Ateş Gecesi / Reşat Nuri GÜNTEKİN Kitap Özeti

Ateş Gecesi / Reşat Nuri GÜNTEKİN


Yazar kitapta; insanoğlunun evrende yalnız olmadığını ispatlayacak çarpıcı kanıtlar ortaya koymaktadır.
KİTABIN ÖZETİ:

Reşat Nuri’nin en güzel aşk romanı, Ateş Gecesi; 1942’de yayımlanmış, 14. romanı. Ateş Gecesi, yalnızca Reşat Nuri’nin en güzel aşk romanı değil, 60 yaşına karşın, bugün de, Türk edebiyatının en güzel aşk romanlarından biri.
Ateş Gecesi, on sekiz yaşında, Milas’a sürgün gönderilen Kemal Murat’ın ağzından anlatımlamkta; ama Kemal Murat’ın yaşamını anlattığı zaman kırk yaşının üstündedir. Bunun için on sekiz yaşındaki gencin “Milas’ta yaşadığı iki sene” anlatılırken, zaman zaman elli yaşındaki adamın görüş açısını da okuruz.
Abisinin, Veliaht Reşat Efendini’nin saraylılarından olması ve bunun normalde kabul edilemez olması sonucu Murat Kemal, diğer abileriyle birlikte sürgüne gönderilirler.
Kemal, on sekiz yaşında, alabildiğine sevimli, cebi altın dolu bir genç; Kaymakam pek sever Kemal’i ve onu ilk gece mahalleyi tanıtır. Kjemal, Rum mahallesinde kalacaktır. Kalacak yer olarakta Matmazel Varvar Dudu’nun evinde kalması uygun görülür. Varvar Dudu, elliyi geçmiş bir kızdır. Vaktiyle nişanlısı ölmüş, hâlâ yasını tutar ve Ferhat’ın Şirin’i gibi yanar, tutuşur. Bir kız kurusu durumuna gelmiş olmasına karşın ölmeyen özlemleriyle, tittizlikleriyle, gösterişçiliğiyle hala ruhu genç bir bayandır.
Kaymakam, ev sorununu çözdüğü Kemal’e bir de iş bulur: Mühendis yamaklığı.
Kemal’in niçin sürüldüğü bir sır gibi tutulmaktadır. Mahalleli sürülmesinin sebebini bulamamakla birlikte ağzından laf almayı da başaramaz. Ancak sürülmesinin sebebini büyük ve önemli bir şahsiyet olmasına yorulur.
Sürgün’e alışmaya çalışan Murat’ın babası, arkasından elbise bavulunu gönderir: Her gün başka bir kıyafetle dışarı çıkarmakta, renk renk gömleklerini, kravatlarını, iskarpinlerini göstermektedir. Ve Rum kızlarıyla ilişkiler kuyrulur: Stematula, Maryanti, Eleniça, Despina, Rina, Miyeris, Penelo***a…
”Ateş Gecesi” , daha doğrusu “Ateş yortusu Gecesi” oranın sakinleri için çok büyük önemi olan bir gecedir. Sürekli çan çalar, yortu elbiselerini giyen mahalle büyükleri kiliseye giderler.
Kemal, ilk defa o gece görürü Afife’yi. Kemal, konuşmak ister; kız, Rumca cevap verir. Kemal, ertesi gün, Stematula’dan gerçeği öğrenir: O matmazel Yunanlı değildir, Osmanlıdır. Giritli olduğu için çok iyi Rumca bilmektedir, Doktar Selim Beyin kız kardeşidir, ateş gfecesini görmek için misafir olarak gelmiş, dört yıldır İzmirli bir tüccarla evlidir, kendini tanıtmadan Kemal’I görmek istemiş, Kemal’I kiliseye çağırma işini de Stematula’ya yüklemiştir.
O günlerde Kemal’in babasıyla annesi, sürgündeki oğullarını görmeye gelirler. Anne hastadır. Doktor Selim Beyi çağırırlar. Doıktor, Kemal’in babasını tanır: Hanya’da, ona, “Bursalı Binbaşı” denildiğini ve onun kanhramanlıklarını anlata anlata bitiremez.
Reşat Nuri meydanlarıyla, sokaklarıyla, Rumları, Ermenileri ve Müslümanlarıyla, sokaklarıyla, Rumları, Ermenileri ve Müslümanlarıyla, günlük yaşamıyla, büyük sorunlara değinen tartışmalarıyla, hiç acele etmeden, büyük bir saburla, bir dünya kurmakta olduğu da o kadar açık… bu kurmaca dünyada artık Kemal’in büyük aşkı için gerekli bütün koşullar hazırlanmaktadır.
Kemaller Selim Beylere davetlidir. Burada Kemal Afife hakkında biligiler edinir: On altı yaşındayken İzmirli bir tüccarla evlendirmişler; Rıfkı Bey’, zengin bir halı tüccarının oğlu. Önce öğrenim, sonra iş bahanesiyle bir kaç defa Avrupa’ya gitmiş,”yaptığı haşarılıklarla” babasının vasiyetini hayli sarsmıştı. Onun ölümünden sonra ise ticrathane büsbütün dağılmıştı. Ancak Afife kocasını hem sevmemekte, hem de adamın çapkınlık ve serseriliklerinden bıkmıştır. Afife’nin Rıfkı Bey’den bir çocuğu olmuş. Üç yaşına yaklaşan bu çocuk, İzmir’de Rıfkı Beyin annesinin yanındadır.
Kemal’in babasıyla annesinin misafirlikleri kırk gün sürer. Bu onda hiç ummadığı bir üzüntü yaratır. Bir gün, dağlarda dolaşırken düşer, bacağını kırar. Doktor Selim , Kemal’I tedavi için evine taşır. Kaymakam kitaplar getirir.
İzmir’e giden Afife, Selim Beyin anlatımıyla bir gün “bir aile ihtilafı yüzünden telgraf bile çekmeden” Milas’a döner. Kemal, hasta yatağında yatarken Afife odaya uğrar. Murat, Afife’nin gelişine çok sevinir.
Kemal, Doktor Selim Beyin evinde yirmi sekiz gün kaldıktan sonra iyileşir ve Varvar Dudu’nun evine döner. Murat, Afife’yi gerçekten sevdiğini işte o anlarada anlamaya başlar.
Kemal, âşık olduğnu fark ettikten sonra, bu aşkın çözümlemesini “şimdiki” zaman içinde yapmıyor da 30-40 yıl sonrasının Kemal’inin deneyimiyle yapmaktadır. O’na göre Afife’nin bu aşkı teşvik edici en küçük bir hareketi olmamıştır… Kemal o zamanlarda istediği zaman Afife’nin evine gidip gelebilmekte, akşam ziyafetlerinde onunla birlikte oturabilmektedir.
O yılın yazına doğru Afife ile kocası arasında geçici bir anlaşma girişimi olur. Bu olay kıskançlıklardan, “bizim için artık yarın kalmadı” gibi bir roman cümlesinden intihar düşüncesine kadar bir çok kakrışık duygu ve düşünce içine girer ve Kaymakam’a açılmak zorunda kalır. Kaymakamın bunu öğrenmesi belli yerlerde Kemal’in yararına dahi olacaktır. O zamana kadar Kemal’deki üzüntülü halleri yurt özlemine bağlayan Kaymakam’ın gerçekleri öğrendikten sonra, Afife’ye “yurt acısı” adını koyar ve bu acıyı dindirmek için daha çok ziyaretler başlar.
Kemal, bununla da mes’ut değildir, ve sonunda Afife’ye “düşündüğü” yani “sevdiği” kadının kim olduğunu söyler. Afife, Kemal’in bu konuda, kimseye tek sözcük söylememesi koşuluyla bağışlar. Ancak yorum yapmaktan da çekinir. Ne var ki Afife’nin “her şeyi” öğrendikten sonra Kemal’e gene kayıtsız davranması, Kemal’in insanlık gururunu kırmaktadır. İçinde sevginin verdiği bir nefret belirmeye başlar.
1908 Temmuz’u Meşrutiyet İnlılâbı ile sürgünü biten Murat’ın ayrılırken son defa Afife’nin elini sıkarken hiç bir şey hissetmemesi onu çok burkar ve bu aşkın burada bitmesine karar verir.

