ŞEYTAN KİMLİĞİ

1-GENEL TESBİTLER

Şeytan kelimesinin anlamı, uzak oldu, Allah'ın rahmetinden uzak kaldı, diğer anlamı yandı işi bitti helak oldu demektir.

Nefis haritamızın detaylı olarak incelenmesi, şeytanı da çok iyi tanımamıza imkan verecektir.Tersini de düşünebiliriz; şeytanla ilgili ne kadar bilgi toplarsak, o oranda benliğimizi anlamış ve ona göre de nefis mekanizmamızdaki arızaları tespit ve tedavi şansını el de etmiş oluruz. O kadar da korunma tedbirlerini alırız. Bu konuda İnancın Gölgesi isimli eserden de yararlanılabilir.

Şeytan aslında, namaz gibi bir miraç işlevi görebilir. Namaz müspet bir merdivendir ki doğrudan ışıklar içinde bizi semalara yükseltir. Şeytan da menfî bir merdivendir ki, karanlıktan gün yüzüne çıkıp, basamak basamak derece elde etmemizde alternatif enerji üretmemize vesile olur.

Karanlık dehlizlerde, kömür elde eden işçiler gibi, yeraltından elmas, deniz diplerinden inci, çamurdan pirinci çıkartabiliriz. Allah’a sığınmakla, namaz ve hizmet ibadetleriyle hem şeytanın zayıf hilelerini ters yüz edebiliriz, hem de çok yarar elde edebilir onun vesveselerini nimete çevirebiliriz; gübreyi gül kokusuna, küfü peynire, kanı seruma, fosilleri yakıta, ateşi, suyu, havayı enerjiye çevirdiğimiz gibi…

Bu açıyı yakalamak için şunları düşünebiliriz: Şeytan hayat maratonunda benim için bir rakiptir. Kulvarı önde bitirmeliyim ki dereceye ve madalyaya ulaşayım. Askerin eğitimle beden gücü ve harp yeteneği kazanması gibi, düşman şeytan sayesinde, her an teyakkuz durumunda uyanık olmayı, inanç ve bilgi açısından kendimi geliştirmeyi öğreniyorum, gittikçe güçleniyorum. Şeytanla mücadelem sayesinde, Ruhumdaki kömür yapılardan arınıyor, tıpkı elmas gibi parlak, eşsiz bir form kazanıyorum ve dünya imtihanından alnımın akıyla çıkıyorum.

Şeytan bir perdedir. Tıpkı ölümlerden genellikle sorumlu tutulan Azrail gibi (ki kazalar, hastalıklar vb. acı veren şeyler de Azrai le perde oluyor). Bu perdelik sayesinde dış görünüşe bakarak insanlar şikayetlerini doğrudan Allah’a yapmıyorlar. İşte şeytan da, dünyada işlenen şerlere, kötülüklere bir perde oluyor, şikayetlerin Allah'a gitmesini önlüyor. Zaten bir ayet de, şeytanın parmağı, dahli de göz önünde bulundurularak, gelen her iyilik ve güzellikte, hayırda ve nimette doğrudan Allah'a yönelmeyi, hamd etmeyi; gelen belalara ve kötülükle re karşı da nefsimizi muhatap etmeyi ve sorumlu tutmayı öğütlemektedir (4/79). Kötü bilinen şeyleri, günahları da sadece Allah, insan iradesinin işlemesiyle yaratır fakat rızası yoktur.

Adem itaatin, şeytan isyanın sembolüdür. Hâbil, iffetin Kabil de şehvetin sembolü. Ademde hikmet, şeytanda ise diyalektik-cerbeze ve aldatma hakimdir. Ademde başı yere koyma, tevazu vardır. Şeytanda ise tersine baş kaldırma, secdeden kaçma vardır. Şeytan nefsin, bütün şerlerin lokomotifidir.

Melek, insanın meleklik yönüne destek çıkar, şeytan da şeytanlık yönüne. Melekler insanın daha çok vicdan sahasıyla ilgilenirken, şeytan bu sahaya doğrudan yaklaşamaz. Burası adeta korunmuş bölge, yasak şehir gibidir. Şeytanın gerçek at koşturabileceği saha ve arka bahçesi nefis alanıdır. Melek de o bölgede tabir caizse çok etkili olamaz. Çünkü onda nefis yoktur, şeytan gibi insani zaafları tam kavrayamaz. Ne var ki her iki taraf da, karşı tarafı bloke edip işlemez hale getirebilir ya da radyoaktif tesirleri altına alabilirler. Başka bir benzetmeyle, nefis şeytan için bir santral gibidir, oradan işletmeye başlar.

Şeytan, insanın şehvet, yeme içme, öfke, hırs, inat gibi mekanizmalarını çalıştırarak nefsi azdırmaya muvaffak olursa, meleğin ilgi alanı olan vicdanla olan bağlantısını zayıflatabilir.Çünkü nefis istekleriyle vicdanın hissedişleri tamamen birbirinin aleyhine çalışır. Bu yüzden öfkesini, kin ve düşmanlığa dönüştüren ve zalim olabilen bir insanda, merhamet gibi vicdanî hisler bulunmaz. Cinselliğin pençesine düşmüş insanda da aile sadakati, ar, haya gibi duygulara pek rastlanmaz. Bu sebeple Peygamberimiz: "Allahım! Göz açıp kapayıncaya kadar bile beni nefsimle baş başa bırakma!" diyerek konunun hassasiyetine dikkat çekmektedir

Nefis, şeytan için kurtarılmış bölge gibidir. Bu, zihnimiz ve kalbimiz için de geçerli bir bakış açısı olabilir. Şeytan akıl ve kalp dünyamızda sınırlı da olsa, kıyamete kadar oturma iznine sahiptir. Şeytan, kurduğu uydu sistemiyle sürekli kalbimize, hayalimize programlar göndermektedir. Nefsimizi açık ve münbit bir alan olarak gördüğü için, devamlı yoğun bombarduman altında tutmaktadır. Bu göndermenin farklı alemlere ait özel bir şifresi olduğu için; “işte şu şeytan, şu da yayını!” diye tanımlama yapamıyoruz. Kur'an, vicdan, sağduyu ve akıl sayesinde olumsuz olduğunu hissedebiliyoruz.

Şeytan insanın bütün dillerini bilir. Özellikle de insan kalbinin his dilini ve zihninin düşünce dilini çok iyi deşifre edebilir. Nefsin dilinden anlaması ise, onun uzmanlık alanı olmalıdır. Dahi psikologlara taş çıkartırcasına, nefsin hoşuna giden şeyleri keşfeder ve onları sürekli empoze eder. Çoğunlukla da, üç beş telkin seansından sonra istediği davranışları yapmasını sağlar. Zavallı nefis de “Şu alem de beni en iyi anlayan tek sen varsın!” deyip, akıl ve kalbiyle olan ilişkisini dondurur ve şeytanın arkasına takılıp, ayetlerin benzetmesiyle adımlarını takip ediverir.

Şeytan, ruhumuz, duygu ve düşüncelerimiz ve nefsimiz için resmen uzman bir denge bozucudur. İnsanın en yumuşak karnı, nefis olduğundan nefsin akıl gibi, bilgi düşünce ve mantık desteği, kalp gibi, vicdan, inanç ve yüksek duygu desteği olmadığından, aksi ne sınır tanımaz, doymak bilmez, helal haram ayırmaz bir oburluğu bulunduğundan, şeytan için kolay bir lokmadır ve o bütün taarruz planlarını bu zayıf bölgeye göre yapmaktadır. Bilgi ve inançla koruma altına alınmış akıl ve kalp için kullanamadığı taktikleri, boy hedefi olan cahil ve zalim (14/34, 33/72) nefis için rahatlıkla uygulayabilir.

Nefsimizin hoşuna giden çok şey kuşkusuz şeytanın da hoşuna gitmektedir. Tersi cümleyle ifade edersek; nefsimizin hoşuna gitmeyen şeyler mutlaka şeytanın canını sıkmaktadır. Peygamber Efendimizin (S.A.S) “Cennet nefsin hoşuna gitmeyen, cehennem de hoşuna giden şeylerle donatılmıştır” der. Mesela kibir, israf her türlü fuhşiyat, eğlence ikisini de keyiflendirir.

Şeytanlar birer casustur. Şayet şeytanın iki kulağı varsa, birisini gökyüzüne dayar diğerini de insan yüzüne. Semalardan bilgi sızdırmak için sürekli rutin uzay seferleri düzenlerler. Kader kaleminin yazılarının sesini duymak, insanlığın geleceği ile oynamak ister ler. Gök kapıları aslında cinlere kapalıdır. Fakat yasak bölgeden sızabilen, üst düzey cinler, konuşmalarını dinlemek istedikleri, Melek güçleriyle yıldız savaşları yapmak zorunda kalır.

