Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, dinç kimse."Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!"
Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek."Çocuk sanki taş kesilmişti."
Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek."Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar."
Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz."Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler."
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/deyimlerimiz-ve-anlamlari/47954-t-u-u-harfleriyle-baslayan-deyimler.html#post97678
Tatlı dil: Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz."Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır."
Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış.
Tatlı su firengi: Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan.
Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak."Nihayet işi tatlıya bağladık."
Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak.
Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek."Tavına getirip söyle."
Tava gelmek: 1. Yumuşamak, kanmak. 2. Süzülecek duruma gelmek."Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi."
Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak."Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum"
Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme.
Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır.
Tavşan yürekli: Korkak, ürkek, çekingen."Amma da tavşan yürekli bir adammışsın."
Tazıya dönmek: 1. Oldukça zayıflamış olmak. 2. Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak.
Tebelleş olmak: Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak."Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor."
Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek.
Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak."Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma."
Tekbir getirmek: "Allah-ü ekber" diyerek Allah`ın adını yüceltmek.
Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak."Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler."
Tekin değil: 1. İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer. 2. Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse."O eski ev tekin değil diyorlar."
Telâşa düşmek: Heyecanlanmak, aceleci olmak.
Tel çekmek: 1. Telgraf çekmek. 2. Telle sınırlandırmak, telle çevirmek.
Telleyif pullanmak: Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek."Gelini bir güzel telleyip pulladılar."
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak: Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek.
Temel atmak: 1. Bir yapının temellerini yapmaya başlamak. 2. Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek."Evin temelini yarın atacağız inşallah."
Temel taşı: 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı."Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır."
Temize çekmek: Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak."Ödevlerinizi temize çekin."
Temize çıkmak: Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak."O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!"
Temiz para: 1. Kesintiden sonra elde kalan para miktarı. 2. Doğru yoldan kazanılmış para.
Tencerede pişirip kapağında yemek: Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek.
Tencere dibin kara seninki benden kara: "Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında kullanılır.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine.
Tepeden bakmak: Küçümsemek, kendini üstün görmek."İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün."