--->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::
Çocuğunuzun ruh sağlığı da önemli
--------------------------------------------------------------------------------
Anne ve babalar çocuklarının fiziksel güvenliği kadar onların duygusal rahatlığından da sorumlu.
Uzmanlara göre, sağlıklı bir büyüme sadece fiziksel sağlık olarak algılanmamalı, çeşitli nedenlere bağlı olarak çocukta oluşan en ufak bir ruhsal dengesizlik ileride büyük bir sorun haline gelebilir.
Çeşitli kaynaklardan derlenen bilgilere göre, bir çocuğu büyütmenin tek bir doğru yolu yok. Ana-babalık tarzları değişir fakat çocuğunuz için yapılması gerekenler aynıdır. Besleyici gıdalar, düzenli sağlık kontrolleri, aşı ve sporun yanısıra ebeveynler çocukları için güvenli bir ev ve çevre sağlamak zorunda. Çocuklardan yapabileceklerinden azının ya da fazlasının beklememesi gerektiğini belirten uzmanlar, ebeveynlere, ruhsal problemi olmadan çocuk yetiştirmek için şu tavsiyelerde bulunuyorlar:
"- Çocuğunuzu duygularını ifade etmeye teşvik edin ve duygularına saygı gösterin.
- Çocuğunuza herkesin acı, korku, öfke ve kaygı yaşadığını anlatın. Bu duygularının kaynaklarını öğrenmeye çalışın.
- Çocuğunuzun öfkesini olumlu bir şekilde, şiddete başvurmadan göstermesine yardım edin. Aranızdaki saygı ve güveni geliştirin.
- Anlaşamadığınızda bile sesinizi yükseltmeyin.
- İletişim kanallarını açık tutun ve çocuğunuzu dinleyin.
- Çocuğunuzun anlayabileceği kelimeler ve örnekler kullanın.
- Onu soru sormaya teşvik edin.
- Rahatlık ve güven verin.
- Dürüst olun.
- Olumluluklar üzerinde durun.
- Her konuda konuşmaya istekli olduğunuzu gösterin.
- Kendi problem çözme ve başetme becerilerinize bakın.
- Onun için iyi bir örnek olup olmadığınızı kendinize sorun.
- Eğer çocuğunuzun duygularından ve davranışlarından bunaldıysanız ya da kendi engellenmelerinizi ya da öfkenizi kontrol edemiyorsanız yardım alın.
- Çocuğunuzun yeteneklerine destek olun, sınırlılıklarını kabul edin.
- Hedefleri başka birinin beklentilerine göre değil çocuğunuzun yeteneklerine ve ilgilerine göre oluşturun.
- Çocuğunuzun başarılarını kutlayın.
- Çocuğunuzun yeteneklerini başka çocuklarınkilerle kıyaslamayın, onu tek başına değerlendirin.
- Çocuğunuzla birlikte olmak için düzenli olarak zaman ayırın.
- Çocuğunuzun bağımsızlığını destekleyin ve kendilik değerini artırmasına yardım edin.
- Yaşamın iniş çıkışlarında çocuğunuzun yanında olun.
- Çocuğunuzun problemlerin üstesinden gelebileceğine ve yeni yaşantılarla başedebileceğine güvendiğinizi gösterin.
- Yapıcı, açık ve tutarlı bir disiplin uygulayın ve çocuğunuz için hangi yolun daha etkili olduğunu öğrenin.
- Olumlu davranışlarını onaylayın.
- Çocuğunuzun hatalarından ders almasına yardım edin.
- Ona hiçbir şart koşmadan koşulsuz sevin.
- Özür dileme, işbirliği, sabır, bağışlama ve başkalarıyla ilgilenmenin önemini öğretin".
UYARI NİTELİĞİNDE BELİRTİLER
Çeşitli uyarıların, bir çocuğun ya da ergenin muhtemel ruh sağlığı problemine işaret ediyor olabileceğine dikkat çeken uzmanların üzerinde durdukları belli başlı belirtiler ise şöyle:
"- Duygularla ilgili güçlükler.
- Makul bir neden olmadan üzülme ve çaresizlik duyma ve bu duygulardan kurtulamama.
- Çoğu zaman yoğun öfkeli olma, ağlama ya da aşırı tepkide bulunma.
- Değersizlik ya da suçluluk duyguları gösterme.
- Başka çocuklardan daha fazla endişeli ya da kaygılı olma.
- Bir ölümün ya da kaybın ardından çok uzamış bir yas tutma.
- Aşırı derecede korkulu olma. Açıklanamayan korkular duyma ya da diğer çocuklardan daha fazla korku duyma.
- Fiziksel sorunlarla ya da görünümle sürekli ilgilenme.
- Zihnini kontrol edememekten ya da zihninin başkaları tarafından kontrol edildiğinden korkma.
- Okul durumunda kötüleşme.
- Genellikle zevk aldığı şeylere ilgisini kaybetme.
- Uyuma ve yeme alışkanlıklarında açıklanamayan değişmeler gösterme.
- Arkadaşlarından ya da ailesinden uzaklaşma ve hep yalnız kalmayı isteme.
- Çok fazla hayal kurma.
- Yaşamı başedemeyecek kadar zor bulma ve intihardan söz etme.
- Açıklanamayan sesler duyma.
- Kendini verememe, karar vermede zorlanma.
- Yerinde oturamama, dikkati toplayamama.
- Zarar görmekten, başkalarını incitmekten, "kötü" bir şey yapmaktan korkma.
- Gün içinde defalarca yıkanma ve eşyaları temizleme ihtiyacı duyma ya da belirli davranışları tekrarlama.
- Çok hızlı seyreden düşüncelerden kurtulamama.
- Tekrarlanan kabuslar görme.
- Sorun yaratan davranışlar
- Alkol ya da ilaç kullanma.
- Çok miktarda yeme ve sonra kusmaya çalışma, müshil ilaçlarını kötüye kullanma ya da kilo almaktan kaçınmak için lavman kullanma.
- Uygun kiloda olmasına karşın takıntılı bir şekilde spor yapmayı ya da diyet uygulamayı sürdürme.
- Başkalarına ve eşyalarına sık sık zarar verme ya da yasaları ihlal etme.
- Yaşamı tehlikeye sokacak hareketlerde bulunma".
Uzmanlara göre, eğer çocuğunuz bu belirtilerden birini gösteriyorsa ya da belirtiler ciddiyse, hemen bir yardım arayın. Doktorunuzla, okuldaki danışman-rehber öğretmenle ya da çocuğunuzun ruh sağlığı problemi olup olmadığını değerlendirebilecek bir ruh sağlığı uzmanıyla konuşun. Pek çok çocuğun ruh sağlığı problemleri vardır. Bu problemler gerçektir, acı vericidir ve ciddi olabilir. Ruh sağlığı problemleri anlaşılabilir ve tedavi edilebilir.
--->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::
'Hiperaktif' ile 'yaramaz'ı karıştırmayın
--------------------------------------------------------------------------------
Okul hayatında başarısız ancak, yaşıtlarına göre aşırı hareketli ve dikkatini bir türlü toplayamayan çocuklarda 'Hiperaktif' sorunu olabileceği bildirildi.
Uzmanlar, hem evde hem okulda aynı hareketliliği gösteren ve bir türlü dikkatini bir noktaya toplayamayan çocuğu olan anne babalara, "Bu durumu dikkate alın" uyarısı yaptı.
Son yıllarda sıkça kullanılan, "Dikkat eksikliği Hiperaktivite bozukluğu" sorununun ilk belirtileri, 'aşırı hareketlilik' ve 'dikkati toplayamama' olarak gösteriliyor. Uzmanlar öncelikle bir çocuğun hiperaktif olduğunu söyleyebilmek için onun normal çocuklarla kıyaslanamayacak kadar aşırı derecede atak, hareketli olması gerektiğini belirttiler. Hiperaktif çocukların yüzme bilmeden derin suya atlamak veya yoğun trafikte hızla giden arabaların önüne fırlamak gibi aşırı hareketlerde bulunduklarını anlatan uzmanlar, "Hiperaktif çocuklar dikkatlerini bir konu üzerinde toplayamazlar. Ayrıca sadece evde değil okulda ve günlük yaşamda da aynı şekilde davranışlar gösterirler. Hiperaktivite bozukluğunun üç temel belirtisi vardır. Çocukta bu belirtilerin hepsi bir arada bulunabilir ya da sadece biri ya da ikisi görülebilir" diye konuştular.
Hiperaktif çocuğun çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremediğini, etkinliklerde hatalar yaptığını ifade eden uzmanlar, "Örneğin, satrançta, sporda dikkatsizce hatalar yapıyorsa bu önemli bir bulgudur. Ancak burada altının çizilmesi gereken nokta sadece okulda, derslerinde değil, kendi sevdiği etkinliklerde de hatalar yapmasıdır" dediler.
Uzmanlara göre hiperaktif çocuğun belirtileri şöyle:
"- Düşünmeyi gerektiren aktivitelerden kaçarlar. Örneğin, satranç, bilmece çözme gibi şeylerden uzak durabilir.
- Gerçek dikkat eksikliği olan çocuklar dışarıdan gelen en ufak bir uyarana derhal tepki gösterirler. Bir zil sesi, bir ışık çocuğun dikkatini hemen dağıtır.
- Kendisiyle konuşulduğu zaman dinlemiyor gibi gözükür. Çoğu zaman da kendisine söylenenleri yerine getirmez.
- Çoğu zaman kendi için gerekli olan, defter, kalem ve benzeri eşyalarını kaybeder.
- Çocuk o kadar ataktır ki daha soru bitmeden hemen cevap verir, herkesin sırasını beklediği yerde sıra beklemez. Bu ilk defa ana okulunda ya da okulda ortaya çıkar.
- Başkasının sözünü keser, başkasının oyununu bozar.
- Kıpır kıpırdır yerinde duramaz. hareketlerinde bir aşırılık söz konusudur.
- Oturması beklenen yerde oturamaz kalkar, sınıfta kendini tutamaz, kalkar dolaşır.
- Etkinliklere katıldığında oyunu bozar, sırasını beklemek istemez, devamlı hareket der.
- Çok konuşur, söze karışır."
HİPERAKTİF KÜÇÜK YAŞTA DA ANLAŞILABİLİR
Genellikle okula başlama çağlarında göze çarpan hiperaktif sorununun dikkatli bir gözlemle 1-1.5 yaşlarında da tanınabileceğini belirten uzmanlar, "Hatta bazılarının anne karnında bile çok hareketli oldukları veya doğumdan hemen sonra anne kucağında ya da yatağında durmadan hareket ettikleri gözlenir. Bu bebekler, huysuz, huzursuz güç bebek olarak tanımlanır. Yaşamın ilk birkaç ayında aşırı hareketlilik, yeme ve uyku bozuklukları görülebilir. Emekleme dönemi veya yürümeye başladıkları zaman çok hareketli ve atak oldukları için birkaç kişinin devamlı bakımı gerektiği söylenir" şeklinde konuştu.
Hiperaktivite bozukluğunun birinci dereceden akrabalar arasında görülmesinin kalıtsal geçiş şüphesini ortaya çıkardığını vurgulayan uzmanlar şunları kaydetti:
"Hiperaktivitenin gelişme ihtimalleri arasında gebelik ve doğum komplikasyonları, anne-babada alkolizm, depresyon, annenin sigara içmesi gibi durumların da etkili olduğu düşünülüyor. Çocuk psikiyatristleri aile ve öğretmenlerin yaramazlık ve hiperaktiviteyi birbirine karıştırdığını belirterek, bu konudaki farka dikkat çekiyor. Bazı aileler aslında yaramaz olan çocuklarının hemen hiperaktif olduğu düşüncesine kapılıyorlar. Aynı şekilde öğretmenler de bu kanıya kapılıyor. Oysa ikisi çok farklı. Hiperaktivite tanısının mutlaka bir çocuk psikiyatristi tarafından konulması gerekir. Çünkü tembel, şımarık ve yaramaz çocuklar da bu bozuklukla karıştırılabilir. Bu yüzden tanının iyi konulmuş olması son derece önemli. Eğer çocuk gerçekten hiperaktif ise gençlik yıllarında da yüzde 80 oranında devam eder. Yetişkinlikte ise yüzde 30-60'a kadar devam edebilir. Burada korkulan durum daha çok ileri yaşlarda ortaya çıkıyor. Çünkü çocuk tedavi edilmezse okulu bitiremiyor, aşırı tezcanlı olduğundan çalışarak bir şeyleri başarmayı beklemiyor, hırsızlık gibi kolay yoldan para kazanma davranışlarına yönelebiliyor. Toplum dışı bazı davranışlar göstererek, etrafına zarar verebiliyor."
--->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::
Uzmanlardan Ailelere Uyarı
--------------------------------------------------------------------------------
Doğumdan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kan fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeğin zeka özürlü olmasını önlüyor.
Uşak İl Sağlık Müdürü Ali Taşçı, doğumdan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kanın fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeğin zeka özürlü olmasını önlediğini söyledi.
Fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeklerin diğer bebeklerden ayırt edilemediğini ifade eden Uşak Sağlık İl Müdürü Dr. Ali Taşçı, erken tanı konması halinde hastalığın tedavi edilebileceğini söyledi. Doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde anne sütü aldıktan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kanın bebeğin zeka özürlü olmasını önleyeceğini belirten Dr. Taşçı, "Çocuklarımızı tehdit eden önemli hastalıklardan birisi de kalıtsal metabolizmaya bağlı bir hastalık olan fenilketonüridir. Bu hastalıkla doğan çocuklar, proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli aminoasiti vücutta kullanamaz. Bunun sonucunda kanda ve diğer vücut sıvılarında artan fenilalanin ve onun artıkları çocuğun gelişmekte olan beynini harap eder. Tedavi edilmediği takdirde hastalık ağır zeka geriliğine neden olur" dedi.
Fenilketonüri hastalığının bebeğin beyni etkilenmeden, erken tanınmasının önemli olduğunu vurgulayan Dr. Taşçı, "Bu amaçla geliştirilmiş her yeni doğan çocuğa uygulanabilen bir tarama testi vardır. Doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde özel bir filtre kağıdına alınan 2 damla kan teşhis için yeterlidir. Hastalık erken teşhis edildiğinde uygun diyet tedavisiyle zeka geriliği önlenebildiği için gelişmiş ülkelerde tüm yeni doğanların fenilketonüri yönünden taranması zorunluluğu var. Tedavide genel ilke gıdalarla alınan fenilalanin miktarını azaltarak, kanda fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisinde fenilalanini çok azaltılmış ya da fenilalanin içermeyen özel ve ilaç niteliğinde mamaların ve tıbbi ürünlerin kullanılması gereklidir. Fenilketonüri yeni doğan taramasıyla saptanıp ilk 3 ayda tedaviye başlanmazsa, zihinsel özür gelişmesi kaçınılmazdır" diye konuştu. İHA
--->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::
Hiperaktif çocuklara balık yağı
Omega-3 yağ asidi, dikkat eksikliği için de öneriliyor
Hiperaktif çocuklarda, Omega-3 yağ asidi içerikli şuruplar, rahatsızlığın giderilmesinde yarar sağlıyor.
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Hasan Koç, ''özellikle hiperaktivite gözlenen çocuklarda, Omega-3 yağ asidi içerikli şuruplar, rahatsızlığın giderilmesinde büyük yarar sağlıyor. Bunu hastalarımızda net bir şekilde gözlemliyoruz" dedi.