Şeytan, melekler arasında uzunluğunu bilemediğimiz bir süre kaldığı, onların tarzlarına vakıf olduğundandır belki, kendisi veya yetiştirdiği özel güçlerini melekler bölgesine gönderir. Nurdan yaratılan melekler, ışın türü varlık olan şeytanları, yani cin varlıkları, Kur’an da “şihab” diye isimlendirilen ateş toplarıyla bombarduman ederler (15 / 18, 37/10, 67/5, 72/9). Yanmaktan Kurtulup da üç beş kelimeyle dönebilenler, ürettikleri yanlış pek çok bilgiyi de ilave ederek insanları kandırmaya çalışırlar.

Şeytan benzer manevraları insan kalbine ve zihnine doğru da gerçekleştirir. Orda da melek ilhamıyla çatışmaya girer. İnançlı insanların iman şualarıyla, dilde dualarıyla karşılaşır, etkisiz kalır, bir şey çalamadan pusuya çekilir. Ya da inançsız veya nefsin esiri olan insanlardan alacağını alır, vereceğini de onlara yükler.

Şeytan üçgenini kurarken, genel olarak şu üç taktiği uygular:

1-Günahları süsleyerek kolay ve zevkli gösterir.

2-Hayırlı işleri kötüleyerek zor ve tatsız gösterir.

3-Nefsin, kalp ve zihin tatlarına ulaşmasını engeller.

Nefis kolaycılığı, zevki seçer ve bunu sürekli yaparsa, kendi günah lezzetine alışır, başka tat ve heyecanlara kapalı kalır. Oysa, yeme içme ve cinsellik zevkinin yanında, insanın zihin zevkleri vardır, okumak, yazmak, düşünmek, öğrenmek, öğretmek, insanlara eserler ve hizmet üretmek gibi…

Ve hiçbir maddeyle, eşya, zevk hatta bilgi ile elde edilemeyecek olan, kalp, vicdan ve inanç duyguları vardır. Bu sebeple, Bilinçaltı zevklerinin, bilinç üstü zihinsel zevkleri bastırmasına, et-kemik ve beden zevklerinin, vicdan derinliklerinde kaynayan kalbin yüce duygularını yok etmesine izin verilmemelidir. Bu üç tat her yaşta kazanılmakla beraber, küçük yaşta alıştırılması gereken bir konudur.

Nefsin aklı, mantığı, vicdanı, sağduyusu, mahremiyet duygusu asla yoktur. İhtimal Kabil, şeytanın kanına girmesi sonucu, nefsin bu anaforuna yakalandı. Et kemikten oluşan sıradan bedensel bir varlıkla, mahremiyeti olan bir varlığı ayıramayacak kadar duygusal sarhoşluk içindeydi, yüksek akımla adeta çarpılmıştı.

Nefis, mahremiyeti olanlara karşı bile, dizginden boşalmış dört ayaklılara benzeyebiliyorsa (einsest) mahremiyeti olmayan eş veya karşı cins hakkında çok daha cüretkar olacak demektir. İşte bu sebepden dolayı, bir kadınla baş başa kalmama tavsiyesi, şeytan-kan, nefis-cinsellik ilişkisi kurularak çarpıcı şekilde anlatılmış oluyor. Aids de akla gelebilir.

Şeytan, ümitsizlikten çok hoşlanır. Kuran, Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyin der ve ümitsizliği bir inançsızlık özelliği olarak görür (12/87). Bu durumda inkarcılığa ***ürmesi açısından ümitsizlik, şeytanın en güçlü silahlarından biri olmaktadır.Özellikle, zayıf inançlı kimseler için bir tehlike olan yeis, insanın geçmiş ve gelecekle irtibatını koparan bir zaman biçeri gibidir. İnsanı karanlığa ve zaman boşluğuna atabilir, ciddi psikolojik rahatsızlıklara yol açabilir, depresyona sokabilir ve suç eğilimi de doğurabilir.

Bağlantısız insan her şeye bağlanabilir. Aile desteği, öğretmen, dost, arkadaş yardımı bulunmayan insan, ilgi gösteren her in sana ve kötü alışkanlıklara açık hale gelir. Bunun en güçlü ilacı, Allah’ın beraberliğinde, meleklerin desteğinde olduğunu düşünmek, ümit soluklayan dostlar edinmek, yararlı faaliyetlerde, hizmetlerde aksiyon sahibi olmaktır. Şeytan en çok, insan Allah'a yaklaşırken musallat olur.

Günahlara dalmış insanın zaten kendi cephesinde olduğunu gördüğün den ona ilişme gereği duymaz. Hayırlı bir işi yapmak üzere olan, kimselere yönelir. Namaz bunun en çarpıcı örneğidir. Hiç akla gelmeyen konuların namazda aklımıza gelmesi boşuna değildir. Yapılması gereken üzerinde durmamaktır (Bknz.İnancın Gölgesinde). Şeytanın hilesi aslında çok zayıftır (4/76.) Sadece günahları süslü gösterir (6/43, 8/48, 16/63, 27/24, 29/3.

Yukarda ele aldığımız gibi, potansiyel gücü fazla olabilir, ama bu gücünü manevra alanı olarak sadece bilinçaltında, hayal dünyamızda kullanabilir. Bir de nefsi çok iyi tanımanın avantajını kullanarak, onun dilini çok iyi çözüp kolay, çabuk ve etkili bir iletişim kurabilir, insanın diğer ruh mekanizmalarını yönlendirecek oluşumlara yol açabilir.

Terazinin iki kefesi vardır. Bir kefesi şeytana tahsis edilmiş diyelim. Şeytanın yaptığı şey, bu kefeye gramlık ağırlığını bırakmaktır. Eğer biz, nefsimizle, bilinçaltı süsleriyle aynı kefeye yüklenirsek, şeytanın kefesindeki ağırlığı arttırmış oluruz. Öte yandan, bize ayrılan kefeye; inanç, bilgi ve aksiyon adına koymadığımız her ağırlık, şeytanın hesabına işleyecek, az da olsa onun tarafı ağır basacaktır.

Bu, zararsız, hatta çok faydası olan 500 kadar çeşit üzümden yararlanmak varken, bir çeşit zararlıya, alkole çevirmek gibi bir şeydir. Ya da onun allayıp pullayıp sunduğu bir karelik bir görüntüyü, uzun metrajlı filimlere dönüştürmek gibi...

Şeytanın hilesi de aynada yansıyan alev ya da pislik gibidir, zarar vermez, bu sadece bir görüntüdür. Bilinçaltımızda ve hayal sahnemiz de sahnelenen her şeytani oyun, böyle bir yansımadan ibarettir. Hayal aynamızın yönünün çevirir isek anında kaybolur, köpük gibidir üfleyince uçuverir…

Şeytanın hilesinin zayıf görülmesinin bir diğer açıklaması da, sürekli kolay yolu seçmesidir. Tahrip etme, yok etme, olumsuza çevirme yöntemini tercih ettiğindendir. Bir binayı yapmak zordur, masraflıdır. Fakat yıkmak çok kolaydır. Bir yerde cenneti kazanmak da öyledir; iman esasları, Kur’an ayetleri, ibadetler güzel ahlak…Sonsuzluğa hazırlanan insan bir cennet örecektir.

Oysa inkarcı olmak için, iki kelimeyle yaratıcı yok demek, kurulacak bunca şeyi yıkıp yok etmek demektir. Şeytan bu yolu seçtiği için bu tarzı zayıf sayılır. Hiç bir vicdan ve akıl da böyle bir hayat yöntemini benimsemez. Böyle bir kolaylık karşısında zorluklarla mücadele etmek, kesinlikle insanı başarıya ***ürecektir. Çünkü cennet ucuz olmadığı gibi cehennem de lüzumsuz değildir.

Şeytana “Sultan” özel gücü verilmemiştir (16/99). Bunu şeytan da itiraf eder (14/22). Sultan, yani maddi manevi, insanın bütün yönlerine nüfuz etme yeteneği ve Fetanet gücü demektir ki bu, sadece Peygamberlere tahsis edilmiştir. (28/35). Bu güçle Peygamberler, Feraset sahibidirler, insanı simasından tanıyıp okuyabilirler (2/273, 22/72).

İnsanlara ayetleri okurlar ve onları tezkiye ederler; insanların ruhlarına, kalp ve bilinç dünyalarına inip, nefislerini temizleyebilirler (2/151). Allah’a inanan, güvenen ve Peygamberlere uyan insanlara da, şeytanın bu anlamda bir etki gücü asla yoktur.

Şeytan, nefsi de yedeğine alarak çok insanı baştan çıkarmak için and içmiş ancak, "Halis", "Muhlis", "Muhlas" kelimeleriyle kur'anda ele alınan ihlaslı kullarına etkili olamayacağını itiraf etmiştir (38/83). İhlas kavramı öncelikle peygamberler için sıkça kullanılır (38/46,19/51). Dini Allah'a has kılma sadece ona ibadet ve dua etme, içten olma, sadece onun rızasını düşünme anlamında da çokça geçer (4/146, 39/2,11,14).

Bu kavramda sırlı bir anlam vardır. O da içi Rahman ile doldurma, O'nun dışında nefis ve şeytanın doldurmak isteyebileceği, dünyalık lezet adına bir boşluk bırakmamak, O'na âşık olmak, O'nun aşkıyla içini lebaleb doldurmaktır. İhlasın en güzeline sahip olanlar, "Allah'ım! Ben sadece sana âşıkım!" derler ve dediklerinde de burunlarının kemiklerinin sızladığını hissederler.

Yusuf Peygamberin, Züleyha'nın zorlayan isteklerine karşı Allah'a sığınmasını da Kur' an, ihlas olarak değerlendirir (12/24) ki kadın mevzuu, şeytanın nefis adına işlettiği en önemli boşluktur. Bir ayette de sütün, kan ve işkembe içinden gelmesine rağmen, halis ve tertemiz oluşundan bahsedilir (16/6) Bu da bize, kalp ve akıl temizliğinin, nefis ve şeytan arasından sıyrılarak tertemiz kalmasının, ihlas sayesinde olacağı dersini vermektedir. İhlas, bir anda duygu ve düşüncelerin kimyasını değiştiren, dünyanın en güçlü antibiyotiği gibidir. Ya da bir ışık gibi...

Bir anda kalbi de, bilinci de temizler ve aydınlatır.Bir taraftan günahları siler,diğer taraftan günahların yerine sevap yazdırır,öbür taraftan da bir sevap çekirdeğini bir anda binler meyveli ağaç eder.

Ayete göre müşriklerin "Ünsâ" dedikleri kadın putları vardı ve ondan isterlerdi, oysa hakikatte şeytandan istemiş oluyorlardı. Bununla kadın, düşüncesi putlaştırılmış, tanrılaştırılmış ve zevklerine, güya bir kutsallık katmış oluyorlardı. Buna göre şeytan, her devirde kadını tapılacak bir varlık haline getirecektir, yüksekçe yerlerde kadınları moda adına elbiseli elbisesiz dolaştırarak, ona tutku içinde bakmayı amaçlayacak ve hedef kitleye, süsler içinde sunacaktır.

Diğer ayette Allah'a karşı "Kullarından belli bir pay edineceğim!" diyen şeytan, muhtemelen duygu ve düşüncelere, hayal ve bilinç altına müdahale gücünden söz etmektedir. Şeytan insanda sahip olduğu bu hissesini çoğaltma savaşında şirketi tamamen eline geçirmek istemektedir. Sonra onları kesinlikle saptıracağını, onları hayal ürünü boş hayallerle şaşırtacağını, çeşitli duygu ve düşüncelerle boğacağını ifade ettikten sonra, hayvanların kulaklarını yaracaklar diye bir beyanda bulunur. Bu putlara kurban edilen hayvanların işaretlenmesidir.

Bu, günümüzdeki, Allah adına olmayan, insanlara, binalara, araçlara, açılışlara vb. şekilde kesilen hayvanlar, dine uygun olmayan uygulamalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Şeytan bir de Allah'ın yarattığını değiştireceğini beyan eder. Buna göre erkeğin kadın kadının erkek şekline sokulması (Yazır,3/8, doğal yüz vb. yaratılışın estetik ameliyatlarıyla bozulması da çağımızın bir hastalığı gibidir.

Son ayette de şeytan insanların kafalarına boş hayaller, kuruntular, atacağını beyan eder. İnsanın zihni, bilgiyle, işle, insanlık yararına yapacağı hizmetlerle meşgul olmadığı sürece, kesinlikle boş kalmayacak, şeytan tarafından kendi programına ve hedeflerine uygun düşüncelerle doldurulacaktır (4/118-120)

Başka ayetlerde de şunlara yer verilir: Şarap.kumar, putlar, fal ve şans okları şeytan işi pisliktir. Şeytan içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, Allah zikrinden namazdan uzaklaştırmak ister (5/90,91). Ayrıca unutma konusunda şeytanın da payı vardır ((6/68;12/42;18/83;58/19), sihir konusunda da etkilidir, öğretir (2/102). Küçük bir öneriyle bu maddeyi bitirelim: Bilgisayarda, metin ya da resim üzerine başka bir yazı veya resim yapıştırma olayı vardır. Ya da kumanda aletinin düğmesine dokunuvermekle değişen televizyon kanalları.

Siz, şeytan tarafından hayal aynanıza yansıtılmış bir görüntüyle, bir çağrışımla karşılaşırsanız, anın da önceden bilinçaltına yüklediğiniz bir görüntüyü getiriverin, o uçup gidecektir. Kabe resmini, ya da Peygamberimizin yeşil kubbeli mescit ve türbesini, bilinçaltı ekranınıza koruyucu gibi hemen yerleştirirseniz, gerekince otomatik olarak gelecektir. Çağırma düğmesi olarak isterseniz, şehadet parmağınızı kullanabilirsiniz!..




ŞEYTANIN DÖRT YÖNDEN YAKLAŞMASI

Şeytan insanları, yolun doğrusunda yürüdüklerini görürse, müdahale edeceğini, şükretmelerini önleyeceğini, günahları süslü gösterip azdıracağını, önden arkadan sağdan soldan sokulacağını ve cehennemi insanlarla dolduracağını ifade etmektedir (7/14-17, 15/39, 17/62, 38/ 79-81). Doğru yolda olmayanlara dokunma ihtiyacı zaten duymamaktadır. Şeytanın dört yönden sokulması ne anlama gelmektedir?


Yazır, bir düşmanın hücum edebileceği bütün yönlerden saldıracağı şeklinde yorumlar (Yazır,4/21). S.Kutup, şeytanın bu özelliklerinin fıtratında köklü biçimde yer ettiğini, bütün psikolojik sapmalarına rağmen, akli muhakeme ve muvazenesinin çok güçlü olduğunu belirtir. Ona göre bu akıllıca ve sinsice sokulma yolları, beş duyu ile kavranamaz (S.Kutup,fi-Zılalil-Kur'an, Hikmet Y.İst.6/34).

a-Önden gelmesi:

Geleceği karanlık gösterir. Kişiye, yapayalnızsın, herkes kötü, yeteneksizsin, hep başarısızsın, geleceğin belirsiz, zenginlerin elinde oyuncaksın der, ümitsizlik bataklığına atar, psikolojisini allak bullak eder. Millet olarak geleceğiniz yok, fakir, geri ve başarısız olacak, süper ülkelere esir kalacaksınız dedirtir, her gün daha kötüye gidiyor, bu düzelmez der ümitleri kırar. Gelecek kaderde yok, yani kader yok dedirtir. Geleceği kara delik gibi kaos içinde gösterir. Ölüm sonrası hayat yok dedirtir, ahireti inkar ettirir.

b-Arkadan gelmesi:

Geçmişle bağları kopartır, maziyi karalar, tarihi unutturur. Peygamber nuru yok, madde yaratılmadı, maddenin geçmişi yok, ezeli dedirtir. Kur' an yazıldı dedirtir, maziyi büyük bir mezar olarak gösterir. Maddeci felsefeyi üfler, ”Geçmiş de gelecek de masal hep, sen gününü gün etmeye bak, hayatını yaşa!” dedirtir.

c-Soldan gelmesi:

Açık küfür, inkar ve şirk kimliğiyle yaklaşır, iman esaslarını inkar ettirir. İnkarcılığı ilke edinen , materyalizmi esas alan, dini afyon olarak gören farklı ideolojilerle, Niçe, Sartır gibi insanı veya hazları ya da aklı, bilimleri doğayı tanrının yerine koyan akımlarla gelir. İnanç konularıyla ilgili sorular üretir, kafaları karıştırır, diyalektik yaptırır. Açıkça en büyük benim der, benliğini kıyasıya savunur, gerisini yok sayar.

d-Sağdan gelmesi:

Münafıklığı, riyayı, ikiyüzlülüğü esas alır. Haktan doğrudan yana görünür. Pek çok hak makyajlı maskeler kullanır. Doğru şeylere fesat karıştırır. Müslümanların birbirini kıskanmalarını, gıybet etmelerini, siyasi rakiplerini refüze etmelerini, karalamalarını sağlamaya çalışır. Dünyaya bir kere geliyorsun, gençliğini yaşamana bak, her şey gençlikte olur, kötü ve yanlış olanı yaşa ki iyi ve güzel olanı anlayasın der. İbadet etmesen de kalbin temiz olmalı, önemli olan odur, asıl ibadet kalple olandır dedirtir. Yapılan hayırlı hizmetleri söyleyip gurura kapılmalarını, hayırlı işlere ve başarılara sahip çıkmalarını, ibadetleriyle övünmelerini övgü ve alkış beklemelerini sağlar, hatta ben kurtuldum, cennetliğim! fikrini pompalar. Benlik hep şeytanın mırıltılarını söylenir.
3-ŞEYTANIN İNSAN NEFSİNİ ALTI ŞEKİLDE ALDATMASI

İnsanın ruhuna, kalbine ve aklına altı yönden saldırır, altı cephede savaş verir. Hile yapar düzen kurar. Diğer ifadeyle, etkisi al tına alarak ahire tini tehlike içine atmaya çalışır.

a- Makam ve şöhret sahibi olmak.