İkinci bölüm “1918 yazı…” diye başlamakta, sürgünden dönüşünün tam onuncu senesini ifade etmektedir. Kemal henüz otuz yaşındadır. İttihatçıların desteğiyle çok büyük mevkilere gelir. Avrupaya tahsile gönderilmiş, Almanya’da tahsilini bitirmiştir. Büyük ağabeyi Suriye de kumandandır. Babası Balkan Savaşı’nda ölmüştür. Annesi ise rahatsız bedenine rağmen daha uzun seneler kimseyi üzmeyeceğe benzer.
Birinci Dünya Savaşı’nın son aylarında, bir akşam, Kemal küçük ağabeyiyle birlikte, ağabeyinin Üsküdar’da, Sultantepesi’ndeki köşküne gider. Ve on yıl aradan sonra Afife’yi orada karşılar. Afife’nin kocası yedi sekiz yıl önce İzmir civarında bir vapur kazasında boğulmuş, ağabeyi Selim Bey de Balkan Savaşı’nda tifodan ölmüştür. Milas’taki büyük ev satılmış, iki kardeş kasaba içinde aldıkları başka bir evde oturmaktadırlar. Oğlu on beş yaşındadır; annesi onu Kuleli lisesine vermeye çalışır ve ağabeyinin sayesinde de sokar. Afife’nin İstanbul’da bir işi,kalmaz ama Kemal’in annesi onu bırakmak istemez.
Kemal de Afife’yi görmek esiki zamanın unutulmuş şarkısını işitmiş gibi, kendisi eski zamanlardaki ruh halinin içine götürmesine neden olur. Ancak onu bir türlü affedememektedir. Afife’ye olan âkşı gelip geçmesine rağmen, artık intikama bile değmeyecek bir vaziyete gelmiş olan bu kadına kininin hala yaşadığını hisseder. Ancak ne olursa olsun Selim Bey zamanında büyk bir misafirperverlik içinde yaşayan Kemal Murat, Afife’nin evde bulunduğu sürece dışarı çıkmamayı bir borç görür. Burada bir sır perdesi aralanır. Afife Murat’ın iki yıl önce öldüğünü sandığını söyler. Bu yalanı büyük abla uydurmuştur. Ancak sağ olduğunu öğrenmesi ile soluğu İstanbul’da alması bir olur. Bunun bütün sebebi ise Murat’ı aslında ilk gördüğü andan beri seviyor olması fakat bunu ona söylememiş olmasıdır. Ancak bu Kemal Murat’ın hislerinde değişiklik yaratmaz ve o anda tek isteğinin Afife’nin kedndisi olduğunu anlar, ve sonunda “Ateş gecesi” ile birbirinin aynı denecek kadar farksız bir gecede birlikte olurlar.
Afife, ayrılık günü onun kendisini uğurlamasınoı ister. Ancak Murat gelmeyecektir…
Bir sayfa sonra Kemal’in artık yaşlandığı dönemde, roman hâlâ evlenmemiş olan Kemal kendisine edilen bir vaate durulmamış bir adam hoşnutsuzluğunu kendisinden kurtaramaz. Ancak aslında ona veriliğ de tutumayan vaat yoktur.

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsanı insan yapan en güzel guygulardan birisi de sevgidir ki en güzel yıllarını bunu paylaşabileceği birisini arayarak geçirebilmektedir. Bu kitabın ana fikri sevgiyi bulan insanların mevki, makam ve zaman kavramlarını hiç düşünmeden karşısındaki insana bunu söylenmesidir. Çünkü zaman her ne kadar geniş bir kavram olarak görülse de bunu ertelememiz belki de bu şansımızı kaybettiğimiz anlamına gelebilir.


KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Kemal Murat, Padişah’ın fermanıyla Milas’a sürgün edilen kardeşlerden en küçüğüdür. On sekiz yaşında sürgüne giden Kemal, küçük yaşta özgürlüğü bulmuş kendisinin toplum tarafından “yetişkin” görülmesi için elinden geldiğince ağırbaşlı davranmaya gayret göstermiştir. Afife’ye âşık olmadan önce Kilise mahallesinde bir çok kızla bir arada olmuş hepsini de ustalıkla idare edebilmesini kendisine hâs bir meziyet olarak görmüştür.
Afife’ye olan aşkının “zamanında” karşılıkj görmemesi onda büyük bir hayâl kırıklığına sebep olmuş bu ileriki zamanlarda nefrete dönüşmüştür.
Afife, Selim Bey’in küçük kardeşidir. Küçük yaşta İzmir’de bir tüccarla evlendirilmiş, ondan da bir oğlan çocuğu olmuştur. Aile içinde bir rahatsızlığın olduğu roman içinde geçmekle beraber Afife’nin İzmir’den ağabeyinin yanına gelmesi daha sonra kocasının gelip gitmeleri aralarının çok da iyi olmadığını göstermektedir ki kocasının bayanlara karşı zaafiyeti bulunmaktadır. Romana göre “Ateş gecesi” Kemal’e âşık olmuş fakat bunu kendisine hiç söyleyememiştir. Ancak Kemal bunu kendisine yapılmış olan bir haksızlık olarak görmektedir.
Varvar Dudu, gençlik zamanında nişanlısının ölümünden sonra bir daha evlenmemiş olan ancak sevdiğini de ağzından hiç düşürmeyen elli yaşlarında bir kız kurusudur. İçi tamamen insan sevgisiyle dolu bu insan Murat’a kardeşiymiş gibi bakmış en küçük bir rahatsızlık duymaması için elinden geleni yapmıştır.
Selim Bey, Afife’nin ağabeyi misafirperverlikte üzerine olmayan bir insan görünümündedir. Ancak vurdumduymazlığı ailede çok kez problemlere neden olur. Bu sadece Kemal’in işine yaramaktadır. Bu sayede Osmanlı’nın katı kurallarını hüküm sürdüğü bir zamanda Afife’ye kolaylıkla yaklaşabilme imkânı bulmuştur.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/kitap-ozetleri/68831-ates-gecesi-resat-nuri-guntekin-kitap-ozeti.html#post133253
Kaymakam, örf, âdet ve geleneklere bağlı bir insan olmaısın yanı sıra Kemal’in âşkını ilan etmesine ses çıkarmaması da onun aynı zamanda hâlden anlar bir kişilikte olduğunu gösterir ki o andan itibaren Kemal’e her türlü yardımı yapmayı da ihmal etmez.
Kemal’in annesi, çok rahatsız bir bayan olmasına rağmen babasından çok yaşamaış bir bayan olara geçmektedir.
Kemal’in babası, ailede her ne kadar siyasetten bahsettirmese de ağabeyinin sebebiyet verdiği sürgüne isyan etmemesi o zamanın devletine çok sadık bir insan olduğu göstermektedir.


KİTABIN HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Ateş Gecesi”, biçim bakımından Reşat Nuri GÜNTEKİN’in en güzel romanlarından birisidir. Roman boyunca, Kemal’in ruhsal gelişimini göstermektedir.Anlatımdaki mizah öğesi güçlü ve ustaca kullanılmıştır.En küçük ayrıntılara dahi önem verilerek hazırlanmış olan kitap, sizi bir anda konun başında daha sonra başka bir yerine sürükleyebilmekte, kitabın içinde “Kemal Murat’ın yanında gezen bir insan” pozisyonuna düşürebilmektedir. Mesela Afife’nin kitabın sonlarına doğru herkesin ona “Kemal” derken onun “Murat” demesini onun için özel olduğunu göstermek istemesinin sebep olduğunu söylerken kitabın başında da Murat Kemal’in bu soruyu kendi kendine sorduğunu görmekteyiz.

KİTANIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Reşat Nuri Güntekin 25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.

Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı. Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi

Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. 7 Aralık 1956’da İstanbul’da öldü.

ESERLERİ

Hikaye kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), vb.Gezi yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).Oyunları içinde en ünlüleri Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)’ dir. Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.
Romanları: Gizli El (1922), Çalıkuşu (1922), Damga (1924), Dudaktan Kalbe (1925), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928),Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Çiçeği (1953), Kavak Yelleri (1950), Son Sığınak (1961),Kan Davası (1955),
Hikaye Kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930)
Gezi Yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966)
Oyunları:Balıkesir Muhasebecisi (1953), Tanrıdağı Ziyafeti (1955)