Hamilelik sırasında dengeli beslenmeyen annelerin çocuklarında vitamin ve mineral eksikliğine bağlı olarak bazı rahatsızlıklar görüldüğünü de söyleyen Koç, ''hamilelik ya da bebeklik döneminde, beyinsel gelişim için gerekli vitamin ve mineralleri alamayan çocuklar için, Omega-3 yağ asidi takviyesi önerilmekte'' dedi.
"Yararlı olduğu bir başka rahatsızlık ise dikkat eksikliği"
Omega-3'ün balık yağında bulunduğunu belirten Koç, "bu vitamin grubunun yararlı olduğu bir başka rahatsızlık ise ilköğretim çağındaki çocuklarda sıkça görülen dikkat eksikliği" dedi.
Şurupların düzenli kullanımının dikkat toplama güçlüğünü azalttığını da söyleyen Koç, "bu şuruplardan, 1-6 aylık bebeklere günde bir çay kaşığı, 7-12 aylık bebeklere bir tatlı kaşığı, bir yaş üzeri çocuklara ise bir yemek kaşığı içirilebilir. Söz konusu ilaçların, hekim gözetiminde kullanılmasında yarar var'' diye konuştu.
"Avrupa'daki araştırmalar gelişmeyi ortaya koyuyor"
Türkiye'de Omega-3 yağ asidi kullanımıyla ilgili bilimsel bir araştırmanın yapılmadığını da vurgulayan Koç, "Avrupa'da yapılan araştırmalar, vitamin-mineral eksikliği tespit edilen çocukların, Omega-3 yağ asidi verilmesiyle beyinsel gelişme gösterdiğini ortaya koyuyor" dedi.
Koç, vitamin bileşeninin, tüm yaş grupları tarafından da kullanılabileceğini söyledi.
--->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::
Anne sütüne eş değer besin yok
--------------------------------------------------------------------------------
Uzman Dr. Zafer Tunataş, bebeklerin 2 yaşına kadar emzirilmesini isteyerek, dünyada anne sütüne eş değer bir besin olmadığını söyledi.
Çanakkale'de "Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları" projesi çerçevesinde düzenlenen panelde konuşan Dr. Zafer Tunataş, "Anne sütü besleyici, kolay sindirilebilen, enfeksiyonlara karşı vücudu koruyan tabii bir besindir. Bebeği solunum yolları ve mide bağırsak enfeksiyonlarına karşı korur. Anne sütünün aile ekonomisine de katkısı söz konusu" dedi.
İnek ve keçi sütüne göre anne sütünün çok daha faydalı olduğunu anlatan Tunataş, anne sütünde A ve C vitaminlerinin ağırlıkta olduğunu, bu vitaminlerinse savunmasız olan bebeği enfeksiyonlara karşı koruduğunu belirtti. Anne sütünün rastgele bir sıvı olmadığını hatırlatan Tunataş, "Bugün hiçbir mamanın içinde canlı madde yoktur. Sadece anne sütünde canlı doku vardır. Günümüzde anne sütüne eş değer bir besin halen yapılamadı. Anne doğum yaptıktan sonra hemen bebeğini emzirmeli. 6 aya kadar hiçbir ek besin vermeden bebeğini emzirmesi gereken anne, 2 yaşına kadar da bebeğini emzirmeye devam etmeli" diye konuştu.
Sağlık İl Müdürü İlhan Güney da, Çanakkale'yi bebek dostu il haline getirmek için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini belirtirken, eczacılardan mama reklamlarıyla ilgili afişleri vitrinlerine asmaması istedi. Güney, bebekler için en önemli besinin anne sütü olduğunu ifade etti.
Ana Çocuk Sağlığı Aile Planlaması Şube Müdürü Uzman Dr. Işıl Onat ise kadınların yüzde 99'unun ikiz bebeğe yetecek miktarda anne sütüne sahip olduğunu dile getirerek, şunları söyledi: "Anneler bazen sütünün yetersiz olduğunu sanıyor. Bu yanlıştır. Her annenin sütü bebeğine yetecek kadardır. Anneler bebeklerin doğumundan itibaren 2 yaşına kadar çocuklarını emzirmeliler".
Panelde, ayrıca Uzman Dr. Savaş Çetinay yetersiz süt ve ağlama, Uzman Dr. Turan Erginbaş da sağlık uygulamaları ve özgüven konularında birer konuşma yaptı.
--->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::
Bebeklerin İzlenmesi
--------------------------------------------------------------------------------
Sağlam çocukların izlenmesi
Hiç bir yakınması olmasa bile her çocuk, doğumdan başlayarak belirli aralıklarla birinci basamak sağlık ekibi tarafından izlenmelidir.
izlemenin üç amacı vardır
Birincisi, çocukları hastalık ve sakatlık/ardan korumaktır. Aşılama veanne -babanın bebek bakımı, beslenmesi ve gelişimi konusunda eğitimleri, bu amaçla yapılmaktadır.
ikincisi, çocuğun farkedilmeyen bir hastalığı varsa erken tanı koymaktır.
Üçüncüsü, belirli bir sorun geliştirme riski olan bebeklerde sorunun gelişmesini önlemektir.
izleme sıklığı ne olmalı?
Birinci basamak sağlık ekibi, çocukları küçük yaşlarda dah sık, büyüdükçe daha seyrek izlemelidir. Doğuştan hiçbir sağlık sorunu olmayan, iyi beslenip büyüyebilen, gelişebilen,
anne ve babanın bilinçli ve ilgili olduğu durumlarda, bebeği aşı programına uygun olarak ve ailenin soruları olduğunda izlemek yeterli olabilir.
Küçük bebekler
Küçük yaşlarda bebekler daha hızlı büyür ve gelişir. Kilo ve boylarında, becerilerinde küçük yaşlarda daha hızlı değişiklikler olur. Küçük bir bebeğin ailesinin bakım, beslenme ve bebeğin gelişimi ile ilgili deneyimi henüz azdır. Bu nedenlerle desteğe ve doğru, yerinde önerilere daha çok gereksinim duyarlar.
Sorunu olan bebekler
Büyüme gelişme ya da sağlık sorunu olan bebekler (prematüre, Düşük doğum ağırlığı, doğuştan sakatlıklar..) de daha sık izlenmelidir.
Bu bebeklerin durumları kısa sürede olumsuz yönde değişebilir.
Bu bebekler birinci basamak sağlık ekibi tarafından sık görülürlerse oluşabilecek sorunların önüne geçilebilir ya da olumsuz belirtiler erken fark edilip düzeltilebilir.
Ailenin özellikleri
Yoksul, kalabalık, eğitimsiz ailelerin çocukları da sık izlenmelidir.
Bu ailelerin çocuklarında hastalıklar daha sık görülür.
Bebekler iyi beslenemez, gelişimleri geri kalabilir, aşıları zamanında yaptırılamayabilir.
Bebeği nerede izlemeli?
Sağlam bir bebek iki yerde izlenebilir. Ev ziyareti ile kendi evinde, Sağlık evi, sağlık ocağı, AÇSAP merkezinde. Eğer aile düzenli aralıklarla bebeği izlemeye getirmeyecekse, ev ziyareti ile bebeğe ulaşmak ve onu evinde izlemek gerekir.
Özellikle prematürelik, doğumsal bir sakatlık gibi hastalık ya da sakatlığı olan ya da yoksulluk, geçimsizlik, cahillik gibi sorunları olan ailelerde ev ziyareti yapmak daha iyi olur.
çocuğun yaşadığı koşullar ve ona ayrılabilen olanaklar ev ziyaretiyle daha iyi değerlendirilebilir. Böylece ailenin ev ziyareti yapan kişiye güven duyması sağlanır.
Bu durumda yolda zaman geçirileceği, evde izleme dışında da zaman harcanabileceği için 1 günde daha az sayıda çocuk ziyaret edilebilecektir. Ev ziyaretlerinde izlenen çocuk sayısını artırabilmek için, komşu ailelerin çocuklarını tanıdık bir evde toplamak nicelik olarak bir yarar sağlayabilirse de, anne babayla yüz yüze eğitimi güçleştirir, dikkati dağıtır, çok sayıda çocuğun gürültüsü, ağlaması birbirine karışır ve aileler özel soruları kalabalık içinde sormazlar.
Gözlem yapma olanağı sağlanamaz. Bu da izlemin niteliğini düşürebilir.
En iyisi, her çocuğun bir kez doğduğunda ve daha sonra yaşına, ailesinin özelliklerine ve sağlık durumuna göre belirli aralıklarla evinde ziyaret edilmesidir.
Ailesinin durumu özellikle kötü olmayan, büyüme ve gelişmesi sorunsuz, sağlıklı bebekler daha çok sağlık ocağında izlenebilir. Aileleri bebeklerini sağlık evi-ocağına düzenli olarak getiriyorlarsa, birinci basamak sağlık ekibi yolda zaman harcamayacağı için, bir günde daha çok (10-15) bebek izleyebilir.
Sağlık ocağının çocuk izleme odası uygun biçimde hazırlanmış olacağından (bebek terazisi, muayene masası..), daha nitelikli bir muayene yapılabilir. Gerektiğinde hekime danışılabilir.
Çocuk izlemenin temel kuralları
Her izlemenin 6 temel aşaması vardır.
İlişki Kurma
Öykü Alma
Muayene
Gerekirse laboratuar testleri yapma
Değerlendirme
Aileye önerilerde bulunma
Her izlemde laboratuar testi gerekli olmayabilir, ancak gerekli durumlarda asla unutulmamalıdır.
Anaokuluna başlama yaşı ne olmalıdır ?
Çocuklar sosyal bir ortama uyum sağlayabilecek psikolojik olgunluğu ortalama 3 yaşını doldurduklarında kazanmaktadırlar. Bu nedenle de bu yaştan itibaren bir sosyal kuruma devam etmeleri uygun olmaktadır.
Daha öncesinde tek bir kişinin sürekli ilgisine ihtiyaç duyarlar ve bu ilgiyi paylaşabilecek olgunluğa erişmemişlerdir. Bu nedenle 3 yaş öncesi yuvaya gönderilen çocuklarda sıklıkla yuvaya uyum problemleri yaşanmaktadır. Anaokulu ne gibi özelliklere sahip olmalıdır? Aileler çocukları için anaokulu seçerken nelere dikkat etmelidir?
3 - 6 yaş dönemi çocukların zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimleri için en önemli dönemdir. Çocuklar öncelikle gelişimlerinin bir özelliği olarak sosyalleşmek, başka çocuklarla bir arada olmak ihtiyacındadırlar. Yuvalar çocukların paylaşma, bir arada olma, birlikte hareket edebilme ve oyun oynama ihtiyacını karşılarlar. Becerileri ve zihinsel kapasiteleri birbirine denk olan yaşıtlarıyla bir arada olmak çocukların yaşayarak öğrenmelerini sağlar ve sosyal paylaşımın öğrenilmesinde etkilidir. Bu nedenle de anaokulu ve yuvaların çocukların bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal gelişimlerini ve dil gelişimlerini destekleyici bir program uygulamaları ve bu programı uygun koşullarda sunmaları gerekmektedir. Çocukların tüm gelişim alanlarını destekleyen bir program hazırlanmalı ve bu program çocukların keyifle ve ilgilerini çekebilecek şekilde takip etmelerini sağlayacak bir içerikte hazırlanmalıdır. Çocukların var olan ilgi ve yeteneklerini geliştirmeye yönelik değişik aktivitelerin sunulması önemlidir. Çocuklar hem eğlenmeli, hem öğrenmeli hem de yeni ilgi alanları bulmalıdırlar. Öğrenirken eğitim hayatlarının temeli olan birlikte hareket edebilme, grupla birlikte karar alabilme, sıra bekleme, kendini grup içinde ifade edebilme, ihtiyaçlarını ifade etme, belirlenen kuralları öğrenme ve bu kurallara-sınırlara uyma gibi becerileri kazanmaları da önemlidir. Çocukların yaşlarına uygun olarak gerekli kavramları (renk, şekil, sayı vb), el becerilerini, sosyal becerileri öğrenmeleri evden çok yuva ortamında mümkün olmaktadır. Yuvada tüm bu bilgi ve becerilerin belli bir sıra ile öğretilmesi söz konusudur. Programın uygulanması aşamasında yuva personelinin deneyim ve eğitimleri de çok önemli olmaktadır. Anaokulunda daimi bir pedagog veya çocuk gelişimi konusunda deneyimli bir psikoloğun bulunması yuva seçiminde birinci koşul olmalıdır. Çocukların becerilerinin ve gelişimlerinin takibini yapabilmek ve olası bir aksaklıkta aileyi uyarabilmek çok büyük önem taşımaktadır. Çünkü olası bazı problemler erken yaşta keşfedildiklerinde hızlıca çözümlenebilmekte aksi halde uzun yıllar süren, eğitim hayatını ve çocuğun sosyal hayatını etkileyen başka zorluklara dönüşebilmektedirler. Ayrıca her çocuk zaman zaman bazı sıkıntılar yaşayabilmekte bu sıkıntılar değişik şekillerde ifade edilmektedirler. Çocuklardaki bu belirtileri ve değişiklikleri dikkatle gözlemlemek ve başka bir problemin işareti olduğunu keşfedebilmek uzmanlık ve deneyim gerektirmektedir. Ayrıca ailelerin çocukların eğitimi ve gelişimi konusunda ve uygun disiplin yöntemleri konusunda yönlendirilmeleri ve desteklenmeleri önemlidir. Bu nedenle de yuva personelinin pedagoji eğitimli olması büyük önem taşımaktadır. Temizlik ve fiziksel ortam zaten anne-babaların dikkat ettikleri ve fark etmekte zorlanmadıkları özelliklerdir. Burada da dikkat edilmesi gereken şey fizik ortamın nasıl düzenlendiğidir. Örneğin çocuklar hangi aktivite sırasında nerede bulunuyorlar? Bu ortamlar o aktivitenin rahatça gerçekleşmesi için uygun ortamları mı? (örneğin boya yapılan yerde zeminin halı olması hem çocukların rahatı hem de hijyen açısından uygun olmayabilir) Merdivenler ne kadar korunaklı? Bahçe ve bahçedeki oyun malzemeleri tüm çocukların kullanımına açık mı ve çocuk sayısına oranlandığında yeterli mi? Oyuncak çeşitliliği var mı? Hangi malzemeler kullanılıyor? Boyalar vs çocukların ağzına almaları durumunda zararlı olabilecek nitelikte mi? Oyuncaklar ve diğer eğitim malzemeleri gerçekten kullanılıyorlar mı? Serbest oyun zamanlarında ve bahçe saatinde çocuklarla ilgilenen personel sayısı da önemlidir. Çünkü çocuklar açık alanda daha hareketli olmakta ve zarar görme olasılıkları artmaktadır. Bu nedenle bahçe saatlerinde ve hareketli oyunlar sırasında normalde var olan öğretmen ve eğitimci sayısının takviye edilmesi önemli olmaktadır.
Çok önemli bir konu da sınıf mevcududur. Okul öncesi sınıflar 3 yaşta 10-12 civarı olmalıdır. Daha fazla sayıda çocuk için tek öğretmen yeterli olmamaktadır. 4 ve 5 yaş grubunda bu sayının biraz daha üzerine çıkılabilir. Ancak ilkokul sınıfları gibi kalabalık ortamlarda çocukların bir arada düzen içinde bulunmalarını sağlamak güç olacağından ister istemez daha sıkı bir disiplin uygulanmaya çalışılacak bu da çocukların ihtiyaç duydukları rahatlık ve ilgi ihtiyaçları ile ters düşecektir.