Hakkın rızası yerine halkın alkışı ve övgüsü nefsi baştan çıkarabilir. Tezahürat kabre kadar sürer. Allah, ihlas sahiplerini, koltuk ve şöhretle hiç değişmeyenleri, zaten halka sevdirir, kabul ettirir (19/96).

b-Kendinden veya başkasından korkmak:

Kendine güvensizlik, başaramama duygusu insanı sığlaştırır, içe kapanık yapar, yalnızlığı tercih eder, bu da şeytanın işine gelir. Haksızlık, adaletsizlik ve zulüm yapanlara karşı can ve mal ile, koltuk korkusu yaşayan lar da şeytanın oklarına hedef olmuş demektir. Tedbirli olma, insanları idare etme, sabretme ve haklarını usulünce savunmak farklıdır.

c-Çok çalışma ve kazanma hırslısı, hastası olmak:

Bu, rızkın teminatını veren Yaratıcıyı itham olduğu gibi, insanı psikolojik ra hatsızlıklara da sürükler. Ayrıca haram kazanç konusundaki hassasiyeti kaybedebilir ve ferdi ve toplumsal dini yükümlülükleri aksatabi lir. Lüks ve sefahate de kapı açabilir. Dengeli olan, hizmetlerde koşan, çok kazanan, kazandığını, kıtalarla paylaşanlar da vardır.

d-Irk, soy, din, dil, renk taraftarlığı gibi damarları işletmek:

Dünya tarihi bu sebebe dayanan savaşlar, katliamlar, zulümler, sürgünler ve sömürülerle doludur. Mezhep, parti, kulüp vb. çatışmalar insanlara acılar çektirir. Şeytan adeta bir vampir gibi insan kanından çok hoşlanır. Dünyaya iner inmez ilk icraatı, Kabil'e, kardeşini öldürterek kan döktürmek olmuştur. O kandan içti mi bilemiyoruz!..Kadeh kaldırmış bile olabilir!..

e-Benlik kavgası yapmak:

Sadece kendini düşünmek, haklı görmek. Başkalarını küçük görmek, değer vermemek. Kusurlarını söyleyince Enaniyet damarını şişirmek. Otoritesini dayatmak. Hep ön planda olmayı istemek. Kıskançlık yapmak vb...

f-Zevk, eğlence, yeme içme ve lüks düşkünü olmak:

İnsan sadece bağırsaklarının ve cinselliğinin hayatını yaşasın diye gönderilmemiştir. Bu türler ormanlarda çoktur. Meşru zevkler keyfe kafidir, haram zevklerin dışında helal zevklere bile belli bir sınır çizilmeli. Çünkü beden hayatına aşırı ilgi, hem maddi hastalıkları hazırlar hem de kalp ve düşünce dünyasının gelişmesini.



4-ŞEYTAN VE BİLİNÇALTI KİMLİĞİ

Nefis-şeytan işbirliğinde bilinçaltına bir şekilde temas etmiştik.

Bilinçaltı, bilincimizin oluşturduğu söz ve düşünceleri, duygu ve davranışları, oluşturduğu kuralları sorgusuz, aynen, iştahla uygulamaya çalışan, düşünce dünyamızın bir mahzeni, hizmetkarı ve icra makamı gibidir. Sözgelimi, bizi, dualarımızda olmayı istediğimiz şekle sokmak için çaba sarf eder. Kendimize huzur bulmak için yaptığımız telkinleri dikkate alır onu tekrarlar durur. Kibirli, inatçı, günahkar olmayı, depresyon yaşamayı düşünüp duranlara da onları sunar. Zaman toplumsal kalkınma ve hizmet planını, yaşatmak için yaşama idealini yaşama zamanı!..

Bilinçaltı bir telkin mekanizması sayılabilir. Onu telkinlerimizin telkincisi olarak görebiliriz. Bilinçaltıyla hayatımız boyunca sürek li karşılıklı, selamlaşma gibi, telkinleşmekteyiz. Bu karşılıklı şartlandırma ve programlama anlamına da gelmektedir.

En önemli konu, bilincimizde mevcut ilahi bir yasayı ya da bu anayasaya ters düşmeyen, olumlu güzel dünyevi bir prensibi belirlemek ve bilinç altına okutmaktır. Bilgisayara program yükleme gibi...Ciddi bir inançla ve tekrarla oluşturduğumuz kurallar aynen alınıp bilinçaltı tarafından bizim için işlettirilmeye başlar. İnsanın zikri ne ise fikri de odur sözünü söyleyerek, bir ölçüde bu sistemi dile getirmiş olmaktayız. Bilinçaltının bir kulağı dilimizde bir gözü de düşünce penceremizdedir.

Bilinçaltı müthiş bir düşünce disiplini ve yönetimi imkanı tanımasına rağmen, ciddi tehlikeler de arz edebilir. Tıpkı nefis gibidir, sanki onun aynı yumurta ikizidir. Nasıl şartlandırır programlarsanız, öyle bulursunuz, öyle olursunuz. Size karşı son derece objektif tarafsız hizmetler sunduğunu görebilirsiniz. Dil gibi insanı vezir de eder, rezil de...

Şeytanla irtibatlı olarak konuya bakacak olursak, bilinçaltını bir tiyatro sahnesine benzetebiliriz. Nefis hoşuna giden rengarenk kostümleri ve dekoru seçer, senaryo yazarının verdiği rolleri oynar. Şeytan nefis için hoşuna gidecek pek çok senaryo üretir. Bu arada irade, bu arenada nefse sözünü geçirebilirse duruma el koyup bir yön verebilir ya da vicdan ve kalp muhafız ve mürşitlerini yardıma çağırarak nefse sahip çıkmaya çalışırlar ve şeytanın elinde oyuncak haline gelmesine engel olurlar.

Bilinçaltının bu mücadele ortamında, seyirci kalmaktan başka yapacağı pek bir şey yoktur, çünkü o tamamen objektif ve pasiftir Doğru ve yanlış ölçüsü vicdan ve mantık gücü yoktur. Ona göre melekten gelenle şeytandan gelen eşdeğerdir. Daima hakim olan tarafa hizmet etmek zorundadır.

Bilinçaltı bir banka gibidir, kim ne kadar yatırım yaparsa, geri istediğinde o kadar çeker, elde eder. İrademizi kullanarak şeytan ya da melek hesabı açabilir, yatırım yapmalarını bekleyebiliriz. Onların verdiği yetkiyle kendimiz de onlar adına bol bol tasarrufta buluna biliriz...

Bilinçaltı bir bahçe ve tarlaya da benzetilebilir. Şeytan sürekli İki cins tohum saçar. Birisi olumsuzluk dikenleri olarak biter, diğeri süslü günah zakkumları olarak. Devamlı ümitsizlik, karamsarlık, yılgınlık, hayattan tad almama, stres, depresyon vb. psikolojik rahatsızlıklar üretecek duygu ve düşünce fidanlarını diker, ya da fuhşa ve dinin hoş görmediği kötülüklere ait ekimlerde bulunur. Bilinçaltı çok verimli bir tarla gibi şeytanın bütün ektiklerini üretme çabasına girer. Çünkü o, gelen mesajların imzasına değil içeriğine bakar. Kendini maaşlı bahçıvan olarak görür...

Bilinçaltını şeytanın stüdyosuna, filim setine ya da dev bir ekrana bir tuvale de benzetebiliriz. Burada nefsi baştan çıkarıcı seri üretimler yapar, hayal sahnesinde 24 saat oynattığı rengarenk içerikli filimleri, tabloları bilinçaltına izletmeye, onu şartlandırmaya ve programlamaya çalışır.

Aslında bilinçaltında bütün bu olup bitenler, depolananlar, insana zarar veremez, insan sorumlu da olmaz. Zarar vermez, tıpkı bağırsaklarımız da olanların namaza ya da misafirliğe gitmemize engel olmadığı, bize zarar vermediği gibi. Ya da elimizdeki aynaya yansıyan bir ateşin elimizi yakmaması, pisliğin elimize bulaşmaması gibi.

Günah sayılmaz çünkü, Hadisin ifadesiyle günaha niyetlenen onu gerçekleştirmediği sürece günah yazılmaz, bilakis iyi niyetle vazgeçmişse sevap bile yazılabilir. Şeytanın sürekli giriş izni bulunması sebebiyle, bu, insanı dini açıdan sorumlu tutmasa da, fakat şeytanın fırınında pişirilen mutfağında, yani bilinçaltında servise hazırlanan bu olumsuzluklar, bilinç sofrasına sunulmaya başlayınca tehlike baş gösteriyor demektir. Çünkü sürekli izlenen reklam filimlerinin, bilinçaltımızı etkilemesi gibi, bu telkinler de zamanla bilincimizi yönlen dirip davranışa dönüşebilir.

