Dua, kulun bütün benliğiyle yüce yaratana yönelerek ondan istek ve dilekte bulunması anlamında dini bir terim ve bu amaçla yapılan bir ibadet şeklidir. Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek anlamlarına gelir. Ayrıca Allah’a sunulacak talepleri sözlü veya yazılı olarak dile getiren metinlere de dua denilir. İslâm literatüründe ise, Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tazim duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesini ifade eder. Duanın gayesi, ana hedefi; insanın Allah’a halini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre, dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşır. Bunun gerçekleşmesi için önce Allah kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur.Dua, böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksikliklerinin telâfisini, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır. Bir başka söyleyişle dua, sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.Duanın kabulü için şart olmamakla birlikte uygulamada bazı şeklî unsurlar gözetilmiştir. Bunlar daha çok zaman, mekân ve dua şekilleriyle ilgilidir. Duanın, özellikle ferdî olanı her zaman yapılabildiği halde, daha muteber olması için belli zamanların seçilmesine de itina gösterilmiştir. Dua ve ibadetlerin zamanını tespitte çeşitli dinî ve tarihî olaylar da etkili olmuştur.Duanın muhtevasını ve dua edenin iç dünyasını yansıtan dış şekiller, duanın bir parçası sayılır. Ayakta durma, diz çökme, eğilme, secde etme, başını eğme, elleri gök yüzüne doğru kaldırma, iki yana açma, kavuşturma, kenetleme, gözleri yukarıya dikme, elleri birbirine vurma, ayakların çıplak veya giyinik, başın açık veya örtülü olması gibi haller çeşitli dinî çevrelerde dua esnasında görülen farklı davranışlardır. Taassuba kapılarak birtakım şekiller üzerinde ısrar etmek, cehaletten başka bir şey değildir. Kur’an-ı Kerim’de, insanın çaresizlik içinde ve zor şartlarda duaya başvurma şeklindeki genel psikolojik mekanizması üzerinde ısrarla durulmuştur. Bazı ayetlerde dini yöneliş veya duanın belirgin veya zayıf hale geldiği durumlar açıklanırken aynı zamanda bu yönelişin insan tabiatında fıtrî ve küllî bir motif olarak bulunduğu da ortaya konmaktadır. Ayetlerin ifadesiyle, insan bir tehlike ve sıkıntıya düşünce bütün samimiyetiyle Allah’a yönelir; yatarken, otururken, ayakta dururken bıkmadan usanmadan dua edip iyilik ve başarı ister.(1) Yine yukarıda zikredilenlerle diğer bazı ayetlerde insanın ihtiyaç ve sıkıntılarının giderildiği, kendini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda ise dua isteğinin zayıfladığı, Allah’tan yüz çevirdiği, kendi güç ve yeterliliğini göz önünde büyütüp bencil ve nankör olduğu, zalimce hareket ettiği vurgulanmaktadır. (2) Bu olumsuz gelişmeyi önlemek amacıyla ilâhî dinler, insan şuurunda dinî inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı, etkili bir halde bulunmasını sağlamanın bazı dua ve ibadetleri insan için bir görev haline getirmiştir. Başa gelen sıkıntı ve zorluklardan kurtulmak için Allah’a dua edilmesinin istenmesi (3) yanında ilâhî dinler bilhassa refah ve rahatlık durumlarında insanın Allah’ı hatırlamasını, böylece bu inancın kontrolü altında bencil isteklerine kapılmamasını sağlamayı hedeflemiştir.Din psikolojisi araştırmalarına göre, insan tabiatının ahlâkî ve kutsal yönelişlerinin ihmal edilmesi, onu manen kör bir varlık haline getirmekte ve bu durum onun yapıcı bir toplum elemanı olmasını engellemektedir. Dua ve ibadet, yaratılışı gereği insanın Allah’a doğru bir yönelişi gibi görünürse de, dinî metinlere göre dua ve ibadeti Allah ile kul arasında Allah’ın rahmet ve şefkatinin kulları tarafından tanınma iradesinin galip geldiği canlı bir ilişki ve haberleşme olarak görmek lâzımdır. Allah ile kul arasında bir vasıta olmadığından, dua kulluk makamlarının en önemlisidir.Allah, kuluna cevap vermek için onun her ne vesile ile olursa olsun kendisine başvurmasını istemektedir. Hatta suçluluk duygusu, insanın Allah önünde kusurunu, zayıflık ve güçsüzlüğünü anlayıp iyi bir kul olmaya imkân verdiği için önem kazanmaktadır. Bu durumda günah veya kötülük, insanın tövbe edip meşru sınırlar içine dönmesini sağlayan bir vicdan azabına yol açmaktadır. Kulun yapısı gereği kaçınamadığı günahlar, onun derin pişmanlık duygularıyla Allah’a yönelmesini sağlayan birer vesile olarak görülmektedir. Bu sebeple kulun işlediği günahların affı için Allah’a yönelmesi, bir hadise göre her defasında afla sonuçlanacaktır. (4) Gerek ihtiyaçlar ve hatalar yüzünden Allah’a başvurmak, gerekse nimetleri sebebiyle O’nu hatırlamak ve anmak, kişide psikolojik bakımdan bir rahatlık, huzur ve mutluluk doğurduğu gibi, ahlâkî arınmaya ve yücelmeye de yol açmaktadır.(5) Bir kulun Allah’a içini açması, yaratıcısıyla arasında manevî bir bağ kurup O’ndan bir şeyler dilemesi, hata ve günahlarından pişman olarak el açıp af istemesi kadar insan maneviyatı üzerinde tesirli olabilecek başka bir şey yoktur.Dua yaparken kişinin isteğini açıkça söylemesi şart değildir. Zaman olur ki edep ve makamını bilen ehl-i huzur için hâl, sözden daha üstündür. Cebrail’in ve Hz. İbrahim’in sözleri de yerine göre duanın en beliğidir. “Ya Rab! Huzurundayım, hâlim Sana malum” demek, söyleyenin kalbinin doğruluk ve samimiyeti derecesine göre en şumullü dualardan daha beliğ olur. Dua eden kişi, bu ibadetinde müdavim olmalıdır. İsteğinin yerine getirilmeyip geciktirildiği için üzüntü ve ümitsizliğe kapılmamalıdır. Duasının kabulünün gecikmesinden sızlanmak ümitsizlik belirtisidir. Bunlar mümin kula yakışmaz. Duanın kabulü için Allah katında tayin ve tespit edilmiş belirli bir vakit vardır. Zamanı gelmedikçe gerçekleşmez. Nitekim Musa ve Harun (a.s.)’un Firavun aleyhinde ettikleri dua ile duanın kabulü arasında geçen süre kırk yıldır. Şu halde duanın kabulünün gecikmesinden dolayı sızlanmak hatadır ve duanın kabul olunmamasına sebebiyet verir. Ayrıca duanın kabul olunmasından ümitsizliğe düşmek ancak kâfirlerin işidir, mümin bir kimseye hiçbir zaman Allah’ın lütuf ve rahmetinden ümidini kesmek yakışmaz.(6) Kim duanın geçersiz olduğunu iddia ederse, o kimse hiç şüphesiz Kur’an’ı inkâr etmiş olur. Dua hakkında nakli deliller o kadar çoktur ki, bunları ancak kâfirler inkâr edebilir. Çalışıp çabalamadan işlerimizi dua ederek halletmiş mi olacağız? Hayır, öyle olsaydı Peygamber Efendimiz ashabını toplar, İslâm’ın selâmeti, saadeti namına ne yapılmak lazımsa hepsini Cenab-ı Hak’tan niyaz ederek onlara da amin dedirtirdi. Halbuki böyle yapmadı. Allah’ın en sevgili kulu, en son ve en muhterem peygamberi olan o Nebiyy-i Muazzam dini için hiçbir fedakârlıktan geri durmadı. Ömürleri ibadet içinde, taat içinde, çalışmakla, faaliyet içinde geçti. Medine-i Münevvere’yi düşman hücumundan kurtarmak için kazılan hendeğe ilk kazmayı vuran kendileri olmuştu. Demek ki insan, gücünün yettiği ölçüde varlığını ortaya koyması, o yalda tüketmesi, başarıya ulaşması için de dua etmesi gerekir. Çalışmadan, çırpınmadan, yorulmadan dua ile işlerini halletmeye çalışmak, sünnete uygun bir davranış değildir. Bu şekilde hareket etmek insanları başarıya ulaştırmaz. 1- Yunus, 12; İsra, 11; Rum, 31; Lokman, 32; Fussılet, 49.2- İsra, 67; Lokman, 32; Zümer, 8; Fussılet, 51.3- Mü’min, 60.4- Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi (Ahmed Davudoğlu), 11/108, Tevbe, bab: 5, hadis no: 29.5- DİA, 9/529-532.6- Sünen-i İbn-i Mâce Tercemesi (Haydar Hatiboğlu),10/36.