Müslümanların modern çağın talepleri doğrultusunda kabullenmeye zorlandığı dönüşüm, dönemden döneme ve süreçten sürece şekil değiştirse de, temel özellik itibariyle değişen bir şey yok. Talep edilen şey, moda tabiriyle “zihniyet dönüşümü”; yani yapısal dönüşüm.

Bunun kullandığımız dil ve kavramlar ile davranış kodları ile hatta kılık kıyafet ile doğrudan ilişkisi var. Bütün bu sahalarda “değişim”i ne kadar kabul etmişsek, bizden istenen dönüşümü de o kadar gerçekleştirmişiz demektir.

Ne kadar dönüştüğümüzü anlamanın en kestirme ve şaşmaz yolu ise eşyayla ilişkimize bakmak. Hala devam ediyor mu bilmiyorum, kısa bir süre önce Prof. Dr. Ümit Meriç hanımefendinin bir söyleşide ifade ettiği bazı tesbitler üzerine internette “Müslüman kadın jip (4x4) kullanmalı mı” başlıklı bir tartışma zuhur etmişti. Evet, pahalı giysiler, lüks arabalar pahalı ev ve eşya… tarafından “kuşatılmış” bir insanın “takva” vasfına ulaşması, ulaşmışsa onu muhafaza etmesi mümkün müdür; bunu dürüst olarak cevaplamanın tek yolu, herkesin kendi derunî tecrübesini göz önünde bulundurmasıdır…

Bizim problemimiz sadece “Müslüman-eşya ilişkisi” ile kendisini dışa vurmuyor. Biz asıl çıkmazı insanlarla ilişkilerimizde yaşıyoruz. Bu ikisi arasında –her ikisi de yaşadığımız dönüşümün semeresi olduğu için– kopmaz bir ilişki var. Ancak ilkinin etkisi genellikle dünyevi iken, ikincisinde yaşanan dönüşümün zararlı sonuçları uhrevi hayatı tehdit ediyor.

Kur’an İsrailoğulları hakkında bize enteresan bir haber iletiyor: “İsrailoğulları’ndan kâfir olanlar, hem Davud ve hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler. Bu onların, isyan etmeleri ve hakkın sınırlarını çiğnemeleri sebebiyle idi. Onlar, işledikleri bir münkerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazdı. Yaptıkları ne kötü idi!” (5/el-Mâide, 78-9)

Yine Kur’an, münafık erkek ve kadınları bize tanıtırken, onların temel vasfını şu şekilde dile getiriyor: “Münafıkların erkekleri de kadınları da (sizden değil) birbirlerindendirler. Onlar münkeri emreder, ma’rufu yasaklar ve cimrilik ederler…” (9/et-Tevbe, 67)

Buna mukabil Kur’an’da mü’minlere yönelik olarak, hem de “emir kipi”yle şöyle buyurulur: “Sizden, hayra çağıran, ma’rufu emreden ve münkeri yasaklayan bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (3/Âl-i İmrân, 104)

Her ne kadar bu ayet emr-i bil ma’ruf meselesinin mü’minler içinde belli bir gruba havalesini öngörüyor ise de, bu hususun şartları ve önemli detayları mevcuttur. Kısmet olursa bütün bu noktaları üzerinde çalıştığım bir kitapta geniş olarak takdirinize sunacağım.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/din-kulturu-ve-ahlak-bilgisi-dersi/35311-maruf-munker.html#post74811

Kur’an’da bu ümmetin başat vasfı “emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker” olarak ifade buyurulmuş. 9/et-Tevbe suresinden yukarıya aldığım ayetten hemen birkaç ayet sonra (71. ayette) şöyle buyurulur: “Erkek-kadın bütün mü’minler de birbirlerinin velisidirler. Ma’rufu emreder, münkeri yasaklarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah ve Resulü’ne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Şüphesiz Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.”

Zikredilenlerden şu husus açıkça ortaya çıkıyor: Emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker çerçevesinde Müslümanlar’ın sorumlulukları vardır. “Çoğulculuk” kavramını öne çıkararak bunları görmezden gelmek mümkün değildir. Zira Hak’tan haberdar olanların onu layıkı veçhile duyurması, mümkün olduğunca fazla sayıda insanın rahmet iklimine kavuşmasına, kurtulmasına çalışması gerekir.