Zaman gelir, bilinçaltına işlenen inkarcılık tezleri, günah tasarımları, bunalım senaryoları öyle kuvvetlenir ki bilinç de, bilinçaltı gibi bunu, gerçekmiş gibi algılamaya başlar. Hipnoz etkisinde kalmış gibi, kabullenmek zorunda kalır. İşte şeytanın bu etkisine: olabilecek olanı, olmuş veya olması gereken zorunlu bir şeymiş gibi göstermesi” diye adlandırabiliriz (imkan-ı zati, imkan-ı akli).

Bilinçaltına olumlu güzel mesajlar ve telkinler göndermek suretiyle, şeytanın olumsuz mesaj bombardımanına karşı bir dalga kıran oluşturulabilir. Fakat unutmamalı ki, şeytanın her planı ve geliştirdiği sistem, daima insanların akıllarının önünde olabilir. Onun güçlü vesvese dalgaları, bilgi setlerimizi aşabilir. Çünkü o, hiçbir insanın başaramayacağını başaracaktır; kıyamete kadar yaşayacaktır. Ve her insanın duygu ve düşüncesini, özellikle de zaaflarını anlayabilecek ve taktiklerini sürekli yenileyecet, geliştirecek ve güncelleştirecektir.

İnsanın kıyamet noktasındaki zihinsel ve duygusal durumunu dahi az çok görebiliyor olacak ki, yeminler ederek, kıyamete ka dar insanları azdırıp, cehenneme dolduracağını söylemiştir. Bu ifade, şeytanın, insanları bir gen haritası gibi çok iyi okuduğunun bir ka nıtıdır. Bu durumda, şeytanın taktiklerini, çağımızın salt akıl, bilinç, bilgi ve teknoloji düzeyiyle çözme ve aşma konusunda yetersiz kalabiliriz. Şeytan asırlar sonrasının insanının psikolojisini bile okuyabiliyorsa, gerçekten bizim canımıza okuyabilecek güçlü yeteneklere sahip demektir.

Bu tespit bir tespittir, düşmanı tanıma raporudur. Soyut bilgidir. Bu bilgiyi gerçek yapma eyleme dönüştürme yetki ve yeteneği sadece insana verilmiştir. Ateş yakar. Bu, bir bilgidir. Ama elini sokarsan yakar, bu da bir gerçek!..Şeytan da ateş olduğuna göre, ona elimizi de bilinçaltımızı da kaptırmamaya çalışacağız. Zaten bu mücadele sonucu inkişaf edecek, cennete ulaşacağız

Bu durumda, şeytanın bilinçaltımızda at koşturmasına, hakimiyet kurmasına ve bilincimizi etkisi altına alarak günah eylemleri ne yöneltmesine engel olabilmek için, bilinç ve bilgi gücünün yanında, dini inanç, ibadet , dua ve güzel hizmet eden insanların dostluğuna başvurmak gerekmektedir.

Bilinçaltı için şimdilik söylenebilecek son sözümüz, onun bir fıtrat belirleme kimlik oluşturma merkezi gibi işlediği noktasında dır. Açıklamalardan da bu anlaşılmaktadır. Bunun en çarpıcı örneği, yine kendi bilinçaltımızla bizi vurmaya çalışan şeytandır. Bu kimlik oluşumunda, insanın ikinci fıtrat kazanmasında en etkili sebep, belli inanç, duygu, düşünce ve davranış biçimini ruhunda hissederek ka bullenmesi ve tekrarla alışkanlık haline getirmesidir. Şeytanın kibirle kendi üstünlüğünü kabul etmesi ve kısır döngü oluşturarak bunu kıyamete kadar sürecek bir isyan alışkanlığına döndürmesi gibi..Benzer inat kimliğinin oluşmasını Ebu Lehep olayında da görmekteyiz. Hz. Ademle Havva’da ise itaat, tövbe ve tevazu kimliği oluşmuştu...
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/8373-kuranda-seytanin-kimligi.html#post12867
5-ŞEYTAN VE CİNSELLİK

Bu konuda hiç yorum yapmaya gerek yoktur. Her insan, kendi iç dünyasını kontrol etse, geçmiş hayatında yaşadıklarını veya gözlemlediklerini düşünse bu konuda açıklama gereği olmadığını anlar. Dış dünyamıza baktığımızda da durum bundan farksızdır. İnsanlar bir yangına doğru koşmaktadır.

Sadece, şeytanın 'Takva Elbiselileri" soyamayacağına işaret ediyor, ayetlerin bu konuda neler anlattığını sizlere bırakıyoruz.

"Ey ademoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek ve süs olacak elbiseler yarattık. Takva elbisesi ise o daha hayırlıdır. Allah'ın bu ayetlerini belki düşünüp öğüt alırsınız!" "Ey Ademoğulları! Şeytan ana-babanızı, ayıp yerlerini göstermek için, onları çıkarttırarak cennetten çıkarttığı gibi, sizi de aldatmasın! O ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şeytanları, inanmayanların dostları yaptık!"(7/26-27).

6-ŞEYTAN VE DUA YASASI

Bilinçaltımızı hem şeytandan hem de kendimizden koruma altına alabilmemiz, böylece sicili tertemiz bir ruh ve kalp kimliğine kavuşmamız için, yapmamız gerekeni, gerçek ve sonsuz kimlik vericimiz olan Kur’an, Allah’a sığınma ve dua şeklinde özetle sunmaktadır (7/200, 2 3/97, 41/36, Nas süresi).

Bilinçaltı, sorgulamadan, sadık bir hizmetkar ve ayna gibi, sizin her düşündüğünüzü ve söylediğinizi, aynen uygulamaya çalışır demiştik. Bu sebeple, hem dış konuşmalarda hem de iç söyleşilerde, daima olumlu düşünce duygu ve sözlü mesajlar yollanmalıdır. Çünkü siz bilincinizde hangi yasanın uygulanmasını isterseniz, bilinçaltı icra memurunuz onu emir kabul ederek uygulamaya çalışacaktır.

Dualarımızı öğreten Peygamberimizdir, kabul edip istekleri yerine getirecek olan da Allah’dır. İslam’ın dua yasasında, aracı olmadan doğrudan ama yürekten Allah’tan isteme vardır. Ve bu yasanın bir yüzünde insanın himmeti, gayreti, irade savaşı vermesi, te miz kimlik oluşmasında adım atması bulunmaktadır.

Diğer bir yasa maddesi olarak, sadece sözle değil, aynı zamanda şartlar neyi gerektiriyorsa, fiilî olarak dua etme, çalışma, hi met etme vardır.

Dualar, bilinçaltı yazılımıyla Cenab-ı hakka isteklerimizi bildirme ve öyle olmayı isteme demektir. Allah, ilaçları bitkileri bizim için şifa yaptığı gibi, bilinçaltımızda görüntülenen kalbin derinliklerine kadar uzanan ve kendisine tekrar tekrar ulaşan duaları, kalbimizin samimiyeti oranında kabul edecek ve bizi, isteğine uygun düşen ve bizim de arzuladığımız hale getirecek, hatta fazlasını verecektir.

Dua’nın samimi olması kadar tekrar etmesi, hayat boyu sürmesi, bilinçaltımızı sürekli olumlu çizgide denetleme adına çok önemlidir. Duada insan şu beş boyutta aktifleşebilir: Şeytanın tesirinden olabildiğince uzak, koruma altındadır, nefsin ve arzularının çekiciliğinden soyutlanmıştır, düşüncesini belli bir noktaya teksif edebilmektedir, duygu yoğunluğu yaşayabilmektedir, vicdan duyarlılığı artabilecektir.

Duanın diğer bir özelliği de, bazı zaman risk taşıyan yalnızlığın büyük avantaja dönüşmesidir. Tek başına olan bir kimsenin duasında sadece Allah vardır. Kimseye gösteriş yapma ihtimali yoktur. İnsanların içinde de içten dua yapılabilir.

Dua sadece dille değil, eylemle de yapılmalıdır. Ve her mekanizmanın duası kendi mahiyetine göre olur. Dilin yapacağı kelimeleri sırasına göre söyler, gözler belki yaşını boşaltır, mimikler hüzün pozisyonu alır, eller temsîlen göklerin sonsuzluğuna açılır. Bazen bel de iki büklüm olur. Fakat aynı eller fiili olarak da yapabileceği şeyler varsa onları yerine getirmelidir. Çiftçinin bol ve helal ürün beklentisiyle dua amacıyla açtığı elleri, tarlada bahçede çalışarak o duayı tamamlamak zorundadır. Okul ve sınav başarısı için gözler uykusuz kalabilmeli, yorulmalıdır. Bunun gibi, düşüncenin duası da önemlidir. Çözmek istediğimiz bir problem üzerinde ciddi düşünme olmadan çözüm üretilemez. Toplumsal her problem için de öyle…Büyük beyinlerinin beyin çileleri ve sancıları da büyük olur, onlara lütfedilecek olanlar da...

