Ölçülmemiş olan bir kumaş nasıl biçilemezse, ölçülüp tartılmayan bir söz de
söylenemez. Doğru ve yanlış düşünerek konuşanlar, hazır cevapcılar dan daha
iyidir. Söz insanın kişiliğinde bir olgunluk ölçüsüdür. Sözle kendini
küçültme.
Sükût etmek ve güzel ahlak; Efendimiz (A.S.)’ın ifadesiyle ibadet... Yine
O’nun ifadesiyle “Allah’a ve Ahiret gününe inanan ya hayır söylesin veya
sükût etsin.”
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=15369
Bir başka sözleri şöyle: “İnsanlar üç kısımdır. Bir kısmı kârda, bir kısmı
selâmette ve bir kısmı helâktedir. Kârda olanlar, Allah’ı zikredenlerdir.
Selâmette olanlar, dillerine sahip olanlardır. Helâke gidenler ise, yanlış
ve boş söze dalanlardır.”
Söz ve sükût, insanı ya kurtuluşa ya da helâke götüren iki önemli unsur. “Ya
hayır söylemek veya susmak”la ikaz edilen insanın yıkıcı zaafları olan
yalan, gıybet, nifak, riyâ, fuhuş, husumet, malâyani, alay, iftira ve
çekememezliğin aracı dildir.
İnsan, kendisini ilgilendirmeyen, kendisine lazım olmayan ve fayda
sağlamayan sözlerle, hem nefsini hem de neslini fesada vermektedir.
Allah dostlarını, Allah’ın dostu olma makamına yükselten en büyük sır dilden
geçiyor.
Kalbi öldüren de, diri tutan da dildir. Fudayl b. İyaz’ın dediði gibi;
“çok konuşmak, çok yemek, çok uyumak kalbi öldürür.”
Aklı ele veren dil değil midir? Abdullah Ensarî ne güzel söylemiş: “Kişinin
sözü amelinden çok olursa, aklý noksandır.”
Az konuşmak ve öz konuşmak... Esas olan budur. Nefesleri, nefis için değil
Allah için tüketmek kâmil insanların işi. Hz. Ebubekir (R.A.), “güzel ve
özlü konuşmanın sırrı, boş sözleri terk etmektir.” diyor.
Önderlerin önderi, bu konuda ne kadar çok uyarmış: “Dört şey vardır ki,
bunları taşıyan kimse münafıklık alameti taşımış olur: Kendine emanet
verilince ihanet etmek, konuşunca yalan söylemek, söz verince sözünde
durmamak, tartışmada haddi aşmak.”
Dil emanet değil mi? Ah Dil!.. İnsan ne çekiyorsa onun yüzünden. Haddi aşan
konuşmalar yapan, yapamayacağı şeyler için söz veren, insanların arasını
açan, devletleri yıkan, karışıklıklar çıkartan, sahip olamadığımız dilimiz
değil mi?
Rabbimiz, Kitab-ı Mübin’de kullarını uyarıyor: “Ey inananlar!
Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?
Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında en tiksinti
verici şeydir. (Sâf/2-3)”
Demek ki, Rabbimiz’in üzerimize inen gazabına sebep de dil. Ya o sonsuz
rahmet sahibinin rahmeti gazabını geçmeseydi, ne olurdu halimiz?..
Doðru sözlü olmak, doğruyu söylemek, en büyük erdem. Müminlik vasfı...
“Ey iman edenler! Allahtan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah
amellerinizi düzeltsin, günahlarınızı mağfiret etsin. (Ahzab/70)” işte
kurtuluşun şifresi... İbn-i Abbas (R.A.), belki de bunun için “insan için en
zararlı şey çok söylemektir.” demiştir.
“Düşünmeden konuşmanın cezası, sonradan düşünmeye mahkum olmaktır.” diyen
insanla; “akıllı bir adam her şeyin farkına varır, budala bir adam ise her
hususta fikrini söyler.” diyen insan, kim bilir hangi duygular
içerisindeydiler?
Allah’ın yardımının insandan kesilmesi kadar korkunç bir şey olabilir mi?
Maruf-u Kerhî (K.S.)’ye kulak verin o halde: “Kulun lüzumsuz sözlere
dalması, Allah’ın yardımının ondan kesilmiş olmasındandır.” diyor. Amr b. As
(R.A.)’ın söylediği de farklı değil: “Söz ilaç gibidir. Gereği kadar
sarfedilirse fayda verir. Gereksiz olanı zarara sebeptir.”
Ebu Derda (R.A.) ne güzel demiş: “Allah nezdinde müminin en güzel uzvu
dilidir; mümin cennete diliyle girer. Allah katında kâfirin en kötü organı
da dildir; çünkü kâfir dili sebebiyle ateşe düşer.”
İbrahim b. Edhem (R.A.)’ýn tespitine ne dersiniz: “Konuşmak, ahmak
insanın budalalığını, akıllı ve işini bilen insanın beceriksizliğini ortaya
koyar.” Çevremiz ahmaklarla mı dolu akıllılarla mı? Her gün konuşanlar,
günde 24 saat onlarca kanalla aile hayatımızı, evimizi, ehlimizi, neslimizi
ve nefsimizi fesada verenler için Ziya Paşa’nın şu beyti güzel cevap değil
mi?
“Onlar ki, verir lâf ile dünyaya nizamat
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde.”
Ölçü belli... Çok sözün vurulacağı mihenk ve benimsenme ölçüsü, Abdurrahman
Daranî (K.S.) Hazretleri’nce şöyle dile getirilmiş: “Bazen gönlüme kimi
toplulukların hikmetli sözleri dökülür. Fakat ben onları şu iki adil şahide
sormadan benimsemem: Allah’ın Kitabı, Rasul’ün sünneti.”
Allah dostlarının ölçüsü budur. İmam-ı Şafii (Rh.A.)’de şöyle demiştir:
“Hadis-i şerife muvafık olmayan sözlerimi duvara çarpınız.”
Sükût, sözün bittiği nokta... İlahi feyzin sağnak sağnak inmeye başladığı
dönem. Kalbin ötelerin ötesine geçtiği; ruhun seyr-i sülûka hazırlandığı,
nefs-i râziyeye ulaştığı, kendinden geçtiği zirve noktası. O noktada söz
yok, söze hacet yok. Dünya o noktaya ulaşanların ayakları altýnda
değersiz bir meta. Onun için konuşmaya nefes tüketmeye, kavga etmeye değer
mi?
İmam Tâki (Rh.A.) bu yüzden demiştir ki: “Çok konuşmamak nurdur, aynı
zamanda zühdün ve veranın en yükseğidir.”
Bişr-ý Hâfi (K.S.) ile bitirelim: “Sayfalarınıza ne yazdığınıza dikkat
ediniz. Çünkü bu Rabbiniz’e karşı okunacaktır. Yazık o kimseye ki, çirkin
konuşur. Eğer içinizden biri bir kardeşine içinde çirkin söz bulunan bir
yazı gönderirse, şüphesiz hayasızlık olur. Ya Rabbine karşı bunu yapanın
hali nicedir?”