Cimri (L'Avare), ünlü Fransız komedi yazarı Molière tarafından yazılmış 5 perdelik bir oyundur.


Charles-Antoine Coypel tarafından Molière'in portresiİlk kez 1668 yılında Palais Royal'da oynan Cimri, çok cimri biri olan Harpagon ve onun ailesi etrafında döner. Oyun bir taraftan izleyiciyi güldürürken bir taraftan da 17. yüzyıldaki Parisli bir burjuva ailesinin ve döneminin ahlâk anlayışını gözler önüne serer.

Molière'in daha önceki oyunundan (Tartuffe) biraz daha az realistik olduğu için birçok eleştiri almış olsa da Cimri hâlâ, Molière'in büyük ve ünlü eserlerinden biri olarak görülür.

Ayrıca ;

ÖZEL BİR TİYATRODA, ÇOK ÖZEL BİR KLASİK: “CİMRİ”
ÜSTÜN AKMEN
Özdemir Abi,

Allah da seni güldürsün, son mektubunda beni pek güldürdün. Öyle anlaşılıyor ki, televizyonda, deva bulmaz angutgillerden Kuşum Aydın’ın: “Şimdi son kahramanımız, mavi kapıdan içeri girip, koltuğa oturcek,” diye başlattığı programı rastlantı sonucu seyretmişsin. Kaynana Semra’yı, Caner ile Tülin’i, Firdevs’i, Sinem’i,falan bilmemene, tanımamana vallahi pek üzüldüm(!). “Beyaz Atlı Prens” programından da “bihaber”sin ayol! Bu programda kızlar “prens”lerini seçiyor da seçemiyor, didişiyor ya, program uğruna bir “atasözü” bile uydurduk: “Beyaz atlı prensi fazla bekleme, seyise razı ol, yoksa ata kalırsın,” diye… Velhasılıkelâm, şimdi bunlar “culture genéralé” sayılmakta ve sen ne yazık ki(!) bunlardan uzaksın…


VALLAHİ BÜYÜK ADAM ŞU BENİM ÖZDEMİR ABİM
Tamam, tamam ciddi oluyorum. Ciddi oluyorum, ama dün akşamki “10. Sadri Alışık Anma ve Ödül Töreni”ne değinmiyorum, çünkü nasıl olsa bugünkü gazetelerden ya da internetteki tiyatro portallarından her dalda üçer aday arasından kazananları, kazanamayanları öğrenmişsindir. Huzurunda tüm adayları kutluyorum. Hepsi ödülü hak etmişti, ancak elbette aralarından ancak biri alabilecekti. Nitekim, “Komedi ya da Müzikal Dalında En İyi Erkek Oyuncu” dalında da üç adaydan biri (Volkan Severcan) ödülü aldı. Volkan Severcan’ı ayakta alkışlamış, değerlendirmemi de 1 Şubat tarihli mektubumda yazmıştım. Oyun Atölyesi yapımı “Cimri”yi nasıl olmuş da sana anlatmayı ihmal etmişim vallahi şaşırdım. “10. Sadri Alışık Anma ve Ödül Töreni” sonrası, sabahın ilk saatlerinde bu mektubu yazmak için masaya oturduğumda, aklıma gene ayakta alkışladıklarımdan Haluk Bilginer’in başrolünü oynadığı “Cimri” geldi, gelince de sana “Cimri”den söz etmek farz oldu. Veee farzı yerine getirirken, içimden sürekli: “Vallahi büyük adamsın Özdemir Abi,” dedim.

GÜLDÜRÜCÜ, AMA CİDDİ KOMEDİ
Neden dersen, sen, Molière’in ülkemizde benimsenen ve beğenilen ilk tiyatro yazarlarından biri olduğunu hep vurgularsın da onun için... Shakespeare, nasıl tragedyaya halk şakalarını katarak gerçekçi tiyatroya ve yeniçağ dramına ulaştıysa, yerden göğe haklısın, Molière de komedyayı ciddileştirerek, ama güldürücülüğünü kaybettirmeden ciddileştirerek, aynı şeyi yapmış. Ülkemizde, senin dediğince benimsenmesi ve beğenilmesi de bu yüzden olsa gerek
Duydun mu bilmem, ünlü yapıtı “Cimri”', Oyun Atölyesi’nde oynanmakta. Gittim, matinede seyrettim. Seyrederken, halk şakalarının en acı insan gerçeğine nasıl yükseliverdiğini, bir dram gerginliği kazandığına da tanık oldum. Oyunun neredeyse her dakikasında kulaklarını çınlattım.

TARİHE Mİ GEÇECEĞİZ NE!
Son mektubunda: “... İkimizin arasındaki bu yazışmalar, ola ki bizden sonraya da kalırsa... “ demişsin ya, ne yalan söyleyeyim pek havalandım. Vay be! Benim yazdıklarım da mı “bizden” sonraya kalacak! Eee, Özdemir Abim dediğine göre, olur mu olur! “Bizden” sonraya kalabilir heyecanıyla, benden iyi bildiklerini ne yapayım ki gene sana tekrarlayacağım, “bizden” sonra okurlar diye. “Cimri”nin, bir karakter komedisi olduğunu yazacağım, “bilenler, bilmeyenlerin kulağına fısıldasın,” denmemesi için. Oyunun baş kahramanının Harpagon olduğunu, Harpagon’un tiyatro tarihinin hiç kuşkum yok ki, unutulmaz tiplerinden sayıldığını anlatacağım. “Harpagon’un tüm ihtirası tek bir noktada odaklanmıştır, o da paradır, paradır, ille de paradır. Para hırsı gözünü bürümüş olan Harpagon, para için ölümü bile göze alabilecek bir kişiliğe sahiptir,” diyeceğim. “Cimri”nin, Parisli bir burjuva ailesinin ahlaki değerlerini, düşüncelerini, dünya görüşünü bütün içyüzüyle yansıtmakta olduğunu söyleyeceğim. Bu mektubun bizden sonra da okunabileceği iyi niyetiyle, “Cimri”nin: “İnsan yemek için yaşamaz, yaşamak için yer” sözleriyle tanındığını ve ortaçağın ibret verici oyunlarını andırdığını da tırnak içinde söyleyivereceğim.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/kitap-ozetleri/49041-moliere-cimri.html#post99584

HARPAGON’UN BAŞINA GELENLER
Parası yüzünden azan, tutkulu cimri Harpagon’un başına neler geldiğini anlatan oyun, Hakan Dündar’ın tasarladığı seyirciye doğru sıfırlanan beşgen bir podyum üzerinde başlamakta ve oynanmakta. Oyunun boş alan fikrini pek sevdiğimi söylemeliyim. Bana sorarsan, gerçekten güzel ve de Molière dönemine uygun bir dekor anlayışı Hakan Dündar’ınki. Podyumun üstünde açılan kapak ve içinden başını dışarı uzatan Harpagon, dış ses, efekt oyunun gerçekten ilgi çekici bir biçimde başlamasını sağlıyor. Yalınlık ve çekicilik bir arada sunulunca ilgi odağı görünüyor. Oyunu sahneye koyan Işıl Kasapoğlu ilgi odağını gösteriyor, ama oyun aktıkça bekle Allah bekle, odak bir türlü bulunamıyor. Bulunamıyor çünkü, Işıl Kasapoğlu bu kere “soldan gir, buradan çık”tan gayrı bir şey yapmıyor.

IŞIL KASAPOĞLU İYİDİR, HOŞTUR DA...
Molière oyunlarının özelliği eğlence, coşku, neşe yanında toplumsal koşulların yerilmesi ise, işin bu yanını Işıl Kasapoğlu hiç mi hiç yorumlamıyor. Toplumsal koşulların yerilmesini iplemiyor. Molière'in felsefesine, kara mizahına itibar etmiyor. Molière, komedyanın görevini genel olarak insanın, öncelikle de çağımızın insanının kusurlarını göstermek olarak tanımlıyor ya, Kasapoğlu aldırmıyor.
Oyundaki herkesi sert ve kötü çiziyor Kasapoğlu, itiraz etmiyorum. Herkes çıkarı için uğraşıyor, karakterlerin hepsi kendi çıkarının peşinde, “tamam,” diyorum. Haluk Bilginer, Harpagon’u, oyun boyunca komik değil, çok ciddi oynuyor. “Olabilir,” diye yorumluyorum. “Alışılmışın dışında kötü bir Harpagon bu,” diyorlar, “neden olmasın,” diyerek yanıtlıyorum.
Ama, doğası gereği bütün kusurların ve güçsüzlüklerin ancak güldürünün gücüyle düzeltilebileceğine, bu bağlamda hiçbir konunun eleştirel bakış açısının dışında kalamayacağına inanmaz gibi davranıyor Işıl Kasapoğlu, anlamıyorum. Kısacası Özdemir Abicim, rejisörlük sahnenin tanrıları ve tiyatronun esrarı ile buluşmak demekse, Işıl Kasapoğlu dostumuz, bu kere, ne sahnenin tanrılarıyla, ne perileriyle, ne de tiyatronun gizemiyle buluşamıyor.

OYUNCU SÖKÜĞÜNÜ DİKER BE AĞABEY!
Funda Çebi’nin kostümlerindeki abartıya sözüm yok, ama giderek “müsameremsi” olmuş. Şebnem Sönmez’in eteğinin yırtıklığı elbette onun kabahati değil, olsa olsa Şebnem Sönmez’in parmaklarının dikiş iğnesi tutamamasından kaynaklanmıştır. Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisi, ne de olsa Sabahattin Eyüboğlu çevirisi... İrfan Varlı’nın ışık tasarımı iyi.
Oynanışa gelince... Genç oyuncuların beni mutlu ettiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim Özdemir Abi. İçlerinden Zeynep Gülmez’e rolünü daha belirginleştirmesini teminen, kendi sesinin parametrelerini değiştirme sanatına önem vermesini bir “amca” olarak öğütleyeceğim. Hatta, sözcükleri Stanislavski’nin bakış açısıyla duyumsamalı. Haksız mıyım Özdemir Abi? Yalnızca bedensel tavrı, jestleri, mimikleri, değil, yanı sıra Mariane’ın ses kimliğini de araştırmalıydı diyeceğim. Özbek Yıldız’ın seyirciye doğrudan ulaşma yeteneği ve önünde bu yeteneği geliştireceği yılları var. Dilerim çabuk davranır. Gökçer Genç, Clèante’a dönük olası tüm yaklaşımları anlamış. “Aferin”den başka ne diyebilirim ki!


FADİK KIZDA İŞ VAR
Fadik Atasoy, Elise’de bireysel özelliklerine bağlı olarak çeşitlemeler de yapıyor, çok da iyi ediyor. Tekin Temel, canlandırdığı her üç karakterde de görevini yapmakta. Emrah Kolukısa, gerek Anselme’da, gerekse La Flèche’de kendi düşünceleriyle, yazarın düşüncelerini birleştirmiş, genel çizgiye ulaşmış, yazarla ortak bir anlayışı benimsemiş, yaratıcı yorumunu da ortaya sermiş. Şebnem Sönmez, commedia dell’arte biçeminden de yararlanarak müthiş bir Frosine yaratmış. Şebnem Sönmez’in sahne tekniği, yaratıcı kişiliğine de sinmiş. İçgüdüsel kaynaklarının tümünü seferber ederek başarıya ulaşıyor. “Helal” derim ben böylesine...

KISACIK ROLDE KÖKSAL ENGÜR
Jacques Usta’yı ise Köksal Engür canlandırmakta. Nasıl mı? Anlatayım, sen karar ver Özdemir Abi. Hani Jacques Usta, Harpagon’la ziyafet mönüsü üstüne tartışırlar ve Usta: “Öyleyse dört büyük tas çorba, beş kap baş yemek, sonra efendime söyleyeyim...” gibilerinden bir şeyler söyler ya... Esasında Usta, o sırada listenin gerçekliği konusunda özür dilermiş gibi Harpagon’a bakarak yiyecekleri parmaklarıyla sayıp sıralarken, hınzırca zevk almaktadır. İşte burada, tam burada, Köksal Engür’ün yemekleri sayan parmaklarının jest olarak kesinliğiyle, Harpagon’a yöneltilen göz korkutma amaçlı bakış arasındaki karşıtlığa ve bedensel yöneliş ayrımına dikkat çekmek isterim. Senin oralara gelirlerse elbette bu oyunu göreceksin biliyorum. Allasen dikkat et. Bir de, Valère’e: “Aman kâhya efendimiz, bunun sırrı neyse öğretin bize; aşçılık işini de siz alın üstünüze. Nasılsa karışmadığınız iş yok bu evde,” derken, yani tepesinin tası atmak üzereyken, zıvanadan çıkışındaki başarıyı gör ve öfkesini nasıl “ideatif imleme” jestiyle vurguladığı “... karışmadığınız iş yok bu evde” suçlamasıyla nasıl doruk noktasına taşıdığına lütfen tanık ol. İşte Köksal Engür bu be Özdemir Abi!