Kalbin ve vicdanın duası ise, en önemli olanıdır ki hadis Allah’ın, insanların dış görünüşlerine değil, kalplerinde olana ve davranışlarına baktığını belirterek, sözle yapılan duaya biri kalbi diğeri fiili olmak üzere iki boyut daha eklemektedir. Buna göre şeytanın etkisinden korunmak, nefsin önü alınmaz isteklerinin hakkından gelebilmek için yapacağımız dua üç boyutlu olmalıdır: Kalp samimiyetle Allah’a yönelmeli, dil ve diğer duyu arkadaşları bu içtenliğe iyi tercüman olmalı, bir de davranışlarla üzerimize düşen görevler yerine getirilmelidir.

Böyle olunca, dille, ayak üstü yapıverdiğimiz bir sözlü dua ile şeytanın etkisinden, nefsin kötülüklere sürüklemesinden kurtulmayı beklemek en azından kolaycılık olur, anlattığımız gerçeklerle de örtüşmez. Ancak tam çaplı yapılan dua sonucu, şeytan etkisiz kalır, nefis dize gelir, bilinçaltı süt gibi saf duygular ve düşünceler üretir, akıl ve kalp birer kanat olup insanı başarılara ve sonsuz mutluluklara uçurur. Konu ile ilgili bir ayet: “Duanız olmasa ne kıymetiniz var!” (25/77) Peygamber Efendimizden örnek bir dua: ”Rabbim Beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma!”…



7-ŞEYTANIN DAMARDAKİ KANLA DOLAŞMASI

Şeytan, insanın ayağını bastığı her yerde, manyetik bir gaflet perdesi oluşturur. Kalp ve beyin gücünün çekimi zayıf olanlar, kolayca şeytanın, bu güçlü, gaflet çekim alanına girebilirler. Bu Allah’a en yakın olduğumuz namaz için bile geçerlidir. Namazda ses çıkararak, ağzını gergedan gibi açıp esneyen insana üzülmek, mümkünse tatlıca uyarmak gerekir. Çünkü şeytan gülmektedir. Bu sebeple sünnet ve farz namazları farklı yerlerde kılmak sünnettir. Peygamberimizin: “Size gaflet gelen yeri değiştirin!” tavsiyesi (Prof.i.Canan, Hadis Ans.7/368), hayatımızın her saati için bir davranış ilkesi olabilecek önemdedir. Uzun gece yolculuğundan sonra yorgunluk sebebiyle sabah namazına kalkılamayınca Peygamberimiz, şeytanın musallat olduğu bu yerden uzaklaşmalarını istemişti. Sokakta, çarşı da, yolculuklarda, işyerlerinde hatta evimizde televizyon başında durum bundan daha az endişe verici olmasa gerektir. Öfkelendiğimiz de de yer-ortam değişikliğinin istenmesi ve bunu yaptığımızda rahatlamamız da aynı konuyu destekler.

Öfke de adeta şeytanın sadistçe tad veren kamçısı gibidir. Öfkelendiğimiz yerde otağını kurmuş, av bekleyen örümcek gibi, el lerini ovuşturmaya hazır, kırıp dökmemizi beklemekte olduğunu hatırlamalı, o alanı terk etmelidir. Bermuda üçgenine onun isminin verilmesi de tesadüf olmasa gerektir. Bu sebeple, şeytanî çekim alanlarına karşı manevî ve ilmî yönü güçlü olan dostlar, arkadaşlar edinmekte yarar vardır.

Bilinen bir hadiste de Peygamberimiz, şeytanın, insanda kanın dolaştığı gibi dolaştığını belirtir (Canan, age.,c:7,s: 118). Bu genellikle yanlış anlaşılır. Şeytan kan mı ki damarlara girsin de dolaşsın! Oysa şeytan ilk cin atası olarak bir tür ışın varlıktır. Röntgen ışınları vücudumuza rahatlıkla nüfuz edebilmektedir. Ve şeytanın kıyamete kadar en üstün teknoloji seviyesine ulaşacak insanlarla beraber yaşama iznine sahip olduğunu unutmayalım.

Muhtemelen o, daha şimdiden, bilgisayarlar için hazırlanan virüs programları gibi, asırlar sonrasının, uzay yaşamlı insanları için bile farklı planlar ve alternatif sistemler, anti-hizmetler tasarlamakta, ekip çalışması yapmaktadır. Şeytan, insanda, kendisine ait önemli bir paya sahip olduğunu ve insanın yaratılışını değiştireceğini belirtir (4/118). Bu, kromozomlara müdahale ile farklı özelliklere sahip insan modellerinin geliştirileceğine bir işaret de sayılabilir.. İnsanlardan çok farklı şeyler görebildiklerine (3/4 ve deniz diplerine ve uzay derinliklerine dalabil diklerine göre (38/37), insanın gen haritasına müdahale etmek, şey tan gibi zulüm yayan yeni tür canavar insanlar üretilmesini teşvik için kanla, kromozomlarla yakından ilgileniyor olabilirler.

Ayetin, insanların mallarına ve evlatlarına ortak olacağını belirtmesi (17/64) de buna işaret sayılabilir.Ortaçağ Avrupa’sında kadınlar, içine şeytan girmiş diye kafaları haç şeklinde yarılıp derisi sıyrılarak tuz basılırdı, bazen de yakılırdı. Benzer gerekçe ile doğan çocuklar kilisede vaftiz edilir, temizlenir. O anlayışa göre kadın yani Havva, şeytanla işbirliği yapmış, hatta içine girmesine izin vererek, gizlice cennete sokmuştur. Bu yetmemiş gibi, Adem’i de kandırmış, yasak meyveyi yedirmiş insanoğlunun lanetlenmesine ve cennetten kovulmasına yol açmıştır. Bunun sonucu her doğan çocuk, alnında bu günah lekesiyle doğar. Bu yüzden kutsanmış su ile vaftiz edilmeli yıkanarak bu günah kirinden temizlenmelidir.

Bu anlayışta olduğu gibi gerçekten şeytan, her insanın damarlarında kan gibi, dolaşmakta mıdır? Bu aslında akla, tertemiz sü tün, kan ve işkembenin içinden süzülerek gelmesini de hatırlatıyor (16/66). Tertemiz duygu ve düşüncelerimizin, ihlasla yapılan saf, bembeyaz hayır yüklü davranışlarımızın, her an şeytan ve nefis tarafından kirletilme ihtimaline karşı uyanık olmalıdır.

Öte yandan, hem meleğin hem de şeytanın insanın psikolojik hayatını etkileyebilecek şekilde, sınırlı ölçüde de olsa belirli duygu ve düşüncelere ivme kazandırabileceklerini kabul etmek gerekir. Kur'an, şeytanın, insanın içine girip yerleştiğinden ve benliğini tamamen sahiplendiğinden söz etmiyor. Ruh boşluklarını ki duygu ve düşünce arızalarına yol açabilecek nefis istekleridir; bunları çok rahat okuyabildiğinden ve bildiğinden ve günahları süslü gösterdiğinden bahsediyor. Mücerret okuma ve bilme ise (kader konusunda olduğu gibi) yaptırım sayılmaz.

Fiziksel bir hulûl (iç içe geçme, bedende bütünleşme) söz konusu olmasa bile,” melek gibi şeytan gibi” dedirtecek tarzda bir karakter bütünleşmesi de inkar edilemez. Nas süresinin sonunda cin ve insanlardan oluşan şeytanlardan, Allah’a sığınmamız öğütleniyor olması da çok dikkat çekicidir.

O kadar ki şeytanı kıskandıran insanlar olmuştur. Firavun bunun en tipik örneğidir. Şeytan bile Allah ile konuşurken, isyan etmesine rağmen “Rabbim!” diye hitap ederken (15/36), Allah’tan, azabından korkarım diye itiraf ederken (3/4, Firavun “Rab benim!” diyebilmiştir (79/24).

Ve beyin yapıcı müfessirin dediği gibi, insanlığını kaybetmiş bu gibi insanların beden elbisesinden sıyrılmaları mümkün olsaydı, karşımıza o habis cinler çıkardı; o şeytan varlıkların insan bedenine dönüşmeleri mümkün olsaydı bu sefer de karşımıza bu tarihî zalimler ve benzerleri çıkardı. Bu, en şerefli ve mükemmel yaratılan insanın, pahalı tereyağın bozulunca acılaşması ve yoğurt kadar işe yaramaz hale gelmesi gibi, mahlukatı çok geride bırakan iğrenç bir durum almalarının kaçınılmaz sonucu olmaktadır.

Şeytanın kan gibi dolaşması, insana yakın oluşunu, kalbine ve bilincine sinsice sokulabileceğini ifade etmek için bir mecaz olarak ifade edilmiş istiare yapılarak, “Kan gibi, insandan hiç ayrılmadı” , gen haritasını çıkarır gibi kanını, duygu ve düşüncelerini çok iyi okudu manası kastedilmiş olabilir. Nitekim biz "Ben senin ciğerini okurum, bilirim!" deriz. Bununla beraber fiziksel bir tezahür de söz konusu olabilir. Kur’an’da eski milletlerin azgınlığı karşısında,”maymun olun!” denmesini de ( 2/65, 7/166), buna benzer şekilde anlayabiliriz. Yani sireten (karakter olarak) de süreten (fiziksel olarak) de bir değişim yaşamış olabilirler (Yazır,age; c:1,s:317). Cebrail de Dıhye isimli sahabi şeklinde gelip Peygamberimize islam’la ilgili sorular sormuştu. Bir keresinde şeytanın da insan şeklinde görünüp hicrette, müşriklerin tuzak kurmalarına yardımcı olduğu rivayeti vardır.

Zevaidde şu iki olayı görüyoruz: Bir sahabi, namazda bir durum yaşadığından, kıldığını anlamaz hale geldiğinden şikayette bulundu. Peygamberimiz, üç kez göğsüne vurdu “Çık Allah”ın düşmanı” dedi. O kişinin bir daha şikayeti olmadı. Benzer olayda da, delilik şikayetiyle getirilen birisine, değişik sürelerden ayetler okudu, nefes etti, o kişi iyileşti (Bknz.İ. Canan, age . c:17 ,s:471).

Hadis kitaplarının Tıp bölümlerinde değişik şifa tavsiyelerine ve olaylarına da rastlanır. Peygamberimiz bir taraftan şifayı Allah’dan bekleyerek dua etmeyi tavsiye ederken öte yandan, doğrudan muskalardan şifa aramanın yanlış olduğunu belirtir, şirk olarak de ğerlendirir ( İ.Canan, age,11/7).

Peygamberimiz öncelikle, yaşlılık ve ölüm hariç her derdin devası mutlaka olduğunu ve araştırılması gerektiğini istemiştir (İ. Canan,11/131) Fakat dua iki kanatlı olmalıdır: Sözlü ve fiili. Hem doktora gidip ilaç almalı, hem de dua etmelidir. Dua edilmese günah da olmaz, şifa da bulabiliriz.

Şeytanın çıkarılması olayına da önyargıyla yaklaşmamak gerekir. Bu Peygamberimize özel bir davranış biçimi olabilir. Nitekim, Hz. İsa da eliyle körleri iyi etmiş, ölüleri canlandırmıştı (3/49) Hz.Süleyman, cinleri hakimiyeti altına almış, mabet yapımı vb. işlerde çalıştırmıştı (27/ 17,39; 34/12). Peygamberler şeytan ve nefse karşı en güçlü ve korunmuş ve onlara daima üstün gelen kimselerdir.

Peygamberimiz, kendisinin de bir şeytanı bulunduğunu fakat onun ya da etki alanı nefsinin kendisine teslim olduğunu ifade eder (İ.Canan, 7/118,12/103)

Şeytanın ilgilenmediği bir tek insan bile yoktur. Şeytan, insanları azdıracağım cehenneme dolduracağım derken, muhtemelen bu ulaşım ağının kapsamının da farkındaydı. Ve belki de şeytanlar, (ki Kur’an onları grup, topluluk, ordular olarak da ele alır) enikleri çok olan kelpler gibi, en azından insanların nüfusuna denk düşecek şekilde çoğalabilmektedirler ki kişi başına en azından bir şeytan düşsün. Kelbin yaladığı kabın yedi kez yıkanıp toprakla ovulması tavsiyesinin hikmeti olarak, şeytanın kelplere olan yakınlığına dikkat çekilmek mi istenmiştir acaba? Çünkü şeytanlar da kimi zaman topluca bir insana saldırabilmektedir.

Bütün bunlardan sonra, şeytanın damarlarımızda dolaşan kan olduğunu iddia etmek kadar, aksini iddia etmek de doğru olmayabilir. Bugün gelişen teknoloji sayesinde, kanda dolaşan mikroskobik cihazlarla operasyon yapılıyor. Geleceğin insanının, beynine yerleştirilecek minik bir cihazla şeytanca işler yaptırılırsa, ya da genlerle oynanarak şeytan gibi insanlar kopyalanırsa, o zamanın insanı bu hadisi herhalde daha farklı anlayabilecektir.

Kaldı ki Peygamberimiz, bu sözü, kocası yolculukta bulunan kadının yanına gidilmemesi uyarısında bulunurken söylemiştir. Aslında bu konuda da bu mecazi benzetme dikkat çekicidir. Akla hemen şeytanın Adem ile Havva’ya yaklaşması olayı ile Kabilin kız kardeşini ısrarla talep etmesi ve cinayet olayını hatıra getirmektedir.

Kur'an'da şeytanın Kabili bir şekilde doğrudan etkilediğinden söz edilmez. Kimbilir şeytan zaten adeta Kabil olarak temsil edilmiş oluyordu, Kabil iç dünyası itib.ariyle şeytanla bütünleşmiş, adeta şeytanı içine almış gibiydi ki, Koca Nebi Baba'ya ve kardeşine karşı şeytanca işler yapıyordu.

Yusuf’a yangın Züleyhayı da, Yusuf’u görünce, hayranlıktan kendilerinden geçip, meyve yerine ellerini doğrayan kadınlar konusu da akla gelmektedir...Ve cinsellik gibi bir konu ile şeytan ilişkisinin, ancak böyle bir benzetme ve mecazi sözle anlatılabileceğini daha iyi kavrayabiliyoruz.

Cinsellik yüksek elektrik enerjisi taşıyan bir akım hattı gibidir. Kiminin plastik izolasyonu kuvvetlidir kiminin kaçakları vardır, bazısı da çıplak kablo gibi azmışlık içindedir, etrafı çarpar, dokunanı yakar. Türkçe’mizde ” kan kaynaması “diye bir deyim vardır. Bir de “kanıma girdin!” derler! Nefse, nesli çoğaltması için avans lezzet olarak verilen bu duygu kadar, insanın damarlarına işleyen, kanına giren, kanını kaynatan ikinci bir duygu yok gibidir. O kadar ki, LPG gazına, ya da benzine bir kıvılcım değmesi gibi, anın da parlayabilen bu nefsani özellik, kontrolsüz kalırsa yangınlar ve farklı derecedeki yanıklar kaçınılmaz olacaktır. Ve halk dilindeki "Şeytan gibi kanıma girdin!" sözü daha iyi anlaşılmış olmaktadır.

8-HADİSLERE GÖRE ŞEYTANIN DÖRT İLGİ ALANI

Şeytanın ilgilenmediği bir insan olmadığı gibi, insanın hayatında elini karıştırmadığı bir anı ve alanı da yoktur. Hadislerde her insanın bir şeytanı olduğu ve insanın her şeyiyle ilgilendiğinden söz edilir. Biz, insanın hayatının, önemli bir bölümünü alan dört konuya dikkat çekmek istiyoruz. (İ.Canan age.,c:6,s:109;c:10,s:401): Namaz, konuşma, yeme ve uyuma...

Namaz dinin direği olduğuna göre, onun çökertilmesi dinin zedelenmesi anlamına gelir. Bu amaçla şeytan, ruhumuzda yüzen duyguları nasıl oltalıyorsa, hafızada depolanan bilgi merkezlerine nasıl müdahale edebiliyorsa, bilinçaltında saklı arşivlere nasıl ulaşabiliyorsa; dünyanın en uzman hipnozcusu gibi, bilgi dosyalarını açar, hiç hatıra gelmeyen olayları hatırlatır, anıları canlandırır, problemleri hortlatır, sıkıntılarıyla uğraştırır. O kadar ki, namaz sonrası kaç tesbih çekiyorsak, tek tek uğraşır, her birini yaralamak için o kadar mesaj gönderir. Bunu hep yaşarız, kaç rekat kıldığımızı unuturuz. Bu tekrar ediyorsa, namazı tamam kıldım demeli, vesveseye kapılmamalıdır.

Namaz, ruhun rehabilitasyonu gibidir. Vicdanda ve bilinçte bir onarım, bakım ve yenilenme eylemi sayılır. Namaz, yara almış iç duygu ve düşünce ünitelerinin hücre yenilenmesi anlamına gelir. Saatler boyu içten nefis, dıştan şeytan arasında örselenen, oklara hedef olan bu iki yapımız, bulaşan virüsleri namazla dezenfekte eder, siler atar. Şeytanın telaşı bundandır. “Gün boyunca bunca zah metlere katlandım; baktırdım, dinlettim, konuşturdum, düşündürdüm, duygular tattırdım,. Şimdi gidecek, namazda bütün emeklerimi he ba edecek. Buna asla izin veremem!” der ve tabya değiştirerek namaza yüklenir. Manevi ikmal yollarımızı bombarduman etmeye çalışır.

