Evlat yürekten uçan bir kuş sonunda



Nasıl da yağmur yağıyor sabaha karşı. Pencere açık, içeri doluyor yağmur ama uykumdan uyanıp kapatmıyorum pencereyi.

Yağmurun iştahlı, soğuk, sağanak yağışını dinlemek, sıçrayan damlaların çarşafa düşmesi tarifsiz bir mutluluk veriyor.

Gözlerimi yarı aralayıp, gri gökyüzüne bakıyorum.

Sabah olmuş...

Başucumdaki telefonun saati daha 5.15’i gösteriyor...

Kırk beş dakika sonra kalkacağım. Gün başlamış olacak ve saat 7.00’de kızımı okula hazırlamak için uyandıracağım...

***
Pazartesi günü yeni okulunda ilk günüydü. Bahçede kızımın yaşıtı çocukların ve velilerin arasında el ele tutuşmuş, ürkek ürkek bekliyorduk. Giderek kalabalıklaşan bahçede bacağıma sarılmış olan kızıma bakakaldım. Hiç de öyle çekingen bir çocuk değildir aslında. Sonra doğduğundan beri başımıza sıkça gelen o tuhaf durumun içinde olduğumuzu fark ettim. Bebekliğinde benim mutsuz ruh halim hızla çocuğuma da sirayet ederdi. O sakin ve az ağlayan bebek ben ne zaman bir gerginlik yaşasam, anlamış gibi benden daha çok gerilir, uyumaz, süt emmez ve hiç susmadan ağlardı. Aramızdaki ilişki bir sinir harbine dönüşür, ben sakinleşirsem o da o zaman sakinleşirdi.

Okul bahçesinde eski bir arkadaşım Bige ve oğlu Efe’yi görene kadar aynı tedirginlikle bekledik. Bige’nin mizah dolu yorumları ve üç afacan çocuk annesi olmanın getirdiği mecburi rahatlığı, tecrübesi bizi de rahatlattı.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/hikayeler-yazilar/32455-evlat-yurekten-ucan-bir-kus-sonunda.html#post66416

Sonra sınıflara girdik ve çocuklarımızın minik oyun sandalyelerine sığıştık.

Birbirlerini ilk kez görüyor olmalarına rağmen oynamaya başlamışlardı bile.

Yanımdaki anne “Nasıl da hemen kaynaştılar” dedi gözlerinin içi gülerek.

“Öğretmediğimiz sürece savaşmazlar” dedim ona hak vererek...

***
Ben yatakta bunları düşünürken yağmur dindi.

Kızımın odasının kapısını açtığımda yatakta uyuyan bir melek gördüm. O kadar erken bir saatti ki nasıl kıyıp da uyandıracağım diye sıkıldı canım. Başucuna geçip saçlarını okşayarak uyandırmaya çalıştım. Ellerimi yanaklarının altına sıkıştırıp uyumaya devam etti.

Büyüyecek...

Umarım kopmayız. Umarım hep düşkün olur bana. Umarım bütün bunlara rağmen özgür bir kadın olur. Umarım bağımlı olmaz kimseye. Hiç kimseye ama...

Ne bana ne bir erkeğe ne bir hayat biçimine ne de bir şehre...

Ne kadar özgür olabilecek peki?

Ne kadar bırakabileceğim onu?

Ne kadar uzağa uçurabileceğim?

Anne olmak çocuğa bir kanat takmak mı, kanadına ip bağlamak mı?

***
Banyoda dişlerini fırçalarken “Anne, ben büyümek istemiyorum” dedi. Diz çöktüm “o ne demek?” diye sordum şaşkınlıkla. Gözlerini gözlerime dikip “ama ben büyürsem sen yaşlanacaksın o zaman” dedi.

Birbirimize sarıldık.

“Hayır yaşlanmayacağım” dedim... Birlikte dünyayı dolaşacağız seninle. Sen bazen tek başına gideceksin. Sonra bana gördüklerini anlatacaksın. Kendi evin olacak. Her şeyini kendin alacaksın.

Saçlarını toplarken “Sen bana senin elbiselerini ve bi de o topuklu ayakkabıların var ya onları ver, parlak olanları. Ben sana yenilerini alayım” dedi.

“Anlaştık” dedim.

Servis arabası bahçeye girdiğinde içtiği sütün dudaklarında bıraktığı izle öptü beni “şap” diye. Çantası sırtında bindi gitti servise...

***
Yukarı çıkıp mesajlarımı kontrol ederken tekrar yağmur başladı. Sevgili Fü’nün internetteki bloguna girdiğimde gördüm başlığı. Sting denen masalsı müzik adamının efsanevi şarkısı düştü dilime. “If you love somebody, set them free” (eğer birini severseniz, onu özgür bırakın) Mesaj attım Fü’ye. Aşağıdaki satırlarla yanıt verdi...

“If you love someone / set it free,

If it comes back to you / it’s yours...

If it doesn’t... / it never was”

“Eğer birini seversen, onu özgür bırak,

Sana geri gelirse senindir!

G elmezse hiç senin olmamıştır (zaten).”