HALUK BİLGİNER GENE DORUKTA
Ve Haluk Bilginer... Harpagon'un sinirli, öfkesi burnunda, kalıbına sığamayan, tutkulu yapısını öylesine başarıyla yansıtıyor ki, şaşar kalırsın. Arada metni güncelliyor da... Bence iyi de ediyor. “Bu ülkede herkes soyguncu. Bunu bir tek ben mi yapıyorum”, “Asmayalım da besleyelim mi” gibi ekleme sözlerle seyirciyi daha bir silkeliyor. Haluk Bilginer, bedeni ile sözcükleri arasında devamlılık sağlama başarısını “Cimri” de de sürdürmekte. Bakışı ve anlama jestleri birinden diğerine hissettirmeden geçiyor. Özdemir Abi, bir kez daha anladım ki, Haluk Bilginer sahne üzerindeki zamanı, müzisyenler gibi hissetmeyi bilen bir oyuncudur ve de “emsalsizgillerden”di r.
Düşünsene Özdemir Abi, bir özel tiyatro İstanbul’un Moda semtinde moda olmayan Molière’den Cimri”yi oynuyor. “Cimri”, hiç kuşkum yok ki, sezonun görülmesi gereken oyunlarından. İstanbul eşrafından eşini dostunu uyar, kaçırmasınlar. Kaçırdıktan sonra hayıflanmasınlar.

Selam ederim, gözlerinden öperim.
Muhabbetle.






Radikal 20.11.2004
HASAN ANAMUR

'Cimri'yle gelen kahkaha tufanı

TİYATRO ELEŞTİRİSİ Cimri/Oyun Atölyesi

Oyun Atölyesi sezona, 'Othello'nun yanı sıra, Molière'in 'arkaik' tiyatro geleneğini sürdüren 'Cimri'siyle başladı. Bir kahkaha tufanı ortasında bir yandan bireysel ve toplumsal ilişkileri sorgularken bir yandan da evrensel değerleri vurgulayan bu komedyayı sahneye koyan Işıl Kasapoğlu. Yararlanılan metinse Sabahattin Eyuboğlu'nun arasına yer yer siyasal güncelleştirmeler de eklenmiş yetkin çevirisi.
Oyuncu, yöneticii ve komedya yazarı olarak kuşkusuz bir doruk. oluşturan Molière kişilik olarak da tiyatrocuların örnek alacakları biridir. Tiyatrosunun borçlarını ödeyemediği için girdiği hapisten babasının kefaletiyle kurtulan, bir yandan bunları ödeyebilmek, bir yandan da babasının ve alacaklıların tehditlerinden kaçıp kurtulmak için 13 yıl boyunca -'Hamlet'in tiyatrocularına benzer bir biçimde- Paris dışında tiyatro yapan, bu yaşamı babasının sarayla ilintili bol paralı, parlak gelecekli mesleğini reddederek seçen Molière, kuşkusuz, tiyatro sevgisinin yanı sıra ödünsüz ve onurlu bir yaşamın da simgesi. Molière'in yaşamının merkezine yerleşmiş bu baba kavramı, yapıtlarından yola çıkarak yazarlara psikanaliz uygulayan uzmanlar için de, yazın eleştirmenleri için de ilginç bir çıkış noktası oluşturur. Gerçekten de, Molière'in tek perdelik farsları dışında kalan büyük komedyalarının önemli bir bölümü toplumsal yaşamla bağlantılı aile içi sorunlar üzerinedir ve bunların hepsinde dramatik yapı 'egemen baba' kavramı çevresinde kuruludur: 'gerçek anne'nin olmadığı bu komedyaların hepsinin odağında yakın çevresine zararlı anlamsız bir tutkunun esiri 'egemen bir baba' ('Tartuffe', 'Kibarlık Budalası', 'Scapin'in Dolapları', 'Hastalık Hastası') vardır.