Bu açıdan bakınca şu ayetle huzur bulabiliriz: "Namaz bütün kötülüklerden ve fuhşiyattan korur" (29/45) Namazın beş tırnaklı manevi pençesi, bir şahin gibi şeytanın da, şeytanın konsolosu, kötülük isteyen nefsi de kıskıvrak yakalayıverir. Fakat namaz gibi ciddi bir savunma mekanizması olmayan veya kırmızı kuvvetlere karşı donanımı oldukça zayıf kalan insanın, yara almadan kurtulması ol dukça zordur. Sizin namazınız varsa, benim de namaz aralarım var dercesine şeytan, bir cephede kaybetse de mutlaka yeni cepheler açarak amacına ulaşmaya çalışır ki ona göre en kullanışlı olanı, insanı yerinde vezir yerinde rezil yapan dil olabilir. Hem sözlerle hem de lezzetlerle onu baştan çıkarmaya çalışır. Şeytan büyüleyici, ruhu esir edici sözlere, yazılara bayılır. Çünkü, Peygamberimizin dilinde, mucize olarak gelen, üslûbuyla ve muhtevasıyla insanları kıyamete kadar etkileyecek olan Kur’an vardır. Şeytanın dilinde de buna ra kip olabilecek güçlü sözler olmalıdır ki insanları cezp edebilsin. Bu manada, hayırlara vesile olmayan, kötülüğe sebep olan her türlü na zım ve nesir yazılar, sihir etkisi yapan konuşmalar hep, şeytanın tuttuğu ve teşvik ettiği tarzlar ve malzemelerdir.

Kur’an’a, İslam’a muhalefet eden, hasım olan ve bu konuda, şiirler döktüren, propaganda yapan, sloganlar atan, konferanslar veren her dil, kesinlikle şeytan tarafından taçlandırılmakta, alkışlanmaktadır. Dilde, gıybet, iftira, küfür, alay, hakaret, lakap, laf taşıma gi bi herkes tarafından çirkin olduğu teslim edilen sözlerin bulunması tartışmasız, şeytanın pek hoşuna gitmektedir. Diğer taraftan dilin, Hakkın anılması ve hak ve hakikatlerin gönüllere duyurulması istikametinde nasihatlerde ve ilmi sohbetlerde kullanılmaması da, şeytanın bu cephede galibiyetini ilan etmesi için yeterli olacaktır.

Namaz ve konuşma olaylarının yanında şeytan, yeme içme konusuna da oldukça yüklenir. Dilin, lezzet rüşvetlerine kurban edilmesi, israf bataklığında yok olması, önemlisi de haram lokmayla, içki ve uyuşturucuların mekanı olması, "Hedefime ulaşıyorum!" diye düşünmesi için yeterli sebeplerdir. Bu konuda o kadar titizdir ki, meleklerin misk kokan oruçlu ağız aramalarına mukabil, haram tüten yemek, alkol kokan içecek bulunan sofra şeytan için bir bayram yeri sayılabilir. Bunları bulamadığında, ilk lokmanın besmelesiz alınması bile onun mutlu olmasına yetebilir. Avanesine sevinçle seslenir: ”Şu eve koşun, orda size de rızık var, çünkü besmelesiz başladılar!” Besmelesiz başlanan aile ilişkisinde de Şeytan, aynı daveti yapmakta mıdır acaba!.. Hatta Peygamberimiz, besmelesiz lokmada şeytanın elinin de bulunduğunu belirterek, şeytan savaşlarında besmelenin, ne kadar önemli bir silah olduğunun altını çizmektedir.

Uyku, bilinçaltı tarlasını işlemenin, ekip biçmenin en uygun ve verimli mevsimi. Ruh sessiz, vicdan derinlere gömülmüş, bilinç kepenkleri göz kapaklarıyla beraber indirmiş, el ayak çekilmiş, dille kulak bütün işlemlere çoktan paydos demiş. Pusuda bekleyen düşman için, özgürce at sürme zamanı. Kapkara göz kapakları perdesinde, rengarenk rüya filimleri izletme saati. Şeytanın uykuda bile insan ruhuyla oynamaktan, alt bilince ulaşarak, onu gündüze şimdiden olumsuz olarak kurmaktan vazgeçmediğini görüyoruz. Uyumayıp haram eğlence dünyalarına dalanlar için o kadar endişe edilecek bir şey yoktur, onlar o istemeden onun istediklerini yapmaktalar!..

Eğer biz uyku öncesi gece programımızla; namazımız, abdestimiz, sohbetimiz, okumamız , düşünmemizle, uzun bir uyku yolculuğuna çıkmadan önce (ki uyku saati süresince artık kıtalar aşılıyor) uykumuza sahip çıkmazsak, sahip çıkacak ve kelepir mal bulmuş gibi sevinecek, bir yazı tahtası gibi sabaha kadar onu işleyecek yaratıklar, karabasanlar gibi hazır beklemekteler.Yatağımıza girdi ğimizde başucumuza beş (namaz) korumalarını dikmediysek, gün boyu dilimiz, güzel nasihatlarla hakikatlere tercüman olmadıysa, ye meklerde haram helal demeden, besmele nedir bilmeden yalayıp yuttuysak bir de tıka basa doldurduysak; aslında biz, ruhumuzu bilinçaltı hortlaklarının neşterli ellerine teslim etmişiz demektir.

Peygamberimiz, abdestli ve dualarla yatan insanın soluklarının bile tesbih sayılacağını belirtmektedir. Bu, aynı zamanda bilinç altının, manevi bir perde ile koruma altına alındığı anlamına gelmektedir. Gündüz yaşadıklarımız nasıl, gecemizi etkiliyor,uykumuz da da, serbest kalan balonlar gibi, bilinç semamızı kaplıyorlarsa, gece yaşadıklarımız ve rüyalarımız da aynı şekilde, ruhumuza yansıya cak ve gelen günümüzü etkileyecektir.

İnsan, namazına, yemesine, konuşmasına ve uyumasına bir disiplin kazandırırsa, şeytan-nefis ittifakına karşı, duygu ve dü şüncede ölçülü ve dengeli yönetim yeteneğini kazanmış olacaktır. Bu konu güncel kitaplarda sıkça işlenir. İnsanın duygusal durumu, onu belli davranışlara yönlendirdiği gibi, bedensel davranışları da, ruhsal durumunun değişmesinde etkili olmaktadır. Zaten bizim Kur’an ve Hadis kaynaklarımızda, başka akılların da bulabileceği, hayata denge kazandıracak pek çok prensip bulunmak tadır.

Kur’an akıl ve kalp için bir farklı ölçeklerde bir harita gibidir. Akıl da Kur’an’a denk düşen prensipler geliştirebilir. Ne var ki vahyin ışığında yürü yen akıl daha net ve isabetli bir görüşe sahip bulunmaktadır. (Konuyu kapatırken, büyüklerimizin tekrarladığı üç hayat prensibinden söz etmiş olduğumuzu farkettik: “Kılletü’t-taâm, kılletü’l-kelâm kılletü’l-menâm!” Vahiy rotasında dümen tutan akıllar nasıl da aynı sahillerde buluşuyorlar!..)

Şeytandan korunmanın en etkili yolu, secde etmektir. Bunun anlatıldığı yerde Kur'an'da secde ayeti vardır. Şöyle der: "Şeytandan bir dürtme bir tahrik geldiğinde hemen Allah'a sığın!"(7/200). Secde şeytanın ilk kopuş, kovuluş ve bir yönüyle yıkılış miladı sayıldığından, bunun hatırlatılması, onun canını acıtacak en birinci yöntem olmalıdır. O Allah’tan secde etmeyerek kaçmıştı, biz onun inadına secde ederek ondan ayrılmış, melekler tarafını tutmuş, Allah'a sığınmış oluyoruz.

Devamında da, gelen vesvesenin takva sahipleri tarafından, iç gözüyle anında fark edileceğinden ve Allah'ın hatırlanacağından söz edilir. Bu aslında secde görevlerini yerine getiren insanın, namaz ve secde dışındaki durumlarında da güçlü zihin yapısıyla, her zaman şeytanı alt edebileceğini göstermektedir.

Buradan yola çıkarak şu yöntemi uygulayabiliriz. Namaz, dua, dini hizmet gibi meşguliyetlerimizin dışında da biz namazdaki gibi güçlü ve donanımlı olabiliriz. Bu satırları okuduğunuz âna kadar, hayatınızda sizi en çok etkileyen bir secdenizi ya da namazınızı hatırlayıp hemen şu an zihninizde hatırlayıp canlandırmanızı, güçlü parlak ve renkli ışıklarla, sevinç içinde hayalinize büsbütün yaymanızı ve kuvvetle yapıştırmanızı öneriyoruz. Gözlerinizi kapayarak ve hamd ederek uzun süre izleyebilirseniz çok daha iyi olacaktır.

Bunu sık sık tekrarlayınız. Ne zaman hayalinize Kur'an'ın çirkin gördüğü bir görüntü veya ses yansımış olsa, dev parlak secde görüntüsü imdadınıza yetişecek, olumsuz düşünceyi anında kaplayıp yok edecektir. Biz buna zihin secdesi diyebiliriz. Bu teklif ölünce ye kadar sürmesi gereken bir taktiktir. İlk orijinallik, zamanla gidecektir. Ancak, biz her namazdan ciddi manevi lezzet almasak da onu ölünceye kadar kılmaya niyetli olduğumuzu gibi, zihnimizdeki secdeyi de böyle düşünebilir, her olumsuz ve çirkin şeytan veya nefis dürtmesinde, hayalen Allahü-ekber deyip secdeye gidebiliriz...Hem, hayalimizde en çok neyi yaşarsak, berzahta da onunla yaşayacağız...