Anaokulu çocuğa neler öğretir? İlerideki akademik ve sosyal yaşamına ne tür katkıları olur?
Anaokulu çocuğun yaşamındaki ilk gerçek sosyal deneyimdir. Çocuğun merkez olduğu ve tüm ilginin üzerinde olduğu bir ortamdan uzaklaşıp ilgiyi, sevgiyi paylaştığı, bir düzen içinde grup halinde hareket ettiği, beklemeyi, sabretmeyi öğrendiği, tüm ihtiyaçlarını karşılaması için desteklendiği ilk ortamdır. Çocuk yuvaya giderek öncelikle düzen öğrenir. Her gün aynı saatte kalkıp, aynı düzen içinde okuluna gitmektedir. Bu ev yaşamında da düzen sağlar. Belirli bir saatte yatmayı, düzenli olarak kahvaltı etmeyi öğrenir. Düzenli ve sürekli arkadaşlıkları olur. Arkadaşlarını aramaya, onlar tarafından aranmaya başlar. Arkadaşlık ve arkadaşlarıyla paylaştıkları önemli olmaya başlamıştır. Anne-babası dışında öğretmeni ve okuldaki arkadaşları hayatında önemli olmaya başlarlar. Başka insanlarla ilişki kurmayı ve sürdürmeyi öğrenir. Evde ortaya çıkan sorunlarda sorun çözmek zorunda kalmayabilir ancak yuvada örneğin oyuncağını paylaşması gerektiğinde uygun yöntemle yaklaşamazsa hayal kırıklığı yaşayabilir ve bu yolla zaman içinde problem çözmeyi öğrenir. Kabul görmek, kabul etmek gibi sosyal kavramlar gelişmeye ve önem kazanmaya başlar. Yaşayarak, deneyerek öğrenme fırsatı elde eder. Her tür bilgi grupla etkileşim halinde öğretilmektedir ve mümkün olduğunca çocukların bir çok duyusuna hitap edebilecek bir öğretim planı uygulanır. Bu nedenle çocuğa evde öğretilen sistemsiz ve düz bir bilgiye oranla çok daha kalıcı ve muhakemeye olanak veren zengin bir öğrenme ortamı sağlanmaktadır. Bu tarz öğrenme çocukta sürekli bir öğrenme isteği ve ihtiyacı yaratmaktadır.
Tüm bu bilgi ve deneyimin 6 yaşından önce kazanılmasının asıl önemi çocuğun zihinsel ve duygusal gelişimi için bu yılların çok önemli yıllar oluşudur. Bu dönemde edinilen bilgiler hem çok kolay öğrenilmekte hem kalıcı olmakta ve öğrenme alışkanlığı geliştirmek açısından önem taşımaktadır. Anaokuluna giden çocukların gitmeyenlere oranlar ilkokulda çok daha uyumlu ve başarılı oldukları bilinmektedir. Ayrıca sosyal uyum ve arkadaşlık geliştirme becerileri açısından okul oncesi eğitim almış olan çocuklar çok daha şanslı olmaktadırlar. Okul öncesi eğitimin başka bir önemi de çocukların gelişimlerinin takip edilmesidir. Çünkü anne-babalar çocuklarının gelişim alanlarını dikkatle takip edebilecek bilgi ve beceriye sahip olmayabilirler. Ayrıca her çocuk gelişiminin bazı alanlarında sorunlar yaşayabilir, ileriki yaşlarda yaşaması olası bazı problemlere ait ipuçları verebilir. Bu belirtileri fark etmenin ve en uygun müdahalenin ne olduğuna karar vermenin en iyi yolu çocuğun anaokulu gibi yapılandırılmış bir ortamda düzenli şekilde takip edilmesidir.
Anaokuluna başlayan çocuklara aileler nasıl davranmalıdır?
Anaokuluna başlama hem aile için hem de çocuk için çok önemli bir ilk adımdır. Aileler bir çok kaygı yaşamaktırlar. Özellikle de anneye fazla bağımlı olan ve evde kural öğretilmemiş, sorumluluk verilmemiş olan çocuklar için anne-babalar daha fazla kaygı duymaktadırlar. Çünkü genellikle bu çocuklar daha fazla uyum problemi yaşamaktadırlar. Çocuklar becerileri gelişmeye başladığı dönemden itibaren kendi ihtiyaçlarını karşılamaları için teşvik edilmelidirler. Ayrıca, yemek, uyku, temizlik vb gibi konularda kurallar öğretilmelidir. Çocuk 2 yaşından itibaren yavaş yavaş nerede nasıl davranması gerektiği konusunda bilgilendirilmelidir. İstenen davranışlarla istenmeyen davranışların farkını öğrenmeye başlamalıdır. Burada tutarlılık önemlidir. İstenen davranışı karşısında her zaman olumlu bir ilgi alması çocuğu bu şekilde davranmaya isteklendirecektir. İsteklerinin makul ölçülerde karşılanması, bazı isteklerinin karşılanamayacağını bilmesi gerekmektedir. Aksi halde anne-babanın her talebi karşılayan tavrını çocuk girdiği her ortamda bekleyecek ve sonunda hayal kırıklığına uğrayarak yuvaya gitmek istemeyecektir.
Öncesinde kural ve sınır öğretilen, sabretmeyi ve beklemeyi öğrenen ve anne ile bağımlılık ilişkisi yerine bağımsızlık özelliğini kazanan bir çocuk yuvaya başlamak konusunda pek bir sorun yaşamayacaktır.
Anne-babanın çocuğun gideceği yuvayı çocuk olmadan seçmeleri ve karar verdikten sonra çocuğu götürmeleri uygundur. Çünkü seçme kararı çocuğa verildiğinde bizim için önemli olmayan kriterler çocuklar için önemli olabilir ve belki de pek uygun olmayan bir yuvayı çocuğumuz istediği için seçmek zorunluluğu oluşabilir. Biz de bunun etkisinde kalabiliriz.
Çocuk için uygun yuvaya karar verdiğimizde çocuğa bundan sonra oyun oynayabileceği, arkadaş edineceği ve yeni bilgiler edineceği bir okula gideceği söylenmelidir ve bir gün sadece ziyarete gidilmelidir. Ziyaret saatinin çocukların eğlenceli bir aktivite saati olması yararlı olabilir. Tüm yuvayı gezdikten ve kendi öğretmenini tanıştırdıktan sonra yuva yetkilisi çocuğa yuva hakkında bilgiler verebilir. İlk gün fazla kalınmadan dönülmelidir. Özellikle 3 yaşındaki çocuklar için çocuk istekli de ilk hafta günde 1-2 saatten fazla yuvada kalmaması uygun olmaktadır. İkinci hafta 3-4 saate çıkarılabilir. Mümkün ise dönem boyunca, değilse hiç değilse 2 ay boyunca çocuğun yarım gün yuvaya devamı daha uygun olmaktadır. Çünkü 3 yaş grubu çocuklar için tüm gün program psikolojik olgunlaşmalarının yetersizliği nedeniyle fazla yoğun gelebilmektedir.
Yeni başladığı dönemde çocuğa fazla soru sormak, yuvayı fazla övmek, ne yediğiyle fazla ilgilenmek, sık sık yuvaya gidip bakmak çocuğun uyumunu bozabilmektedir. Çocukla ilgili bilgileri çocuğunuz yanınızda değilken yuva yetkilisinden almalısınız. Çocuğu sorularla bunaltmak yerine kendi anlattığı bir şey olursa onu dinleyip, ne kadar takdir ettiğinizi ve okula başladığı için onunla ne kadar gurur duyduğunuzu belirtebilirsiniz.
Her şey yolunda gidiyor görünürken bile bir gün birden bire çocuğunuz yuvaya artık gitmek istemediğin belirtebilir. Paniğe kapılmadan sıkıntısının ne olduğun anlamaya çalışmalısınız. Çünkü çocukların yuvaya gitmek istememeleri genellikle yuva ile ilgili bir sorun olmamaktadır. Bazen yeni bir kardeşin geliyor olması, bazen anne ile ilgili sıkıntılar, bazen evde olan bir huzursuzluk gibi bir çok neden çocuğun yuvaya gitmek istemediğin belirtmesine neden olabilmektedir. Bu durumda yuvadaki uzmanlarla görüşüp onlardan yardım almalısınız.
Anaokuluna gitmekten korkma, ağlama, hatta sabahları mide bulantısı hissetme gibi davranışlar normal mi? Anne-babalar bu gibi davranışlar karşısından nasıl bir tutum içine girmeliler?
3 yaşını doldurmuş bir çocuğun yuvaya gidebilmek için gerekli psikolojik olgunluğa sahip olması beklenmektedir. Ancak bazı çocuklar annelerinde ayrışmakta güçlükler yaşayabilmekte ve bu nedenle de yuvaya gitmeye aşırı direnç gösterebilmektedirler. Hatta bu direç aşırı ağlama, kusma gibi uç sonuçlara neden olabilmektedir. Tepkilerin bu derece aşırı olması çocuğun başka ciddi sıkıntılar yaşadığının bir göstergesidir ve ancak profesyonel bir bir yardım alınması koşuluyla bu problemin üstesinden gelinebilir. Bu durumda yuvadaki uzmanlar ile klinik ortamda çalışan uzmanın işbirliği ile bu problem çözülebilmektedir. Ailenin bu konuda eğitilmesi ve çocuğun psikolojik olgunlaşmasının desteklenerek aile ile işbirliğinin sağlanması gerekmektedir. Bazen anne-babalar çareyi çocuğu okuldan almakta ve yuvaya verme kararını ileri bir zamana ertelemektedirler. Böyle bir erteleme genellikle çözüm olmamaktadır ve bu çocuklar ilkokula başladıklarında da benzer belirtiler göstermektedirler. Problem ne kadar erken çözülürse o kadar kolay olmakta ve çocuk bu durumun olumsuz etkilerine daha az maruz kalmaktadır.
Okulöncesi eğitimde anaokulundaki eğitmenler ne gibi vasıflara sahip olmalıdır?
Anaokulunda çalışan öğretmen, yönetici ve çocuklarla teması olan her türlü personelin pedagojik bir eğitimden geçmiş olması önemlidir. Çünkü çocuklar için yuva içinde gördüğü ve temas ettiği herkes ve her şey okulu temsil etmektedir. Benzer bir dilin kullanılması, ses tonunun çocukları rahatsız edecek şekilde kullanılmaması, güler yüzlü olunması, mümkün olduğunca bakımlı ve temiz bir görünümde olunması çocuklar için önem taşımaktadır. Özellikle öğretmenlerin çocukların duygularını anlamak konusunda yetenekli olmaları, empatik olmaları, problem çözme yeteneğine sahip olmaları, oyuna, dramatizasyona yatkın olmaları, kendi duygularını iyi ifade edebilmeleri, düzgün bir diksiyona sahip olmaları önemlidir. Ayrıca sürekli çocuklarla bir arada olmak en az çocuklar kadar oyunu ve oyuncağı sevmeyi gerektirir. Sadece psikoloji veya pedagoji eğitimi almış olmak anaokulu öğretmeni olmak için yeterli olmamaktadır. Anaokulu öğretmeni olacak kişinin, kişiliğinin de çocuklar gibi çoşkulu ve eğlenceli olması gerekmektedir.
Her çocuk mutlaka anaokuluna gitmeli midir? Eğer gidemiyorsa anne-baba neler yapmalıdır?
3 yaşından itibaren her çocuğun anaokuluna gitmesi önerilmektedir. Ülkemizde bir çok devlet okulunun anasınıfı mevcuttur ve her geçen gün de yaygınlaşmaktadır. Ancak çevresinde anaokulu bulunmayan ailelerin okul öncesi döneme ait çocuk yayınlarını takip etmelerinde yarar vardır. Anaokulları için üretilen ünite dergileri veya kavram öğreten ve bir çok beceriyi geliştiren bir çok yayın mevcuttur. Bunları takip edip günlük bir program dahilinde çocukların masa başında çalışmaya alıştırılmaları, el becerilerinin geliştirilmesi ve mümkün olduğunca yaşıtlarıyla bir arada oyun oynama olanağı sağlanması gerekmektedir. Ayrıca çocuk eğitimi ve gelişimi konusunda anne-babalar için hazırlanmış yayınların okunması, anne-babalara çocuğun eğitimi sırasında ortaya çıkabilecek olası problemlerle baş etme becerisi kazandıracaktır. Okumak, öğrenmek, çalışmak konusunda anne-babanın çocuğa örnek olması ve çocukta öğrenme isteği uyandırması önemlidir. Ülkemizde bir çok çocuk eline kalemi ilkokula başladığı gün almaktadır. Çocukların öğrenebilmeleri ve beceri geliştirebilmeleri için onlara fırsat verilmesi, teşvik edilmesi ve örnek olunmasının önemi unutulmamalıdır. Çocukların çok küçük yaşlarından itibaren onların becerilerini geliştirecek oyun malzemelerinin alınması-sağlanması önemlidir. Anne-babaların çocukların gelişim dönemlerindeki zihinsel ihtiyaçları konusunda bilgilenmeleri ve bu konuda bol bol okumaları gerekmektedir. Ancak bu yolla çocukları için en uygun oyun malzemesini bulabilirler ve onları kendi ilgileri ve becerileri doğrultusunda eğitebilirler.
Hazırlayan : Belgin Temur (Uzman Pedagog)
Oyunun Ebeveyn - çocuk Ilişkisindeki önemi
OYUNUN EBEVEYN - ÇOCUK İLİŞKİSİNDEKİ ÖNEMİ
" ÖZEL OYUN ZAMANI "
Bir çoğumuz çocuklarımızla oyun oynarken hem onlarla güzel vakit geçirmek hem de onlara bir şeyler öğretmek amacı güderiz. Özellikle çocuklarıyla paylaşacak vakti kısıtlı olanlarımız, gün içinde onlara vermek isteyip de veremediğimiz "her şeyi" birlikte oynadığımız oyuna sığdırmaya çalışırız. Örneğin, bir çoğumuz bizimle lego yapmak isteyen oğlumuza "uçak öyle değil böyle yapılır" ya da evcilik oynamak isteyen kızımıza "dikkat et, yemeği dökme" gibi müdahaleler yaparız.
http://www.minikeller.com/images/new...k/oyuncak1.jpgBazen farkında olmadan bu müdahaleler öyle çok olmaya başlar ki, hem çocuğun yaratıcılığını ve girişimciliğini engellemeye hem de ebeveynin onunla olan ilişkisini germeye başlayabilir. Çocuk ebeveyni daha çok öğretici konumda görebilir. Bu da çocuğun ya onunla güç mücadelesine girmesine ya da tamamen pasif bir konuma geçerek boyun eğmesine yol açabilir. Biz her ikisini de istemeyiz.
Çocuğun hem kendisine güvenli hem de sınırlarını bilerek davranması için anne-babanın onunla geçirdiği olumlu bir zamanın olması, yaptıklarının ve söylediklerinin duyulduğunu ve önemsendiğini hissetmesi ve yaptığı olumlu davranışların ödüllendirilmesi gerekmektedir. Çocuk negatif bir davranış gösterdiğinde (zarar verme dışında) ise anne ve babanın bu davranışı görmezden gelmeleri gerekmektedir.
Anne-babanın çocuğuyla ilişkisinin önemli bir kısmı oyun aracılığı ile gerçekleşmektedir. Bu yüzden çocuğuyla ilişkisini daha olumlu bir hale getirmek isteyen anne-baba ilk önce çocuğuyla oynadığı oyunu olumlu bir hale getirmelidir.