Her şey para için

'Cimri'de de bu yapı çevresinde ele alınan ve eleştirilen 'baba' para bağımlısıdır; varoluş nedeni 'altınları'dır. Herkesten sakladığı on bin altını korumak ve çoğaltmak onda saplantıya dönüşmüştür. Bu arada Harpagon'un, o dönem Fransa'sının toplumsal yapısına göre kızı Elise ile oğlu Cléante üzerinde doğal bir 'babalık hakkı' vardır. Bu hak, çocuklarını kendi belirleyeceği insanlarla zorla evlendirmeyi de kapsar ve Harpagon, kızı Elise'i hemen zengin ama yaşlı bir adamla evlendirmeye, kendisi de oğlunun sevdiği genç kızla evlenmeye karar vermiştir. Eş seçiminde gözettiği tek ölçütse bu evliliklerin ona parasal getiri sağlamaları, ya da, en azından, kasasından para çıkmamasıdır. Aile içi ilişkiler bu yüzden gerilir, yıpranır, dengeler bozulur, giderek sevgi yok olur, sevdikleriyle evlenme düşleri kuran çocuklar babalarına isyan ederler, Elise intiharı bile düşünür. Cléante kendi yaşamını kurmak için -sonunda babası çıkan- acımasız bir tefeciden borç almaya girişir. Öyle ki Roger Planchon 'Cimri'yi kapkara bir çevre düzeni içinde bir tragedya olarak yorumlamıştır. Bu eleştiri toplumsal ölçekte baskıcı siyasal yapıya yönelik olarak da yorumlanabilir. Ancak 'Cimri' temelde Plautus geleneğinde çılgın bir komedyadır.
Işıl Kasapoğlu'nun doğru ve ilginç yorumu bu ilişkiyi fars yoluyla kurduruyor. Bu arada çevre tasarımı, sanırım dikkati eyleme çekmek amacıyla, son derece yalın bir zemine yerleştirilmiş. Harpagon'un (Halûk Bilginer) uşağı rolüne soyunmuş, aslında Elise'in (Fadik Aksoy) âşığı olan Valère'in (Özbek Yıldız) cilaladığı soğuk ve mesafeli, yamuk geometrik biçimli, eğimli, kaygan, parlak, bir yerinden küçük bir kapak açılan ve kucağında kasasıyla Harpagon görünen yalın bir zemine. (Dekor tasarımı: Hakan Dündar; görsel tasarım: İskender Kardaşlar). Giysi tasarımıysa (Funda Çebi) Kasapoğlu'nun fars yorumuna uygun olarak grotesk yanı ağır basan, hatta Cléante, Simon Efendi (Tekin Temel) gibi kişilerde palyaço giysilerini anımsattıran, ancak dönem havasını da yaratan biçimde gerçekleştirilmiş. Fars dışı kişilikleriyle öne çıkan Elise, Valère, Marianne (Zeynep Gülmez) ile Anselme'se (Emrah Kolukısa) doğru bir yorumla bu ortamın dışında tutulmuşlar. Işık tasarımı da (İrfan Varlı) bu etkilerin yaratılmasında yardımcı oluyor.
Dönem müziğiyle desteklenen bu ortamın merkezindeyse doğal olarak Harpagon var. Halûk Bilginer komedya dünyasının bu unutulmaz kişisine giyimi, kuşamı, başlığı, ilginç sakalı, tüm hareketleri, hareketsizlikleri, duruşları, bakışları, kaygıları, korkuları, öfkeleri ve her sözüyle damgasını vuruyor, unutulmaz bir Harpagon oluyor. 'Cimri'nin başarısında adları yukarıda sayılan genç kadronun katkısı da önemli. Ancak, her ikisi de doğal olarak komedyaya yatkın, fars ortamının usta oyuncuları, Köksal Engür ile Şebnem Sönmez komedyaya apayrı bir renk katıyorlar. Işıl Kasapoğlu, Harpagon'un eline tutuşturduğu ve ona her fırsatta neredeyse hemen herkesi pataklattırdığı 'pastav'la da ortaoyununa neşeli bir gönderme yapmış. Sonuçta ortaya görülmesi gereken iyi bir 'iş' çıkmış.