bir mevhibe. Harp meydanlarında, mücahitlerin önünde, kılıç elinde, dimdik ayakta düşmana saldıran bir kahraman. Esarette, düşman kumandanına karşı koyan bir kahraman” diye söz edilirken, talebelerinden ise “Memleketin en faziletli evlatlarıdır. Hiçbir Nur talebesi yoktur ki, sınıfının en faziletlisi, en çalışkanı olmasın. Memleketin her tarafında bulunan bu yüz binlerce Risale-i Nur talebesinden hiçbirinin, hiçbir yerde asayişi muhil hiçbir hareketi, hiçbir vakası yoktur” diye sözedildi.
‘CUMHURİYET’E MEYDAN OKUMADIR’
Eğitim-İş Sendikası Konya Şube Başkanı Veli Demir, cemaat propagandalarının artık okulların internet sitelerinde açıktan yapılmaya başladığını belirterek, “Bu ne yazık ki eğitimdeki dinselleşmenin bir ürünüdür. Okulun internet sitesinde Atatürk’e ve Cumhuriyete bakışı belli olan bir tarikat liderinin kahraman gösterilmesi aymazlıktır. AKP iktidarı döneminde eğitim sisteminin ne kadar dinselleştiğinin açık göstergesidir. Bir tarikat şeyhinin açıkça internet sitesine konulması Cumhuriyet’e bir meydan okumadır. Bunun sorumlusu da Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’dür. Çünkü müdürlük, son yaptığı yönetici atamalarında çağdaş, demokrat ve Atatürkçü düşünen yöneticiler yerine daha çok Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi branşlı öğretmenleri tercih etmiştir” dedi.
İnönü İlköğretim Okulu’nun internet sitesinde yayınlanan yazının Genelkurmay’ın açıklamasını da haklı çıkardığını belirten Demir, “Ne yazık ki Milli Eğitim sistemi tamamen dinselleştirilmiş, saptırılmış ve devletin okulları medreselere çevrilmiştir. 60 bine yakın okul medrese anlayışı ile yönetilmektedir. Demokrat, çağdaş ve Atatürkçü öğretmenler de sindirilmeye çalışılmaktadır. Ilgın’daki bu okulda ortaya çıkan durum da Genelkurmay Başkanlığı’nın bu konuda ne kadar haklı olduğunu gözler önüne seriyor. Valiyi, kaymakamı, ilçe milli eğitim müdürünü ve savcıları göreve çağırıyorum” diye konuştu.
İnönü İlköğretim Okulu yöneticileri ise konuyla ilgili olarak açıklama yapmaktan kaçındı.


İşte okulun internet sitesinde tepki çeken yazı:

UZUN BİR AYRILIKTAN SONRA

Belki yirmi yedi, yirmi sekiz sene oldu Üstadı görmeyeli. Onu görmek, mübarek simasını doya doya seyretmek için her zaman gidip ziyaret etmek istediğim halde, meşguliyetten bir türlü vakit bulamadım. Fakat o kalblerde yaşadığı için, manevi varlığı ile daima beraberdik. Bu, gönüllerdeki iştiyakı bir dereceye kadar tatmin etmez miydi? Kendisini görüp kucaklaştığımız zaman, onun nurani simasının verdiği zevk, maddi hasretin de ne kadar büyük olduğunu gösterdi. Üstadla tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar hemen her gün idarehaneye gelir, Akif’ler, Naim’ler, Ferit’ler, İzmirli’lerle birlikte saatlerce tatlı tatlı musahabelerde bulunurduk. Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmi meselelerden konuşur, onun konuşmasındaki celadet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulade fıtri bir zeka, İlahi bir mevhibe. En mu’dil meselelerde, zekasının kudret ve azameti kendisini gösterir. Daima işleyen ve düşünen bir kafa. Nakillerle pek meşgul değil. Onun rehberi yalnız Kuran. Bütün feyiz ve zeka kaynağı bu. Bütün o lem’alar, doğrudan doğruya bu kaynaktan nebean ediyor. Bir müçtehid, bir imam kadar rey sahibi. Kalbi bir Sahabi kadar imanla dolu. Ruhunda Ömer’in şehameti var. Yirminci asırda Devr-i Saadeti nefsinde yaşatan bir mü’min. Bütün hedefi iman ve Kuran.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/20548-ilgin-inonu-ilkogretim-okuluna-savcilik-sorusturmasi.html#post39113
İslamın gayetü’l-gayesi olan tevhid ve Allah’a iman esası, onun ve Risale-i Nur’un en büyük umdesidir. Devr-i Saadette, Müslümanlığın ilk kuruluş zamanlarında olsaydı, Hazret-i Peygamber, Kabe’deki putların parçalanması vazifesini ona verirdi. Şirke ve putperestliğe o derece düşmandır.
Mücahede ile gönüllerde iman ve Kuran hakikatlerini yerleştirmek için geçen uzun, bir asra yakın bir ömür. Fazilet ve şehametle geçen bir ömür. Harp meydanlarında, mücahitlerin önünde, kılıç elinde, dim dik ayakta düşmana saldıran bir kahraman. Esarette, düşman kumandanına karşı koyan bir kahraman. İdam sehpasında, düşman kumandanını düşündüren, insafa getiren bir kahraman.
Millet ve memleket için canını vermekten zerre kadar çekinmeyen bir fedai. Fitnenin, bozgunculuğun en müthiş düşmanı. Milletin menfaati için, her türlü zulme, işkenceye tahammül ediyor. Ona zulmedenlere beddua bile etmez. Onu zindanlara atanlara, ancak salah ve iman temenni eder. Gaye uğrunda ölüm, onun için basit birşeydir. Kendisi bir çanak çorba, bir bardak su, bir lokma ekmekle tagaddi eder. Elbisesi pek basit ve fakiranedir. Beyaz Amerikan bezinden pamuklu bir hırka. Çamaşırını kirlenmeden değiştirir ve temizletir. Temizliğe fevkalade itina eder. Kağıt parayı tutmaz ve üstünde taşımaz. Mamelek namına dünyada hiçbir şeyi yok. Kendi için yaşamaz, cemiyet için yaşar.
Yapısı ufak tefektir, fakat heybetlidir, haşmetlidir. Gözleri birer şems-i taban gibi nur saçar. Bakışları şahanedir. Maddeten, belki dünyanın en fakir adamıdır, fakat maneviyat aleminin sultanıdır.
Seksen küsur senenin alamı yüzünde bir buruşuk yapamamış, yalnız saçlarını ağartmıştır. Rengi pembe beyazdır. Sakalı yoktur. Bir delikanlı kadar zindedir. Halim ve selimdir. Fakat heyecana geldiği zaman bir arslan tavrı alır, iki dizinin üstüne doğrulur, bir şahenşah gibi konuşur.
En sevmediği şey siyasettir. 35 senedir bir gazeteyi eline almış değildir. Dünya şuunu ile alakasını kesmiştir. Akşam namazından sonra, ferdası öğleye kadar kimseyi kabul etmez, ibadetle meşgul olur. Pek az uyur. Talebelerini de siyasetten şiddetle men eder. Memleketin her tarafında 600 bini mütecaviz, belki bir milyonu bulan talebeleri, memleketin en faziletli evlatlarıdır. Üniversitenin muhtelif fakültelerinde müsbet ilimler tahsil eden şakirtleri pek çoktur, yüzlercedir, binlercedir. Hiçbir Nur talebesi yoktur ki, sınıfının en faziletlisi, en çalışkanı olmasın. Memleketin her tarafında bulunan bu yüz binlerce Risale-i Nur talebesinden hiçbirinin, hiçbir yerde asayişi muhil hiçbir hareketi, hiçbir vakası yoktur. Her Nur talebesi, hükümetin, nizam ve intizamın tabi birer muhafızıdır, asayişin manevi bekçisidir.
İstanbul seyahatinden muztarip olup olmadığını sordum:
‘Bana ıztırap veren’ dedi. ‘Yalnız İslamın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi, onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. Işte benim ıztırabım, yegane ıztırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selamette olsa!’
‘Yüz binlerce imanlı talebeleriniz size ati için ümit ve teselli vermiyor mu?’
‘Evet, büsbütün ümitsiz değilim. Dünya, büyük bir manevi buhran geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felaketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sari illete karşı İslam cemiyeti ne gibi, çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, batıl formülleriyle mi? Yoksa İslam cemiyetinin ter-ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum. Risale-i Nur’u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığın içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müspet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hatta bu hususta da bazı eserler telif eyledim. Fakat ben öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, manevi varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kuran’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki, İslam cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur. Bana, ’Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler! Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir cani gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehamet-i İslamiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle men eder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar, en hunhar bir düşman kumandanı olsa, tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar, yahut idam sehpasına götürür, hiç ehemmiyeti yoktur. Nitekim öyle oldu. Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkarlığa dayanabilseydi, Said bugün asılmış ve masumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı.
İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selameti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helal olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin-adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade-imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun. Sonra, ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistan olur.’
Hazret coşmuştu. Bir yanardağ gibi lavlar saçıyordu. Bir fırtına gibi gönül denizini dalgalandırıyordu. Bir şelale gibi haşmetli zemzemelerle ruhun en derin noktalarına çarpıyordu. Çok heyecanlanmıştı. Millet kürsüsünde coşmuş bir hatip gibi devam ediyor, sözünün kesilmesini istemiyordu. Yorulduğunu hissettim. Bu heyecanlı bahsi değiştireyim, dedim.
‘Mahkemede sıkıldınız mı?’ diye sordum.
“Dini tedrisata, kadınlarımızın, muhterem hemşirelerimizin, terbiye-i İslamiye dairesinde iffet ve şereflerini muhafaza etmelerine taraftar olmanın, bir suç olduğuna dair kanunlarda bir madde var mı? ’Kalbe gelen hakikat’ gibi tabirleri de şahsi nüfuz temini maksadına delil göstermelerinin manasını da bu ilimle, hukukla meşgul doçentlerden sorarım.’
Üstadla görüşmemiz çok uzamıştı. Müsade alıp ayrıldığım zaman vakit hayli geçmişti.

YAZI ÇIKARILDI
Haberinin internet sitelerinde yayınlanmasından 2 saat sonra okul yönetimi yazıyı siteden geri çekti. Bu konudaki haberler saat 13.00’den itibaren internet sitelerinde ‘Okulun web sayfasında tarikat propagandası’ başlığı ile yayınlanmaya başladı. Tepki çeken yazı ise okula ait internet sitesinden saat 15.00 sıralarında geri çekildi. İnternet kullınıcıları 15.00’dan sonra ‘Uzun Bir Ayrılıktan Sonra’ başlıklı yazıyı sitede göremedi. Sitede, yazının neden geri çekildiğine dair bir açıklama yayınlanmadı.