Başlangıç olarak günün belirli bir saatinde oynanan oyunda uygulanacak yöntemler zamanla anne ve babanın günlük davranışlarına yansıyacak, çocuklarıyla daha verimli ilişki kurmalarına yardım edecektir.
"Özel zaman" olarak da adlandırabileceğimiz bu oyun süresinde anne ya da babanın çocuklarıyla oynarken bazı noktalara dikkat etmeleri önerilmektedir.
Bu, aslında "kuralsız" olan oyunun kuralları şunlardır :
1- Gün içerisinde hiçbir şekilde bölünmeyecek (yemek hazırlama ya da telefon görüşmeleri ile) 10-15 dakikalık bir süre ayarlayın. Bu zamanın her gün aynı saatlere denk gelmesine çalışın.
2- Çocuğunuzun oyunu seçmesine izin verin. Kutu oyunları gibi net kuralları olan oyunları teşvik etmeyin. Çocuğunuza bu zamanın onunla özel zamanınız olduğunu ve bu zamanı onunla oynayarak geçireceğinizi söyleyin.
3- Çocuğunuzu takip edin. Onun ne yaptığını dikkatli ve ilgili bir şekilde gözlemleyin.
4- Çocuğunuzun yaptıklarını gördüğünüzü ve bunlarla ilgilendiğinizi ona belirtin:
"Arabanı çok dikkatli kullanıyorsun" , "Bu senin hoşuna gitti", gibi
5- Çocuğunuzun söylediklerini duyduğunuzu ve bunlarla ilgilendiğinizi ona belirtin:
Çocuk: "Daha oynamak istiyorum" dediğinde
Siz: "Özel zamanımız hoşuna gitti." diyebilirsiniz.
6- Onun yaptıklarından ya da söylediklerinden hoşunuza gidenleri sözel olarak ödüllendirin.
"Yaptığın sarı ev çok hoşuma gitti" , "Arabalarını ne kadar dikkatli yerleştiriyorsun." ,
"Çok çaba gösterdin." ya da sadece "Aferin!" diyerek ödüllendirebilirsiniz.
7- İstemediğiniz bir davranış gösterdiğinde bu davranışı sadece görmezden gelin.
(3, 4, 5 ve 6. Maddeleri yapmayı kesin.) Yıkıcı bir davranışta bulunursa oyunu bırakın.
8- Çocuğunuza soru sormayın
"Ne yapıyorsun?" , "Neden bunu çizdin?" gibi.
9- Öğretmeyin, yalnızca çocuğunuzun sizi yönlendirmesine izin verin.
10- O istediği takdirde onun oyununa katılın ancak oyunu asla yapılandırmayın.
Hazırlayan : Yudum Akyıl
Klinik Psikolog
çocuğun Gelişim Sürecinde Ayrilma Kaygisi
ÇOCUĞUN GELİŞİM SÜRECİNDE AYRILMA KAYGISI:
AYRILIĞA HAZIRLAMA
18 aylık Ali, annesinin kucağında oturmuş, ilk defa bulunduğu bu ortamda kaygılı gözlerle etrafı izliyordu. Annesi yeni bir ortama girdiklerinde uzunca bir süre yanından ayrılmadığını söylemekteydi. Evde devamlı olarak yanında olmak istediğinden, kendi başına oyalanmadığından yakınmaktaydı. Daha bebekken ondan daha rahat ayrıldığını, şimdilerde ise oğlunun kendisinin arkasından ağladığını ifade etmekteydi.
Bu durum Ali’nin diğer birçok yaşıtı gibi, kendisine tanıdık olan ile olmalayanı ayırt etmeye başladığını ve zihinsel olarak bunu bir duygu ile eşleştirdiğini göstermektedir. Artık kendisiyle ilgilenen kişileri tanımış, kendisine güven verme derecesine göre onları sıralamıştır. Bu sıralamada en üst düzeyde kendisiyle yakından ilgilenen, onun temel ihtiyaçlarını karşılayan kişi yer almaktadır. Bu kişi de genelde annedir, dolayısıyla ondan ayrılmak diğerlerinden ayrılmaktan daha zordur.
Büyümekte olan bebek genelde 10 aydan itibaren ayrılmaya kaygı ile birlikte bir tepki vermeye başlar. Bu kaygı 13 ila 18 ayları civarında en yoğun şekliyle yaşanır, iki yaşdan sonra ise gittikçe azalır. Ancak ayrılma, çocukluktan yetişkinliğe gelişimin her döneminde bireyi etkilemeye devam eder. Buna göre Ali, gelişimin doğal süreci içerisinde annesine her zamankinden daha yakın olmakta, onun yanında olmadığı zamalarda kaygı tepkileri göstermektedir. Bu kaygı tepkileri bebeklikte ağlamayla kendini göstermektedir.
Yürüme gibi bedensel becerilerin gelişmesiyle anneye yapışırcasına sarılma, onun peşinden gitme, uzaklaşmamayı tercih etme şeklinde kendini gösterir. Bu dönemde oynanacak saklambaç gibi oyunlar, annenin görünmese de ortadan kaybolmadığı, gitse de geleceğine dair sağlıklı bir düşünceyi geliştirmesine yardımcı olur. Bu dönemde etrafı keşfetmek isterken, ebeveynin de yakın takibinde olmasını, onlardan uzaklaşmış olmadığından emin olmak ister.
Günlük ve uzun süreli ayrılıklar
Çocuğun ebevyninden ayrılmak istemeyişine karşın, günlük yaşantı ebevynin bazen birkaç saat, çoğunlukla da bütün bir gün çocuğun bakıcı ya da anneanne/babaanne veya da bir günlük bakım evine bırakmasını gerektirir. Bu günlük ayrılıklar sırasında çocuk, başlangıçta tepki verse de çevresindeki diğer kişilerin de yardımıyla bu duygularla baş etmeyi öğrenir. Ayrılıkla baş etme süreci çocuğun yapısal özelliklerine göre de değişir. Bazı çocuklar kaygıyla daha kolay başa çıkarken, diğerlerinin öğrenmesi zaman alır. Ayrılığın öncesinde güvenli bir ilişkinin geliştirilemediği durumlarda da çocuğun ayrılıkla başetmesi zorlaşacaktır. Ayrılık kaygısıyla baş edemeyen çocuk ileriki yaşlarda okulu da reddetecek duruma gelebilir. Böylesi bir durumda bir uzmana baş vurmak gerekmektedir.
Günlük ayrılılıkların yanında uzun süreli ayrılıklar da sıklıkla yaşanan durumlardır. Ayrılığın süresi (gecelik ya da daha uzun), ayrılığın beklenmedik bir şekilde çocuğun hazırlanmadan gerçekleşmesi ve çocuğun ayrı kalınan zamanda tanımadığı, bilmediği kişilerle ve ortamda bırakılması çocuğun bu uzun süreli ayrılıktan nasıl etkileneceğini de belirler. Bu durumların herbiri çocukta gerginliğe neden olurken, bunların hepsinin bir arada oluşu çocukta travmatik bir yaşlantıya neden olur. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan çocuğun, ebeveynine karşı güveni zedelenir, kaygısı artar ve onu bu duruma sokanlara öfkelenir. Bazen de çocuklar ayrılığı ebeveynin kendisini yeterince sevmediği, kendisine kızdığı ve onunla birlikte olmak istemediği şeklinde de algılarlar.
Ayrılıkla baş etmek için neler yapmalı? - Ayrılıkla ilgili sadece çocuğunuzun ayrılığa hazır lanması değil, sizin de kendinizi hazırlamanız ve bu durumun üstesinden beraberce geleceğinize dair güven oluşturmanız gerekmektedir. Suçluluk duygularınızdan arınmış bir ayrılık; çocuğunuzun kaygısını azaltacaktır.
- Siz kendinizle ilgili bu duygularla baş ettikten sonra, öncelikle çocuğunuza bu ayrılığı anlatın. Özellikle uzun süreli ayrılıklardan birkaç gün önce basit ve yalın kelimelerle ve olumlu bir ses tonuyla ne kadar süreyle ayrı kalacağınızı, neden gittiğinizi ve onu bırakacağınızı anlatın. Ne kadar süre ayrı kalacağınızı bir tablo ya da takvim ile görselleştirebilirsiniz. Çocuğunuzun da soru sormasına, kendi duygularından bahsetmesine fırsat verin. Siz yokken nasıl vakit geçireceğinden, görüşmediğiniz sırada sizin onu düşüneceğinizden bahsedin, onun da sizi düşünebileceğini ona öğretin. Sevginin sürekli olduğundan, ne kadar uzakta olunursa olunsun azalmayacağından söz edin. Onu daima sevdiğinizi ve düşündüğünüzü açık bir şekilde ifade edin.
- Özellikle döndüğünüzde birlikte neler yapacağınızı somut örneklerle anlatın. “Eve geldiğimde birbirimizi kucaklayacağız, birlikte kek yapacağız ve arabalarla oynayacağız” gibi. Somut örnekler, genel anlatımlardan daha çok çocuğun duygularıyla baş etmesini sağlar.
- Özellikle uzun süreli ayrılıklarda sevginizi somutlaştıracak size ait somut bir eşya ile sizin varlığınızı hissetmesine yardımcı olun. Bu sizin ona hikaye anlattığınız, veya şarkı söylediğiniz bir kaset, veya birlikte çekilmiş bir fotoğraf olabilir.
- Uzun süreli ayrılıklarda, çocuğunuzun günlük bir rutinine devam ettiğinden emin olun. Tanıdığı ortamda kalması ve bildiği kişilerce bakılması onun kaygısını azaltacaktır. Yeni tanışacak bir bakıcı ise bu kişiye çocuğunuzun alışkanlıklarını anlatın, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığı, belirgin kaygıları ve korkuları ve kişilik özelliklerini kendisine öğretin.
- Bakan kişiye siz yokken çocuğunuza sizden bahsetmesini isteyin. Sizi özlemesinin doğal olduğu, isterse sizinle telefonda konuşturabileceği ve sizin geri geleceğiniz hakkında güven vermesini öğütleyin.
- Ayrı kaldığınız zamanları telafi etmek için çocuğunuza gereğinden fazla hediye almayın. Suçluluğunuzun tuzağına düşüp çocuğunuzu mutlu etmeye çalışıp, onun her dediğini yapma çabasına girmeyin. Unutmayın kural koymak, ilişkiyi doğal akışında götürmek çocuğunuzun bu ilişkide kendini güvende hissetmesi için gereklidir.
-
- Döndüğünüzde çocuğunuzda ikilemli davranışlar ve duygular gözleyebilirsiniz. Bazıları sevinçle karşılarken, birçoğu uzak durur, öfke gösterir daha sonra yapışıp ayrılmak istemez. Bunların hepsi doğal davranışladır. Çocuğunuzun ayrılıkla baş etmeye çalıştığını ve kendi duygularını kontrol etmek için sizden uzak durduğunu gösterir. Bunları saldırı ya da geri çekilme olarak ele almayın. Döndüğünüzden ne kadar mutlu olduğunuzu, onu ne kadar özlediğinizi söyleyin, siz yokken çocuğunuzun neler yaptığını ve sizin neler yaptığınızdan bahsedin.
- Çocuğunuzu eğitmek için onu bırakıp gideceğinize veya onu sevmeyeceğinize dair tehditlerle eğitmeye çalışmayın. Korkutma zayıf bir disiplin yöntemidir, etkisi bütün hayat boyu sürecek kaygı bozukluklarına neden olabilir.
- Bütün bunları yapıyor olmanız çocuğunuzun ayrılığın etkisini azaltır ama yok etmez, bu nedenle bu ayrılık sürecini olabildiğince kısa tutun. Uzun süreli ayrılıklardan çocuğunuz büyüyene kadar sakının. Unutmayın tepki göstermiyor olması etkilenmediği anlamına gelmez.
Hazırlayan: ŞEBNEM KUŞCU ORHAN, MA.
KLİNİK PSİKOLOG
İki yaşında kişilik savaşında...
İki yaşında kişilik savaşında...
İki yaş dönemi çocuk gelişiminin en önemli ve en zor devresi. Sık sık yaşanan öfke nöbetleri anne ve babalara zor anlar yaşatıyor. Ancak problemlere karşı hazırlıklı olarak 2 yaş sendromunun üstesinden gelmek mümkün.
Anne ve babalar bebeklik döneminin yorucu temposundan kurtulduktan sonra her şeyin daha kolay olacağını düşünüyorlar. Ancak, her yaşın ayrı bir zorluğu olduğunu hatırlatmakta yarar var. Özellikle çocuklarda özerklik dönemini diye adlandırılan 12-36 aylarda önemli değişiklikler gözleniyor. 2 yaşla birlikte çocuklar sadece yürümekle, konuşmakla yetinmiyor, kendi bildiklerini okuyorlar. Sinirleniyor, ağlıyor ve öfke nöbetlerine kapılıyorlar. Bu noktada aileler ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Öncelikle sorunlara karşı hazırlıklı olmak gerekiyor. İki yaş ve sonrasında anne - babaların kendilerini nelerin beklediğini bilmeleri son derece faydalı. Sebepleri bilindikten ve gerekli önlemler alındıktan sonra iki yaş dönemini atlatmak aslında hiç zor değil.
Doğal bir tepki
Bu negatif dönemde çocuk dengesiz, olumsuz ve inatçı oluyor. Anne ve babasıyla sürekli çatışma halinde olan çocuk onların istediğinin tam tersini yapıyor. Kısa bir süre öncesine kadar neşeli, söz dinleyen ve kolay yönetilebilen çocuk, birdenbire ters ve huysuz oluyor. Acıbadem Hastanesi’nden Psikolog Penbe Yazıcı bu durumun son derece doğal olduğunu belirterek şunları söylüyor: “2 yaş çocuğunda yargılama düzeyi oldukça yetersizken güçlü irade kombinasyonu onun anne babayla sıkça çatışmasına yol açar. İşte bu çatışmaların en üst noktası öfke nöbetleridir. Bu nöbetler çocuğun mutlaka kötü huylu, iyi yetiştirilmemiş ya da sorunlu olduğu anlamına gelmez. Sadece bu yaşlarda doğal kabul etmemiz gereken kontrolsüzlüğün ifadesi diyebiliriz. Çocukların öfke davranışları ; her şeye itiraz etme, ağlayıp kendini yere atma, başını duvara veya yere vurma, yemeği reddetme, yediği yemeği kusma, eline geçeni fırlatma gibi oldukça çeşitlidir.”
Öfkenin nedenleri
İki yaşına kadar edilgen, bağımlı ve güçsüz olan çocuk, yürüme ve konuşmanın başlamasıyla kendini ifade etmenin yollarını ararken sosyalleşmenin de adımlarını atıyor. Sosyalleşmeye çalışırken de kendilerinde öfkeyi oluşturacak uyaranlarla karşılaşıyorlar. Psikolog Yazıcı bu uyaranları şu başlıklar altında topluyor: - Oyuncağının elinden alınması
- Yıkanma
- Engellenme
- Baskılı tuvalet eğitimi
- Yemek yeme
Annenin aşırı koruyucu olması, ailede öfke ve şiddet, çocuğun fizyolojik ve psikolojik gereksinimlerinin doyurulmaması,aşırı kuralcı anne-baba davranışları, kardeş kıskançlığı gibi durumlarda da öfke davranışlarıyla karşı karşıya kalınıyor.
Anne ve babaya düşen görevler Bu dönem anne-baba ve çocuk arasında ilk çekişmelerinde yaşandığı bir dönem olduğu için, onların dengeli ve tutarlı davranışları oldukça önemli. Her şeyden önce anne-baba bu olumsuz tutum ve hırçınlıkların geçici bir durum olduğunu bilerek sabırlı davranmalı, çocuğu katı bir düzene zorlamadan, soğukkanlı bir biçimde çocukla gereksiz çekişmelere girmeden ilgisini oyunlara yönlendirmeli. Psikolog Yazıcı anne ve babalara şu uyarılarda bulunuyor: “ Anne - baba çocuğu korkutmamalı, öfkeyi dindirmek için çocuğun her istediğini yapmaktan kaçınmalı,davranışla uyumlu olmayan gereksiz cezalar uygulamamalı, çocuğun öfkeli davranışları anne-babanın öfkesine yol açmamalıdır. Zaten çocuğun problemi, sakinleşememektir. Anne baba da sinirlenirse çocuğun öfkesi beslenir. Doğru olan çocuğun yanından çıkmak, sakinleşene kadar yalnız bırakmak, daha sonra yanına gelmektir. Unutulmamalı ki bu yaşta çocuğun öfkesi sosyal çevreye uyum çabalarının da bir parçasıdır. Çocuğun her türlü öfkesini kısıtlarsak bu kez öfkeyi kendine yönelten çocuk kendini ısırmaya, saçlarını koparmaya yani kendine zarar vermeye başlar." Bazen çocuğun öfke krizleri karşısında anne - baba çözüm üretemiyor, hatta çocukla ilişkileri bozulma noktasına geliyor. İşte bu noktada sadece öfke gösteren çocuğun değil ebeveynlerin de profesyonel yardım almalarında fayda var.
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (dehb)
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU (DEHB)
DEHB kişinin davranışlarını düzenleme yeteneğinin gelişimsel bozukluğu olarak tanımlanabilir. Bozukluğun davranışsal engelleme, organize olma, denetleme ve önseziyi sağlayan beyin bölgesinin aktivite yetersizliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
DEHB tanımı altındaki sorunlar 4 başlık altında toplanabilir
1- Dikkatsizlik-Dalgınlık ( Inattention-Distractibility)
DEHB'li çocuklar bir işe başlayabilmek, o işi tamamlayıncaya kadar dikkatini sürdürebilmek, aynı anda iki uyarıcıya birden dikkatini odaklayabilmek ve tepkide bulunmaya hazırlıklı olabilmek gibi alanlarda zorluk çekerler.
2- Düşünmeden Davranma (Impulsivity)
DEBH'li çocuklar davranışlarının sonuçlarını, gelecek tepkileri düşünmeden, ani ve kurallara uymayan davranışlar gösterme eğilimindedirler. Kuralların farkında olabilir ve sorulsa söyleyebilirler, bununla bereber kendilerini kontrol etmede güçlük çekebilirler.
3- Uzun süreli hedeflerde zorluk
Hedefe giden yolun uzun olması durumunde zorluk yaşarlar. Ve bu durumda çoğunlukla görevi yarım bırakıp çekilirler. O nedenle hedefe giden yolda kısa aralıklı küçük hedeflerle teşvik edilmeye gereksinim duyarlar.
4- Aşırı uyarılmışlık durumu
DEHB'li çocukların büyük bir bölümünde aşırı duyarlılık ve hareketlilik vardır.Hareketlerini kontrol altına almakta zorlanırlar, sürekli bir kıpırdanış içindedir. Üzüntü ve sevinç gibi duygulanımları aşırı uçta ifade ederler, çabuk kırıklığa uğrarlar.
Bu davranışlar bazen başka hastalıkların semptomu olarak da ortaya çıkabilir,bunları ayırdetmek lazımdır. Örn. manik epizotda, depresif epizotda, stres bozuklukları, uyum sorunları ve tourette sendromunda benzer semptomlar görülebilir.
1 Yaşın Altındaki Bebeklerde DEHB'nin belirtileri Neler Olabilir?
- Kolay sinirlenir,
- Annenin memesine saldırır,
- Hava yutar,gazlıdır,
- Gece sık uyanır
- Kolay rahatlamaz,gece yarısı oyun ister,
- Çok enerjiktir,sürekli uyaran arayışı içindedir.
Okul Durumları
Yapılan araştırmalara göre DEHB'li çocukların diğer yaşıtlarıyla aralarında zeka açısından farklılık yoktur. Ancak impulsif oluşları,dikkat eksiklikleri ve bir işi sonuçlandırmadaki güçlükleri nedeniyle zaman içinde sınıftaki akranlarından geri kalmaya başlayabilirler.
Parlak zeka düzeyindeki DEHB'li çocuklar ise dikkatsiz ve dağınık olmalarına rağmen genellikle biraz çaba ile zaman içerisinde bir işi tamamlama yetisine sahiptirler. Bu sayede ilkokul döneminde pek fazla sorun göstermeyebilirler. Ancak genellikle bu çocuklar ortaokul,lise dönemlerinde , yani ders yükü ve okul baskısı arttıkça daha fazla zorluk yaşamaya başlarler.
DEHB'li çocukların okul durumlarında görülen bir özellik de istikrarasız performanslarıdır. Bir gün bir görevi başarıyla sonuçlandırırken, ertesi gün benzer görevi bitiremeyebilirler.
Evdeki Ve Toplumdaki DEHB'li Çocuklar
DEHB'li çocuklar aileleri için bir bilmece gibidir. Çoğu zaman ebeveyn davranışlarında ikilem yaratırlar, dikkatsizlikleri,impulsiviteleri ile çeşitli problemlere neden olurlar. Dikkatsizlikleri ve dalgınlıkları nedeniyle talimatları ya tamamiyle kaçırır ya da eksik algılarlar. Bu çocukların hayatında negatif etkileşim bir kısır döngü halini alır. DEHB'li çocuklara genellikle beğenilmeyen davranışlarından ötürü ceza verilir,negatif pekiştireç kulanılı r. Bu tür olumsuz pekiştireçler o anda etkili olabilir ama istenen davranışı kalıcı hale getirmez. DEHB'li çocuk diğer çocuklara nazaran negatif etkiyi daha çok algılarlar. Bu durum çocuğun dünyaya bakış açısını olumsuz yönde etkiler, hiçbir zaman yetişkini memnun edemeyeceğini düşünür. Bu duyguları pasif veya aktif olarak yetişkine karşı tavır geliştirmesine neden olur.
DEHB'li çocukların evdeki en önemli problemi deneyimlerinden yararlanabilmedeki güçlükleridir. Yetişkin,talimatlarına karşılık alamadığında doğal olarak bir kırıklık yaşamaktadır. Çocuğun aslında kurallara uyabilme kapasitesi olduğunu ama bu davranışları inadına yaptığını düşünmektedir. Oysa pekçok DEHB'li çocuğun sorunu amaçlı bir itaatsizlik değil uygun davranmdaki beceriksizliktir.
Tedavi Süreci
DEHB'nin tedavisi ; psikoterapi, ebeveyn eğitimi, uygun sosyal beceri eğitimi ve gerekli durumlarda ilaç tedavisini içeren bir süreçtir.
Ebeveyn Neler Yapabilir?
DEHB'li bir çocuğa sahip ebevynin etkili olabilmesi 4 adım sürecini gerekli kılar:
İlk adım "anlamak"tır. Problemin ne olduğunu öğrenmek,tanımak başedebilmenin temelidir.
İkincisi, beceriksizliğe dayalı ve itaatsizliğe dayalı davranışları birbirinden ayırabilmeyi öğrenmektir. DEHB'li çocukların sorunları beceriksizliğe dayalıdır ve yeniden eğitimi gerektirir. Okumayı beceremeyen bir çocuğa cezalandırma yoluyla bu becerinin kazandırılamayacağı gibi...
Üçüncüsü çocuğa karşı pozitif olmak, pozitif dili kullanmaktır. Öncelikle yapabildiği şeylerin altını çizmek ve neyi yapmaması değil ne yapması gerektiği söylenmek gereklidir. Eğer çocuk istemediğiniz bir davranışta bulunuyorsa yerine koymasını istediğiniz davranışı onun anlayacağı basit şekliyle gösterin.
Dördüncüsü ise davranışın pekiştirilmesidir. İstenen davranışı yerine getirdiğinde küçük ödüllendirmeler,yerine getirmediğinde sonucunu yaşaması veya bir imtiyazını kaybetmesi etkili sonuç verecek yöntemlerdir.
Bir diğer önemli nokta aşırı stres altında kalan ebeveynin mutlaka kendisi için bir şeyler yapması,kendine ayrı bir varoluş alanı yaratarak bu stresi azaltmaya çalışmasıdır. Meditasyon, spor, çeşitli hobiler, arkadaşlarla geçirilecek keyifli vakitler ebeveynin kendini daha pozitif ve enerjik hissetmesine neden olacaktır.
DEHB'li Çocuklara Evdeki Müdehale Ortamı
- Çocuğun zaman kavramının oluşmasına ve zamanı düzgün kullanmasına yardım edilmelidir.Yatış,kalkış,yemek,oyun gibi tüm faaliyet saatleri belirli olmalı ve yapılan çizelgeye uyulmalıdır.Herhangi bir değişiklik olacağı zaman bu,çocuğa anlayacağı dilde açıklanmalıdır.
- Aile içindeki kurallar ve istenen davranışlar net bir şekilde açıklnmalıdır.Bu kurallar.çiğnenemesi durumunda olacak sonuçlar veya uyulması halinde alınacak ödüller önceden yazılıp evin görünen bir yerine asılmalıdır.
- Uygun davrandığında sık ödüllendirilmelidir (sözlerle,jest ve mimiklerle,dokunmayla).Kurallar konusunda kesin ve tutarlı bir tavır sergilenmeli ancak sevgi bolca gösterilmelidir.
- Öğretilecek şey basit ve net bir şekilde verilmeli,mümkünse nasıl yapılacağı gösterilmeli ve tekrar ettirilmelidir.
- Bir kerede en fazla 2 şey öğetilmeye çalışılmalı ve eğer öğretilecek davranış çocuk için zorsa küçük parçalara bölünerek gösterilmelidir.
- Bu çocuklar gereksiz uyarıcıları elemekte zorlandıkları için,mümkün olduğunca uyarıcı dozu azaltılmalıdır.Örn.çocuk belli bir aktivieyi yaparken,arkadaşlarıyla oyun oynarken,radyo,TV gibi arkaplan uyarıcıları,kullanılmayan oyuncaklar vs. ortadan kaldırılmalıdır.
n - Birkaç seçenek vererek seçim yapmasına izin verilmelidir.Bu hem inisiyatif hem de kendi kontrolünü kazanmasına yardım edecektir.
- Kabul edilebilir tarzda kendini ifade etmesine yardım edilmeli,uygun sözel iletişim becerileri öğretilmelidir.
- Çocuğun sevilmeyen,beğenilmeyen bir birey olduğunu ima eden mesajlardan kaçınılmalıdır.Bunun yerine örneğin " Seni seviyorum ama evin içinde koşturmanı beğenmiyorum." Burada verilen mesaj şudur; "Beğenilmeyen sen değilsin, o davranışın".
Hazırlayan: Uz.Pedagog Gülay ÖTER
Çocuklukta Endişe Kaynakları
ÇOCUKLUKTA ENDİŞE KAYNAKLARI
Çevremizde tehlikeli birşeyler olduğunda ilk tepkimiz endişelenmek olur. Hoşa gitmeyen bir durum olduğunda bununla başa çıkmamızı sağlayan bir rol oynar.
Aşağıda yaşamın ilk yıllarındaki endişe kaynakları ve çocuklukta endişenin ortaya çıkışıyla ilgili bilgiler bulacaksınız.
Yapılan araştırmalar bebeğin anne karnındayken üzgün, mutlu ve korku ifadeleri sergilediğini bulmuşlardır. Bebekler doğar doğmaz annenin sesini, kokusunu tanır ve tercih eder. Bu durum, bebeğin ihtiyaçlarını düzenlemesi için, anneyi bir partner olarak kabul etmesine yardım eder. Bebekte endişeye yol açan öğeler daha çok temel ihtiyaçları ile ilgilidir (doyurulmak, kucaklanmak, öpülmek, altının değiştirilmesi..). Anne bu ihtiyaçları düzenli olarak karşılayabildiğinde stres faktörleri elemine edilmiş olur. Ancak ihtiyaçlar karşılanmazsa ilk endişeler ortaya çıkmaya başlar. Bebek çevreye karşı güvenini kaybeder. 12 aylık bir bebeğin ilişkilerinde bir hiyerarşi vardır; anne, baba, bakıcı, büyükanne ve büyükbaba. Onlardan ayrıldığında protesto ve direnç ortaya çıkar. Ayrılık endişesi 18 ayda en üst düzeydedir. Çocuk büyük bir paradoks yaşar. Bir yandan anneden uzaklaşıp çevreyi keşfetmek ister bir yandan da annesinin yanında olmak ister. Ondan hem yardım ister hem istemez. Gerçekte beklediği, uzaklaşıp keşfetmek istediğinde izin verilmesi ama dönüp yardım istediğinde de anneyi yanında görebilmesidir. Bu sağlanamazsa endişe duyabilir.
Büyüyen çocuk doğru ve yanlış davranışları farketmeye başlar.Yaptığı bir hareketten dolayı anne babasının ona kızmasıyla onların sevgisini kaybettiğini düşünür. Onun için, ebeveynin kızması bunun bir kanıtıdır. Bilişsel sınırlılıkları vardır. Kızgınlığı sevgi kaybı gibi görüp endişeye düşebilirler. Bu nedenle kızgınlık sonrası duyguları konuşmak ve sadece davranışa kızıldığını ifade etmek çok önemlidir.
Yaşamın ikinci yılında tuvalet eğitimi endişeye neden olabilir. Baskılı eğitim çocuk için önemli bir endişe kaynağıdır. Yine bu dönemde cinsiyet farklılıkları endişeye yol açabilir. Farkındalık 15 ay civarı gelişir ve iki yaş civarı artar.
Çocuğun sahip olduğu ya da diğer cinsiyete göre sahip olamadığı şey onda endişe yaratabilir.
Aşırı Endişelenmek
Ne tür durumlar çocuğun yoğun bir endişe duymasına neden olabilir? Bu sorunun cevabı çocuktan coçuğa değişebilir. Örneğin yüzme havuzuyla ilk defa karşılaşan bir çocuk panik içinde geri çekilirken diğeri etrafına su atabilir.
Bireysel farlılıklara rağmen şu durumlar çocukta yoğun anksiyete doğurabilir;
- Ebeveynden sık ve uzun süreler ayrı kalmak,
- Ebeveynin, çocuğu kontrol etmek adına kullandığı şu tip sözcükler; ‘Eğer sözümü dinlemezsen seni terk edeceğim’, ‘Seni sevmiyorum’,
- Çocuğu eleştiren ifadeler; ‘Sen çok inatçısın, kötüsün, aptalsın, beceriksizsin’,
- Çocuğun yaptığı bir şeyle ebeveynine zarar verdiğini düşünmesine yol açan ifadeler; ‘Sen beni öldüreceksin’, ‘Bana kalp krizi geçirteceksin’
- Dayak gibi fiziksel cezalar,
- Ebeveynin çocuğun güvenliği ile aşırı ilgilenmesi. Onun daha dikkatli olmasını sağlamak için sürekli uyarması; ‘Düşeceksin, yaralanacaksın’ gibi,
Aşırı endişe ebeveynden çocuğa geçebilir ve çocuk dünyayı tehlikeli bir yer olarak algılayabilir. Çocuk içinden gelen keşfetme dürtüsüyle ebeveynden gelen mesaj arasında çelişkiye düşer, - Ebeveynin çocuğun bilişsel kapasitesiyle aşırı il gilenmesi.Çocuğun bilgisini test etmek, sürekli bir şeyler öğretmeye çalışmak çocukta performansı ile ilgili endişe yaratabilir,
- Ebeveynin çocuğun iç dünyası ve duygularına aşırı dikkat etmesi. Çocuğun ne hissettiğini, duygularını anlamaya çalışması. Bu durumda çocuk sahip olduğu negatif hislerden dolayı endişe duyabilir. Şunu düşünebilir; ‘Ben üzgün, mutsuz olduğumda ailemde mutsuz oluyor. Benden beklenen hep mutlu olmam’.
Optimal Endişe Nedir?
Beklenen şey çocuğun belirli bir düzeyde ortaya çıkan endişeyle başa çıkabilmesidir. Bu optimal düzey çocuğun yaşı ve duygu durumuna göre değişebilir. Bunun için bir matematik formülü yoktur. Yeni doğan bir bebeğin acıktığında, strese girmeden yiyeceği bekleyebilmesi istenemez. Bununla birlikte büyüdüğünde dürtülerini kontrol edebilir ve isteklerini erteleyebilir.
Anneyi yemeğini hazırlarken görmesi onun güven içinde beklemesine neden olur. Ebeveynin destekleyen ve dengeli tutumları çocuğun endişeyle başa çıkmasını yardım eder.
Eğer endişe iyi ele alınırsa yararlı bir duygu olduğu söylenebilir. Endişe henüz oluşmamış bir durumun tehlikeli olabileceği ile ilgili sinyal verir. Bu çocuğun tehlikeyle başa çıkma yollarını aramasına yardım eder. Bu araştırma, çocuk tarafından bulunan çözümler, endişenin zevkli bir keşfe dönüşmesine yol açabilir.
Kaynak:
The Emotional Life Of The Toodler
Alicia F. Lieberman
Hazırlayan: Uz.Pedagog Serap KAŞIKÇIOĞLU
Tek Çocuk ve Tek Çocuklu Aileler...
TEK ÇOCUK ve TEK ÇOCUKLU AİLELER...
Tek çocuklu aile sayısı her geçen gün artmaktadır. Gerek sosyo-ekonomik gerekse ailelerin birden fazla çocuğa yeterli ilgiyi gösterememe kaygıları tek çocuklu aile sayısının artmasına neden olmaktadır.
Tek çocukla yetinen aileler genellikle çocuk sahibi olmaya fazla değer veren ve çocuk yetiştirme konusunda kaygıları olan ailelerdir. Bu aileler çocuklarının gelişim dürtülerini engellememeye, zihinsel ve psikolojik gelişimlerini desteklemeye önem verirler. Bu kaygıyla çocuklarını çok koruyup kollama eğiliminde olabilirler. Ortaya çıkabilecek her türlü problemde kendilerinde bir hata arama eğilimindedirler. Bu da çocuğa uygulayacakları disiplinde dengesizliklere yol açabilir. Örneğin çocuğun her isteğini karşılamaya çalışmak, tüm kararları çocuğa verdirtmek büyük sorunlara neden olabilir. Çünkü çocuklar kendi ihtiyaçlarının karşılanmasında diretseler de bir şekilde sınırlandırılmaya ihtiyaç duyarlar. Davranışlarına, yaşlarına uygun sınırlar getirildiğinde daha huzurlu, daha yaratıcı olurlar. Her konuda kendi istedikleri olsun, kendileri karar versin isterler ama bu kararların ya da davranışların sonucunun sorumluluğunu alamaya hazır olmayabilirler. Bu da çocuğun başarısızlık yaşamasına ve ortaya çıkan tatsız durumdan ötürü suçlanmasına, “Sen istedin böyle oldu” gibi suçlanmalara neden olabilir.
Tek çocuklar bütün çocuklar gibi uygun anne-baba tutumuyla problemsiz bir yaşam sürdürebilirler. Unutulmaması gereken konu çocuk sayısının değil anne-baba tutumunun önemli olduğudur.
İlk üç yılda bütün çocuklar tek bir kişinin sürekli ilgisine muhtaçtırlar. Ve mümkün olduğunca anne ile temaslarının yoğun olması önemlidir. Bu dönemde çocukların bu tek kişilik yoğun ilgi ihtiyacı karşılanabilirse bu dönemi sağlıklı bir şekilde geçirirler. Ancak üç yaşından sonra tam bir sosyalleşme ve birey olma dönemine girilir. Yuva vb gibi sosyal bir kuruma gitmek bu dönemde çocuğun sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için önemlidir. Eğer çocuk böyle bir kuruma gidebilirse yine tek çocuk olmak bir sorun yaratmaz. Çünkü yaşıtlarıyla ya da başka çocuklarla bir arada olma, oyun oynama ve yaşantıdan deneyim kazanma ihtiyacı bu kurumlarda karşılanabilmektedir. Ancak çocuk üç yaşına gelmiş olmasına rağmen hala sadece yeşitkinlerle birlikte oluyorsa, çocuklarla zaman geçirme fırsatı verilmiyorsa, bu durum çocuğun sosyelleşmesini ve yaşıtlarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesini geciktirebilir. Çünkü çocuk paylaşmayı, beklemeyi, dinlemeyi, kurala uymanın önemini ve bir gruba ait olmanın keyfini en etkili çocuklarla yaşadığı deneyimde öğrenebilir.
Diğer yetişkinleri ise ya bir şekilde kontrol etme eğilimindedir ya da onlara itaat etmeye mecbur bırakılır. Ayrıca sürekli anne-babasıyla ya da ailedeki diğer yetişkinlerle olmaya alışan çocukta güven gelişimi de olumsuz etkilenir. Başka ortamlarda da kendine güvenemez, anne-babaya bağımlı kalabilir. Bu da yetersizlik duygusu geliştirmesine neden olabilir ya da her ortamda ayrıcalıklı olmak ister. Olamadığında ise mutsuz olur ve sorun çıkarabilir. Ayrıca sadece yetişkinlerle olan çocuklar kendilerine yetişkinleri model aldıkları için kendilerinden beklentileri yüksek olabilir ve mükemmeliyetçi bir yapıya sahip olabilirler. Bu da en ufak hatalarında mutsuz olmalarına ve başaramama endişesine dönüşebilir. Bu nedenle yeni şeyleri ve durumları deneme konusunda, başaramama korkusuyla çekingen davranabilirler.
Tek çocuklu ailelerde çocuk için ayrılan özel zaman miktarı ister istemez çok çocuklu ailelere göre daha fazladır. Aileler zamanlarını iyi organize ederlerse çocuğun her tür psikolojik ihtiyacını karşılamaları için gerekli fırsatı bulabilirler. Tek çocuk olmanın belkide en önemli avantajı budur.
Ancak anne-babanın çocuğun üzerine çok fazla düşmesi ve çocuğun sürekli gözlem altında olması , serbest deneyimler yaşamasına fırsat verilmemesi, en az ilgisizlik kadar olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Anne ve babanın söz birliği içinde ortak bir disiplin anlayışı geliştirmeleri şarttır. Çocuğun istenmeyen bir davranışı bir ebeveyn tarafından engellenmeye çalışıldığında diğer ebeveynin müdahale edip çocuğun bu davranışını sürdürmesine izin vermesi hem çocuğun kural öğrenememesine neden olur hem de anne-baba arasında çatışmalara neden olur. Bu durumda sorun yaşanmasına neden olan çocuk suçluluk duyguları yaşayabilir.
Tek çocukların ileriki yaşantıları nasıl etkilenir?
Tek çocuk olarak benmerkezciliği pekiştirilen, ilgi merkezi olmaya alıştırılan; her ihtiyacı, hiç geciktirilmeden karşılanan, sosyalleşmesine fırsat verilmeyen bir çocuk aynı ilgiyi ileriki yaşantısında da isteyeceketir. Girdiği sosyal ortamlarda, okulda, işte, yakın ilişkilerinde aynı ilgiyi göremediğinde, öncelikli konuşma, karar verme hakkı ona verilmediğinde hayal kırıklığı, öfke yaşayabilirler, çevrelerine agresif davranabilirler. Ya da tam tersi olarak yeterince sevilmeye değer olmadıklarını düşünüp içe kapanabilirler. Doyumsuz olabilirler, çabuk bıkarlar, mutlu olmaları birçok koşula bağlı olduğundan kolay mutlu olamazlar, paylaşmakta zorluklar yaşayabilirler. Sosyal ortamlarda kabul görmeyebilir, dışlanabilirler. İhtiyaç ve istekleri başkalarının istek ve ihtiyaçlarıyla çakıştığında erteleyemezler. Annelerine bağımlılıkları uzun sürebilir. Eleştiriye tahammülsüz olabilirler. Okulda ve iş yaşamında sebatsızlıklar ve uyum sorunları olabilir.
Unutulmamalıdır ki, bütün bu sorunlar aslında sadece tek çocuk olduğu için değil uygun olmayan anne-baba tutumları sözkonusu olduğu için yaşanan sorunlardır.
Anne-Babalar ne yapmalı?
- Tek çocuğa; öncelikle tek çocuk olarak değil, çocuk olarak davranın. Unutmayın ki sizin onun tek olmasıyla ilgili kaygılarınızı çocuğunuz hissedecektir.
- Standart disiplin yöntemlerini uygulayın, yaşına uygun kurallar koyun; bu kuralları kararlılık içinde uygulayın. Çocuk kurala uymanın keyfini, bundan yaşayacağı kabulün mutluluğunu yaşasın.
- Beklemeyi, sabretmeyi öğretin; her istediğini anında karşılama çabasına girmeyin. Uygun olan; gerekli olduğunu düşündüğünüz isteklerini karşılayın. İsteklerinin yaşına ve sizin koşullarınıza uygun sınırları olmasını sağlayın.
- Üç yaşından sonra yaşıtlarıyla ya da başka çocuklarla bir arada olmasını sağlayın. Yuvaya gönderme imkanınız yoksa bile çocuğu olan ailelerle görüşüp çocukların bir arada olmasına, oyun oynamalarına, arkadaşlıklar kurmalarına fırsat verin.
- Onunla iyi iletişim kurun. Yalnız veya mutsuz hissettiğinde size duygularını anlatabilecek kadar yakın hissetmesini sağlayın.
- Yababileceğinden fazla şey beklemeyin. Hep mükemmel olmaya çalışmak çocuğu yorar ve başarısızlık korkusu artar.
- Çocuğa söz hakkı verin ama bu, tüm kararları çocuğa aldırmak şekline dönüşmesin. Size uygun karar alternatiflerini sunun, çocuk sizin alternatiflerinizden birisini seçsin (örneğin; bu arabayı alamayız, paramız yetmiyor ama bu uçağı ya da gemiyi alabiliriz gibi)
- Bireyselliğinin gelişmesini destekleyin. Giyinme, soyunma, yemek yeme, temizlik gibi her türlü özbakımını yapmasına fırsat verin. Evde sorumlulukları olsun; size bağımlı olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılaması için destekleyin.
- Anneanne, babaanne gibi aile büyükleri genelde çocukların benmerkezciliklerini pekiştirici tarzda davranırlar onlara engel olun, sizin kullandığınız yöntemleri kullanmalarını sağlayın. Unutmayın ki çocuğunuzun psikolojik sağlığının ve kişilik gelişiminin birinci de recede sorumlusu onlar değil sizsiniz.
Hazırlayan: Belgin Temur
Uzm. Pedagog
Mükemmeliyetçi Anne Babalar
MÜKEMMELİYETÇİ ANNE-BABALAR
Anne-baba tutumu çocuğun davranışını nasıl yönlendirir?
Çocuklar bebekliklerinden itibaren anne-babalarından aldıkları tepkiler doğrultusunda doğruyu ve yanlışı öğrenirler. Küçük bebek annesinin istediği gibi mamasını yediğinde annesinin gülümsemesi, yumuşakça dokunması ve sevgi sözcükleriyle kabul gördüğü mesajını alır. Annenin bu davranışları bebeğin istenen davranışını ödüllendirici niteliktedir. Bir yaşındaki bebek dokunmaması gereken bir eşyaya dokunduğunda annesinin engellemesiyle karşılaşır; annesi ses tonuyla ya da davranışıyla bebeğe bu davranışının uygun olmadığı mesajını verir. Böylece bebekler erken dönemden itibaren yapmaları ve yapmamaları gereken şeyleri öğrenmeye başlarlar. İstenen davranışları sergilediklerinde dış dünya onlar için sevgi dolu, kabul edici, sıcak ve ödüllendiricidir; tam tersi olarak istenmeyen davranışları karşısında engellenebilirler ve bu dış dünya tarafından hoş karşılanmaz, ödüllendirilmez. Böylece anne-babanın tutumu çok erken dönemlerden itibaren çocuğun davranışlarını yönlendirmeye başlar.
Mükemmeliyetçi yaklaşım
Bebekler başlangıçta davranışlarının değerlendirmesini anne-babalarının tepkileri aracılığıyla yaparlar. Anne-babanın eğitim anlayışına ve nasıl bir çocuk yetiştirmek istediklerine bağlı olarak pekiştirdikleri ya da engelleyip cezalandırdıkları tutum ve davranışlar da farklı olmaktadır. Elbette her anne-baba çocuğunun gelişimini destekleyecek ve onun zihinsel, psikolojik ve fiziksel gelişimi için gerekli olduğunu düşündüğü tüm önlemleri alır; çocuğunun yaşama dair tüm bilgileri doğru öğrenmesi, kendisini geliştirmesi konusunda destekleyici olur. Ama bazen anne-babalar çocuklarının başlangıçtan itibaren her şeyi “mükemmel” yapmaları konusunda ısrarcı olabilirler. Bu anne-babalar genellikle kendilerinde de hataya izin vermeyen kişilerdir. Onlara göre her şey zamanında, yerli yerinde, yeterli derecede ve hatasız yapılmalıdır. Bunun için gerekli tüm kaynaklar sonuna kadar kullanılmalıdır. Eğer bir hata yapılmışsa burada mutlaka bir sorun var demektir; yeterince dikkat edilmemiştir, yeterince önem verilmemiştir, yeterli çaba harcanmamıştır. Yani ortada bir hata vardır ve bu hata affedilebilir değildir. Mükemmeliyetçilik, kişinin hayatını zorlaştıran, hırsı ve “doğru” yapmayı yaşamın ilk hedefi olarak gören bir yaklaşımdır. Oysa her zaman her şeyin doğrusunu yapmak mümkün olamayacağı gibi bir çok konuda “tek bir doğru” da yoktur. Yani bir şeyi başarmanın birçok değişik yolu olabilir ve bu yol kişiye göre değişebilir. Mükemmeliyetçi ailelerde çocukların belli bir doğruya ulaşmaları için genellikle tek bir yol önerilir. Bu yol en doğru ve en mükemmel yoldur. Çocuk kendi doğrusunu bulmak için anne-babanın belirlediği bu yoldan geçmek durumundadır. Aksi halde davranışı onaylanmaz ve eleştirilir. Özellikle de kendileri başarılı olmuş, meslek sahibi, statü sahibi, yüksek eğitimli kişiler çocuklarının “kendileri gibi” olması konusunda daha ısrarcı olabilmektedirler. Çocuklarının okulda “en başarılı” olmalarını isterler. Kendileri bunun için gerekli tüm yatırımları yaparlar; çocuklarını iyi bir okula gönderip, en güzel okul malzemelerini alırlar, çocuğun başarılı olması için gerekli her türlü koşulu sağlarlar. Sıra çocuktadır. O da bu olanakları çok iyi kullanıp kendisine yapılan yatırımın karşılığını çok başarılı olarak verecektir. Sınavda tüm soruları doğru yapmışken, neden bir soruda dikkat hatası yaptığıyla ilgilenilir. Bir sonraki sınavda aynı hatayı yapmaması için defalarca uyarılır ve gerekli tüm önlemler alınır. Başarılı olduğu, hatasız yaptığı sınav sorularıyla ilgilenilmez. Başarı zaten olması gereken bir sonuçtur. Ama yanlışlar affedilmez. Çünkü çocuk aynı soruyu bir önceki akşam babasıyla yapmıştır; sınav da aynı soruyu yanlış yapması affedilir bir durum değildir.
Çocukluğunda yeterli eğitim alamamış, yaşam koşulları nedeniyle iyi eğitim olanaklarına sahip olamamış anne-babalar da bazen benzer bir mükemmeliyetçi tutum içine girebilirler. Bu aileler de çocuklarının başarısı için seferber olurlar. Her türlü olanağı yaratırlar. Sonucunda bekledikleri kendilerinin yapamadığını çocuklarının yapmasıdır. Bu durum genellikle çocuklar üzerinde şöyle bir baskı yaratır: Anne-baba çocukluğunda çok zorluk çekmiştir. Çocuklarına sağladıkları olanakların hiçbirine sahip olmamışlardır. Oluşturulan koşullara sahip olan bir çocuğun da mutlaka başarılı olması beklenmektedir. Aksi bir durum düşünülemez. Bu durumda çocuk hata yapmaktan ve başarısız olmaktan daha fazla korkmaktadır.
Mükemmeliyetçi yaklaşımdan çocuklar nasıl etkilenirler?
Çocuklar becerileri geliştikçe kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılama çabasına girerler. Örneğin; bir yaş civarındaki çocuk eline çatal, kaşık almak ve onları fonksiyonel olarak kullanmak arzusundadır. Başlangıçta bu bir oyun gibi olsa da aslında çocuğun çatal-kaşıkla yemek yeme becerisinin gelişmesi için bu dönemde eline çatal-kaşık vermek çok önemlidir. Oysa mükemmeliyetçi ailelerde çocuk henüz çatalı mükemmel kullanamadığı için ve yemek yerken üstüne dökme olasılığı olduğu için çocuğa izin verilmez ve elinden çatalı alınarak çocuğun beslenmesi anne-baba tarafından sağlanır. Çocuk evdeki bir çok eşya ve aletin kullanımıyla ilgilenir, her şeyi denemek, keşfetmek ister. Oysa iyi yapamadığı veya henüz erken olduğu gerekçesiyle engellenen çocuk “sen yapamazsın”, “yeterince iyi yapamazsın” ya da “yeterince iyi değilsin” mesajını almaktadır. Bu şekilde büyütülen bir çocuk, doğuştan getirmiş olduğu halde bir çok becerisini geliştirme fırsatı bulamaz. Bir süre sonra da “ben iyi yapamıyorum”, “ben beceremem” algısı gelişmeye başlar. Çok basit aktivitelerde bile performans kaygısı yaşamaya başlar. Hatta daha önce deneyip başardığından emin olmadığı yeni aktiviteleri denemek konusunda isteksiz olmaya başlar. Çünkü denemek ve sonunda başarısız olmak kaygısı ağır basmaktadır.
Anne-babaların hataya izin vermeyen, hep mükemmeli bekleyen tutumları çocuklar üzerinde ciddi bir kaygı yaratmaktadır. Çocuklar yanlış yapma kaygısıyla bir çok şeyi denemekten çekinmekte bu da uyum sorunlarına neden olabilmektedir. Ayrıca benlik algısının gelişiminde de anne babadan alınan geri-bildirimlerin önemi büyüktür. Mükemmeliyetçi tavır sanıldığının aksine çocuğu her zaman başarıya götürmemekte hatta “başarısızım”, “yeterince iyi değilim” algısının gelişmesine neden olabilmektedir. Çocuğun kendini yeterli ve başarılı hissetmesinin ön koşulu, yapabildiklerinin, iyi olduğu yanlarının, çabasının vurgulanması ve desteklenmesidir.
Ayrıca mükemmeli arayan çocuk en doğrusunu ve en iyisini de yapsa genellikle bundan tatmin olmayacaktır. Çünkü hep “daha iyi”yi hedeflemesi öğretilmiştir ve yaptığı her şey, ortaya koyduğu her ürün “hatasız” ve “mükemmel” olmalıdır. Böyle bir çocuk hiçbir zaman yaptığının yeterince iyi ve hatasız olduğundan emin olamaz. Kendisinde hata ve eksik aramaya alışmıştır ve bu nedenle de ürününden hoşnut olmayacaktır. Böyle bir durumda dışarıdan aldığı övgüler ve destek de işe yaramayabilir. Çünkü kendisi kendi yaptığından tatmin olmadığı için yapılan olumlu eleştirileri de inandırıcı bulmayacaktır. Bunun yanı sıra özellikle de anne-babasına sürekli kendini ispat etme, kendini beğendirme çabasına girecektir. Bu çaba bir süre sonra kızgınlık yaratabilir. Anne-babaya duyulan kızgınlığın da her zaman ifade edilmesi kolay olmamaktadır. Bazen bu öfke çocuğun kendisine dönmekte, kendisine zarar verici davranışlar içine girmekte veya çevresiyle uyum sorunları yaşayabilmektedir.
Mükemmeliyetçi anne-babaların çocukları arkadaş ilişkilerinde de sorunlar yaşayabilmektedirler. Diğer çocukların tutum ve davranışlarını daha fazla eleştirmekte, onlardan beklentileri fazla olmakta ve kendi istedikleri gibi davranmadıklarında da onlardan uzaklaşmayı tercih edebilmektedirler. Bunun sonucunda arkadaş bulmakta, arkadaş edinmekte ve bu arkadaşlıkları sürdürmekte de güçlükler yaşayabilmektedirler.
Anne-babalara öneriler
- Çocuklar bebeklik döneminden itibaren becerilerini geliştirmeleri konusunda desteklenmelidirler. Ama unutulmaması gereken becerilerin ancak hata yapılarak ve beceriksizliğin ardından öğrenileceğidir. (Arabanın direksiyonuna ilk oturduğumuzda hiçbirimiz mükemmel araba kullanmadık!) Bu nedenle ilk öğrenme ve öğretme aşamasında bebeğinize deneye-yanıla öğrenme konusunda fırsat verin. Yeterince iyi ve becerikli yapamadıklarında onları engellemeyin, utandırmayın; aksine yeniden denemelerine ve kendi kendilerine bu becerileri geliştirmelerine izin verin. Çocuğunuz bir şeyi kendi yapmak istiyorsa onu yapabilmek için gerekli donanıma sahip olmaya başladı demektir. Bu aşamadaki engellemeler uzun vadeli kaygı ve güvensizlik duygusunun temelini oluşturur.
- Hırslı olmak başarıyı tetikleyebilir. Ancak bu hırsın kaygı yaratacak boyutta olması tam tersi olarak başarıyı engelleyici olabilmektedir. Çocuğunuzu başarılı olmaya yönlendirirken onu başkalarıyla değil kendi içinde yarışmaya teşvik ederseniz, başarma hırsının kaygıya dönüşmesi engellenebilir. Başkalarıyla yarıştırılan ve başarısı başkalarının seviyesiyle karşılaştırılan çocuklar yetersizlik hissini ve performans kaygısını daha yoğun yaşamaktadırlar.
- Çocuğunuzun yapamadıklarından çok yapabildiklerine odaklanın. Başarılı olduğu yanları vurgulanan ve pekiştirilen bir çocuk, yeni şeyler öğrenmeye ve keşfetmeye daha istekli olacaktır. Tam tersi olarak yapamadıkları vurgulanan çocuklar hata yapma ve beğenilmeme korkusuyla öğrenmesi için gerekli hevesi de gösteremeyecektir.
- Hatanın insanı geliştiren ve öğretici bir tarafı olduğu unutulmamalıdır. Çocuk kendi çabasına rağmen hata yapabilir. Bu hatanın sonucunu kendisi yaşar ve bu bir yaşam deneyimidir. Bu deneyime dışarıdan müdahale etmek çocuğu sınırlayıcı olmaktadır. Çocuk kendi davranışlarının sonucunu kendisi yaşamalıdır. Bu aynı zamanda kendi davranışlarının sorumluluğunu edinmesi açısından da önem taşımaktadır. Hatanın yapılabilir olduğu, her insanın hata yapabileceği, hataların bizi doğrulara götüreceği vurgulanmalıdır. Asıl ödüllendirilmesi gereken çocuğun çabasıdır. Yeterince çaba göstermesine rağmen çocuklar hata yapabilirler (Yetişkinler de öyle!) “Bu sınava çok çalışmıştın, soruların çoğunu da doğru yapmışsın, tebrik ederim” denilen bir çocuk bir sonraki sınava çalışmaya daha fazla motive olacaktır. “O kadar anlattım sana yine dikkat etmemişsin, bu hata sana yakışıyor mu?” denilen bir çocuk ise kendini başarısız, beceriksiz, sürekli hata yapan bir çocuk olarak hissedecek ve “ne yaparsam yapayım başaramıyorum” diye düşünerek bir sonraki sınava çalışmaya da istekli olmayacaktır. Çalışsa da başaramama kaygısı ile yeterli performansı gösteremeyecektir.
Hazırlayan: Belgin Temur
Uzm. Pedagog
Çocukları nasıl daha zeki, daha sosyal yetiştirebiliriz?
Çocukların zeka gelişimini etkileyen en önemli faktör genetik miras olmakla beraber hamilelik koşulları, sosyal çevre ve çocukla duygusal etkileşim gibi faktörlerin de zihinsel gelişimi etkileyebildiği bilinmektedir.
Zeka aslında tek bir kavram değildir. Zekayı oluşturan alt yeteneklere bakıldığında bu yeteneklerin doğuştan getirilen yeteneklerin yanı sıra sonradan kazanılmış, gerek çocuğun kendi çabasıyla edindiği, gerekse çevresel uyaranların etkisiyle kazandığı bilgi ve becerileri de içerdiği görülür. Zihinsel beceriler çocuğun çevresine uyumunu kolaylaştıran, bilgiye ulaşmayı ve bu bilgiyi gerektiği zaman kullanabilme esnekliği sağlayan becerilerdir. Çevresel koşullar, anne-baba tutumu ve çocukla kurulan duygusal etkileşim sayesinde çocuğun var olan zeka potansiyelini rahatça kullanabilmesi ve zenginleştirmesi sağlanabilir. Elbette ki doğuştan yetersiz bir zeka potansiyeli ile dünyaya gelen bir çocuğun sadece çevresel koşulların etkisiyle zeka kapasitesinin artabilmesi mümkün değildir ama uygun ortam sağlandığında her çocuğun var olan potansiyelini en verimli şekilde kullanabilmesini sağlamak mümkün olabilmektedir.
Hamileliğe başlangıç koşulları
Anne-babanın bir bebeğe sahip olmaya nasıl karar verdikleri, bebeğin ne kadar istendiği, cinsiyetiyle ilgili beklentiler ve bu dönemdeki anne ve babanın duygusal hazırlığı çocuğun kişiliğinin de oluşumunda etkili faktörlerdir. En başından itibaren istenen ve keyifle beklenen bebekler hem anne karnında gerekli ilk duygusal etkileşim konusunda şanslıdırlar hem de dünyaya geldikleri andan itibaren annelerinin kendileriyle kurdukları sıcak, yakın ve sevecen ilişki tarzı sayesinde daha güvende hissederler ve bu onların temel güven duygularının oluşumunda ilk önemli adımdır. Tam tersi olarak istenmeden oluşan hamilelikler, huzursuz hamilelik koşulları ve mutsuz evlilikler yine annenin bebeğine olan tavrını ister istemez etkilemektedir. Bebekle hem hamilelik sırasında hem de yeni doğan döneminde yeterli, sıcak etkileşimi kuramamış annelerin bebeklerinin dış dünya ile ilişkilerinde daha güvensiz, pasif ve çaresiz hissettikleri de bilinmektedir.
İlk 3 yılda anne-çocuk ilişkisinin önemi
Bebek doğduğu andan itibaren annesi aracılığıyla dış dünyayı tanımaya başlar. Ağlayarak ihtiyaçlarını ifade eder ve bazı doğal refleksleri sayesinde bu ihtiyaçlarını karşılar. Özellikle bebeklik döneminde tüm ihtiyaçları anne karşılamaktadır. Aynı kişinin düzenli, sürekli sıcak ilgisini fark eden bebek bu dönemdeki bağlanma ihtiyacını da karşılamakta ve bunun rahatlığıyla tüm becerilerini geliştirebilme fırsatı bulmaktadır. Bu dönemde bebeğin zihinsel gelişimi çok hızlı olmaktadır. Algının, motor gelişimin, dil gelişiminin yanı sıra duygusal gelişimin de tüm gelişim alanlarını etkileyici bir özelliği vardır. Bu nedenle ilk 3 yılda anne ile yeterli duygusal ilişkiyi kurmak hem çocuğun zeka gelişimini olumlu yönde etkileyecek hem de sosyal uyum yeteneğini geliştirecektir.
Sosyal gelişimin önemi
Bebeklerin sosyalleşmesinde ailenin önemi büyüktür. Yaklaşık 2 ay civarında bebekler kendilerine gülümsendiğinde bunu gülümsemeyle yanıtlayabilirler. Yani bebek neredeyse doğduğu andan itibaren dış dünya ile ve çevresindeki insanlarla etkileşim halindedir. Bebekle ne kadar çok ilgilenilirse ve ne kadar çok değişik sosyal ortam içinde bulundurulursa o da o derece sosyal ortamlara alışık hale gelebilir. Öğrendiği bir beceriyi ve bilgiyi daha çok başka insanlarla etkileşim halindeyken pekiştirir veya model alma yoluyla öğrenir. Kendi bilgi seviyesini, becerilerini ve farklı yönlerini başka insanlar aracılığıyla fark eder ve sosyal ortamlarda kendini ifade fırsatı bulabilir. Çocuk büyüdükçe, becerilerini geliştirebileceği ve kendini değişik şekillerde ifade edebileceği değişik sosyal ortamların içinde bulunması önem kazanır. Bu sayede sürekli kendini geliştirmeyi öğrenir ve kendi farklı yönlerini fark etme fırsatı bulur. Değişik sosyal ortamlar var olan zeka potansiyelinin kullanılabilmesini ve becerilerin geliştirilerek sosyal açıdan kabul görür bir şekle dönüşmesini tetikleyici olmaktadır.
Sosyalleşmede ve entelektüel olmada model almanın önemi
Model alarak (taklit yoluyla) öğrenme en etkili öğrenme biçimlerinden biridir. Çocuklar özellikle sosyal iletişim biçimini başlangıçta çevrelerindeki yetişkinleri model alarak öğrenirler. Ergenlik dönemine doğru ise yaşıtlarını model alma önem kazanır. Sosyal ilişkilere önem veren, günlük rutin ihtiyaçların karşılanması dışında kendini geliştirmeye fırsat yaratan, değişik aktiviteler ve uğraşlar içinde olabilen ailelerde çocukların da çok yönlü olmaya eğilimli oldukları ve kendilerini geliştirmek yönünde istekli oldukları bilinmektedir. Ailelerin boş zamanlarını değerlendirme alışkanlıkları çocukları tarafından da taklit edilmektedir. Örneğin tüm gece boyunca televizyon izlenen ailelerde ister istemez çocuklar da televizyona düşkün olmaktadırlar. Ya da benzer şekilde düzenli günlük gazete okunan evlerde çocukların da gazete ve dergi okumaya hevesli ve meraklı oldukları görülür. Hafta sonlarında çocuğunuzu sinemaya veya tiyatroya götürmeye teşvik etmek ile tüm boş zamanlarda sadece alışveriş yapmak arasında fark olmaktadır. Belli bir yaşa gelmiş, işi, düzeni olan kişilerin kendilerini geliştirmek, yeni bilgiler edinmeye hevesli olmak yönündeki tavırları çocuklarını da etkilemekte, bilgi kazanımının ve bu bilgileri hayata geçirmenin keyfini öğrenmelerini sağlamaktadır. Oysa günlük rutinlerin dışında hiçbir değişiklik yapmayan, var olan bilgi ve becerileriyle yetinmeye çalışan anne-babaların çocukları için de var olanla yetinmek konusunda örnek oluşturdukları unutulmamalıdır.
Anne-babalara öneriler
- Hamilelik döneminden itibaren çocuğunuzla duygusal ilişki kurmaya özen gösterin. Onun dünyaya gelişine hazırlanmak onunla ilişki kurmanızı ve dolayısıyla her türlü gelişimine fırsat vermenizi sağlayacaktır.
- Zekanın değişmez olmadığını unutmayın. Zekayı oluşturan bir çok yeteneği geliştirmek mümkündür. Çocuğunuza ne kadar bol çevresel uyaran sunarsanız çocuğunuz da o derece kendini geliştirme fırsatı bulacaktır.
- Her çocuğun zeka yapısı birbirinden farklıdır. Çocuğunuzu iyi tanırsanız, onun gelişmeye elverişli yönlerini bulursanız onu yönlendirmeniz daha kolay olacaktır. Bazen çocuklar daha yetersiz oldukları konularda daha az çaba sarfederler. Bunu fark etmek önemlidir. Bu durumda yetenekli olduğu alanları desteklemek kadar, daha az yetenekli olduğu alanları geliştirmek için önlemler almak da önemli olmaktadır.
- Çocuğunuzu sosyalleştirecek ortamlar hazırlamaya çalışın ve onun başka insanlarla ilişki kurmasını destekleyici olun. Çocuğunuzun ilgi duyduğu alanları keşfedip bu alanlarla ilgili aktiviteler içinde olmasını sağlayın. Bu hem becerilerini, hem kendine güvenini geliştirecek hem de sosyal gelişimine yardımcı olacaktır. Bu tarz sosyal ortamlar çocukların kendilerini rahatça ifade edebilmelerini, bir grubun parçası olmayı öğrenmelerini, sosyal kuralları öğrenip uygulayabilmelerini, kurala uyduklarında kabul göreceklerini öğrenmelerini sağlamaktadır. Çocuk girdiği sosyal ortamlarda uyumlu olmayı ve bu uyumla mutlu olmayı öğrenirse var olan becerilerini, yeteneklerini de daha rahatça ortaya koyabilecektir.
- Çocuğa güven kazandırmak belki de bir anne-babanın çocuğuna verebileceği en önemli, en değerli şeydir. Güvenin temelinde ilgi ve sevgi yatar. İlgi ve sevgiyle büyütülmüş ama bunun yanı sıra kendi ihtiyaçlarını karşılamak konusunda desteklenmiş, kendi ayakları üzerinde durabilen bir çocuk yetiştirmek yönünde çaba gösteren bir anne-baba olmaya çalışmalısınız. Bazen ilgi ve sevgi fazla koruma ile karışabilmektedir. Fazla korumak ise çocukların bir çok becerisinin gelişmesini engelleyici olabilmektedir. Buradaki temel prensip çocuk bir beceriyi öğrendiği andan itibaren o işi artık kendisinin yapması gerekliliğidir. Örneğin kaşık-çatal tutmayı öğrenen bir çocuk artık kendi başına yemek yemeye başlamalıdır. Kendi başına yeme becerisi olduğu halde anne-baba tarafından yedirilen bir çocuğun bir çok konuda kendine güveni gelişmeyecektir. Güven ancak yapabildiğini fark ettiği durumlarda gelişen bir duygudur. Çocuk anneden güvenle ayrılıp başka ortamlarda kendine yetebilecek güveni kazandığında hem sosyal yönden gelişecektir hem de her alanda gelişmek için fırsat bulacaktır.
- Alışkanlık kazandırmada model almanın önemi bilinmektedir. Çocuğunuza kazandırmak istediğiniz tüm alışkanlıkları önce kendinizin kazanmanız ve ona bu konularda örnek olmanız gerekmektedir. Okumak, bilgi kazanmak, kenedinizi geliştirmek, sanatsal, entelektüel faaliyetlerin içinde olmak gibi alışkanlıklar ve yaşam tarzınız çocuklarınız tarafından da örnek alınacaktır. Örneğin çocuğunuza aldığınız oyuncak sayısı kadar kitap ve dergi almayı da alışkanlık haline getirirseniz çocuğunuzu daha çok okumaya teşvik etmiş olursunuz.
Hazırlayan: Belgin Temur
(Uzman Pedagog)
Çocuğun yaşamında Babanın Rolü
Çocuğun yaşamında Babanın Rolü
Çocukla kurulan iletişimde her zaman anne daha önde görülür. Ve babalar da genelde, belki biraz da kolaylarına geldiği için, geri planda kalmayı tercih ederler. Oysa çocuğun yaşamında babanın rolü en az anne kadar önemli.
Babalık rolü tıpkı annelik gibi çocuğa sahip olmayı istemekle başlıyor. Her iki eşin de çocuk sahibi olmaya karar vermeleri, kendilerini bu göreve hazır hissetmeleri önemli. Baba adayının çocuklarıyla ilk iletişimleri annenin hamilelik döneminde eşine yardımcı olmaya başlıyor.
Hamileliğin her aşamasını takip etmek, anneye bebeği hazırlık aşamasında psikolojik destek vermek, bebeğin gelişimini takip etmek, doktor kontrollerinde bulunmak bu role hazırlığın önemli adımları. Doğumdan itibaren bebeğin ihtiyaçlarının karşılanmasında anneye yardımcı olmak da yine bebekle fiziksel-psikolojik etkileşimin oluşumunda etkili. Özellikle babaların bebekleriyle beden temaslarının olması ve göz teması kurmalarının önemi büyük. Çocuğun doğumundan itibaren onunla yoğun bir iletişim halinde olan babaların, hayatları boyunca çocuklarıyla daha sağlıklı iletişim kurma olasılıkları artıyor.
Baba ve disiplin
Çocuğun gelişiminde, hayata hazırlanmasında uygun disiplin yöntemlerinin kullanılmasının önemi büyük. Disiplinin oluşturulmasında anneye de babaya da önemli görevler düşüyor. Anneler genelde çocuklarıyla daha fazla zaman geçirebilmek ve bu nedenle kuralları uygularken pratikteki zorluklar nedeniyle tutarlı davranamayabiliyorlar. Bu noktada babanın sadece kızan, bağıran, sert otoriteyi temsil eden, kendisinden korkulan ve tehdit unsuru olarak kullanılan rolde tutulması sıkça rastlanılan bir durum oluyor. Oysa bu tutum hem çocukların yeterince disipline edilememelerine hem de babaya iletişimden uzak bir rol verilmesine neden oluyor. Bunun yerine annenin de babanın da belli esneklikleri de bulunan, mümkün olduğunca ortak disiplin ilkeleriyle yaklaşmaları gerekiyor. Çocuklarıyla daha az zaman geçirmek, kurallarında daha tutarlı olmaları konusunda zaman zaman babalar için avantaj oluşturabiliyor. Ama bu avantajı babayı korku objesine çevirerek dezavantaja dönüştürmemek gerekiyor. Ve disiplin oluşturulurken çocukların duygularının değil, davranışlarının kısıtlanması ya da başka deyişle istenmeyen ve uygun olmayan davranışların uygun olanlarıyla değiştirilmesi esas olmalı. Babalar bu noktada daha çok istenmeyen davranışı vurgularlarsa, çocuklar da kendilerini hep olumsuz davranışları olan, istenmeyen, sorun yaratan çocuk olarak algılayabilirler. İstenmeyen davranışları değiştirirken sadece sorun olan davranışları vurgulamak yerine olumlu davranışın ne olduğunu belirtmek, olumlu davrandığı takdirde ödülün ne olacağını belirtmek, olumlu davrandığı takdirde ödülün ne olacağını belirtmek daha etkili olur ve çocuğun olumsuz benlik algısını geliştirmesi riskini de ortadan kaldırır. Ödül mutlaka maddesel bir şey olmak zorunda değildir. Hatta maddesel ödüller yerine davranışsal veya sözlü ödüller kullanılması daha fazla tercih edilmelidir. Çünkü “Seninle gurur duyuyorum, bu şekilde davranırsan beni çok mutlu edeceksin” gibi açıklamalar çocuğu olumlu davranmaya motive ettiği gibi, kendisini algılamasını da olumlu yönde etkiler.
Zaman yerine hediye
Babaların bazen çocuklarıyla yeterince zaman geçiremedikleri ve onlarla yeterince ilgilenemedikleri kaygısıyla onları hediyeye ve oyuncağa boğdukları biliniyor. Ve böylece her akşam eve geldiğinde “Baba bana ne getirdin?” diyen çocuklarına bir şey vermenin hazzını yaşamak isteyebiliyorlar. Oysa bu tavır, çocukların yeni bir şeye sahip olanın keyfini yaşamaktan alıkoyuyor ve sürekli talep etmelerine ve bir türlü sahip olduklarından memnun olmamalarına neden oluyor. Üstelik aslında baba ile çocuk arasında gerekli olan duygusal yakınlığın yerini de asla tutmuyor. Her gün bir oyuncak getirmek yerine çocuğunu kucağına alıp onunla 5-10 dakika sohbet etmek, o günün nasıl geçtiğinden söz etmek, çocuklar için de babalar için de çok daha doyurucu oluyor.
Babaların çocuklarıyla iletişimlerinde dikkat etmeleri gereken noktalar:
* Hamilelik döneminde eşinize hoşgörü, anlayış ve özel ilgi gösterin, bebeğinizin anne karnındaki gelişimiyle ilgilenin. Çocuğunuzun gelişimi anne karnındayken başlar. Ve eşinden destek gören, huzurlu bir hamilelik geçiren annelerin çocuklarının çok daha sağlıklı oldukları biliniyor.
* Bebeğinizin bakımında görev alın. Bebeğinizin sağlığı, beslenmesi, temizliği, ağladığında sakinleştirilmesi ve tüm ihtiyaçlarının karşılanması konusunda becerilerinizi geliştirin. Onun da bir kişiliği olduğunu, sevdiği ve sevmediği şeyleri doğduğu andan itibaren takip etmeye ve öğrenmeye başlayın. Unutmayın ki, bu ilişki daha sonra sürecek olan sağlıklı bir ilişkinin önemli bir başlangıcıdır.
* Çocuğunuz üzerinde korkuya dayalı bir disiplin uygulamayın. Sizinle rahat ve açık bir ilişki kurabilmesi için ona fırsat verin. Tam tersi olarak tamamen disiplinsiz, kuralsız ve kontrolsüz bir disiplinin de çocuk üzerindeki olumsuz etkilenin göz ardı etmeyin.
* Çocuğunuzla iyi iletişim kurmanız önemlidir. Tıpkı annesiyle olduğu gibi sizinle de yakın ve sıcak ilişki kurabilmesi ve üzüntüsünü ve mutluluğunu sizinle paylaşabilmesi gerekir. Oysa babasının kendisinden uzak olduğunu hisseden bir çocuklar, babalarıyla aralarında bir mesafe olması gerektiği mesajını alırlar ve bu durum onların ihtiyaç duyduklarında gerekli desteği talep etmeleri konusunda çekingen kalmalarına neden olabilir. Böyle bir durumda bu desteği başka kaynaklardan arama riski oluşur. Özellikle küçük yaşlarda babalarıyla duygusal anlamda yakınlaşamayan çocukların ergenlik dönemlerinde daha büyük sorunlar yaşadıkları ve bu dönemin zorluklarıyla baş etme konusunda daha yetersiz kaldıkları biliniyor. Bu nedenle zaman kaybetmeden çocuğunuzu dinlemeye ve onunla yakınlaşmaya başlayın.
* Babaların da tıpkı anneler gibi çocuklarını her koşulda (başarılarında da başarısızlıklarında da) sevdiklerini hissettirmeleri, çocuklarının kendi hayatlarındaki önemini çocuklarına ifade etmeleri, sağlıklı bir güven gelişimi için çok önemlidir. İstenmeyen davranışları öne çıkarıp vurgulamaktan çok, olumlu-istenen davranışın desteklenmesi, ödüllendirilmesi ve övülmesi çocukla kurulacak disiplin ilişkisi etkinliğini artırır.
* Yoğun iş temposu nedeniyle çocuklarıyla daha az vakit geçirmek zorunda kalan babaların da, onlarla sağlıklı iletişim geliştirebilmeleri ve çocuklarına yeterli ilgi gösterebilmeleri mümkündür. Önemli olan kısa da olsa çocuklarla özel zaman geçirmek ve bu zaman diliminde çocuğun psikolojik ihtiyaçlarıyla ilgilenebilmektir.
* Çocukların, babalarının özel ilgilerine ihtiyaç duydukları ve bu ilginin çocukların hem zihinsel hem de psiko-seksüel gelişimleri açısından çok gerekli olduğu unutulmamalıdır.
* Baba yoksunluğunun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri biliniyor. Özellikle de babasının yetersiz ilgisine ve ihmaline maruz kalan çocukların kişilik gelişimlerinin bir yönüyle yetersiz kalabileceği ihtimali unutulmamalı.
Kişilik Gelişiminde Babaların Rolü
Etkin bir baba rolü çocukların her türlü gelişimlerine olumlu yönde katkıda bulunuyor Babanın çocuğu ile ilişki kurma biçimi çocuğun kişiliğini etkiliyor. Örneğin, aşırı otoriter tavır ve ilgisizlik çocukların utanç, çekingenlik gibi kişilik özellikleri geliştirebilmelerine neden olabiliyor. İlgili ve sevgi dolu bir tavır ise çocukların sosyal uyum yeteneklerinin artmasına, liderlik özellikleri geliştirebilmelerine etki ediyor. Babanın sağlıklı otorite sağlayamadığı, disiplinsiz ve aşırı hoşgörülü bir tutumda olması ise çocukların bazı uyum ve davranış bozuklukları yaşama olasılığını arttırıyor.
Hazırlayan : Belgin Temur (Uzman Pedagog)
--->: Anaokuluna başlama yaşı ne olmalıdır ?
çok erken yaşta okul bence çocukları sıkıyo en iyisi tam 5 yaş benim önerim
--->: Anaokuluna başlama yaşı ne olmalıdır ?
bencede 5 yas uyum dönemını basarıyla gecırınce 7 yas ılkokul ıcın hazır oluyor artıkkk ...